1915 Ermeni Soykırımı: Yok edemediler

0
323

Üzerinden 106 yıl geçen Ermeni Soykırımı’nın izleri hala dün gibi diri. Ermeni siyasetçi Alin Ozinian, Ermenilerin soykırımdan sonra önce “hayatta kalabilme mücadelesi” verdiğine işaret ederken, gazeteci Lüsyen Kopar ise uygulanan “Böl, parçala, yok et” politikasına atıfta bulunarak, “Bizler önce bölündük, parçalandık ama yine de yok olmadık” mesajı veriyor.

1915 Ermeni Soykırımı’nın üzerinden tam 106 yıl geçti. 106 yıl önce bugün, 224 Ermeni aydının tutuklanarak ölüme yollanması ile başlayan süreç, yüz binlerce kişinin zorunlu göçe maruz bırakılması ve bir buçuk milyon Ermeni’nin sistematik bir şekilde katledilmesiyle devam etti. Zorunlu göç, cinsel istismar, Müslümanlaştırma, zorla alıkoyma ve daha birçok baskı yöntemi dayatılan Ermenilerle beraber Süryani, Asuri, Pontos ve Yahudiler de 1915 Soykırımı’nda katledildi ve benzer saldırılara maruz bırakıldı. Günümüzde ise yıkılan, satılığa çıkarılan kiliseler, nefret saldırıları ve iktidarın her defasında kullandığı tehditkar cümleler, soykırım politikalarının hala sürdüğüne işaret ediyor.

Ermeni siyasetçi ve sivil toplum çalışanı Alin Ozinian ile Agos Gazetesi Ermenice Editörü Lüsyen Kopar, Ermeni Soykırımı’nı değerlendiriyor.

‘Kabul edilene dek acılar çok taze kalacak’ 

Alin Ozinian, 1915 Soykırımı’nın yalnızca Ermenilere uygulanmadığını, üzerinden yüzyıl geçmiş olsa da yaşananların hala Ermenilerin hafızasında büyük bir yer kapladığını belirtiyor: “Tüm Ermenilerin bildiği bir tarih 1915 ve Ermenilerle birlikte Süryanilerin, farklı Hıristiyan grupların da soykırıma uğradığı bir tarih. Memleketlerinden, evlerinden, yuvalarından, ailelerinden koparıldıkları bir dönemden bahsediyoruz.” 

‘Biz buna inkar diyoruz’ 

“Türkiyeli Ermenilerin yüzyıllardır süren yerleşikliği, varlığı, ekonomik, toplumsal, kültürel kökleri soykırımla beraber göz ardı edilerek tarihsel bağlamından koparıldı” diyen Alin, hatta bunun “tarihsizleştirilme” çabalarıyla da sürdürüldüğünü vurguluyor. Özellikle de son birkaç ayda birçok kilisenin satılığa çıkarıldığına, yıkıldığına, çok sayıda Ermeni’nin nefret saldırılarına maruz kaldığına dikkat çeken Alin, sürdürülen soykırım zihniyetine ilişkin, “Bu soykırımın son etabı, biz buna inkar diyoruz, soykırım suçu kabul edilmediği için inkar ediliyor ve üzeri örtülmeye çalışılıyor” diyor. 

İkinci bir kültürel soykırım 

Bugün Ermenilerden kalan ekonomik ve kültürel mirasın da yok edilmeye çalışıldığının altını çizen Alin, Ermenilerin bu topraklarda yaşadıklarına, bir kültür oluşturduklarına dair var olan hafızanın yok edilmeye çalışıldığını, bunun da ikinci bir kültürel soykırım ve inkarın farklı tonları olduğunu dile getiriyor. Alin, kiliselerin satılığa çıkarılarak ya da bir mühimmat deposu, sinema salonu, kütüphane veya ahır olarak kullanılarak Ermenilerin hafızalarına ve acılarına da saygı gösterilmediğini söylüyor. 

