1925’ten 15 Şubat 1999’a kadar uzanan bir fay hattı…

0
458

KCK Genel Başkanlık Konsey Üyesi Zilar Sterk: Derin kırıklarla dolu bu uzun fay hattı, hem Kürtlerin ulusal, toplumsal ve siyasal kaderlerini, hem de Kürt-Türk ilişkilerinin neredeyse 100 yıllık belirleyeni olmuştur…

KCK Genel Başkanlık Konsey Üyesi Zilar Sterk, 15 Şubat Uluslararası komplonun 22. yıldönümü vesilesiyle komplonun tarihsel ve güncel yanlarını, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünü sağlama amaçlı başlatılan hamleyi ve bu hamlenin küreselleşen yönlerini, sahipleniş düzeyini, geliştirilen eylemsellikleri ANF’ye değerlendirdi.

15 Şubat uluslararası komplonun 22. yıldönümü vesilesiyle neler söylemek istersiniz? 15 Şubat günü hem güncel hem de tarihsel olarak Kürt belleğinde ne anlam ifade ediyor?

15 Şubat uluslararası komplonun, 22. yılını büyük bir kin ve nefretle kınıyor ve bir kez daha lanetliyorum. Komplonun yakıcılığı karşısında, Önder Apo’nun etrafında bedenini ateşten çember yapan “Güneşimizi Karartamazsınız” şehitlerini anıyorum. Anıları önünde saygı ve minnetle eğiliyorum. Önder Apo’nun İmralı işkencehanesindeki 22 yıllık görkemli direnişini selamlıyorum. İmralı işkence koşullarına yirmi iki yıl dayanmak çok zordur. Normal bir insanın, İmralı gibi canlı hayattan tamamen izole edilmiş ve mutlak tecritle de derinleştirilmiş işkenceli ortamına bu kadar zaman dayanmayı başarması, mümkün değildir. Dolayısıyla Önder Apo’yu sadece ‘bir kişi’ olarak ele almamak gerekiyor.

Ağır tarihsel sorumluluklar üstlenmiş bir Halk Önderidir. Üstlendiği Halk Önderi sorumluluğunun ağırlığı ile içinde bulunduğu zaman ve mekan sınırlarını aşarak direniyor. Kendisini, içine konduğu İmralı tabutluğuna mahkum bırakmıyor. Komployu gerçekleştiren uluslararası güçler, Önder Apo’yu son nefesini verinceye kadar adına hücre denilen bir tabutluğun içine mahkum ederek, bütün ömrünü işkence altında geçirmesini istediler. “Nasılsa buna dayanamayıp bir gün teslim olur” diye düşündüler. Oysaki Önder Apo’nun aldığı nefes bile, Kürt halkının kaderi üzerinde belirleyicidir. Dolayısıyla Önder Apo’nun nefes alıp vermesinin bile siyasi anlamları vardır. Her bakımdan Kürt halkı ve Türkiye toplumunun geleceğini etkilemektedir.

Kürt-Türk ilişkilerini çok yakıcı bir biçimde belirlemektedir. Bunun en çok farkında olan Önder Apo ve komployu düzenleyen uluslararası hegemon güçlerdir. Komplocu güçler zaten bunu bildikleri için bu komployu gerçekleştirdiler. Önder Apo’yu bu yüzden sömürgeci soykırımcı Türk devletine teslim ettiler. Her iki halkın bir an önce birbiriyle boğazlaşması için komployu gerçekleştirdiler. Her iki halk birbiriyle durmadan savaşıp çatışırken, onlar da Ortadoğu üzerindeki yüzyıllık hegemonya hayallerini gerçekleştireceklerdi.

ÖNDER APO KOMPLONUN AMACINI GÖRDÜ

Uluslararası komplonun bu gerçek amacını gören Önder Apo’nun taşıdığı yüksek sorumluluk duygusu ve bilinci düşmanın beklemediği, tahmin etmediği ve daha önce örneği görülmemiş şaşırtıcı bir sonuca yol açtı. Komplo ardından, halkların düşmanlaşması ve boğazlaşması yerine, halkların kardeşliği üzerine inşa ettiği yeni bir Demokratik Cumhuriyet stratejisini geliştirdi. Bu gelişme karşısında sadece sömürgeci soykırımcı TC devleti değil, komplocu hegemonik güçlerin kendileri bile ne yapacaklarını bilemez oldular. Adeta vitesleri boşa düştü. Komplonun örgüt içindeki ayağı olarak geliştirdikleri 2003-2004 tasfiyeciliği karşısında da yine Önder Apo’nun çabaları sonucu bekledikleri sonucu alamayınca yeni planlar üzerinde durdular.

2007 sonundan itibaren yeni bir imha konseptini devreye soktular. 2007 sonundan itibaren geliştirilen yeni imha konsepti çerçevesinde, NATO’nun en yeni modern savaş teknolojisi PKK’ye karşı kullanılmak üzere Türk ordusuna verildi. 2008 Zap operasyonu ile başlayan ve NATO’nun yeni teknolojik üstünlüğüne dayalı olarak Kürdistan gerillasına karşı yürütülen bu imha konsepti, hala devam etmektedir. 2013’te bir özel savaş taktiği olarak geliştirilen ve “çözüm süreci” adı altında yürütülenler de buna dahildir.

Ancak sömürgeci Türk ordusu; NATO’nun sunduğu üstün teknolojik imkanlara rağmen, özel savaşın ateşkes ve diyalog taktikleri de dahil, savaşın denenmedik hiçbir yöntemini bırakmamasına rağmen ne Kürdistan gerillasını yok edebildi ne de Kürt halkına diz çöktürebildi. Kürt halkı ve hareketine karşı süreklileşmiş bu komplo siyaseti, gelinen aşamada önemli bir kavşakta durmaktadır. Komplocu güçlerin bu kavşaktan nereye sapacaklarını ise, yine Kürdistan gerillasının ve Kürt halk direnişinin ortaya çıkaracağı mücadele düzeyi belirleyecektir.

İmralı’da geliştirilen işkence sistemi, çoğu defa ele alınan baş konulardan oldu. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın mücadele ve hayatta kalma başarısını nasıl tanımlıyorsunuz?

Kürdistan gerillasının ve halkımızın bu direnme gücünü ve iradesini besleyen, Önder Apo’nun İmralı tabutluğuna verdiği görkemli cevaptır. Sistemli işkenceler altında ortaya koyduğu görkemli duruşudur. Ölünceye kadar süren bir yüksek işkence yöntemi olarak, sömürgeci özel savaş rejiminin Önder Apo için özel olarak icat ettiği “ağırlaştırılmış müebbet cezası,” şu anda uygulanmaktadır. AİHS’in (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) “Umut hakkına” aykırı olduğu için, AİHM bu cezayı “işkence” olarak tanımlamış. Neden? Çünkü sömürgeci özel savaş rejiminin yargısı, verdiği cezaya somut bir süre koymamış. Bu ceza, bir insan için ancak son nefesini verdiğinde bitecek bir cezadır. Bu yüzden idam cezasından daha ağır bir cezadır. Her gün, her an idam ipinde sallanmak gibidir. İnsanı her an nefessiz bırakan bir cezadır. Böyle bir cezaya çarptırıldığını bilmek bile, insanın yaşam istemini kırar, yaşamı anlamsız görmeye yol açar.

Bundan daha büyük bir işkence ve zulüm yöntemi olamaz. Zaten bu yüzden Önder Apo için özel olarak böyle bir ceza icat edildi. Önder Apo buna, “bir kerede öldürmek yerine, her gün ve her an yavaş yavaş öldürme tarzı” dedi. Önder Apo, aldığı nefesin bile Kürt halkının kaderi üzerinde belirleyici olduğunu biliyor. Bu yüzden kendi şahsında başlattığı ve bütün topluma mal ettiği Kürt Özgürlük Mücadelesini, mutlaka zafere ulaştırmanın derin sorumluluk anlayışı içerisindedir. Bu sayede, bu kadar ağır bir işkence ortamına dayanabilmektedir. Önder Apo, İmralı işkence tabutluğu içerisindeki daracık mekanı ve zamanı, çok olağanüstü bir biçimde değerlendirerek bu koşulların üstesinden gelmeyi başarıyor. Önder Apo, zamanı ve mekanı aşarak özgürlüğü yaşıyor.

Düşmanın yaşattırmak istediği zamana ve mekana kendisini mahkum bırakmıyor. Kendinde yarattığı ruhsal ve düşünsel derinleşme sayesinde, zamanı ve mekanı aşarak özgürleşiyor. Önderlik, özgür düşünce gücünü ve özgür ruh dünyasını bu denli geliştirmeseydi, normal sıradan bir tutsak gibi ne zaman çıkacağının derdine düşseydi, bu düzeydeki bir işkenceye ve zulme bu kadar yıl dayanması mümkün olmazdı. Dolayısıyla Önder Apo, açtığı olağanüstü anlam savaşı sayesinde, bu komplocu işkence sisteminin üstesinden gelebilmektedir. İmralı’daki işkence ve esaret duvarlarını her an aşan, çok derin bir anlam savaşı veriyor. Kendisine dayatılan anlamsızlaştırmaya karşı, büyük bir anlam mücadelesi yürütüyor. Zaten yaşam, anlamla vardır. Yaşamı ne kadar anlamlı kılarsanız, dayatılan baskı, zulüm ve işkenceyi de o kadar etkisizleştirir ve yenersiniz.

Kürt halkına yönelik 20. yüzyıldan günümüze kadar devam eden bir komplo söz konusu. Kürde dayatılan bu kader Abdullah Öcalan tarafından nasıl ele alındı ve boşa çıkarıldı?

15 Şubat gününü tarihsel açıdan Önder Apo, “Kürt soykırım günü” olarak tanımladı. Çünkü 15 Şubat günü, hem Kürt toplumsal-siyasal tarihi açısından hem de Kürt-Türk ilişki tarihi açısından bir deprem hattıdır. 1925’in 15 Şubat’ından, 1999’un 15 Şubat’ına kadar uzayan bir fay hattıdır bu. Derin kırıklarla dolu bu uzun fay hattı, hem Kürtlerin ulusal toplumsal ve siyasal kaderlerinin hem de Kürt-Türk ilişkilerinin neredeyse yüzyıllık belirleyeni olmuştur. 20. yüzyıl boyunca Kürt halkı için çizilen ve günümüze kadar da dayatılan bu kader, soykırım kaderidir. Kürtlere dayatılan soykırım kaderine paralel olarak, Kürt-Türk ilişkilerine de düşmanlaşma siyaseti dayatılmıştır.

Önder Apo, 1973’lerden günümüze kadar, Kürt halkını bu soykırım kaderinden kurtarmanın, kırıklarla dolu bu fay hattının dışına çıkarmanın mücadelesini, büyük bir özveriyle verdi. Aynı özveri düzeyi ile Kürt-Türk ilişkilerini de yine bu fay hattının dışına çıkararak, tıpkı tarihte olduğu gibi yeniden Kürt-Türk kardeşliği üzerine inşa etmenin büyük mücadelesini geliştirmeye çalıştı ve bu süreç hala devam ediyor. 15 Şubat 1999 komplosu, Önder Apo’nun tüm bu çabalarına karşı uluslararası çapta kurulmuş bir komplodur. Kürt halkını soykırım kaderinden kurtaran ve Kürt-Türk ilişkilerini düşmanlaştırma siyasetinden kurtarıp, halkların kardeşliği felsefesi temelinde yeniden inşa eden, yeniden yeşerten devrimsel çabalarına karşı uluslararası çapta kurulmuş bir komplodur. Bu komplo ile hedeflenen hem Kürt halkını hem de Kürt-Türk ilişkilerini; dışına çıktığı eski fay hattına geri çekip daha büyük, daha şiddetli ve daha yıkıcı depremlere mahkum etmekti. Kürtler bunu anladıkları için, eski deprem hattına eski soykırım kaderine geri dönmeye itiraz etti, karşı çıktı ve Önder Apo’yu ölümüne sahiplendi.

Bu haksız ve karanlık komployu boşa çıkartmak için her şeyini mücadeleye yatırdı. Halkımızın gösterdiği çaba ve yürüttüğü mücadele hak ettiği sonucu, o dönemde aldı. Bu kirli ve karanlık komplo için nasıl ki 15 Şubat günü rastgele seçilmemişti, benzer bir biçimde Önder Apo’ya idam cezasının verildiği 29 Haziran günü de rastgele seçilmemişti. 15 Şubat günü, 1925’te Şeyh Sait isyanının provoke edilerek komploya getirildiği gündü. 29 Haziran günü de yine Şeyh Said’in Amed Dağkapı meydanında 48 yoldaşıyla beraber idam edildiği gündü. Ne derler buna? Alın işte, size sömürgeci soykırımcı egemen ulus devlet aklı…

12 Eylül’de, “Tecride, işgale, faşizme son! Şimdi özgürlük zamanı!” şiarı ile başlattığınız hamlenin sahiplenişini ve eylemselliklerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hareketimizin 12 Eylül 2020’de başlattığı “Tecride, İşgale, Faşizme Son! Şimdi Özgürlük Zamanı!” hamlesine katılım, sizlerin de gözlemlediği gibi her gün biraz daha büyüyor. Kasım ayından beri Kürdistan ve Türkiye zindanlarında bulunan PAJK’lı ve PKK’li tutsaklar, süresiz dönüşümlü açlık grevi eylemi yürütüyorlar. Zindanlara destek amaçlı olarak geliştirilen bir diğer açlık grevi eylemi ise mültecilik koşullarında yaşamak zorunda kalan binlerce yurtsever insanımızın yaşadığı Irak’a bağlı Maxmur ve Yunanistan’daki Lavrio kamplarında yürütülmektedir.

Her iki kampta mültecilik koşullarında yaşamak zorunda bırakılan bu yurtsever insanlarımız, mücadelemizin en zorlu dönemlerinde hep Önder Apo’nun yanında durdular, hareketimizle birlikte yürüdüler, her türlü bedeli vermekten çekinmediler. Açlık grevleri dışında da Kürdistan’ın tüm parçalarında ve yurtdışı sahalarındaki yurtsever halkımız, Covid 19 salgınına rağmen bulunduğu her yerde, demokratik eylem ve etkinlik içerisinde olmaya devam ediyor. Hamleye özellikle de kadınlar öncülüğünde giderek büyüyen ve çeşitlenen bir katılım ve destek gelişmektedir. Özellikle de Kadınların ve Gençlerin bu hamleye öncülük etmesi heyecan veriyor.

Kadınların, gençlerin öncülüğünde gelişen uzun yürüyüşler, nöbet ve çadır eylemleri, gezici kütüphane eylemleri, çeşitli panel ve seminer çalışmaları, değişik yazılama ve gösteri biçimleri gibi renkli ve yaratıcı eylem tarzlarının gelişiyor. Bir de enternasyonal yoldaşların hamleye katılım biçimini tüm detaylarıyla görmek ve atlamamak gerekir. Çok kıymetli enternasyonal yoldaşlarımızın özellikle de dilimizi, kültürümüzü öğrenme ve bizimle (yani Kürtlerle), bizim dilimizle (yani Kürtçe) diyalog kurma çabaları gerçekten çok duygulandırıcıdır. Kürtçe diline, tercümanlık yapacak kadar sahip çıkmalarını gerçekten çok değerli buluyoruz ve onları bu konuda takdir ediyoruz.

Hamle kapsamındaki eylem ve etkinliklerde kadın öncülüğü dikkat çekiyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kadınların hamleye öncülük düzeyindeki katılımları gözle görülür bir düzeydedir. Çünkü Önder Apo, uzun bir süre önce “ben bir kadın özgürlük işçisiyim” dedi. “İstedikleri kadar onlarınım” dedi. Dolayısıyla Kürdistan’da kadının hem en büyük yoldaşı hem de en özlü yoldaşı, Önder Apo’dur. Dünyaya bakışını, kadın özgürlüğü üzerine kurmuş bir Demokrasi ve Özgürlük Önderidir. Kadın özgürlüğünün sağlanması için çok büyük çabaların ve emeklerin sahibidir. Özellikle de Kürdistan’da kadınları kölelik uykusundan uyandıran ve özgürlükle tanıştıran, Önder Apo’dur. Kadın özgürlüğü konusuna, klasik devrimciler gibi günübirlik geçiştiren bir yaklaşım içerisinde olmadı asla. Konuyu son derece tarihsel, felsefik, bilimsel ve sosyolojik kapsamı içerisinde ele aldı. Kadın özgürlük sorununu sadece Kürt kadını üzerinden de ele almadı.

Tarihsel, toplumsal ve evrensel bir sorun olarak ele aldı ve bu yönlü çözüm önerileri geliştirdi. Kadınlara bir kurtuluş ideolojisi sundu. Kadın Bilimi olarak “jineoloji” nin geliştirilmesini önerdi. Kadın özgürlük çalışmalarının bir parçası olarak erkek gerçeğini de ele alıp çözümledi. Erkekteki mevcut egemenlik zihniyetinin değiştirilip dönüştürülmesi konusunda muazzam sorgulamalar, diyaloglar ve çözümlemeler yaptı. Kapitalizmi ve emperyalizmi erkek egemen ideolojinin, ataerkil ideolojinin zirvesi olarak değerlendiriyor. Faşizmi, yoğunlaşmış erkeklik ideolojisi olarak çözümlüyor. Bunun savaş ve şiddetle diyalektiksel bağını kuruyor. Çözüm olarak “erkeği öldürme” ve “erkeği dönüştürme” projeleri üzerinde duruyor. Yani özgürlük sorununu; tek taraflı ve sadece kadınların sorunu olarak görmüyor. Soruna esas yol açan öğe olarak erkeğe de sorumluluk yüklüyor. Önder Apo’nun “Özgür kadın” ve “Özgür erkeği” geliştirme çabaları olmasaydı, Kürdistan devriminin bu günkü niteliğine sahip olması çok zor olurdu.

Toplumsal bünyeyi, hatta Kürt erkeğinin bünyesini kadın özgürlüğüne açan ve bu yönlü değişim ve dönüşümün kabulünü sağlayan Önder Apo’nun çaba ve emekleridir. Bu yönlü yürüttüğü mücadeledir. Çünkü kadının yaşamını anlamlı kılan, ona kendini örgütleme, eğitme, savunma ve kendini yönetme hakkı ile tanıştırandır. Kısacası Kürt kadınının kendini savunabilmesi için her açıdan silahlandırdı. Bilinen savaş silahlarının dışında bir de İdeolojik politik açıdan silahlandırdı. Düşünsel felsefik ve kültürel açıdan silahlandırdı. Örgüt kurmayı, toplantı yapmayı, karar almayı ve örgüt yönetmeyi öğretti. Kısacası ona, kendini savunabilmesi için her türlü gücü ve silahı verdi. Erkeğin yanı sıra, hiçbir egemen otoriteye boyun eğmeyecek bir kadın gerçeğini geliştirdi. Kürt kadınları, bundan dolayı Önder Apo’ya ölümüne bağlıdır. Önderliğin özgürlüğünde kendi özgürlüğünü görmektedirler. Önderliksel varlığı, kendi özgürlüklerinin biricik teminatı olarak görmektedirler.

O yüzden Önderliğin İmralı işkencehanesinden çıkarma mücadelesini en çok kadınlar sahipleniyor. Aslında bu sahiplenme eylemleri içerisinde kadınlar bir yandan da gelişme ortamı ve zemini buluyorlar. Kadınlar tarafından planlanan ve organize edilen her eylem, birçok kadın için bir eğitim, örgütlenme ve iradeleşme zemini de oluyor. Her eylem alanı, aynı zamanda bir deneyim ve tecrübe kazanma zemini oluyor. Bu yüzden sömürgeci özel savaş rejiminin geliştirdiği tüm saldırı, işkence, gözaltı ve tutuklamalarına rağmen özgür ve iradeli kadın duruşu varlığından fazla bir şey kaybetmiyor. Çünkü kadın kendisini eylem alanlarında sürekli yeniden yaratıyor. Katıldığı her eylemle kendisini yeniden çoğaltıyor. Bu yüzden kadınların hem kendilerinin planlayıp düzenlediği eylemlere katılmaları hem de genel toplumsal eylemlere etkili bir biçimde katılmaları çok geliştirici oluyor. Dolayısıyla çeşitli nedenlerle eylemlere katılmayan, çekimser yaklaşan, mesafeli duran kadınlara da bu eylemlere katılmalarını öneriyoruz. Hem katkıları olacaktır hem de gidecekleri kolektif eylem ortamlarının onlara katacakları önemli şeyler olacaktır.

Şu anda tüm dünyanın ilgisini çeken ve giderek Küresel bir kapsam kazanmaya başlayan bir kampanya yürüyor. “Zamanı Geldi! Öcalan’a Özgürlük!” şiarıyla yürütülen bu kampanya hakkında neler söylemek istersiniz?

İngiltere İşçi Konfederasyonu öncülüğünde “Zamanı Geldi! Öcalan’a Özgürlük!” şiarıyla çok anlamlı Küresel bir kampanya başlatıldı. Bu kampanyaya uluslararası katılım her gün biraz daha artıyor. Milyonlarca işçi ve emekçi kesimin ve onları temsil eden sendikaların destek ve katılımıyla çeşitlenerek büyüyor. Güney Afrika’daki sendikalar konfederasyonu, BM Genel Sekreterine mektup yazma kampanyasını “Zamanı Geldi! Türkiye’de adil bir barış ve Abdullah Öcalan’a Özgürlük!” şiarı ile başlattı. Norveçli bazı demokratik örgütler BM Genel Sekreterine mektup kampanyasına katılacağını açıkladı. İsveçli Demokratik İşçi Sendikaları kampanyaya katılım kararı aldıklarını açıkladı. İtalya’da ise “Zamanı geldi, Öcalan’a Özgürlük” kampanyasını çok değerli 18 dostumuzun oluşturduğu bir koordinasyon kurulu başlattı.

Aralarında avukat, gazeteci, sendikacı yoldaşlar da var. En önemlisi de Ortadoğu’nun önde gelen şahsiyetlerinin hamleye katılımıdır. En son Mısırlı önde gelen Arap aydın, yazar ve akademisyenlerin bu hamleye çeşitli düzeylerde yaptıkları destek açıklamaları oldu. Ayrıca Latin Amerikalı, Ortadoğulu, Asyalı, Avrupalı ve Amerikalı birçok devrimci demokrat aydın, yazar, akademisyen ve demokratik toplum aktivistinin Önder Apo’ya özgürlük kampanyasına katılım ve destek açıklamaları oluyor. Böylelikle, Önder Apo’ya özgürlük “Zamanı Geldi! Öcalan’a Özgürlük” kampanyası giderek Küresel bir kapsam ve nitelik kazanıyor. Bu hepimiz için çok sevindiricidir.

Küresel demokrasi güçlerinin el ele vererek ortaya çıkardığı bu sinerji gerçekten de bir umuda yol açıyor. Gerçek bir bahara kapı aralıyor. Mücadele dinamiklerimizde güç, moral ve coşku yaratıyor. Kürdistan’daki direniş azmini daha da güçlendiriyor. İnsanlığın, kolektif demokratik ve özgürlükçü kazanımlarının hanesine yazılıyor. Bu yüzden ortaya çıkan bu kolektif çabaların hepsi de çok çok değerlidir. Her biri kendi içinde ayrı bir renk, ayrı bir farklılık ve özgünlük taşıyor.

Hem Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne kavuşmasında hem de insanlığın demokrasi ve özgürlük mücadelesinde rol oynayacak değerli çabalardır. İnsanlığın eşitlik, özgürlük ve kardeşlik mücadelesine, demokrasi ve adalet mücadelesine de ivme kazandırmaktadır. Bu anlamlı kampanyayı hem başlatan ve hem de katılım sağlayarak büyüten, desteğini sunarak yaygınlaşmasında rol oynayan tüm değerli dostlara; tüm işçi, emekçi, öğrenci, çevreci, devrimci, genç, feminist, anarşist, sol-sosyalist, aydın, yazar, sanatçı, bilim insanı, gazeteci ve akademisyen yoldaşların bu mücadeleci ve anti kapitalist duruşlarını, saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Abdullah Öcalan neden bu kadar sahipleniliyor ve onu evrenselleştiren gerçek nedir?

Çünkü Önder Apo, kendi gündemini sadece Kürt sorunu ile sınırlandırmıyor. İnsanlığın kapitalist modernite karşısında küresel çapta yaşadığı sorunları da gündemine alıp bu temelde çok mantıklı çözüm önerileri geliştiriyor. Kapitalist sistemin yol açtığı toplumsal kriz ve kaosa çıkış yolu gösteriyor. Bir de Önder Apo, kapitalizmin sadece kendisini eleştirmiyor. Tüm modernitesini çözümlüyor. Kapitalist moderniteyi oluşturan temel unsurları çözümlüyor. Endüstriyalizm ve ulus devlet unsurlarını, tekelci sermaye ekonomisini çözümlüyor. Alternatif moderniteler üzerine önemli tezler sunuyor. Demokratik modernite kuramını bu temelde geliştirdi.

Alternatif bir modernite olarak öngördüğü demokratik modernitenin temel unsurlarını da “Özgürlük Sosyolojisi” adlı savunma kitabında oldukça kapsamlı bir biçimde tanımlayıp açımlıyor. Alternatif modernitenin ulus anlayışını, merkezi egemen devlet anlayışından tamamen arındırıyor. Bu konuda reel sosyalizmin düştüğü tuzaktan bizleri kurtarıyor, önümüzü açıyor. Ulus toplumunu, son iki yüzyılı aşkın bir süreden beri devlete mahkum eden egemen anlayışı yerle bir ediyor. Adeta bir tanrı buyruğu gibi ya da dini bir yasa gibi dünyanın tüm toplumlarına hakim kılınan “ulus eşittir devlet, devletsiz ulus olmaz, devletsiz toplum ayakta kalamaz” anlayışını kırıyor.

Demokratik bir ulusun nasıl inşa edilebileceğini demokratik konfederal toplum tarzında somutlaştırıyor. Yine endüstriyalizm ideolojisine ve onun kapitalist üretim tarzına alternatif olarak ekolojik endüstri alternatifini geliştiriyor. Yani küçük dar bir egemen sınıfın sermayesini şişirmeye hizmet eden değil, toplumun gerçek ihtiyaçlarını zengin bir çeşitlilikte karşılamaya hizmet eden, toplum ve doğayla barışık bir endüstri fikrini inşa ediyor. Yine hem devlet kapitalizmine hem de özel kapitalizme karşı, alternatif toplumsal bir ekonomi anlayışını ortaya koyuyor. Kimsenin aç ve açıkta kalmayacağı demokratik ve ekolojik yeni bir ekonomiyi detaylı bir şekilde bize sunmaktadır.

Önder Apo’yu küresel çapta sahiplenmesinin temel bir sebebi, tüm insanlık için sunduğu bu yeni demokratik toplumsal modernite fikri ve onun etrafında geliştirdiği yeni toplumsal, kavramsal, kuramsal çerçevedir. Önder Apo’nun geniş bir ufukla ortaya çıkardığı bu yeni kavramsal kuramsal çerçeve ve buna dayalı olarak geliştirdiği yeni paradigma henüz yeterince tanınmamakta bilinmemektedir. Tanıdıkça, öğrenildikçe sahipleniliyor. Dolayısıyla Önder Apo, birçok nedenden dolayı sahipleniliyor. Birincisi, açmaya çalıştığım bu fikir ve düşüncelerin, yaşanmakta olan derin toplumsal sorunlara cevap olma umuduna yol açmasıdır. İkincisi ise ezilen, sömürülen, kimliksiz olmasından kaynaklı sahipleniliyor.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ve Kürt halkının haklı mücadelesini, dünya çapında bu kadar sahiplenme düzeyi gelişirken, Türkiye demokratları ve muhalefeti bunun neresinde duruyor? Dünyadaki gibi bir sahiplenme düzeyi, Türkiye muhalefeti içinde neden gelişmiyor?

Bildiğiniz gibi Türkiye’yi şu anda bir korku imparatorluğu, bir özel savaş rejimi yönetiyor. Irkçı, milliyetçi, dinci ve cinsiyetçi bir çizginin hakimiyetinde yönetiliyor. Günlük faşist uygulamalar zirvededir. Özel savaş rejimi yöntemi yakalamış. Kürtlerin demokrasi ve özgürlük mücadelesine en ufak bir destek sunan insanları hemen baskı altına alıyor, göz altına alıp ya tutukluyor ya tehdit edip işinden aşından ediyor ya da terörize edip sindiriyor. Mevcut muhalefeti yönlendiren siyasi partiler var.

Bu partilerin korkak, ürkek ve oportünist tutumları muhalif kitleyi de etkiliyor. Biraz oy verdikleri partilere bakma var. Bu aşılabilmiş değil. Söz konusu muhalefet partileri de en ufak bir yakınlık belirtisi gösterdiklerinde, hemen özel savaş rejimi baskı altına almak için hemen terörize ediyor. Sabah akşam muhalefet partilerine “terörist” suçlamasında bulunuyor. Özel savaş rejimine en çok kazandıran taktik gerçekten de herkese böyle “terörist” yaftası yapıştırma taktiğidir ve muhalefet partileri de buna çok kolay geliyorlar. Bırakalım Önder Apo’yu sahiplenmelerini, Kürt parlamenterlerini sahiplenmeye bile korkuyorlar.

Bunca yıldır demokratik siyaset yapan ve 7 Haziran genel seçimlerinde altı milyonu aşkın oy alan HDP’lilerle bile yan yana görünmeye çekiniyorlar. Kürtlerin demokratik haklarını dile getirmeyi bile göze almıyorlar. Bu konuda Türkiye muhalefetinin ciddi bir özgüven sorunu vardır. Faşist iktidar karşısında dik duramıyorlar. Temel nedeni de tutarlı bir Kürt siyasetlerinin olmayışıdır. Hem bu konuda tutarlı ve somut bir siyasetten yoksundurlar. Hem de Kürtlerle ilişkilerine çıkarcılık damgasını vuruyor. Hem Kürtlerin sırtından büyümek istiyorlar ama hem de Kürtlerle yan yana durmayı bile göze alamıyorlar. Muhalefet partilerindeki korkunun, ürkekliğin ve oportünist duruşun kaynağı buradan geliyor.

KÜRTLERİN MÜCADELESİNİN ‘DEMOKRATİK CUMHURİYET’ MÜCADELESİ OLDUĞU GÖRÜLMELİ

Bu konuda Türkiye muhalefetine şunları söyleyebiliriz; Kürt halkının ve Önder Apo’nun demokratik haklarını sahiplenmekten ve savunmaktan kimse korkmamalıdır. Kürtlerin demokratik haklarını savunanlar zayıflamazlar, güçlenirler. Küçülmezler, tersine Kürtlerle beraber büyürler. Özellikle de Kürt halkının haklı mücadelesinden güç ve güven almalıdırlar. Moral ve cesaret almalıdırlar. Çünkü uluslararası komplo, sadece Kürtlere karşı geliştirilmedi. Türkiye halklarının barış ve kardeşliğini mayınlamayı amaçlayan bir komplo olarak geliştirildi. Esasta, Kürt-Türk ilişkilerinde kabuk bağlamış yaraların iyileşme ihtimalini hedefleyen bir komplodur.

Dolayısıyla, aslında Türkiye demokrasisini hedefleyen bir komplodur. Demokratik bir Türkiye Cumhuriyeti’ne dönüşmeyi engelleme acıyla geliştirildi ve bu süreç hala devam etmektedir. Çünkü kendi iç demokrasisini halkların kardeşliği üzerine oturtmuş demokratik bir Türkiye Cumhuriyeti, giderek Ortadoğu’da öne çıkacak ve önemli bir güç haline gelecekti. Bunun önünü almaya çalıştılar. Bu nedenle 15 Şubat 1999 uluslararası komplo ile Önder Apo’nun Türk devletine korsanvari bir biçimde teslim edilmesi, Kürt ve Türk halklarının kardeşliğine kurulmuş büyük bir tuzaktır.

Dönemin Başbakanı olan Bülent Ecevit’in, o dönemi değerlendirirken, “Apo’yu bize niye teslim ettiler, anlayamadım” dediği şey tam da budur. Ecevit’in anlamakta güçlük çektiği bu gerçeklik, artık gün gibi aydınlıktır. Hem Türkiye toplumunun tüm kesimleri hem de mevcut muhalefet partileri, artık bu gerçeği görmelidirler ve bir an önce kendilerini bu tuzaktan kurtarmalıdırlar. Kürtlerin demokratik hak mücadelesinin esasta “Demokratik Cumhuriyet” mücadelesi olduğunu görmelidirler.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz