12 Mart cuntası, Türkiye’nin AKP-MHP’nin eliyle geldiği son durum

0
167

Kemal SÖBE

12 Mart 1971, Türkiye tarihinde bir karanlığa doğru gidişin başlangıcı olmuştu. 12 Mart’dan hemen sonra ülkede, bütün Türkiye’de solcu, sosyalise, devrimci, avına çıkıldı. Nerede solcu, devrimci, sosyalist

ve ilerici aydın varsa hepsi ya tutuklandı ya da vuruldu. 1950’den 1971’e kadarki süreçte özellikle devlet içinde iktidar kamplaşmaları oldu. CHP’nin ve biraz daha radikal kesimlerin-çevrelerin başını çektiği sol

kesimlerin, Demokrat Partiyle uzun süreli bir iktidar çatışması yaşanıldı. Devletin sivil kanadı içindeki bu çatışma, ordu’nun içinede yansıdı. 1960-1980 arası, devlet ortamında başta ordu içinde olmak üzere 

sağcılar ve solcular, hatta polis teşkilatı bile sol ve sağ diye ikiye bölünecekti. Yani solcuların ve sağcıların iktidar olma savaşı önce devlet içinde başlamıştı ve adım adım öğrenci gençliğide etkiledi. 1960’ların

sonlarına doğru bu mücadele sadece devlet içinde olmayacak, öğrenci gençlik içinde de adım adım gerçekleşecek, işçileri-köylüleri, toplumu ve bütün ülkeyi etkisine alacaktı. Türkiye tarihinde radikal

sol çizginin ilk çıkışı ve hem yerli komprador burjuvaziye hemde emperyalist devletlere meydan okuduğu yıllar 1970’li yıllardır.

1960’larla başlayan kısmi demokratik koşullarda sol siyasetin gelişim gödterdiği süreçte sol kesimler

ilk defa TİP önderliğinde meclise az sayıda da olsa milletvekillerle girecek, solun sesi olacak, ülkenin sorunlarını dile getireceklerdi. 1968 devrimci gençliği, geliştirdiği mücadeleyle tam bağımsız demokratik

Türkiye şiarıyla Türkiye’de egemen kesimlerin ve yabancı güçlerin korkulu rüyası olacaktı. Türkiye’de devrimci gençliğin keskin tavrını, mücadeledeki kararlılığını ve devrimci duruşunu gören egemen

kesimler, devrimci gençliğin mücaddelesine darbe vurmak için sözde milliyetçi, Türkiye sevdalısı olduklarını söyleyen, ne üdüğü beli olmayan mafyavari bir karşıt gençlik örgütlediler. Bu karşıt gençliğe,

devrimci gençlere saldırma, aydınlara suikast yapma, derede bir toplumsal direniş varsa saldırma görevi verilmişti. Tabi emperyalizmin uşalığını yapan bu sözde milliyetçiler bütün bunları vatan ve millet

için yapıyorlardı. Devrimci gençlik, Amerikan 6 filosuna Türkiye’yi terk edin deyince bu sözde Türkiye sevdalıları ve sözde milliyetçiler de solcu-devrimcidemorkat gençlere ve gruplara saldırıp, Amerikan

askerlerine yardım ediyorlardı, hemde vatanseverlik adına! Türkiye’nin şimdiki karanlığa girişi aslında çok partili sözde demokrasiye geçilmesiyle oldu. Türkiye’de çok partili sisteme geçişle, 1950’den günümüze

kadar ne siyasi ne de ekonomik ve nede toplumsal sorunlar çözüldü. Türkiye aslında küçük Amerika olmayı gerçekten de başardı. Her mahallede bir zengin yaratıldı, korkunç bir sınıflaşma boy gösterdi. Ve son 73

yıldır bütün hükümetlerin icraatları zengin bir sınıf yaratmak oldu. Adına TÜSİAD, MÜSİAD denen benzeri ekonomik devlerin hepsi son 73 yılın hükümetlerinin icraatlarının bir ürünüdürler, meyveleridirler. 

Özelikle 1980 darbesi ve sonrası oluşan Özal dönemi, tam bir dolandırıcılar, üçkağıtçılar, çeteler ve mafyavari bir sisteminin kuruluşunun başlaması oldu.

Tabi bütün bu olan bitenlerin hepsinin arkasında ABD vardı. 12 Mart ve 12 Eylül’ün arkasındaki güç Amerika’dır. Son 45-50 yıldır yapılan milliyetçiliğin, sözde Türkiye sevdalılığının arkasında da Amerika

var. Çünkü son 45-50 yıl geçmişten, günümüze kadar bu ülkücü-milliyetçi çevrelerin Türkiye’ye zarardan başka bir faydaları olmamıştı ama bunlar, eskinde beri olduğu gibi günümüzde de hala  ”ölürüm Türkiyem”

diye bağırıyorlar. Niçin öldüklerini, kimler için öldüklerini gerçekten de bilmiyorlar. Bunlar, egemen kesimlerin, devrimci güçlere ve Alevilere, aydın insanlara karşı tetikçi olarak kullandıkları kesimlerdir.

Bunlar Türkiye’yi gerçekten seviyorlarsa Türkiye niye 50 yıldır siyasi ve ekonomik krizler, bulanımlar yaşıyor? Bunlar Türkiye için ölmediler, bunlar, ağaların, beylerin, efendilerin saltanatları-egemenlikleri

için öldüler, ama hala biz Türkiye’nin sigortalarıyız diyorlar. Yüz milyarlarca dolar dış borç var. İşsizlik ve yoksulluk diz boyu. Özellikle son yıllarda insanlar, yoksuluktan kaynaklı çöplerde ekmek arıyorlar. Nüfusun

yarısından fazlası büyük bir yoksulluğun pençesinde kıvranıyorken, bu sözde Türkiye sevdalıları neyin sigortalarıymış acaba? Bunlar, Tüsiad, Müsiad ve bu gibi holdinglerin, ağaların, beylerin, elit tabakanın

milliyetçilik maskesi taktırılmış sigortalarıdır. 

1971’den günümüze kadar Türkiye’de devrimci mücadele daha çok gelişmiştir. 12 Mart’ın amacı devrimci

mücadeleyi bastırmak, direnmeyen, kapitalizme boyun eğen bir toplum yaratmaktı. O dönemler bazıları, ‘ halkla dalga geçer ve halkı küçümser gibi, sosyal gelişim ekonomik gelişimi geçti” diyecekler ve 1960

anayasasının getirmiş olduğu kısmi demokratik, siyasi hak ve atmosferin bu ülkeye çok lüks geldiğini söyleyeceklerdi. 12 Eylül faşizan rejimi ve askeri cuntası, tümüyle bu kısmi demokratik hakları atmosferi ve

hakları tırpanladı, kökten biçti, bitirdi. 12 Eylül faşizmi aslında 12 Mart’ın en şiddetli hali ve tamamlayıcı devamıydı. Çünkü 12 Eylül’den sonra anayasa değiştirildi, bütün haklar yok edildi, bitirildi ve o günden

günümüze kadar Türkiye baskıcı bir rejimle yönetilecekti. Bazı hakimler ve savcılar bile, yıllar sonra, 12 Eylül anayasası ”zorla ve baskıyla kabul ettirildi” diyeceklerdi, eleştireceklerdi. Türkiye’de ve Kurdistan’da 

yıllardır işçilerin ve köylülerin ağalara ve burjuvaziye karşı hak ve emek mücadelesi verildi, veriliyor. Kimi apolitik kesimler ve sistem yanlısı çevreler, demokrasi ve devrim mücadelesindeki kavgayı ”sağ ve

sol olayları ve kardeş kavgası” olarak gösteriyorlar. işçiler ve patronlar arasındaki kavga ne zamandan beri kardeş kavgası oldu? Bir kesim, egemen kesimler, sermaye sınıfı-güçleri kendi egemenliğini halk üzerinde

sağlamaya çalışıp, halkı köleleştirmek istiyor, diğer halktan çoğunlukta kendi özgürlük, adalet ve eşitlik mücadelesini veriyor daha iyi ve insani şartlarda yaşayabilmek için.

Kardeş kavgası yalanları aslında askeri darbelere zemin hazırlamak için uydurulmuş oyun ve tezgalardır. Ezenlerle ezilenler arasındaki kavga sınıf mücadelesidir-savaşımıdır ve binlerce yıldan bu yana tarih

boyunca da  şiddetli olmuştur bu kavga. 1971 ve 1980 darbeleri Türkiye’de ezenlerin egemenlik rejimini ayakta tutmak, daha çok zengin olmalarının devamlılığını sağlamak içindi. Türkiye’de Son 45-50 yılda

TÜSİAD’a üye olan iş adamlarının servetleri tam kırk-elli misli arttı ve büyüdü. 12 Mart’dan  ve 12 Eylül’den günümüze kadar bütün sivil hükümetler, özelliklede AKP-MHP hükümeti aslında cuntanın bir çeşit sivil

uzantıları olma işlevini gördüler. Günümüzde, AKP-MHP hükümetiyle beraber faşizm tam bir zirve yapıp Kürdistan ve Türkiye açık bir zinda haline getirilmiş bulunuyor. Özellikle 1980’lerle beraber liberal ekonomi dört nala koşan at gibi koşmuş, Türkiye’yi uçurumun kenarına ve bitirme noktasına getirdi. Türkiye 

günümüzde 50 yıl öncesine nazaren. her tarafta hırsızların, yankesicilerinin yolsuzluk yapanların, devletin parasını yiyenlerin, möafyanın, çatelerin cenneti haline geldi. 12 Mart ve 12 Eylül kısa süreli-geçici de olsa

amaçlarına ulaştılar diyebiliriz. Siyaset ve ülke meseleleriyle değilde, futbol ve arebeskle ilgilenen bir edilgen gençlik yaratıldı. Tarikatlar-cemaatlar kurularak, siyasal İslam devlet içine alınıp sınırsız haklar ve 

imtiyazlar verildi. 

Bunların hepsi global sermayenin yani emperyalizmin ayakları olan yerel kompador burjuvazi ve onların

destekçileri olan global sermaye güçlerinin eliyle yapılıyor. Son yıllarda cüppeli sarıklı sakallı şalvarlı bir kesim oluştu. AKP-MHP faşizminin eliyle peydalanan bu kesimin önüne geçilmezse bunlar bir tehlike

haline gelir, Türkiye’nin başına bela olurlar. Hem sakallı şalvarlı sarıklı cüppeli ve hemde zalim ve zulmü savunan, insan yakmak caizdir diyen İŞİD ruhlu vampirler-şeytanlar oluştu. Mazlumların ve ezilenlerin

yanında yer alan, zulme karşı çıkan, hak ve adaletten yana olup ta sakal bırakanı namazında niyazında olan dindar kesimlere sözümüz olmaz. Kendisini İslamcı, dindar ve inançlı gösterip Allah’a şirk koşanlar, zulüm 

ve zalimlik yapanlar, faşizme destek verenler, insan yakanlar, insan kafasını kesenler türedi bu ülkede. Uzun süre iktidarda kalmak AKP’yi ve bazı  kesimleri şımartmış olmalıki, bu sakallı şalvarlı, dinci faşiastler

böyle çok rahat hareket edebiliyorlar. Türkiye ve Kurdistan, direnenlerin, hak için mücadele edenlerin, işçiyi, köylüyü ve halkı savunanların, verdiği mücadeleyi kazanacağı birer özgürlükler ülkesi olacaktır. 

Türkiye, karanlık güçlerin esiri olmayacaktır. Türkiye artık bir demokratik devrim ve sosyal, toplumsal dönüşüm virajına gelmiş bulunmaktadır. AKP-MHP faşizminin ve onlara bağlı olan bazı karanlık güçlerin,

bu demokratik değişimi görmeleri bunları daha çok saldırganlaştırıyor. Toplumsal mücadelenin büyüdüğü koşullarda bunlar sürekli korkmuşlardır. Türkiye, özellikle son 45-50 yıldır askeri bir cunta zihniyetiyle

baskıcı bir sistemle yönetilmektedir. Ama artık bu baskıcı sistem can çekişme noktasına gelmiş bulunuyor. Toplumsal mücadele, Kürtlerin eliyle-mücadelesiyle şimdi daha kapsamlı, daha aktif-dinamik ve çok

daha canlıdır. Askeri darbeler, toplumsal mücadeleyi durduramamıştır, sadece mücadelenin gelişimini ertelemiş, böylece kapitalizmin ömrünü uzatmıştır. Türkiye’de Kurdistan’da ve Ortadoğu’da Kazanacak

olanlar işçiler, köylüler ve halk olacaktır. Ağaların, beylerin, saltanatı yıkılacak, yarınlar halkların olacaktır. Halkların aydınlık mücadelesi bütün karanlıkları yırtacaktır, Türkiye ve Kurdistan bütün halkların özgürce

yaşayacağı birer özgür ülkeler olacaklar. 1970’ler PKK’nin filizlendiği ve kurulduğu yıllardı. 1980’ler PKK’nin mücadeleyi başlattığı yıllardı. 1990’lar ise mücadelenin tam geliştiği ve 2000’li yıllarda mücadenin halklaştığı yıllar oldu. 2000’den günümüze kadarki süreçte mücadele tam olarak halklaştı ve zafere doğru ilerliyor. Yakın gekecekte, Türkiye ve Kurdistan bir devrime sahne olacak…

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here