Pasif direniş 

Türkiye’de yaşayan Ermenilerin anadillerini konuşmasının ve dillerini devam ettirmesinin bir direniş biçimi olduğunu aktaran Alin, şöyle devam ediyor: “Türk toplumunda yaşanacak tüm zorlukları göze alarak çocuğunuza Ermenice bir isim takmak, ona tarihi anlatmak bir direniş biçimidir. Bu anlamda Türkiye’deki Ermenilerin ne yazık ki siyasi aktif bir direnişten ziyade pasif bir direniş seçtiğini düşünüyorum. Bunun da çok anlaşılır sebepleri var tabii ki. Yüzyıldır devam eden bir baskı politikası, son 10 yılda çok daha sertleşen ve korkutucu hale gelen bir devlet politikası var. Bu anlamda insanın kendi kültürünü koruması bile bir direniştir.” 

‘Soykırımdan sonraki ilk mücadele hayatta kalabilmek’ 

Dünya üzerinde 1915’in soykırım olmadığını düşünen tek bir Ermeni’nin dahi olmadığını belirten Alin, bunu dillendirmeseler, korksalar ve söylemekten çekinseler de her Ermeni’nin soykırımın kabul edilmesini talep ettiğinin altını çiziyor. Alin, Ermeni halkının soykırımdan sonraki ilk mücadelesinin hayatta kalabilmek olduğunu ve sağ kalanların dünyanın farklı yerlerine gittiklerini ifade ederek, ilk kitlesel soykırımı tanıma çağrıları, yürüyüşleri ve direnişlerinin 1965’te yapıldığını hatırlatıyor: “1965’ten itibaren Ermenilerin büyük bir politik direnişi de başladı soykırımı dünyaya anlatma ve kabul etme konusunda, başarılı da oldular. Bugün dünyanın birçok ülkesi Ermeni Soykırımı’nı tanıyor, 1915’te yapılanların faillerini kınıyor. Karabağ’daki bağımsızlık, özgürlük mücadelesi çok önemliydi. Çünkü Karabağ’ın özgürleştiği tarihlerde verilen mücadeleye bakacak olursak o da insanların zihninde ikinci bir soykırım olmayacağının mücadelesiydi.” 

Bitmeyen düşmanlık 

Alin, Ermenistan’ın Türkiye’ye yaklaşımını ise “Son Karabağ savaşında Türkiye’nin 30 senedir destek olduğu Azerbaycan’ın bilfiil yanında olması, savaşa katılması ve organize etmesi tabii ki Ermenistan ve hafızanın tekrar yerine gelmesi için, yüzyıl önceki olayların hatırlanmasıydı. O bitmeyen düşmanlığı, Ermeni’yi bölgede tehdit olarak gören anlayışın tekrar önlerine gelmesi ve bunlarla yüzleşmeydi” şeklinde yorumluyor. 10 yıl önce Türkiye ve Ermenistan arasındaki sorunların zaman içerisinde çözülmesi için bir normalleşme sürecine başlandığını aktaran Alin, kimsenin soykırımı unutmadığını, sadece bilinen  gerçeği ilişkilere bir engel olarak görmemeyi seçtiklerini ifade ediyor ve sözlerini şöyle sonlandırıyor: “Sanıyorum savaş sonrasında psikolojik durum ne kadar ağır olursa olsun Ermenilerin bir parça siyasetten anlayan kısmı, iki ülke arasında sınırların kapalı olmasının normal bir durum olmadığının farkında. Sınırı kapatmanın çok yaygın bir pratik olmadığını görüyoruz. Ben bu anlamda iki tarafta da siyasi irade olacak olursa soykırımın sınır üzerinde büyük bir etkisi olmayacağını düşünüyorum.” 

‘Müslümanlaştırma’ politikasının dipdiri örneği 

Bir asırdır ailesi üzerinden günümüze dek gelen travmaları taşıdığını aktaran Agos Gazetesi Ermenice Editörü Lüsyen Kopar ise ailesinin bir kısmının Müslümanlaştırılmış Ermeni, bir kısmının da Hıristiyan Ermeni olarak çok farklı hayatlar sürdürdüğünü paylaşıyor. Ailesinin birbirleriyle gizlice görüşerek hasret gidermelerine ilişkin ise şunları aktarıyor Lüsyen: “Babaannemin 6 kardeşinin 3’ü Hıristiyan, 3’ü de Müslüman olarak yaşadı ömürleri boyunca. Birbirlerinin cenazesine bile gidemediler. Çünkü Müslüman aileler, gelmeseniz daha iyi olur, biz yarımızın Hıristiyan, kökenimizin de Ermeni olduğunu bilmelerini istemiyoruz dedi.” 

‘Ailemden bir büyük nesil ortada yok’ 

Lüsyen, hala genetiklerinde travmalar taşıdıklarını ve yüz senedir üzerlerine yapışan “Ermeni hastalığı” diye tanımladığı soykırıma ilişkin, “Sürgünlerden zorunlu göçe maruz bırakılarak yollara çıkan insanların sonradan yaşadıkları şeyler bunlar, ninelerimiz ve dedelerimizin yaşadıklarını hala biz de genlerimizde taşıyoruz. Hem baba tarafım hem de anne tarafımda bir büyük nesil ortada yok, kimse büyüklerini anlatamıyor, yalnızca duyduklarımızla yaşıyoruz” diyor. 

‘Yok edemediler’ 

Ermeni halkının soykırımla beraber zorunlu göç, Türkleştirme, Müslümanlaştırma ve yok etme politikalarına en ağır şekilde maruz kaldığına değinen Lüsyen, Ermenilerin yok edilemediğini, “Bu ülkenin politikasında ‘böl, parçala, yok et’ var. Her zaman, bizler önce bölündük, parçalandık, öyle bir kerede de parçalanmadık, göçlere maruz bırakıldık, huzursuz olduk ve bir şekilde yurdumuzdan göç etmek zorunda bırakıldık ama yine de yok olmadık” cümleleriyle aktarıyor. Lüsyen, Anadolu’da kiliselerinin ve okullarının kalmadığını belirtirken, varlıklarını asimile olmadan sürdürebilmek için ibadet edebilecekleri ve anadillerinde eğitim alabilecekleri şehirlere göç etmek zorunda kaldıklarını ifade ediyor ve “Bizler direnmiyoruz, yaşamaya çalışıyoruz, bizim direnecek bir şeyimiz yok, Türkiye’yi sevenler kaldı, diğerleri de gitti. ‘Ya sev, ya terk et’ diye bir terim var, biz bunu belki beş yüz senedir dinliyoruz. Biz sadece yaşamak istiyoruz” diye ekliyor. 

‘O taşlar sağlamdır’ denilerek evler inşa edildi’ 

Yüzyıl öncesine kıyasla Ermeni aydınlarının neredeyse yok denecek kadar az olduğunu söyleyen Lüsyen, düşüncelerini ifade etmekten korkan bir nesil yetiştiğini, bunun da bir travma olduğunu ve “Ermenilerin sessiz sakin dillerini yaşatmaya çalıştıklarını” dile getiriyor: “Aramızda sivri konuşanlara bile korkuyla bakıyor ve başına bir şey gelmesinden endişe ediyoruz.” Lüsyen, Ermeni kiliselerinin yıkılıp “O taşlar sağlamdır” denilerek evler inşa edildiğini vurgulayarak, toplumdaki ayrımcı ve ırkçı yaklaşımlara dair şunları söylüyor: “En ufak bir gerginlikte direk faşizan gruplar tarafından sözel hakaretlerle karşı karşıya kalıyoruz. Alışveriş yaparken temas etmekten bile korkuyoruz, ‘Abdestim bozuldu, Ermeni olduğunu söyleseydin’ diyenlerle bile karşılaşıyoruz.” 

Barışçıl bir ortam hayali 

Daima daha barışçıl ve özgürlükçü bir ortam hayal ettiklerine değinen Lüsyen son olarak, göç edenlere çağrıda bulunuyor: “Kayseri’deki kilisenin yanında bir okulumuz olsaydı, belki beş aile geri dönecekti. Okuyacak yerleri yok, dillerini öğrenecekleri imkanları yok. Anadolu’da hemen hemen her ilde bir kilise, okul vardı, her şehirde bir okul kalsaydı, bugün göç halinde olmazdık ve kiliselerin yanında bir okulumuz olsaydı belki beş aile geri dönerdi.” 

Kaynak: http://www.jinnews19.xyz/

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz