“15 Ağustos, HRK’nin kuruluş ilanıdır Kürt gerillası kendi kuruluşunu ilan etti”

0
833

15 Ağustos’un 36’ncı yıl dönümüne ilişkin konuşan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, “15 Ağustos, HRK’nin kuruluş ilanıdır da. Kürt gerillası kendi kuruluşunu ilan etti” dedi.

15 Ağustos Atılımı’nın yıldönümüne ilişkin Yeni Özgür Politika’ya konuşan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, “ ‘İlk kurşun’ diyor bilim insanları, her türlü köleliğe sıkılan kurşun oluyor bu, iç ve dış köleliğin hepsine kurşun sıkmayı ifade ediyor. Bir başlangıcı oluşturuyor, bu çıkışın kaderi adeta başlangıcın başarılı olmasına bağlıydı. Bütün ülkelerin, gerilla deneyimlerinin, halk kurtuluş mücadelesi deneyimlerinin ortaya çıkardığı sonuç budur. Bu bir teori haline gelmişti, bu yüzden biz Kürdistan’da da böyle bir gerilla atılımını başlatırken, ilk eylemlerin başarısını çok önemsiyorduk” dedi.

Kalkan’ın söyleşisinin 2. Bölümü şöyle:

15 Ağustos gerilla atılımına doğru gidilirken Türkiye’deki Türk-sol örgütleri ve Kürdistan’daki partilerin yaklaşımları nasıl oldu?

12 Eylül 1980 askeri-faşist darbesi karşısında bütün Türkiyeli ve Kürdistanlı örgütler benzer durumu yaşadılar. Yani önemli bir kısmı tutuklandı. Belli kısımları da değişik alanlardan yurtdışına çıktılar. Rojhilat Kürdistan’a geçenler oldu. Rojava üzerinden Suriye-Filistin-Lübnan sahasına geçenler oldu. Avrupa’ya çıkanlar oldu. Bütün örgütler içinde yine de en örgütlü, disiplinli, düzenli geri çekilen PKK hareketi oldu. Çünkü PKK, 1978 Aralığındaki Maraş katliamıyla yeni bir darbe sürecine girildiğini değerlendirdi. Ondan sonraki faaliyetlerini bu darbeye karşı direnme faaliyetleri temelinde yürüttü. Siverek direnişi esasta böyle bir hazırlık çalışmasını, partiyi gerillalaştırma, gerilla eğitiminden geçirme çalışması olmayı öngörüyordu.

Bir diğer hazırlık 1979 Temmuz başında Önder Apo’nun Ortadoğu’ya, Lübnan-Filistin sahasına geçişiydi. Daha darbe olmadan Önder Apo bu alanlarda ilişki kurmuştu. 1979’un güzünden itibaren Filistin kamplarında eğitim görülmesi için gerilla gruplarını çağırmıştı. Bir eğitim imkânı yaratmış, eğitim çalışması düzeni oluşturmuştu. Bir yurtdışı ilişkisini sınır üzerinden hızlı bir biçimde yaratmıştı. Bu bilgilere ve imkânlara dayanarak 12 Eylül faşist-askeri darbesi karşısında kısmi geri çekilme taktiğini planlı ve örgütlü bir biçimde pratikleştiren güç PKK oldu. Darbeden sonra PKK çok fazla kadro yakalatmadı. Kısmi yakalanmalar oldu. Yakalanmalar daha çok darbeden önce oldu. Geriye kalan, yakalanmayan kadroları zorluklarla da olsa, parça parça, planlı ve örgütlü bir biçimde Lübnan ve Filistin sahasına geri çekmeyi başardı.

Diğer örgütlerden çoğu kesimler tutuklanmıştı. Birçok örgüt merkezi olarak tutuklanmıştı. Bazılarının merkezleri tutuklanmamış bir kısmı dışarı çıkmıştı. Fakat çıkışlar PKK gibi önceden hazırlanmış, örgütlü-planlı değildi, daha çok darbeyle karşı karşıya gelince biraz da kendini kurtarmak için can havliyle bir çıkış biçiminde olmuştu. Kısaca dağınıktılar, parçalıydılar. Önder Apo bir yandan 12 Eylül 1980 askeri-faşist darbesine karşı direnişi hazırlamak üzere PKK kadrolarını, gücünü geri çekip kamplarda örgütleyip eğiterek hazırlamaya çalışırken bir yandan da Kürdistanlı ve Türkiyeli diğer grup ve örgütlerle ilgilendi, ilişki kurup onlarla antifaşist ittifaklar oluşturma çalışması yürüttü.

12 EYLÜL’E KARŞI KÜRDİSTAN’DA ULUSAL BİR DİRENİŞ CEPHESİ OLUŞTURMAYI HEDEFLEDİ

Yani 12 Eylül faşizmine karşı direnme hazırlıklarını iki boyutta sürdürdü. Bir, PKK boyutunda, bir de dışındaki örgütler boyutunda sürdürüldü. PKK, dışındaki örgütler boyutunda Kürdistan ve Türkiye’de antifaşist direnme hazırlıklarını iki cepheden sürdürdü. 12 Eylül faşist-askeri darbesine karşı Kürdistan’da bir ulusal direniş cephesi oluşturmayı hedefledi. Türkiye’de de bir antifaşist direniş cephesi oluşturmayı hedefledi. Bu temelde parça parça yurtdışına çıkmış örgütlerin bir araya gelmesi, toparlanması, kendi örgütsel toparlanmalarını geliştirmeleri için destek verdi. Yine onlarla ilişki kurarak faşizme karşı cephe çalışmalarını yürütmek üzere tartışmalar yürüttü, toplantılar yaptı. Önce söz konusu tartışma toplantıları Kürdistan cephesinde yoğunlaştı. Kürt örgütlerinin YNK ile ilişki içerisinde Suriye-Lübnan sahasında toparlanmaları biraz daha kolay olmuştu. Önce Kuzey Kürdistanlı Kürt örgütleriyle 12 Eylül faşizmine karşı Ulusal Direniş Cephesi’ni oluşturma tartışmaları yürütüldü. Birçok toplantı oldu, ortak bir cephe kurarak ulusal direnişi geliştirmek üzere tartışmalar yürütüldü, zaten 1975’te de Önder Apo söz konusu örgütlerin yönetimiyle de görüşmüş Kürdistan’daki siyasi çalışmaları ortak cephe örgütlülüğü içerisinde geliştirmeyi önermişti. Fakat o öneri o zaman kabul edilmemişti. Onun için parti örgütlenmesini geliştirmeyi öne almıştı.

Şimdi 12 Eylül darbesi olup yasal çalışma imkânları kalmayınca kadrolar, örgütler yurtdışına çıkınca bu sefer yeniden faşizme karşı ulusal direnişi geliştirmek için güçleri birleştirmek, cephe oluşturmak gerekiyordu. Bunlar tartışıldı. Bu tartışmalardan herhangi bir sonuç çıkmadı. Çünkü 1979 sonu ve 80 başında DDKD, Özgürlük Yolu ve KUK örgütleri ‘Ulusal Demokratik Güç Birliği’ adı altında PKK’ye karşı bir birlik oluşturmuş ve 1980 başından itibaren Kuzey Kürdistan’da PKK’ye yönelik silahlı saldırıda bulunmuşlardı. 1980 güzüne kadar Mardin’de, Urfa’da, Diyarbakır’da, Batman’da bundan dolayı silahlı çatışmalar oldu. Onlarca PKK kadrosu ve sempatizanı bu saldırılarda katledildi. Son derece bilinçli, planlı saldırılardı. Bu durum faşizme karşı ulusal direniş cephe çalışmalarını olumsuz etkiledi. Bir çatışmalı durum yaşanmıştı. Güvensizlik hat safhaya çıkmıştı. Diğer yandan oluşturulan UDG’nin tek amacının PKK karşıtlığı olduğu artık belli olmuştu. Zaten UDG’ye PKK’nin Mardin’den Botan’a geçişini engelleme görevi verilmişti. Onun için saldırı yapmışlardı.

Bu örgütler PKK’yi teslim almak istiyorlardı. Kendileri gibi olsun istiyorlardı. Yani PKK özeleştiri yapsın, çizgisini değiştirsin diyorlardı. Bunun üzerine Önder Apo, ‘aynı çizgide olursak zaten farklı örgüt olmamıza gerek kalmaz’ dedi. Biz bir parti kuralım demiyoruz. Partileri bir cephede birleştirelim diyoruz. Fakat kabul etmediler, PKK’nin çizgi değiştirmesinde ısrar ettiler. Esasta PKK’nin 12 Eylül rejimine karşı savaşacağını hissediyorlardı, görüyorlardı. PKK’yle ittifak yaparlarsa kendileri de savaşmak zorunda kalacaklardı ama bunu göze alamıyorlardı. Böyle bir savaşa girme anlayışları ve yürekleri yoktu. İpe un seriyorlardı. Gerekçe yaratıyorlardı.

Sonuçta o cepheden bir gelişme olmadı. PKK çekildi. Önder Apo onlara şunu söyledi ‘Madem bizimle cephe oluşturmuyorsunuz, kendiniz kurun, 12 Eylül faşist-askeri darbesine karşı savaşın, direnin, eğer böyle bir pratiğiniz olursa sonuna kadar bizim desteğimiz sizin yanınızda olacak. Dışarıdan sizi tüm gücümüzle destekleyeceğiz.’ Fakat PKK çekildikten sonra onlar da dağıldılar.

FKBDC BİR UMUT YARATTI

Ardından Türkiyeli örgütlerle cephe çalışmaları yürütüldü. Çeşitli toplantılar yapıldı. Giderek Suriye-Lübnan-Filistin ortamında Ortadoğu’da bu görüşmeler yoğunlaştı. Sonuçta Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi (FKBDC) kuruldu. 8 örgüt vardı, bir ya da iki örgüt de dışarıdan destek veriyordu. Cephe içerisinde Kürt örgütü olarak sadece PKK vardı. Diğer Kürt örgütleri Türkiyeli partilerle ortak mücadeleye katılmıyorlardı. Daha önce ADYÖD pratiğinde de Ankara’da da böyle olmuştu. Öncesinde DDKO Dev-Genç’e katılmamıştı. Onlar zaten ortak bir demokrasi mücadelesine hiç girmediler. Hep böyle ayrı kalıyor, bölücü davranıyorlardı. FKBDC’de de Kürt örgütü olarak sadece PKK yer aldı. Buna ADYÖD’ün koşullara göre güncellenmesi dendi.

Aslında bu cephe bir umut yarattı. 1982 baharında kuruluşu kesinleşti. Bir yandan bir Avrupa Komitesi oluşturuldu. Avrupa’da ilişki, ittifak, kitle çalışması, yayın faaliyetleri başlatıldı. Bir yandan da silahlı direniş gücü olan örgütlerin direniş güçlerinin Lübnan-Filistin sahasına taşınıp askeri eğitimlerinin geliştirilmesi biçiminde çalışma sürdürüldü. 82 yılı boyunca bu iki alanda yoğun bir çalışma sürdü. 82 güzünde 2. Kongre kararı temelinde PKK ülkeye dönüşü başlatınca özellikle Devrimci Yol Grubu adına FKBDC’de yer alan güçler tıpkı söz konusu Kürt örgütleri gibi korku ve telaşa düştüler. Direnmek üzere Kürdistan’a dönüşü tehlikeli buldular, karşı çıktılar. PKK bunu yaparsa her alana yayılır, kendilerinin de zorlar korkusuyla güçlerini hemen Avrupa’ya çekme ve Avrupa’da toplama kararı aldılar. Böylece cephe içinden iki çizgi ortaya çıktı: Bir, Lübnan-Filistin sahasında yürütülen askeri hazırlık çalışmalarını Kürdistan ve Türkiye’ye taşırarak 12 Eylül askeri-faşist darbesine karşı gerilla direnişini geliştirmeyi öngören çizgi, bir de silahlı direnişten vazgeçerek Avrupa’ya çekilip mülteci olma, 12 Eylül darbesinin siyasi çalışma imkânının önünü açmasını Avrupa’da beklemeyi öngören bir çizgi.

Sonuç olarak 82 sonunda da FKBDC’de işlemez hale geldi, bölündü. Fakat 84’e kadar Avrupa’da tartışmalar sürdü. İlişkiler devam etti. Karşılıklı eleştiriler oldu. Açığa çıktı ki Semir provokasyonunun arkasında da bu Taner Akçam grubu var. Aslında onlar cephe kurup faşizme karşı direnmek için değil, Ortadoğu’da, Lübnan-Filistin sahasında askeri eğitim görüp hazırlanan PKK’yi Avrupa’ya taşımak üzere NATO tarafından görevli olarak gelmişler. Taner Akçam’ın bir NATO görevlisi olduğu, Almanya istihbaratı tarafında eğitilip görevlendirildiği açığa çıktı. PKK içinden de bu çizgiyi yürütmek üzere Semir denilen kişiyi o süreçte kendi yanlarına çekmişlerdi.

DİRENİŞİ GELİŞTİRMEK İÇİN PKK DIŞINDA KÜRDİSTAN VE TÜRKİYE’YE DÖNEN OLMADI

Böylece FKBDC’de pratikte çok fazla işlemedi. Faşizme karşı birleşik direniş cephesi olarak faşizme karşı silahlı direnişi geliştirmek üzere PKK dışında Kürdistan ve Türkiye’ye dönen olmadı. Devrimci Yol Hareketi’nden bir grup silahlı giriş yaptı. Artvin’e kadar gittiler. Fakat çoğu ya şehit düştü ya da yakalanıp tasfiye edildi. Onun dışında kimse dönüş yapmadı. Bazı gruplar özlerini korusalar da devrimci dinamizmleri ölmüştü. Silahlı direnişi göze alamıyorlardı. Bazıları ise böyle bir mültecilik ortamında istihbaratların da ilişkilenmesiyle aslında tasfiye oldular. Ajanlaştılar, mültecileştiler. 15 Ağustos Atılımı’na giderken Kürdistan ve Türkiye’de PKK dışında çalışma yürüten herhangi bir örgüt yoktu.

Aslında yurtdışındaki bu örgütlerin gerçek durumlarının ne olduğunu 15 Ağustos Atılım Hamlesi ortaya çıkardı. 15 Ağustos bir turnusol kağıdı gibi rol oynadı. Bazı devrimci kişiler, gruplar içten sevinç duyup, sessiz kalsalar da genel çoğunluğun mültecileştiği, ajanlaştığı ortaya çıktı. Çünkü 15 Ağustos Atılımına en çok karşı çıkan kesimlerden birisi bu tasfiye olmuş örgütler oldu. 15 Ağustos Atılımı’na saldırdılar, maceracılık olarak değerlendirdiler, daha o zamandan Kemal Burkay ‘terörizm’ dedi. 40-50 örgüt bir araya gelip 15 Ağustos Atılımı’nın devrimci bir eylem olmadığını savunan açıklamalar yaptılar. Kürtleri katliama götürmek için bir provokasyon, bir oyun olarak değerlendirdiler. Kenan Evren Cuntası’na da çağrı yaptılar ‘bize imkân verin, en iyi biz Apocuları tanırız, size Apoculara karşı kılavuzluk edelim, yardım edelim’ dediler. Yani bu kadar karşı devrimci hale geldiklerini, tasfiye olduklarını ortaya koydular. Bu yönlü de PKK aleyhinde yurtdışında yoğun bir çalışma yürüttüler. PKK’nin çeşitli güçlerle, örgütlerle ilişki-ittifak geliştirmesini engellemeye çalıştılar.

15 Ağustos 1984’te TC’ye dönük silahlı eylemler yapılması kararından sonra nasıl bir hazırlık oldu?

15 Ağustos Atılımı’na bir pratik hazırlık süreciyle ulaşıldı. Bunun bir adımı grupların ülkeye dönüşü, Başur ile Rojhılat sınırında Mehmet Karasungur ve Agit yoldaşların yaptığı pratik hazırlık ortamında kamplarda toplanmalarıydı. İkincisi, 1983 baharından itibaren Botan ve Serhat alanlarına üçer, dörder kişilik hazırlık gruplarının gönderilmesiydi. Bunlar siyasi ve askeri üstlenme çalışması yürütecek, eylem için o alanlarda hazırlık yapacaklardı. Bu 3 aylık bir faaliyet olarak öngörüldü ama bu bütün 83 yılına yayıldı. Bu çalışmalar iyi örgütlenememiş, somut durum iyi görülmemişti. Hızlı yürütülmedi, zorlukları çoktu. Dolayısıyla hızlı sonuçları alınıp ikinci aşamaya geçilemedi. Bütün bunların sonuçları 1984 Ocak sonu, Şubat başında yapılan 2. Kongrenin seçtiği Merkez Komitenin ikinci toplantısında değerlendirildi. Söz konusu Merkez Komite ilk toplantısını kongreden sonra yapmıştı. Zaten orada kendisini hazırlık komitesi olarak tanımlamıştı. İkinci toplantısı 1984 Ocak sonu, Şubat başında oldu.

