15 Ağustos Atılımı gerek düşmanın “12 Eylül faşist cephesinin” saflarında, gerekse de Kürdistan ve Türkiye halklarının saflarında önemli altüst oluşlara ve gelişmelere yol açmıştır. Günlük gelişmelerden aldığımız izlenimleri göre, düşman cephesinde büyük bir başarısızlığın olduğu, ondan da öteye güvenini yitirme durumuna düştüğü görünüyor. Geleneksel politikalarından kuşku duymaya başladığını, bunun yerine neyi koyabileceğini ve yerine koyacak bir şeyin olmamasından dolayı da duyduğu büyük boşluk söz konusudur. Adeta buna mahkûm bir durumu sergilemekten kurtulamadığı ve en sonunda da o çok güvendikleri silahlı kuvvetler içinde birbirini suçlayarak emekliğe ayrılmaları, istifa etmeleri gündeme gelmiştir. Ve sonuçta da “Anarşi hükümetin içindedir, anarşi Ankara’dadır” demeye kadar gitmişlerdir. Bunu düzenin en kodaman savunucuları söylemektedir. “Düzen içi muhalefet bir nolu meseledir” biçiminde soruna yaklaşım göstermektedirler. Daha çok tedbir geliştiremedikleri içinde, gerici bir konuma düşmekten kurtulamıyorlar. Ve böylece kendi içlerinde kargaşayı, çözümsüzlüğü yaşadıkları görülmektedir. Bunlar, “daha dün meseleyi küçümsüyorduk, mahalli bir sorundur, bir adi eşkıyalık olayıdır” dediklerini söylüyorlar. Ama bugün Türkiye’nin en önemli meselesidir. Bunu bizzat düzenin savunucuları belirtmektedir.
Bu tartışmalar bugün, Milli Güvenlik Kurulu’nun baş gündem maddesi oldu. Hükümet bu gelişmelerin zorlayıcılığı altında toplandı. Parlâmentonun bu temelde olağanüstü toplantıya çağrıldığı, dolayısıyla kendi aralarındaki kapışmanın, güvensizliğin, çözümsüzlüğün veya politika geliştiremediklerini bütün yönleriyle enine, boyuna tartıştıkları, ama bir sonuç alamadıklarını iyi biliyoruz. Biz baştan da sorunun temel önemini biliyorduk fakat, sorun henüz açığa çıkmamıştı. Bugün olanlar artık örtbas edilemez ve her cephede sorunu ortaya koymaktan kaçınılamaz. Bundan dolayıda geleneksel Türk politikacılığı, özellikle de silahlı kuvvetlerin ordu yaklaşımı büyük bir yetmezlikle, çıkmazla karşı karşıyadır. Gelinen nokta: Cumhuriyet artık kendini yürütemiyor veya bunun Kemalist, ideolojikpolitik temelleri yetmiyor, yıkılıyor. Artık kendini yenileme olayı bile söz konusu olamıyor. Kendilerini yenilemekten korkuyorlar. Hatta gerçekleri itiraf etmekten de korkuyorlar. Görülmemiş bir biçimde, hem de uzun bir süredir gerçeğin adını bile koymaktan çekiniyorlar. Muhalefetin bir sözcüsü, “son bir buçuk aylık gelişmeler, dünyanın hangi köşesinde olursa olsun, bir hükümeti çoktan düşürebilecek kadar önemlidir” diyor. Bu, doğrudur. Bunlar o kadar ödlek kişiliklerdir ki, gerçeğin adını koymaya bile cesaret edemiyorlar.
Bodrum’da Başbakan’ın kafasını serinletmesi bile bir dalga nedenidir. Kendi deyişleriyle “Doğu elden gidiyor”, “Türkiye sallanıyor, bölünüyor” diyorlar. Aslında eğlencesinden falan değil, kafa serinliğinden de değil, onun da kafası ateş altında fakat, çözümsüzlüğün verdiği öfkeyle, sıkıntıyla kendilerini ancak havuzlarda, deniz kıyılarında serinletebiliyorlar. Bu sıcak kavga ortamı, bütün beyinlere kendini vuracak, vurduğu oranda da sorun ortaya konulmaya çalışılacaktır. Gerçekleşen ve içine girilen tutum, sorunu gerçek boyutlarıyla ortaya koyma değil, örtbas etme tutumudur. Soruna ad vermeme, çapını belirlememe yaklaşımları içerisindeler. Siyasi nedenlerini, ulusal nedenlerini ve sınıfsal nedenlerini gizleme, bunun adını da “adi vakalar” koyma, önemsiz kılma tutumları mevcuttur. Önemli olan da bu yaklaşımdır. Bu, tümüyle Türkiye gündeminin esas bir maddesi haline gelmiştir. Yazarından çizerine kadar, politikacısından askerine kadar, sokaktaki adamından politika kluplerine kadar, hepsinin gündemindeki temel sorundur. Özellikle son günlerde, sorun kendini ortaya koymuştur. Şüphesiz bu durum, düşman açısından önemli bir gelişmedir. Uluslararası etkileri de bu temelde olacaktır ve bu sorun önemle ele alınacaktır.
Biz, PKK hareketinin gelişimini sürdürürken, Türkiye’deki gerici, tutucu, faşist iktidarları sürekli tahlil etmek, üzerine gitmek kadar, onu halk gücüyle nasıl sağlanılması gerektiğini de ortaya koyduk. Bunun için esas alınması gereken doğru ideolojikpolitik tutumun ne olması gerektiğini, nasıl yaklaşılması gerektiğini de baştan günümüze kadar özenle açıklamaya çalıştık. Ve salt bir ulusal kurtuluşçuluğu esas alan, ona zafer yollarını aralayan bir tutumu değil, devrimimizin bütün Türkiyesel, bölgesel, uluslararası önemini de göz önüne getirerek davranmaya çalıştık. Ve bugün, bu tutumda belli sonuçlarda elde ettik. Dost güçlerin ilgisi giderek gelişmektedir. Özelliklede, Türkiye halkının devrimci özgürlük muhalefetinin dikkatini çekme söz konusudur. Büyük zindan direnişçiliği ve Kürdistan’daki gerilla savaşımı çok büyük bir etkiye yol açarken, yeniden demokratik tutuma yönelmede nicelik ve niteliksel bir büyüme söz konusu olmaktadır. Hak arayışları oldukça önemli bir gelişmenin eşiğine gelmiştir. 12 Eylül faşizminin ideolojik ve politik düzeyde aşılması da çok büyük bir ivme kazanmıştır. Yürümek isteyenler için, paha biçilmez olanaklar sunulmuştur. Gerçek bir demokratik katılımın hızlı gelişmesi, imkan dahiline girmiştir. Bunu, devrimci bir tutumun önderliği altında yürütme şansına kavuşturmuştur.
Devrimi boşa çıkarmak isteyen tasfiyeciliğin tasfiyesi, çok önemli bir gelişme olarak ortaya çıkmıştır. Burjuva muhalefeti ister sivil toplum adına, ister burjuva insanları adına, hatta devrim adına da söylense, uzlaşıcılıktan öteye gitmeyen bütün tutumları, bütün sinsi çabaları anlamsız kılmıştır. Tekrar devrimin güçlü tartışılması ve doğru yola girmesi sağlanılmıştır. Doğru çalışma nasıl olur? sorusuna yetkince karşılık vermede gelişmeler söz konusu olmuştur. Ve daha çokta Kürdistan halkının, özellikle son bir yıl içinde gerici bir önderliğin etkisinden kurtarılarak, bütün Kürdistan çapında halkın temel özgürlük çıkarlarını esas alan bir tutumun gelişmesine tanık olunmuştur. Savaşımın sağlam bir gerilla kuruluşuna yol açması kadar, geniş bir siyasal ordulaşma temelinde güç kazanması da söz konusudur. Gerçek bir gerilla savaş cephesinden, büyük bir siyasal ordulaşmadan ve cepheleşmeden bahsedebiliriz. Ayrıca, önemli bir deneyim kazanan Parti Önderliği’nden ve onun militan gelişmesinden bahsedebiliriz. Kendi özgücüyle bunu yürütme erkine ulaştığında, özgücüne dayanarak kendine güvenini pekiştirmiştir. Kendini büyütebilecek ve zaferi emin adımlarla yürütebilecek bir konuma gelinmiştir.
Bunları sadece bir tahlil yapmak için söylemiyoruz. Dostunda, düşmanında bizzat söylediği ve ortaya çıkardığı günlük gelişmelerdir. O halde, bugün gerçek olan bu gelişmeler, günümüz için ve daha çokta yakın gelecek için büyük gelimelere yol açacaktır.
Güncel gelişmeler oldukça hızlıdır. Parti’nin önderlik ettiği adım sağlam oturmuştur. Düşmanın yakın dönemde beklediği gerileme şurada kalsın, büyük bir ilerleme içindedir. İlerleme salt silahlı savaşım alanlarında değil, ağırlıklı olarak siyasal niteliklidir. Ve bütün ülke halkının bağrında gelişmesi söz konusudur. Düşmanda bunu kabul etmek zorunda kalmıştır. Daha dün Genelkurmay Başkanlığı, bir savaş olduğunu söylemekte ve bunu itiraf etmektedir. “Bu savaşta düşman vardır”, “yardımcıları vardır. Ateşle, silahla karşılık verilecektir” diyor. Doğrudur, kendisi açısından, askeri mantık açısından bu böyledir. Biz de düşmana karşı elbette savaşla karşılık vereceğiz. Ordusuna karşı elbetteki askeri nitelikte bir çabamız olacaktır. Aynı zamanda onun destekçilerine karşı da bir savaşımımız olacaktır.
Burada önemli olan, düşmanın Genelkurmay gibi birinci ağızdan gelişmeleri itiraf etmek zorunda kalmasıdır. Asgari bir kayıpla, azami bir sonuç almak istediklerini dile getiriyorlar. Bu demektir ki, savaşı uzatmalı ele almak zorunda kalmışlardır veya bizim geliştirdiğimiz savaşın uzatmalı karekterini düşman da kabul etmek zorunda kalmıştır. Daha düne kadar sıkıyönetimlerle ve olağanüstü hal dönemlerinde uygulanan özel savaş taktikleriyle, “kısa süreli sonuç alma taktiği” tamamen boşa çıkarılmıştır. Bu, savaşı sınırlandırmanın, özelleştirmenin ve Kürdistanlılaştırmanın boşa çıkartılmasıdır. Daha gerilla aşamasına ulaşmadan, cephesel karaktere bürünmeden, etkinliğimiz altında olan ve ülke genelinde yaygınlaşan etkinlik alanlarımız doğmadan, savaşı boğma çabalarının boşa çıkmasıdır. Daha da somut ifade edersek; savaşı siyasal cephelerde, bu ağırlıklı olarak 1982’lerin ortalarına kadar süren bir yöntemdir siyasal yaklaşımlarla, emniyet kuvvetleriyle boğmaya çabalamışlardır.
Türkiye sol muhalefeti, ordu daha ayağa kalkmadan, emniyet tedbirlerini almadan, üzerlerine yürümeden düşmüşlerdir. Ordu, Türkiye’deki muhalefete karşı fazla iş yapmamıştır. Ayağa kalkar kalkmaz, karşısındaki güçte teslimiyeti ve ezmeyi sağlamıştır. Fakat bizim üzerimize daha değişik geldi; sıkıyönetimi daha fazla uzattı, silahlı kuvvetlerini özellikle jandarmayı daha çok kullandı. Bu iki kuvvet üzerine biraz değerlendirme yapmak gerekiyor. Türk Emniyet Kuvvetleri, sol muhalefeti tasfiye etmede özellikle şehirlerde Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından şimdiye kadar oldukça deneyim kazanmıştır. Siyasi çabalar yetkinleşmiştir. TKP hareketine baştan sızmış, iğdiş etmiş, tasfiye etmiş ve günümüze kadar felçli, yaramaz, engelleyici bir konuma düşmesine yol açmıştır. Diğer yandan bütün halk kıpırdanışlarını, işçi grevlerini, hak arayışlarını rahatlıkla ezmede başarılı olmuştur.
Emniyet Kuvvetleri, MİT, Polis Teşkilatı ve bu kurumların siyasi bölümleri Türkiye’nin sınıfsal ve ulusal sorunlarında başarılı olmuşlardır. 1980’lere kadar, özellikle solu provakasyona uğratmada ve tasfiye etmede, gerçekten eşine ender rastlanır başarılı pratiklerin sahipleridirler. Son süreçlerde eğitim sahamızda ortaya çıkan polis sızmalarındaki gerçekte budur. Türkiye solu içinde rahatlıkla yürüttükleri ve başarılı oldukları faaliyetleri, PKK içinde de “yapabiliriz” anlayışına kapılarak, içimize kadar gelme cesaretini gösterdiler. Bu anlamda Jandarma daha iyi bir kuruluş olarak karşımıza çıkıyor. Jandarma, kır emniyeti kuvvetidir. Kırsal alandaki hareketlerin ve köylü hareketinin peşindedir. Her ne kadar Jandarma, “eşkiyanın kökünü kazımakla görevlidir” deniliyorsa da, biz eşkiyaları köylü isyancılığı olarak ele almak durumundayız. Kürdistan’da köylü isyancılığı, Cumhuriyet’in kuruluşundan beri zaman zaman ayaklanmaya girişmiştir. Tabi bunun daha önceside var. Kürdistan bir anlamda köylü topluluğudur, köylü ayaklanmasıdır, köylülerin dağa çıkmasıdır. Dolayısıyla Jandarma, Kürdistan’daki asayış olaylarına ve Kürt isyancılığına göre şekillenen bir kuruluştur. 125 yıllık, 130 yıllık kuruluş tarihçesinden bahsediliyor.
Bu yıllar 19.yy’da gelişen Kürt isyancılığının tarihine denk gelmektedir. Jandarmanın vücut bulması, Kürdistan’daki köylü ayaklanmalarına, köylü tepkilerine ve isyanlarına karşı bir bastırma kuvveti olarak, bir ezme kuvveti olarak, bir asayiş kuvveti olarak vücut buluyor. Bunun için de çok geniş bir kuruluş olmak zorunda. Bu da ordunun dörtte birinden aşağı olmayacak bir kuvvet olarak teşkil edilmesine yol açıyor. Bu anlamda jandarma; hem tarihi tecrübe bakımından, hem de yekün vücut varlığı açısından diğer bir çok ülkede görüldüğünden daha farklı olarak, bir ezme kuvveti, bir emniyet bastırma kuvveti olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha çokta Kürdistan’a yöneltilmiş ordu yürütme gücü olarak rol ifade edilmiştir. Jandarmanın son günlerdeki başarısızlığı üzerine geliştirilen tartışmalar çok anlamlıdır. Jandarmanın başarısızlığı söylendiği gibi, çok kayıp vermesinde düğümlenmiyor. Jandarmanın başarısız olmasından da bahsediliyor.
Türkiye’de sol muhalefet, Polis Teşkilat’ı vasıtasıyla ezilmiştir. PKK pratiğinde, denetiminde jandarmanın ideolojikpolitik ve giderek askeri olarak ciddi bir yetmezliğe düştüğü, bunun belirtilerinin de sıkça ortaya çıktığı görülmektedir. Son kayıplar bu işin sadece tuzu, biberi olmuştur. Bu, artık anlaşılır bir husustur. Jandarma daha çok köylü toplumunun tepkilerine göre başarılı olmuş bir kuvvettir. Eğitimi, örgütlenmesi, yönetimi buna göre düzenlenmiştir. Köykarakol sistemi, hudutkarakol sistemi; biri kaçakçıları, diğeri mahkûmları izlemek, yakalamak ve teslim etmek için örgütlendirilmiştir. Buna gücü de yeterlidir. Fakat şimdi eskinin tam tersine, karşısına sadece ideolojikpolitik olarak kaba köylü tepkilerini eğiten ve örgütleyen değil, yepyeni bütün halk, sınıf ve tabakalardan oluşan bu gücü eğitmeye ve organize etmeye başlıyoruz. Artık onun sızamayacağı, takibe alamayacağı, tutuklayamayacağı bir çok değişik mevzilerden gelişmeye ve savaşı sürdürmeye başladık. Jandarma üzerimize geldi, fazla sonuç alamadı. Özel Kolordu, Jandarma Kolordusu’dur. Bu kuruluşun komutanı olan ve adına da Hulusi Sayın denilen ve böbürlendikleri bu bay, Jandarma uzmanı generallerinden birisiydir. Fakat belirtilen nedenlerden ötürü, bu Kolordu’nun da son iki yıllık deneyimiyle fazla başarılı olamadığı ortaya çıkmıştır. Kayıpları birazda bu temelde olmuştu.
Geleneksel bir saldırı vardır: Jandarma gelir köyleri kovalar, bulduğunu vurur, kaçanı ateşle ezer ve sindirir. Aynı yöntemi, bizide eşkiya yerine koydukları için “bunlarda eşkiyadır, bunların da üzerine saldırırız” diyerek gelmişlerdir. Yakın döneme kadar gerillayı sağlam oturtamadığımızdan dolayı, düşman böylesine cesaret alarak üzerimize gelmiştir. Mahkûmlar gibi, Jandarma gelince ya kaçma, ya da teslim olma durumlarına sıkça düşürülmüştür. Özellikle düşman, son dönemlerde bu gidişatı durdurmak için, giriştiğimiz büyük çabaların farkında olmadığınızı ve bunu layıkıyla değerlendiremedinizi bildiğiniz için bu tarzla üzerimize geldi. Fakat yapı yenilendiği ve biraz da gerilla kurallarına göre hareket etmeye çalıştığı için düşman önemli darbeler yedi. Ordu, Türkiye tarihinde Kürdistan’da bu kadar darbeyi, hem de bize zarar vermek şurada kalsın, gelişmemize hizmet edecek biçimde körcesine saldırdığı için, büyük kayıplara uğradı. Bu durum, Türkiye’nin büyük tartışmalara girmesine yol açtı. Moral bozukluğundan tutalım, önemli başarısızlıklar kadar, politik çıkmazın kolayca ortaya çıkmasına ve halkımızın mücadeleye büyük katılımı gerçekleşmiştir.
Düşmanın körcesine geliştirdiği bu taktikler, önemli gelişmelerin nedeni olurken, bu taktiklerin başarısızlıklarından dolayı da generaller zorunlu olarak peş peşe emekliye sevkedilmişlerdir. Jandarma Kuvvetleri’nin önemli üç tane generali vardır. Korgeneral düzeyindekilerin hepsi istifa ettirildi. Genelkurmay bu savaştaki başarısızlığın nedenini kendisini göstermek zorunda kaldı. Bu, önemli bir gelişmedir. Çünkü Jandarma Kolordusu taktiğinde ısrarlı olma çok önemli bir gelişmeyle sonuçlanmadığı için, bu istifalar kaçınılmaz olarak gündeme geldi. Unutmamak gerekir ki, her önemli taktik başarısızlık, sorumlularını emekliye sevketmeye, istifiya zorlamaktadır. Bu bizim içinde geçerli olmak durumundadır. Sürekli taktik başarısızlık içinde olupta, yerinde saymak mümkün değildir. Önderlik böyle icra edilemez…
Jandarma’nın Kürdistan üzerinde geleneksel Jandarma politikacılığının büyük bir başarısızlığa yol açması, Kürdistan halkının doğru gerilla savaşımımıza katılımı temelinde gerçekleştirilmiştir. İşte bu noktada, Türkiye’de büyük bir siyasal tartışma, tartışmanın ordu içine kadar yansıması, hükümeti sallandırabilecek ve hatta yalnız hükümeti de değil, 12 Eylül faşizmini bile yerinden oynatabilecek önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Bundan da önemlisi atılımımız, faşizm karşısında halkın büyük devrimci gücünü ortaya çıkararak, onu geriletebilecek bir duruma getirmiştir. Genelkurmay’ın Cumhuriyet tarihinde Kürdistan’a ilk kez böylesine bir çıkışı yapması anlamlıdır. Artık savaşı gizleyemiyor ve gelişen aşamayı da itiraf etmek zorunda kalıyor. “Kayıplar daha fazla olacak fakat, bunu asgariye indireceğiz”. “Çatışma falan değil, bir savaş vardır” diyor. Dost ve düşman kavramına netlik getirmek istiyor. “PKK karşımızdaki düşman bir güçtür, onunla bağlantılar tam konulacaktır” diyor.
Bütün bu olup bitenler karşısında, Genelkurmay duruma açıklık getirmek istiyor. Muğlak bırakılan, özellikle de hükümet tarafından ve muhalefetin de bu tutuma uzun süre suç ortaklığı etmesi aşılmak isteniliyor. “Gerçekler şöyle şöyle şöyledir. Artık buna göre politika yapın. Bu Türkiye’nin gerçeğidir”. “Özal hükümetinin veya EvrenÖzal yaklaşımının artık savunulur bir yönünün kalmadığı, bunun yerine yapılması gerekenin; gerçekleri olduğu gibi söylemek olduğunu” belirtiyorlar. Özal hemen ardından; “Politik çözümümüz yoktur” diyordu. Bu da çok doğrudur. Gerçekten mevcut durumda politik çözümleri yoktur. Bu, çok önemlidir. Yakın dönemlere kadar, ABD ve Avrupa’nın dayatmasıyla sahte bazı kültürel ve özerklik tartışmaları geliştirildi. Türkiye burjuvazisini bu gelişmelere kısmen hazırlıklı istiyorlardı. Biz bunun bir sahtekarlık olduğunu söyledik. Özellikle Avrupa’da yükselen tepkileri zayıflatmak için, bu taktiğe başvurduklarını tespit ettik. Özünde yürütülen politika, siyasal seçeneğe yer vermiyor. Askeri yöntemlerde sonuna kadar ısrarlı olan bir yaklaşım içinde olduklarını söyledik.
Geçen yıl yaptığımız röportajlarda; EvrenÖzal kliğinin siyasal bir seçenekten yoksun olduklarını, PKK’nin siyasal seçeneği her zaman canlı ve diri tutmaya özen gösterdiğini” belirttik. Bu seçenekten uzak olmadığımızı gösterdik. Çünkü iddia şuydu; “PKK şiddetten başka bir şey tanımıyor, siyasal seçenekleri yoktur!” deniliyordu. Bu yutturmacayı ve aleyhimize işleyen bu propagandayı tersine çevirmek, dolayısıyla gerçeği olduğu gibi göstermek için, TC’nin bu aşamaya kadar bir seçeneğinin olmadığını, Kemalizmin bu anlamda bir seçeneksizlik olduğunu, bir alternatifsizlik olduğunu daha çarpıcı bir biçimde ortaya koymak amacıyla açıklamalarda bulunduk. Buyursun bir ateşkes yapalım, buyursun bir tartışma platformuna rıza göstersin. Düşüncelerini onlar da söylesin, biz de söyleyelim. Kendine güveniyorsa, siyasal çözüm yollarına açıksa bunu ilan etsin. Bizim geliştirdiğimiz yaklaşım, son derece politik bir yaklaşımdı. Türkiye kamuoyuna bunu yansıtmamak için, İçişleri Bakanı, Dışişleri Bakanı, Genelkurmay, Jandarma Kuvvetleri birden bastırdı ve röportajları yayınlatmadılar.
Biz onların gerçeğini çok önceden biliyorduk ve bu gerçeği bütün dünyaya açıklamak istedik. Bugün kendileri “politik seçeneğimiz yoktur” biçiminde dile getiriyorlar. Muhalefette aynı konumdadır. “Daha fazla tedbir alınmalı” diyorlar. Fakat tedbir diye diye almadıkları ne kaldı!… Dağtaş asker dolduruldu. “30 bin koruyucuyla saldırdık” diyorlar. Özel timler, her türlü istihbarat faaliyeti, dışarıda ve içeride verilmedik taviz kalmadı. Banknot matbaası çalıştırılarak, çuvallar dolusu para dağıtıldı. Göstermelik sağlık ocakları, yiyecek dağıtmaları bunların hepsini yaptı. “Daha nasıl tedbir alınacak?” diyorlar. En çok devlete sahip çıkmak isteyen babasının has oğlu Erdal İnönü, sözüm ona devlet ağırlığını temsil ediyormuş. Son Kürdistan seferinde “hükümete hayır ama, devlete sonuna kadar evet” diyor. Devlet hükümet biçiminde somutlaşıyor. Bugün Türkiye devleti eşittir EvrenÖzal kliği! Sözüm ona devlet adamlığı pozisyonunu kaybetmemek için, “biz ayrı bir seçeneğiz” havasını vermek istiyor. Bu, hangi anlamda bir seçenektir? Sözüm ona terörizme karşı tedbir alma ve savaşı daha da yoğunlaştırma… Bu anlaşılır bir husustur. Sosyaldemokrat maskesini takarak içine girdiği tutum, daha sert bir tutumdur. Çünkü başka türlü iktidara gelme söz konusu değil. Babasına yaraşırcasına bunu yapıyor.
Fethi beyin kabinesini daha liberal, daha gevşek buldukları için, İsmet İnönü’nün başbakanlığa gelişi, Fethi beyin kabinesine karşı bir alternatiftir. Bu anlamda Özal’ı daha yumuşak buluyorlar. “Erdal İnönü babası gibi daha sert yönelecek” diyorlar. Dolayısıyla onunda babası gibi, Kürdistan üzerine yürüyüp sonuç alacağını düşünüyorlar. Bu sevda da sosyaldemokratlık maske olarak kullanılacak. Sovyetlerle ve Avrupa demokrasisi ile iyi ilişkiler geliştirecek, içerde de acımasızca yönelecek. TC’yi bir kez daha kurtarma sevdası içine girecekler. Yerli işbirlikçi hainlerimizde bu tutuma az destek olmuyor değiller. Parlâmentoda sahte Kürtçü geçinen milletvekilleri başta olmak üzere; daha utanmazca, daha alçakça SHP solculuğundan medet umarak kuyrukçuları oluyorlar. Yeniden gelişeceğini sanan, sahte devrimci grupların da tutumu böyledir. Halbuki bu kesim Özal’ı yumuşak buluyor. Bu anlamlı bir durumdur. Fakat buna gücü yetecek mi? Bu ayrı bir mesele.
Muhalefetin ister Demirel’i, ister İnönü’sü, Özal’dan daha akıllı oldukları söylenemez. Özal, tedbirleri akıllıca geliştirdi. Sıkıyönetim döneminde ve Özel Valilik döneminde yapılması gerekeni azami yaptı. Kürdistan gerçekliğini biraz yaşayanlar, bütün kuvvetleri sürdüğünü, bütün taktikleri denediğini bilirler. Dolayısıyla, daha fazla askeri yöntemle başarılı olunamayacağı ortaya çıkmıştır. Tam da bu noktada, Genelkurmay “bu savaş, uzun ve kısa vadeli tedbirlerle önlenmeye çalışılacaktır” diyor. Hiç kimse mucize beklemesin, askeri yöntemlerle ancak bu kadar sonuç alınabilinir. Türk generallerinin ne kadar askeri kafa yapısına sahip olduklarını, siyasi çözümlere ne kadar kapalı olduklarını biliyoruz. Siviller askerlerden daha fazla dikkatli. “Askerin çok eleştirildiği ve ordu müdahalelerine davetiyenin siviller tarafından çıkarıldığı” söylenir. Gerçektende böyledir. Bunlar, askerden daha fazla askeri histeri içindeler. “Ordumuz neden yapamıyor? Ordumuz neden vuramıyor?” Genelkurmay yarın bunları kulağından tutup “hadi sen yap, bu iş bu kadar olur” diyecek.
Sivil geçinen muhalefet, daha fazla asker yardakçısı, daha fazla askeri yöntemlerden medet uman bir konumdadır. Bu, şu tezimizi doğruluyor: “Türk politikasında üretim yoktur. Türkiye’de politik üretim, politik yöntemlerle sonuç alma ve politika belirleme gelişmemiştir. Politikanın işlev görmesi, politikanın çözümleyici bir alan olarak rolünü oynaması söz konusu değildir. Partilerin ve bunların önderlikleri büyük inançsızlığı ve cüceliği yaşıyorlar” diyecekler. Bugün bu, doğrulanıyor. “Ulusal sorun vardır”, “birinci sorundur” deniliyor ama, çözüm yok. Çözümün politikada aranması gerekirken, bunlar habire askerden daha fazla askeri bir kafayla orduya, “bastırmaya devam” diyorlar. Ordu bile bunların yaklaşımları karşısında pes ediyor, “yeter” diyor. Muhalefetin bu kafayla bırak muhalefet yapmayı, politika üretmeyi, sorunlara askerler kadar gerçekçi yaklaşamayacağı açıktır. Bunu baştan beri bildiğimiz için, bütün politik mücadele sistemimizi doğru temelde ele aldık.
Başta sahte TKP’lilerin burjuva muhalefetinin sözüm ona burjuva demokrasisinin kuyrukçuluğunu yaparak, altmış yıldır bütün halkın beklentilerini yerle bir etmesini büyük bir suç olduğunu bir kez daha görüyoruz. Hangi burjuva partisi bu demokrasiye sahip çıkmıştır? Bu alçaklar buna inanarak kendilerini teslim ettiler. Burjuva demokratlığından ve şimdi de ABD senatörlerinden yardım istiyorlar. Bunlar iğrenç yaratıklardır. Türkiye’nin doğasında bırakalım demokrasi seçeneğini, politik seçenek bile söz konusu değildir. Sorunlara politik yaklaşım gösterme, sadece bir cesaret olayı değildir. Temeli çok sınırlıdır veya bu aşamaya kadar da böyle olmuştur. Ancak mücadele böyle bir durumu ortaya çıkarabilir. İşte, bunu görmemenin vahim sonucu!… Ordu yardakçılığını oynayan bir muhalefet, onun da kuyrukçuluğuna oynayan ikinci elden bir sol muhalefet… Bugün kendileri de yaramaz bir duruma geldiklerini hazin bir biçimde, hem de ibretle görmekten kurtulamıyorlar.
Burjuva sivil seçenek, burjuva politik seçenek bırak umut vadetmeyi, canlılık belirtisini bile gösterme gücünde değildir. Hükümetin başı, “politik seçenek yok” diyor. Muhalefet ordu kuyrukçusudur. Ona yaslanarak sonuç almak istiyor. Zaten tasfiyecilere söyleyecek bir şeyleri yok. Onların ulusal meselede, demokrasi meselesinde yürekli bir tutum içine girmeleri şurada kalsın, tam tersine sessiz suçlular gibi iğrenç faaliyetlerini sürdürme veya çürümüşlüğü yaşamaya devam ediyorlar. Devrim seçeneği tek doğru seçenektir. Fakat somut bir kuvvet olarak hayat bulmadığı, politikada ağırlığını duyuracak bir seçenek haline gelmediği, en azından günümüz için teorik hatta politik doğrultuyu belirleme olsa da, maddi güç anlamında politikayı günlük olarak etkileyen Türkiye içinde bile bir kuvvet haline gelmediği bilinmekte ve görülmektedir. Bu büyük çıkmaz karşısında, devrimci politikaya alan açılmalıdır.
Ortaya çıkan durumlar karşısında ordu, başarısız veya savaşı uzun vadeli kabul etmek durumundadır. Burada burjuva muhalefeti tükenmiştir ve hiçbir seçenek ileri süremeyecek kadar politikadan yoksundur. Politikasız bir gücün veya politikayı inkar eden bir gücün tasfiyecilere, reformistlere hayat vadedecek bir şeyi olamaz. Burjuva muhalefet bu durumdayken, ikinci elden uşaklar ne yapabilirler!… Dolayısıyla devrimci seçenek için ortam son derece müsaittir. Devrimci tezlerin kendini tekrar tekrar konuşturacağı, gür sesleneceği, imkan vadedeceği, olanak belirleyeceği çok geniş alanlar ortaya çıkmıştır. Mücadelemizin en hayırlı sonuçlarından, en çarpıcı ve en dikkatle ele alınması gereken diğer bir nokta da burasıdır. Tasfiyeciler işlemez duruma getirildi. Burjuva muhalefet hiçbir şey üretemeyeceğini ve yaşamdan yoksun olduğunu ortaya koydu. İşte burada, devrimci seçenek için alabildiğine elverişli objektif ortamın, subjektif koşullarla nasıl besleneceği ortaya çıkmıştır. O halde bu, gelecek için bir gelişme etkenidir ve gelişmelerde bu temelde olacaktır. Artık bütün plaformlarda birinci tartışma konusu; Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi olacaktır.
15 Ağustos Atılımı’nın en hayırlı sonuçlarından birisi de; soruna en inkarcı yaklaşan ordunun içinde böyle bir tartışma başlatmış olmasıdır. Bu konuda hükümeti iş görmez duruma getirmesi, parlâmentoyu Türkiye meselesine burjuva anlamda da olsa ya sahip çıkan bir parlâmento durumuna getirecek, ya da şimdiye kadar olduğu gibi, hiçbir değeri olmayan bir konumda tutacaktır. Türkiye parlâmentosu sorunu bütün boyutlarıyla tartışabilir mi? Hayır. Ortaya çıkış tarzı, bir ucubelikten başka bir şey değildi. Sorunları inkar temelinde oluşmuş bir parlâmentodur. Özellikle parlâmentoya giren Kürt uşaklar, kraldan daha fazla kralcı, Türkten daha fazla Türkçüdürler. Veya Türk faşizminin işbirlikçileridirler. İçinden çıktıkları halkın ulusal değerlerini kabul etmemek ve demokratik özlemlerine sahip çıkmamamak için, başta yeminbillah ederek kendilerini ulusal değerlerden koparmışlardır. Bunlar, Kemalizmin kitabına el basarken; “Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmezliğine bağlı kalacağıma, namusum adına söz veriyorum” derken, zaten her türlü ihaneti yapmaya adım atarlar.
Dolayısıyla sorunu tartışırlarsa kendilerinden korkacaklardır. “Kürdistan meselesi nedir? Kürt meselesi nedir? Ve biz kimiz?” diyecekler. Bir taraftan sopa gibi başlarında sallanan Kemalizmle dopdolu, ondan da öteye şovenist, faşist bir güruh, diğer taraftan da bu uşaklar… Peki bunlar neyi tartışacaklar? Hangi çözümü olgunlaştırmaya çalışacaklar? Yapacakları şudur; “ordumuz neden başarılı olamıyor?”. Askerinde bir savaş yeteneği varsa, ordusunda mucize beklerler. “Ordumuz dünyaya kök söktürmedi mi? Ordumuz yedi düvele kafa tutmadı mı? Bu PKK eşkiyası da nedir? Bunların işini neden iki günde bitiremedik” diye yersiz ve sağ duyudan yoksur mırıldanmalar içine gireceklerdir. O zaman da güvendikleri dağlara kar yağdığını görerek, ne olduklarını ve ne durumda bulunduklarını daha iyi göreceklerdir. Burada secdeye gelebilirler mi? Ayakları gerçeğe basabilir mi? Bu parlâmento gerçeğe adını verebilecek mi? Bakıp göreceğiz. Hemen şunu da belirtelim, gerçeğe adını vermeyi yasakladılar. Burada parlâmentonun varlığını ilgilendiren en temel meselenin adı yoktur.
Meselenin adını koymadan, ezop diliyle neyi tartışacaklar? Biliyorsunuz ezop; el ve mimik hareketleriyle veya bir kaç anlaşılmaz sesle bir şeyleri anlatmaya çalışır. Bunlar, “gözlerime bak ne dediğimi anlarsın”, “hal ve hareketlerime bak, ona göre ayağını denk at” diyorlar. İşte, incir çekirdeğini doldurmayan bir sonuç! Parlâmentoda işler böyle ele alınıyor. Hükümet parlâmentoda beterin beteri durumdadır. Pratikte tedbirler nasıl alınıyor? Daha fazla para, daha fazla silah, daha fazla yığınak… “Bunun için karar mı gerekir? İmzayı bas!” Bunların hepsi uygulama gücüdür. Hükümette böyle politikalar belirleme hiçbir zaman gelişmemiştir. Parlâmentoda olmadı mı, hükümette hiç olmaz. Parlâmento bir karar organıdır. Karar organının durumu bu olduğuna göre, yürütme organı daha sefil bir durumu yaşayacaktır. Geriye gerçek güç ve karar kaynağı olan Milli Güvenlik Kurulu kalıyor. Milli Güvenlik Kurulu, meseleyi birinci gündem maddesi olarak yıllardır gündeminde tutuyor. Son zamanlarda ki tek gündem maddesi budur. Her ne kadar ikide bir “Bulgar Türkler’i meselesi görüşüldü” deniliyorsa da, özünde temel meseleyi maskelemedir. Tartıştıkları hareketimizin durumudur. Anlaşıldığı kadarıyla meseleye şimdi daha gerçekçi yaklaşarak, sorununun adını koymaya çalışıyorlar. Daha önce katı inkarcı yaklaşıyorlardı ama, artık mızrak çuvala sığmıyor ve şimdi “böyle bir sorun vardır”, “daha gerçekçi yaklaşalım. Bu, bir eşkiyalık olayı değildir, bir ulusal sorundur, bir siyasal meseledir, bir başkaldırıdır, bir gerilla savaşıdır” diyorlar. Artık bu kavramları kabul ediyorlar. Bunu kabul etmeleri, siyasi çözümü düşündükleri için değil, böyle bir olgunun varlığını zorunlu kabul ettikleri içindir.
Milli Güvenlik Kurulu’nun geldiği aşama budur. Olumlu yönden karar verebilir mi? Siyasal çözüme “evet” diyebilir mi? Ateşkese “evet” diyebilir mi? Ordunun gücüyle bu sorunu çözemeyeceğini ilan edebilir mi? Hayır. Bu aşamada bunun belirtilerini gösteremez. Gösterirse ikinci gün parlâmentoda belli olur. Çünkü parlâmento, Milli Güvenlik Kurulu’nun yanaşmasıdır. Orada ses verir, ardından hükümet uygulamaya geçer. Ama bu aşamada Milli Güvenlik Kurulu’ndan bu gelişmeleri beklemek mümkün değildir. Kaldı ki bunların hepsi bir oligarşidir. Cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, parlâmento başkanlığı, hükümet üyeleri, generaller, bunların bağlı oldukları sermaye çevreleri ve Kürdistan’ın en işbirlikçi kesimlerinin hepsi it dalaşması biçiminde birbirleriyle ilişki ve çelişki içindedirler. Hepsinin çıkarlarını tehdit eden gelişmeler karşısında da itler gibi birlik içinde bulunurlar. Bunların kapışması da dayanışması da köpekçedir. Bazı olumlu sesler çıkabilir mi? Burjuva anlamda da olsa, demokratça bazı çıkışlar olabilir. Zaten bunları biz teşvik ediyor, ortam hazırlıyoruz. Bunlar yarın ordu içinde, parlâmento içinde çıkabilirler. Bunun yansıması hükümette ve Milli Güvenlik Kurulun’da da olabilir.
Ortaya çıkacak olan bu gelişmeler, gerçekleri itiraf etme gücüdür. Gerçekler itiraf ediliyorlar ve tartışılıyor. Bu, önemli bir gelişmedir. Bu gelişmeler, basına olduğu gibi yansıyor. Bütün kamuoyunda tartışmalara yol açıyor. Bu konuda geleneksel solu bile geçtiler. Sahte TKP gazeteleri dediğimiz yaramaz yayınlarında, tek bir kelime geçmiyor. Bugün burjuva gazeteleri bile, soruna oldukça geniş bakıyorlar. Burjuva duyarlılığı, fosilleşmiş o yaratıklardan daha fazla ilgili olduklarını gösteriyor. Suçlu konumda olmaları, onlara bir şey söylettiremiyor. Ama dürüst ve direnmeci konumda olan sol çevrelerin, hatta bilimsel bazı çevrelerin bile, meseleye adını koyarak yaklaşmaları, daha ciddi tartışmaları söz konusudur. Bu gelişmeler, sahte çevrelerin yenilgisini getirecektir.
Dürüst olan solun bu kadar açık tartışması, başbakanın belirttiği gibi “PKK’nin büyük işine yarayacak ve PKK’nin propagandasına büyük bir atılım kazandıracaktır”. Kaldıki bu, mücadelemizin doğal bir sonucudur. Elbette ki pratik propagandaya yol açacaktır. Genel Kurmay’da “büyük ve çok sinsi psikolojik bir savaş propagandası yürürlüktedir” diyor. Evet, mücadelemizin tarihinde en büyük propaganda dönemlerinden birisi bir kez daha, hem de dolaylı bir ürün olarak ortaya çıkıyor ve etkilerini de uluslararası alana kadar taşırıyor. Bu, meselenin tartışılmasının ortaya çıkardığı bir sonuçdur. Şüphesiz olumlu gelişmeleri beraberinde getirmesi kaçınılmazdır. Kitlenin daha yaygın katılması, dost güçlerin meseleye daha ciddiyetle eğilmeleri, düşmanın kendini biraz daha gözden geçirmesi, “asarım, keserim” tutumundan uzaklaşması ve her şeyini ortaya koyarak üzerimize gelmekten kaçınması önemli bir gelişmedir. Düşman dayanaklarını yeniden hesaplayacak, tutumunu yeniden belirleyecektir. Yine, Avrupa’nın bazı politik çözümleri açıklıkla dayatması söz konusu olacaktır. Bütün bunlar, mücadelemizin güncel olarak yarattığı, yaşadığı ve yaşattığı önemli gelişmelerdir. Bunları, mücadelemizin hem etkilediği ve hem de etkilendiği önemli gelişmeler olarak değerlendirebiliriz.
Parti Önderliği
1989