Zoya, 18’inde ‘yaşam’ın inceliğini bilince nakşeden direncin dünyadaki yansıması. Nazi Almanyası’nın Sovyetler Birliği’ni işgal ettiği günler ve işgale karşı savaşan bir partizan; Zoya Kosmodemyanskaya. İşkenceye rağmen ağzından tek bir bilgi alamayan Nazi askerlerinin astığı, bununla yetinmeyip cenazesine bile işkence ettikleri bir genç kadın. Bugün yıllar sonra bile hala halkların belleğinde işgale karşı ve sosyalizm için mücadelenin cesur neferi.
Zoya Kosmodemyanskaya, 13 Eylül 1923 yılında Rusya’nın güneyinde yer alan Gavrilovsky’de dünyaya geldi.
İsimlerin insanların karakteri ile özdeş olduğunu söylerler, Zoya için bu söz öylesine doğruydu ki…
Zoya 3 yaşında annesi ile.
Zoya’nın anlamı ‘yaşam’ demek. Yaşamın özü, soluğu idi Zoya da. Dünyada geçirdiği kısa sürenin her saniyesini hissederek yaşadı. En önemlisi de yürüdüğü yoldan bir an bile tereddüt etmeden.
Babası kütüphaneci, annesi ise öğretmen olan Zoya, 6 yaşındayken ailesi ile birlikte Sibirya’ya gitti. Bir süre Sibirya’da kalan aile, 1930 yılında Moskova’ya taşındı.
Babasını 10 yaşındayken kaybeden Zoya annesi ve erkek kardeşi Aleksandr ile birlikte yaşamaya başladı.
Çocukluğundan itibaren edebiyat ve müziğe ilgi duyan Zoya, okulda da tarih ve edebiyat derslerini seviyordu.
Küçük bir öğrenciyken St. Petersburg (o dönemki adıyla Leningard) Üniversitesi’ne girme hayalleri kuruyordu.
Tolstoy, Dickens , Shakespeare , Goethe ve Puşkin’in eserlerini yutarcasına okudu, Çaykovski ve Beethoven’ı dinledi.
İdeolojisi küçük yaşta şekillenen Zoya, 1938 yılında Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin gençlik yapılanması Komsomol’a üye oldu.
Ve Zoya’nın ‘Tanya’ serüveni başlar
Zoya’nın Komsomol’a üyelik kartı.
Zoya 1941 yılının Ekim ayında henüz bir lise öğrencisi iken, bir partizan birimi için gönüllü oldu. Örgütte kendisine ‘Tanya’ adı verilen Zoya, kısa bir eğitimin ardından Moskova’daki Volokolamsk Bölgesi’ne gönderildi ve burada yoldaşları ile birlikte bir dizi eylem düzenlemeye başladı.
Daha sonra Stalin, Almanya ordusunun kasaba ve köylere işgalini önlemek için bir emir çıkardı ve birlikler bu noktalara yönlendirildi.
Eylemlerini sıklaştıran Zoya karşısına çıkacak tüm tehlikelerin farkında ve hazırdı: ‘Düşersek kahramanlar gibi düşeriz’ demişti.
Naro-Fominsk yakınlarındaki Obukhovo köyünde diğer partizanlarla cepheye geçti ve Almanlar tarafından işgal edilen topraklara girdiler.
Bir görev esnasında erkekler daha tehlikeli işleri icra etmeleri için gruptan ayrıldı. Zoya ise “Zorlukların eşit paylaşılması gerektiğini” söyleyerek bu ayrımcılığa karşı çıktı.
Böylece, 27 Kasım’da Zoya, Petrischevo’da Almanlar tarafından işgal edilen bir köye gönderildi.
Boris Kraynev’in komutanlığındaki grupta bulunan Zoya ve Vasily Klubkov köydeki Alman asker ve subayların kaldığı evlere ateş açtı.
Ardından Kraynev daha önceden belirlemiş oldukları buluşma noktasına gitti ancak yoldaşlarını beklemeden buradan ayrıldı.
Klubkov Naziler tarafından yakalandı ve yalnız kalan Zoya, Petrishchevo’ya dönerek işgal edilen köydeki eylemlerine devam etti.
Alman askerler her noktaya işbirliği yaptıkları Rus köylüleri bekçi olarak yerleştirmişti. Zoya’yı gören bu bekçilerden biri Zoya’yı ihbar etti. Naziler, Zoya’yı ihbar eden kişiyi bir votka ile ‘ödüllendirdi.’
Alman askerler Zoya’yı esir aldı. Onu, kumanda merkezi olarak kullandıkları askeri barakaya götürdüler.
Evdeki kadını bağırarak mutfağa gönderen komutan Zoya’yı bizzat kendisi sorguladı.
İşkence ve bitmeyen irade
27 Ocak 1942’de Sovyet gazeteci Pyotr Lidov, çeşitli görgü tanıklarının anlatımlarını bir araya getirerek Zoya’ya yapılanları anlattığı rapor niteliğinde bir haber hazırladı ve bu Sovyet gazetesi Pravda’da (Gerçek) yayınladı.
Ne adı ne de bir sır döküldü Zoya’nın dilinden. İsmini sorduklarında ‘Tanya’ cevabını verdi.
Daha sonra cezaevinde bulunan bir Nazi çavuşu ‘Rus kahraman’ olarak nitelendirdiği Zoya’nın tek kelime bile söylemediğini belirterek olay anını şöyle anlattı:
Arkadaşlarına ihanet etmeyecekti. Soğuk nedeniyle rengi maviye döndü, yaralarından kan aktı, ama yine de hiçbir şey söylemedi … Dudakları kanlı ve şişti.
Anlatımlara göre Zoya üzerinde sadece iç çamaşırları ve gömleği ile kalacak şekilde soyularak gece boyunca ağır işkencelere maruz bırakıldı.
Ve yine tanık anlatımlarına göre Zoya esir alındıktan sonra yapılan sorgulama süreci şöyle gelişti:
“Kimsin?” diye sordu Albay.
– Söylemem!
– Ahırı ateşe veren de sen miydin?
– Evet!
– Maksadın ne senin?
– Sizi yok etmek!
…. Sessizlik…
– Ön cephe hattını ne zaman geçtin?
– Cuma günü.
– Çok hızlı gelmişsin buraya!
– Neden zamanı boşa harcamalı?
Naziler Zoya’ya onu kimin gönderdiğini ve yanında kimlerin olduğunu sordular.
Zoya’nın yanıtı ise netti:
“Hayır! Bilmiyorum, söylemeyeceğim.”
Bu sözün üstüne evi işkence sesleri sardı, Naziler Zoya’nın sırtındaki deriyi kesmişti.
“Bu işkenceye faşist bile dayanamadı”
Birkaç dakika sonra genç subay odadan mutfağa geldi kaçarcasına, başını ellerine aldı ve sorgunun sonuna kadar oturdu, gözlerini ve kulaklarını kapattı. Görgü tanığı köylü işkencenin boyutunu ‘Faşistin bile sinirleri dayanamadı’ sözleri ile anlatıyordu. Bu esnada içeriden işkenceci diğer askerlerin gülüş sesleri geliyordu.
Ev sahiplerinin saydığına göre iki yüz kere kırbaçlandı Zoya. Bu esnada sustu sustu ve sustu. Ve en son bir kez daha duyuldu artık kısılan sesi: ‘Hayır, söylemeyeceğim!’
Sorgusunda örgüte ve yoldaşlarına dair hiçbir bilgi vermeyen Zoya o gün eski derecedeki dondurucu soğukta çıplak ayaklı bir şekilde kar üstünde yürütüldü.
Ve elleri arkadan bağlı olarak başka bir eve götürüldü. Bu evin sahipleri Zoya’nın yüzündeki mavi ve siyaha dönmüş yaralarını, vücudundaki derin işkence izlerini lambanın loş ışığına rağmen seçmişti.
“Halkım için ölmekten mutluluk duyuyorum”
Ki bu anlatılanlar sadece görgü tanıklarının gördüğü kısmıydı işkencenin…
Zoya’nın ağzından tek bir bilgi dahi alamayan askerler bu dirençli genç kadın hakkında ölüm kararı verdi.
Kararın ardından Zoya göğsünde ‘Kundakçı’ yazılı bir tabela asılarak asılacağı alana götürüldü.
Zoya boynunda iple darağacına götürüldüğünde köylülere seslenerek “Yoldaşlar! Neden bu kadar kasvetlisiniz. Ölmekten korkmuyorum! Halkım için ölmekten mutluluk duyuyorum!” dedi.
“Biz iki yüz milyonuz, hepimizi asamazsınız”
Ardından Alman askerlerine dönen Zoya, “Siz şimdi beni asıyorsunuz ama yalnız değilim. Biz iki yüz milyon insanız. Hepimizi asamazsınız. Çok geç olmadan teslim olun. Zafer bizim olacak.” dedi ve bu son sözleri oldu.
Zoya 29 Kasım 1941 sabahı asıldı.
Zoya’nın cansız bedeni iki aya yakın süre boyunca asılmış halde bırakıldı. Zoya’nın inancını ele geçiremeyenler onun cenazesine bile işkence etti.
Her önünden geçen Nazi askeri Zoya’nın cansız bedenine dipçikle vurdu, tekmeledi, en sonunda sol memesini kestiler. Bunun ardından, komutan bu cinayetlerini gizlemek için Zoya’yı gömmeye karar verdi.
Sovyet partizanlarının toprakları işgalcilerden geri almasından kısa bir süre önce Zoya’nın cenazesi bu köye defnedildi.
Ardındansa Moskova’daki Novodevichye Mezarlığı’na nakledildi.
Zoya’yı ihbar eden işbirlikçi, işgalin sona erdirilmesinin ardından Sovyet mahkemesinde yargılanarak cezalandırıldı.
Zoya Kosmodemyanskaya’ya ölümünden sonra Sovyetler Birliği Kahramanı ünvanı verildi.
Zoya anısına yapılan bir heykel
Adı dilden dile ülkeden ülkeye yayılan Zoya sosyalist ve işgale karşı yürütülen mücadelenin bayrağı haline geldi.
Ona ithafen şarkılar, şiirler yazıldı. Bunlardan biri de Nazım Hikmet’in kaleme aldığı ‘Tanya’ isimli şiirdi.