O toplantı iki noktayı değerlendirdi. Bir, Semir ve Süleyman’ın dayattığı provokatif-tasfiyeci çizgiydi. Tıpkı Taner Akçam gibi onlar da ülkeye dönüşü, gerilla mücadelesine girişi yanlış ve tehlikeli buluyorlardı. Partinin Avrupa’ya gidip mültecileşmesini öngörüyorlardı. Parti ülkeye dönünce 83 Mayıs’ında Semir Avrupa’da, 82 Aralık’ında Baki Rojhılat Kürdistan’da partiye isyan eder duruma düştü. Böylece mücadeleyi engellemeye çalışıyorlardı ve ciddi bir sorun yaratmışlardı. Bunlara karşı tasfiyeciliği anlama ve etkisiz kılacak bir mücadele ve partiyi çizgi olarak savunma, pratikleştirme durumu, Merkez Komite toplantısının tartıştığı çok önemli bir durumdu. İdeolojik-örgütsel mücadele denen olay öne çıkmıştı. Bu konuda Merkez Komite’nin durumu nedir? Merkez Komitede yer alan kadrolar ne kadar mücadele yürütmüşler, nasıl yürütmüşler? Partiyi ne kadar anlamış, pratikleştirmiş ve sahiplenmişler? Birincisi buydu.

İkincisiyse silahlı direniş hazırlıkları veya pratiği ne kadar gelişmiş. O önemli bir durumdu. Mehmet Karasungur arkadaş şehit düşmüştü. O ilk adımlar atılırken hareket açısından ciddi bir kayıptı, zorluk yaratmıştı. Gruplar, çalışmışlar ama ikinci adımı atamamışlardı. Öngörülen direniş pozisyonuna geçilememiş, devrimci savaş adımı atılamamıştı ki bu da ideolojik, siyasi ve örgütsel bakımdan partiyi zorluyor, tasfiyecilerin umutlarını güçlendiriyordu. Tasfiyeciliğe karşı mücadeleyi de olumsuz etkiliyordu. Bu anlamda silahlı direniş adımının güçlü ve etkili geliştirilememesi, nedenleri önemli konulardı. Bunlar temel gündemler olarak tartışıldı. Daha çok ideolojik-örgütsel öncülük konuları, partileşme sorunları taktik uygulama çerçevesinde değerlendirildi. Eleştiriler-özeleştiriler oldu. 2. Kongre’nin kararlaştırdığı stratejinin uygulanması üzerine taktik adımların kararlılıkla atılması sonucuna varıldı. O toplantıdan böyle bir sonuç çıktı. Sonuçlar Avrupa’ya, tasfiyeciliğe karşı mücadele, toplumu örgütleme olarak, ülkeye silahlı direnişi hazırlama ve pratikleştirme olarak yansıdı.

HEDEFLERİ DOĞRU TUTTURMANIN ÖNEMİ AÇIĞA ÇIKTI

Bu temelde toplantının sonuçları üzerinde 84 Nisan’ında ülkede bir tartışma, planlama ve iş bölümü gelişti. Silahlı adımların Çele ve Uludere’den atılmasına karar verildi. Bunları yürütecek birimler görevlendirildi. Agit arkadaş Uludere-Şırnak hattında, Abdullah Ekinci arkadaş Çele’de eylem geliştirmek üzere görev aldılar. Buralarda bazı olaylar yaşanmıştı, ajanlık yapanlar çıkmışlardı. Onları cezalandırma temelinde ilk eylemlerini yaptılar. Fakat düzey olarak çok düşük eylemler oldu. Süreci karşılayan bir askeri vuruş ortaya çıkmadı, yetersiz kaldı. Bunun üzerine anlaşıldı ki ajanlarla değil hedefleri doğru tutturmak lazım.

Önder Apo da bu toplantı ardından gerilla örgütlenmesiyle, halk örgütlenmesini yan yana nasıl geliştirmek gerektiği konusunda kapsamlı perspektifler geliştirdi. Bunlar birleştirilerek 15 Ağustos eylemleri hazırlandı. Önce Xinere’de bir eylem oldu. Bir silahlı direniş, gerilla örgütü kurmak üzere karar alındı. Hêzên Rizgariya Kurdistan (HRK) adıyla kuruldu. Silahlı direniş bu çatı altında yürütülecekti, bildirisi hazırlandı. 3 birlik halinde örgütlendirilmesi öngörülmüştü. 3 silahlı propaganda birliği oluşturtuldu, görevlendirmeler yapıldı. Propaganda için afişler hazırlandı. Kuruluş bildirisi hazırlandı. Üç birliğin komutası ve savaşçılarının görevlendirilmesi yapıldı. O iyi bir somutlaşmaydı. Ardından bu hazırlıklar Behdinan’da ikinci bir toplantıyla eylemsel yönden daha da somutlaştırıldı. Şikefta Birindara’da yapılan bir ikinci toplantıda kurulan askeri örgüt ve oluşturulan birliklerin nasıl bir eylem çizgisi izleyecekleri, hangi eylemlerle başlayacakları konusunda karar alıp plan yapıldı. İşte orada 15 Ağustos günü eylem yapılması kararlaştırıldı. Şemdinli-Eruh-Çatak ilk eylemlerin yapılacağı kasabalar olarak belirlendi. Bunlar bir üçgendirler, Botan ve Hakkari’yi içine alıyorlardı. O alanın en küçük kasabalarıydı. Yani 3 silahlı propaganda birliğinin her birisi için bir eylem, bir kasaba baskını öngörüldü. Böylece eylemin içeriği, zamanı ortaya çıkartıldı. Plan ve hedef somutlaştırıldı.

Birliklerin görevlendirilmesi konusunda eksik kalanlar tamamlandı, belirli bir işbölümü yapılarak bunun pratikleştirilmesine geçildi. Zaten Xinere’deki toplantı Haziran sonunda olmuştu, Şikefta Birindara’daki toplantı Temmuz ortasında oldu. Ancak Ağustos ortasına Eruh ve Çatak gibi alanlara sonuçlar aktarıp eylem yapılabilirdi. Böylece bu planlama ilgili alanlara, komutaya aktarıldı. Zaten Şemdinli eylemini yapacak gücün ağırlıklı bölümü söz konusu toplantıdaydı. Birer birim Çatak ve Eruh eylemlerini aktarmak üzere görev aldı, alana gitti.

İşte Ebubekir denen kişi Çatak’ta eylemi yürütecekti, Çatak birliğinin eylemini yürütecek olan komutan Terzi Cemal olacaktı, o alandaydı. Çatak tarafındaydı. Zaten Şemdinli eylemini yapacak grubun sorumlusu Heval Abdullah o toplantıda hazırdı. Abdullah heval daha önce Çele’de görev almış, bazı ajanlara yönelik eylem yapmıştı. Eruh eyleminin komutanı Agit yoldaş olmuştu. O da Botan sahasındaydı, bir grup hem katılmak hem de bu planı aktarmak üzere Botan’a geçti, Çirav’da Agit arkadaşı buluşmuşlardı, sonuçları ve görevlendirmeyi aktarmışlardı. Görev alan arkadaşlar, oluşturacakları birlikler çevrelerindeydi, ona göre birliklerini oluşturarak eyleme yöneldiler. Üç ilçe-kasaba basılacaktı. Her baskının askeri boyutu olduğu kadar, propaganda boyutu da vardı, silah depoları soyulacaktı, propaganda yapılacaktı, afişler asılacaktı, farklı bildiri dağıtımı yapılacaktı.

15 AĞUSTOS HRK’NİN KURULUŞUNUN İLANIDIR DA

Yani HRK’nin kuruluşu ilan ediliyordu, 15 Ağustos, HRK’nin kuruluş ilanıdır da. Kürt gerillası kendi kuruluşunu ilan etti. O oldukça önemliydi, bunlar yapılacaktı, Çatak eylemi olmadı, Eruh ve Şemdinli eylemleri gerçekleşti, eylemler 3’te 2 başarılı oldu, yani yüzde 65 başarı diyelim, yapılan eylemlerin çerçevesi de oluşturulan planlamanın 3’te 2 si başarılı oldu. Eruh da öyle, Şemdinli de öyle, yüzde 70 civarı başarılıydılar. Şemdinli’de daha çok silahlı çatışma boyutu öne çıktı, Eruh’u ise ele geçirdiler, silah deposunu soydular, yoğun propaganda yaptılar, bildiriyi cami mikrofonunda okudular. Yani bütün Eruh aynı anda gerillanın kasabayı bastığını, HRK’nin kurulduğunu, Kürdistan özgürlük savaşının yeniden Kuzey Kürdistan’da başladığını duydu. Çünkü o bildiri ve eylem bunu ilan ediyordu.

15 Ağustos eylemlerinin geliştiği o tarihi anları anlatabilir misiniz? Eylem sonrasında ülke içinde ve dışında nasıl bir etki düzeyi ortaya çıktı?

Belirttiğimiz gibi 15 Ağustos Eruh ve Şemdinli eylemleri 3’te 2 başarı çizgisinde hareket eden ve yeni bir süreci başlatan eylemler oldular. ‘İlk kurşun’ diyor bilim insanları, her türlü köleliğe sıkılan kurşun oluyor bu, iç ve dış köleliğin hepsine kurşun sıkmayı ifade ediyor. Bir başlangıcı oluşturuyor, bu çıkışın kaderi adeta başlangıcın başarılı olmasına bağlıydı. Bütün ülkelerin, gerilla deneyimlerinin, halk kurtuluş mücadelesi deneyimlerinin ortaya çıkardığı sonuç budur. Bu bir teori haline gelmişti, bu yüzden biz Kürdistan’da da böyle bir gerilla atılımını başlatırken, ilk eylemlerin başarısını çok önemsiyorduk.

Onun için de 15 Ağustos eylemlerinin hazırlanması da gerçekten de uzun ve yoğun bir çabayla oldu, ciddi bir gizlilik temelinde oldu, birçok konu sır gibi saklandı, çok dar bir çevrenin bilgisiyle oldu yani, bir süreç gelişiyor, herkes katılıyor, bazı genel çalışmalar oluyordu da bunlar nerede birleşecek nereye yönelecek, nerede somutlaşacak, ne zaman olacak? Bunu herkes bilmiyordu. Bu tür bilgiler gizliydi, çünkü başarı için gizlilik esastı. Özellikle halkların deneyiminden, yine Siverek mücadelesinden çıkardığımız temel sonuç oydu. Başarımız, gizliliğimize bağlıydı, o nedenle gizliliğe dikkat edildi.

ÖZGÜRLÜK SAVAŞININ BAŞLADIĞI İLAN EDİLDİ

Sonuçta 3’te 2 başarı ile ilk adım atılmış, gerilla direnişi başlamış, özgürlük savaşının başladığı ilan edilmişti. Bunun herkes üzerinde çok yoğun bir etkisi oldu. Her şeyden önce örgüt üzerinde etkisi oldu, her türlü gericiliğe ve köleliğe sıkılan kurşun dedik, faşist soykırımcı düşmana karşı sıkılan kurşun, onun devrimci hareketi engellemek için, örgütlediği ajan, ihbarcı, işbirlikçi yapıya sıkılan kurşun, tasfiyeciye sıkılan kurşun dedik ki zaten Semir, Baki tasfiyeciliği 15 Ağustos eylemlerini duyar duymaz, sır gibi yok olup kaçtılar, bir daha da görünmediler.

Tabi bu parti içinde de her türlü bireyci, küçük burjuva, orta yolcu, pasifist, oportünist anlayış ve eğilimlere sıkılmış kurşun oluyor. Devrimci çizgiyi, yaşamı, ilke ve ölçüleri netleştirmeyi ifade ediyor. Ne devrimciliktir ne devrimcilik değildir, bunları somutlaştırıyor, bu bakımdan PKK içinde ve dışındaki devrimci duruşu somutlaştırdı. Devrimci çizgiyi oluşturdu, sahte devrimciliği, tasfiyeciliği, işbirlikçiliği, ajanlığı ortaya çıkarttı, onları mahkum etti.

Önceden ifade ettim, 15 Ağustos Atılımı’na en çok tasfiyeciler saldırdılar. Ajanlaşan, işbirlikçileşen yapılar saldırdı. Çünkü maskelerini düşürmüştü, 15 Ağustos eylemleri gerçek devrimciliği açığa çıkartınca, sahte devrimcilik, maskeli devrimcilik teşhir olmuştu. Devrimci kadroda önemli bir dinamizm, coşku, heyecan ortaya çıkartmıştı; ne yapacağını somutta bilemeyen insan, muğlak kalıyor tabi, çaresiz görünüyor, 15 Ağustos eylemleri devrimciliğin ne olduğunu, nasıl pratikleşeceğini ortaya koyuyor. Devrimci olmak isteyene, bu yolu açıkça gösteriyor, dolayısıyla devrimcilik yolunu gören kadro, büyük bir coşku ve heyecan aldı. Parti ortamımıza, gerilla ortamımıza yeniden bir ruh, dinamizm geldi.

Düşman üzerindeki etkisine gelirsek, gerçekten de düşmana büyük bir korku saldı, çünkü 12 Mart darbesi karşısında THKP-C, THK-O, TİKKO gibi hareketler, biraz da hazırlıksız, plansız çıkışlar yapmışlardı. Faşist TC sistemi onları ezmeyi başarmıştı. 12 Eylül darbesi ardından benzer çıkışların olacağını bekliyorlardı. Özellikle Kürdistan’daki gelişmelerden korkuyorlardı, PKK’den, Apoculardan korkuyorlardı, onun için zindana özel bir itirafçılık politikası dayattılar. Bu devrimci dinamizmi öldürmeyi, devrimci ruhu, bilinci yok etmeyi hedefleyen, bir politikaydı.

Yine dışarıdan direniş yönünde adımlar olmayınca, biraz umutlandılar, bazı olaylar olunca, hemen işte saldırı oluyor diye endişe duyuyorlardı ama öyle köklü bir şey gelişmeyince, biraz muğlak kaldılar. Yani sürecin uzaması aslında düşman cephesini biraz muğlaklaştırdı, çalışmalardan haberleri vardı, izliyorlardı. Ama pratikleşmeyince acaba engelledik mi? pratikleşmesinin önünü mü aldık? Tasfiye mi ettik, oportünizmi hakim mi kıldık? beklentisi vardı. Böyle bir şeye kendilerini önemli ölçüde kaptırmışlardı, 15 Ağustos eylemleriyle karşılaşınca, korktuklarının başlarına geldiğini hissettiler, önce gizlediler, iki gün geçince artık gizleyemediler, açıklamak durumunda kaldılar. Açıklayınca da bu sefer ‘kılıç artıkları’ dediler, ‘birkaç çapulcunun hareketidir, Güneş Harekatı başlatmışız, 48 saatte bu eşkıyayı ezeceğiz, bitireceğiz’ diye Kenan Evren cuntası açıklamalar yaptı, tutum koydu.

Önce acaba ayaklanma mı oluyor diye korkmuşlardı, onların ordusunda o zaman ayaklanmaya karşı koyma temel bir yöntem idi, çünkü cumhuriyeti ayaklanmaları, çeşitli alanlardaki toplumsal direnişleri bastırarak kurmuşlardı, dolayısıyla korkuları hep o türlü ayaklanmaların gelişmesine dönüktü; kendi ordularını da onları bastırmaya göre örgütlemişlerdi. Bunu da böyle sandılar, fakat baktılar Kürdistan’da öyle bir şey yok, bir gerilla grubunun örgütlülüğüdür. Kendi örgütlemeleri işlemiyor, ondan sonra yeniden örgütleme yapmak zorunda kaldılar. Yani kontra-gerilla denen ki onlar buna gayri nizami harp diyorlardı. Gerillaya karşı o bölümü harekete geçirdiler. Askeri saldırıları Kenan Evren üstlendi, ekonomik, siyasi boyutunu, kontra-gerilla saldırısının Turgut Özal üstlendi, başbakan olmuştu, diğeri cumhurbaşkanı idi, kendi aralarında öyle bir iş bölümü de yaptılar. Kenan Evren ordunun başına geçti, gayri nizami harp temelinde Kenan Evren ordunun başına geçti, orduya moral vermek, savaşı yürütmek üzere Eruh, Şemdinli’ye kadar geldi. Fakat Ekim ayında Şemdinli’den dönerken gerilla konvoyunu vurdu, gerilla birlikleri, Kenan Evren’in güvenliğinden 2 askeri öldürdüler, birkaçını da yaralandılar. Bu eylemin 15 Ağustos, Eruh ve Şemdinli Eylemleri kadar etki yaptığını söylediler. Kenan Evren’in konvoyunu da vurdu gerillalar; bu kadar alana hakim, etkiliydi. Deniliyor ki Turgut Özal önemsemedi, yeterli savaş yürütmedi, öyle değildir. Yapabileceğinin her şeyini yaptı.

Aslında Özal tatilde idi, eylemler olunca, derhal toplantı yaptılar, planladılar, tekrar tatile gitti. İşte önemsemedi, tekrar tatile gitti diye Türk basını çok yazdı, önemsememesinden değil, gerekli örgütlenmeleri yaptı, kendi çalışmalarını da o biçimde yürütüyordu. Panik olmasın diye, çok önemli değilmiş gibi göstermek için tekrar tatile gitti, çok da tatili kesecek bir olay değil! gibi topluma moral vermek istedi, yoksa öyle önemsememe, elinden geleni yapmama gibi bir durum yoktur, ancak bu geliyordu ellerinden, dış çevreler üzerinde, uluslararası alanda 15 Ağustos eylemlerinin etkisi vardı, onlar bekliyorlardı, süre uzamıştı, genelde eylemler olunca beklenenler gelişti, ifadesini kullandılar, manşetini attılar, öyle değerlendiler. Neden gecikti? Onlar da bir soru işaretiydi. Çünkü böyle bir darbenin toplum üzerindeki baskısını biliyorlardı, buna karşı başarılı olur, olmaz ama mutlaka bir tür direnişler gelişirdi. Sonra ortaya çıktı ki gecikme nedeni işin planlı, örgütlü olarak gelişmesine bağlıymış.

GERİLLA DİRENİŞİ SÜREKLİLİĞİNİ SAĞLADI, BAŞARIYA ULAŞTI

12 Mart darbesi karşısında olan gibi olmadı, onun için zaten o çıkışlar ezildiler, Önderlik oradan çıkartılan dersle, 12 Eylül darbesine karşı daha planlı hareket etti, biraz gecikmeli de olsa işlerini planlı, örgütlü yürüttüğü için, ezilmedi, tersine gerilla direnişinin sürekliliğini sağladı, başarıya ulaştı.

OLOF PALME’Yİ KONTR-GERİLLA ŞEBEKESİ VURDU, PKK ÜZERİNE ATMAYA ÇALIŞTI

Dış çevrelerin, eylem olana kadar 12 Eylül rejimini eleştiriyor gibi görünüyorlardı, bazı devletler Avrupa Konseyi üyeliğini dondurmuşlardı fakat 15 Ağustos Atılımı ardından, daha fazla 12 Eylül rejimine sahip çıktılar. Konsey üyeliğini dondurma kararını geri çektiler, TC zaten hemen savaşı 1985’te NATO gündemine götürdü. Dışarıdan saldırı var ülkemize, PKK bir dış saldırı gücüdür, ona karşı Türkiye’nin NATO tarafından savunulması gerekir diye, PKK’ye karşı NATO’nun savaşmasını istediler, onun içinde birçok komploya başvurdular. Daha önce 1981’de Mehmet Ali Ağca, Papa’yı vurma girişiminde bulunmuştu, hemen 1986 Şubatı’nda da Olof Palme’yi, bu kontr-gerilla şebekesi vurarak PKK üzerine atmaya çalıştılar.

Aslında NATO çerçevesinde PKK’ye karşı yürütülen saldırının önemli bir cephesini açmış oldular. Bir boyutu Türk ordusuna destek verip, askeri sahada saldırı yapmaktı ama diğer esas boyut uluslararası alanda istihbarat ve siyasi alanda PKK’ye karşı, Kürdistan Özgürlük Hareketine karşı mücadele etme, dış dünyayı Kürt Özgürlüğüne ve varlığına kapatmaktı ve bunu da Olof Palme cinayetiyle sağladılar. O cinayet temelinde Düsseldorf davası diye Almanya üzerinden zımni PKK yargılaması geliştirmeye çalıştılar, böylece de gerçekten ciddi bir dış cephe açtılar. 12 Eylül rejimini sahiplendiler, esas olarak NATO sistemi, iktidar sistemi PKK öncülüğündeki Kürt varlık ve özgürlük mücadelesine karşı çıktılar, onu engellemek için TC’ye sıkıştığı her yerde önemli destek verdiler.

15 AĞUSTOS ATILIMINDAN SONRA HRK’YE GENÇLER YOĞUN BİR ŞEKİLDE KATILDI

Son olarak halkın tutumu gerçekten görülmeye değerdi, büyük bir coşkuyla karşıladılar. Böyle bir ölçüyü biz kuzey Kürdistan’da alamadık, çünkü 12 Eylül baskısı vardı, fakat bazı yerlerde aldık, örneğin Botan’da aldık, eylemler Botan’da olmuştu, zaten ona göre de planlanmışlardı. Eylemler başarılı olmuş, amacına ulaşmıştı. Sonuç olarak Botan halkı eylemleri öğrendi ve sahiplendi. 15 Ağustos Atılımı’ndan sonra Botan’dan PKK gerillasına, HRK’ye yoğun bir gençlik katılımı yaşandı. Örgütlenebilseydi, hızla bir gerilla ordusu kurulabilirdi, aslında öncülük edip, örgütlemede zayıf kalındı.

Diğer ölçüleri Avrupa’da, yurtdışında görüyoruz, Rojava’da görüyoruz, mesela buralarda oldukça önemli gelişmeler ortaya çıktı. 15 Ağustos eylemleri ardından PKK, Avrupa’da genel ve geniş bir kitleselleşmeyi yaşadı. Bir anda PKK Avrupa’nın en geniş kitle örgütü oldu. Diğer Kürt örgütlerindeki yurtseverler, büyük oranda hemen önceki örgütlerinden ayrılıp, PKK’ye geçtiler, kendilerinin kandırıldıklarını söylediler, savaşmayan, direnmeyen örgütlerine karşı çıktılar, bir demokratik ulus modeli daha 15 Ağustos Atılımı ardında, 86 yılında Avrupa’da oluştu, 4 parça Kürdistan’daki toplumun yurtseverlik temelindeki birliği ve özgürlük direnişine en aktif desteği ortaya çıktı. Avrupa’daki, yurtdışındaki toplum, direnişi destekledi hem maddi olarak destekledi hem gerilla gücüyle genç evlatlarını, kız-erkek seferber ederek desteklediler. Önder Apo her zaman bu desteği şükranla karşıladı. Gerçekten de bir kere daha yurtdışındaki halkımıza desteklerinden dolayı şükranlarımızı ifade etmek istiyoruz.

Benzer bir durum Rojava’da da yaşandı, Rojava’da PKK örgütlülüğü yoktu, sempatizan çevreleri oluşmuştu, 15 Ağustos eylemleri ardından Rojava halkı, PKK ve gerilla direnişi etrafında birleşti, diğer örgütler, birer küçük grup haline geldiler. Bir anda bütün Rojava Apocu oldu, gençliğin kendisini nasıl örgütleyeceği artık ortaya çıkmıştı. Zaten her yerde onu araştırıyor, soruyorlardı, biz nasıl örgütlenmeliyiz, PKK’nin Rojava’daki örgütlenmesini nasıl yapacağız, diyorlardı. Böyle bir arayış vardı. Botan dağında savaş başlayınca zaten dağın bir ucu da Rojava’ydı. Dağa çıkıp savaşmak, temel bir örgütlenme biçimi olarak çıktı ki Rojava gençliği, Botan savaşına katılmaya yürüdü. Rojava halkı da çocuklarını desteklemek üzere ERNK saflarında yer aldılar. Her türlü desteği verdiler.

Botan, Rojava, Avrupa pratiği gösterdi ki Kürt halkı çok büyük bir coşku ve heyecanla, 15 Ağustos Atılımını karşıladı, eylemlerini karşıladı. Onlara sahip çıktı, destekledi, onları 15 Ağustos sürecini devam ettirmek, gerillayı besleyip kesintisiz direnişin sürmesini sağlamak için de her şeyini verdi, büyük bir cesaret ve fedakarlıkla kendi gücüyle mücadele yürüttü, Kürdistan gerillası kadar özgüce dayalı bir gerilla hareketi yoktur; Kürdistan Özgürlük Direnişi kadar, halkın özgücüne dayalı bir direniş yoktur. Hiçbir yerden, hiç kimseden ciddi bir destek almaksızın, tümüyle halkın gücüyle süren bir direniş gelişti, zaten ilk andan itibaren toplum bunu yürüttü. Toplumun ne kadar sahiplendiği, böyle ortaya çıktı. Niye? Çünkü 15 Ağustos’ta kendi varlığını gördü, kimliğini gördü, tarihini gördü, geleceğini gördü, özgür yaşamını gördü, onurunu gördü, şerefini gördü! Yani her türlü hakaret ve yok etmeye karşı insan olarak özgürce var olma ve yaşama çizgisini gördü; insanca ölme hakkı kazandı!

Hep anlatıyoruz, eski bir yurtsever var Eruh’ta çok yaşlı ve hastadır diyorlar, hasta döşeğindedir. Daha önce isyana katılmış, isyanda kalmış, fakat yaşanılanlardan dolayı çok buruk, kırgın, bundan dolayı adam ölemiyor, öyle bir durumda 15 Ağustos bildirisi okununca sesi duyuyor, ‘bu nedir diye’ soruyor, diyorlar ki Kürdistan gerillası çıkmış, Apocular basmışlar, Eruh’u ele geçirmişler, yeni bir isyan başlatmışlar, ya öyle Allah’a çok şükür, bugünü de gördük diyor ve o anda ölüyor.

Yani rahatça, insanca ölme onuru kazandı Kürtler. 15 Ağustos bunu verdi, çünkü soykırım bunu yok ediyordu! İşte bugün mezarlara saldırının, bu kadar tecavüzün amacı budur. Onur kırarak, insanlıktan çıkarma hareketidir.

Diyarbakır Zindanı’nda itirafçılık diye dayatılan da oydu, her şeyiyle düşürülmüş, onursuzlaştırılmış birey ve toplum yaratılmak isteniyor, 15 Ağustos ise ulusal onuru, yaşanır hale getirdi. Ulusal onur kararını zindan direnişi verdi. 14 Temmuz direnişi verdi. Ulusal onur ile yaşama kararı, 15 Ağustos Atılımı da bu kararı gerillaya dönüştürdü, dağa ve topluma taşırdı, yaşam haline getirdi, yeni bir yaşam ortaya çıkardı.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz