Cemal BAYIK
Önder Apo’yu esaret altına alarak partisinden, Kürt halkından, Ortadoğu halklarından koparmak isteyenler daha güçlü bir Önderlikle karşılaşmışlardır. Önderlik, insanlığın tüm düşünce birikimini ve direnişini tarihsel toplumsallığı içinde senteze kavuşturarak süzülmüş bal kıvamında tüm insanlığın önüne koymuştur. Aslında bu, İmralı sisteminin tarihi bir yenilgiye uğratılmasıdır. Bugün Önder Apo Kürdistan’da en başarılı ve kabul gören ideolojik sistem haline gelmiştir. Sadece Kürdistan için değil, Ortadoğu halkları açısından da Önder Apo en etkili önderlik konumundadır.
2020 yılı dünyada, Ortadoğu’da ve Kürdistan’da önemli gelişmelerin ve olayların yaşandığı bir yıl oldu. Ortadoğu’da yine Türkiye ve İran’ın durumu öne çıktı. 2020 yılındaki tüm yaşananlar göstermiştir ki; devletçi, iktidarcı ve sömürücü sistemlerin toplumsal ve ekonomik sorunları çözmesi mümkün değildir. İktidarcı, devletçi sistemin son temsilcisi olan kapitalist modernite önceki devletçi sistemlerden daha fazla toplumsal sorunları ağırlaştırmaktadır. Belki kapitalizmin küreselleşmesi sonucu devletler cepheleşerek 20. yüzyıldaki gibi bir dünya savaşı yürütmemektedirler. Ancak Ortadoğu’da Birinci Körfez Savaşı’ndan bu yana görüldüğü gibi yerel güçleri içine alan ve bazı bölgelerde yaygınlaşan bir savaş yürütülmektedir. Bu savaşların getirdiği yıkımlar ve insanlığa kaybettirdikleri önceki dünya savaşlarından az değildir. Belki birkaç yılı kapsayan ve şiddeti yoğun olan ve bizzat büyük devletlerin cepheden karşı karşıya geldiği bir savaş yaşanmamaktadır. Ancak Ortadoğu merkezli Üçüncü Dünya Savaşı içinde ABD ve Rusya başta olmak üzere birçok uluslararası güç yer aldığı gibi, bölge devletleri ve yerel güçler de bu savaşın içinde aktif rol oynamaktadır. Ortadoğu’da süren savaş göstermiştir ki; ne kapitalist modernitenin temsilcisi olan güçlerin ne de bölge güçlerinin sorunlara çözüm olacak politikaları ve projeleri vardır. Bu nedenle savaşlar uzamaktadır. Öte yandan artık halkların iradesi dikkate alınmadan hiçbir yerde sorunları göreceli de olsa kalıcı bir çözüme ve istikrara kavuşturmak mümkün değildir. Halklar tutum ve mücadeleleriyle halkların zamanının geldiğini her yerde açıkça ortaya koymaktadır. Özellikle kadınların özgürlük talepleri ve bu temelde yürüttükleri mücadele geliştikçe halkların mücadelesi yeni bir boyut, derinlik ve kapsama kavuşmaktadır.
Kapitalist modernitenin insanlığın sırtından atılması gereken ağır bir yük olduğu, 2020’de ortaya çıkan Koronavirüs salgınıyla daha net ortaya çıkmıştır. Salgın hastalık tanımlaması olan pandemi, kapitalist modernitenin tüm cilalarını dökmüş, çıplak, soğuk ve zalim yüzünü gözler önüne sermiştir. Kapitalist modernitenin insanlık için daha büyük sorunları ve tehlikeleri yaşatacağı anlaşılmıştır. Dünya savaşları ve süreklileşen bölgesel savaşlarla on milyonlarca insanın ölmesine ve sakat kalmasına yol açan kapitalizmin tüm insanlığın sonunu getirecek bir sistem olduğu görülmüştür.
Kapitalist modernite merkezlerinin bilinçli ve planlı ortaya çıkardığını ileri süren tezler bulunsa da, kapitalizmin endüstriyalizm anlayışı ve pratiğinin böyle salgın hastalıklar ortaya çıkaracağı çok önceden öngörülmüştür. Kapitalizm sadece insanlığı değil, doğayı da sömüren bir sistemdir. Kapitalizm her şeye kâr odaklı bakar. Marks’ın ‘kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı da keser’ sözü bu mantığı en çarpıcı biçimde ifade eder. Endüstriyalizm, milyonlarca yıl içinde oluşmuş doğal yaşamın tüm iç dengelerini bozmakta ve her türlü hastalığın, salgının üremesine yol açmaktadır. Koronavirüs de endüstriyalizmin sömürü hırsının ortaya çıkardığı bir salgındır. Önder Apo, kapitalist modernitenin endüstriyalizminin doğa ve insanlık düşmanı olduğunu, bundan kurtulmadan doğanın ve insanlığın geleceğinin kurtulamayacağını özellikle vurgulamıştır. Koronavirüs salgınının insanlığa yaşattıkları, kapitalist moderniteden kurtulmanın insanlık için bir var olma koşulu olduğunu göstermiştir. Bu yönüyle kapitalizmin gereksizliğinin teşhiri açısından bu salgın önemli rol oynamıştır. İnsanlık, kapitalizm ve onun üretim biçimi olan endüstriyalizm konusunda önemli bir bilinçlenmeye kavuşmuştur. Bu bilinçlenme önümüzdeki yıllarda kapitalizme karşı mücadelenin gelişmesinde önemli etkide bulunacaktır.
Salgın koşullarında çalıştırma durmuyorsa direniş de durmamalıdır
Kapitalist modernite bu salgın hastalığı yarattığı gibi, bu salgından yararlanma yoluna da gitmiştir. Bu salgın en fazla da yoksulları ve yaşlıları vurduğundan kapitalist modernite açısından bazı ekonomik kayıplar dışında bir kaygı konusu olmamaktadır. Öte yandan yaşlıların ölümü onları önemli bir emekli maaşı yükünden kurtarmaktadır. Toplumun bilgeleri ve toplumun değerlerini yaratanlar olarak yaşlıların kapitalist modernite tarafından bir yük olarak görülmeleri, kapitalist modernitenin nasıl insanlık ve toplum karşıtı bir sistem olduğunu gözler önüne sermektedir.
Kapitalist modernite sistemi Koronavirüs salgınından, halkın muhalefetini engellemek için yararlanmaktadır. Toplumun bir araya gelerek iktidarlara karşı mücadelesini önlemek için birçok yasaklar konmuştur. Halkın, emekçilerin, kadınların ve gençlerin direnişini önleyerek ömrünü uzatmak istemektedir. Toplumsal muhalefeti susturmak isteyen iktidarların ellerindeki bir silah haline gelmiştir. Öyle ki, kapitalist modernite güçleri için böyle bir salgın olmasaydı da yaratılması gerekirdi, denilebilir. Zaten bu salgın bilinçli ve planlı biçimde çıkarıldı tezini ileri sürenler de, bu salgından kimin yararlandığına bakarak söylemektedirler. Bir cinayeti çözmek için bundan kim yararlanır, sorusuna cevap aranır. Bu çerçeveden ele alındığında Koronavirüs’ün ortaya çıkmasında fail, doğrudan kapitalist modernite güçleri olmaktadır.
Koronavirüs salgınından en fazla yararlanan ise Kürt halkının özgürlük mücadelesini tasfiye etmek isteyen AKP-MHP iktidarı olmuştur. İşçiler sürekli çalıştırılırken, bu iktidara karşı tutum olacak hiçbir toplantıya izin verilmemiştir. Toplumun en küçük bir araya gelme girişimi bile salgın gerekçe gösterilerek dağıtılmaktadır.
Bu gerçeklik şunu ortaya koymaktadır; bu salgın dönemindeki engelleri aşmak ve toplumsal muhalefeti direniş içinde tutmak için zengin eylem biçimlerinin geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Salgın koşullarında çalıştırma durmuyorsa direniş de durmamalıdır. Kürdistan’da, Türkiye’de direniş hiçbir biçimde durdurulmamalıdır. Daha da ötesi salgının ortaya çıkardığı kapitalist modernite teşhirine dayanarak mücadeleler giderek küreselleştirilebilir. Küreselleşmiş kapitalist modernite zamanında özgürlük ve demokrasinin küresel düzeyde gelişecek mücadelelerle daha da yakınlaşacağı açıktır. Kuşkusuz tek tek ülkelerde yürütülecek mücadele önemlidir. Ancak tek tek ülkelerdeki mücadelenin güçlendirilmesi açısından küresel mücadelenin de önemi artmış bulunmaktadır. Özcesi; tek tek ülkelerdeki mücadeleler küresel mücadeleyi, küresel mücadele de tek tek ülkelerdeki mücadeleyi güçlendirir. Artık bu iki boyutlu mücadele arasındaki diyalektik bağ bu dönemde daha öne çıkmaktadır.
Kapitalist modernitenin sonu yaklaşmıştır
Günümüzde sistem içi siyasi güçler kapitalist modernitenin mevcut haliyle ayakta kalamayacağını görmektedirler. Bu sisteme meşruiyet araçları kazandırmak ve ömrünü uzatmak için arayışlar artmış bulunmaktadır. Mevcut demokrasi İkinci Dünya Savaşı sonrası olduğu gibi yeni yaklaşım ve kurumlarla biraz daha çekici hale getirilerek, yine her yurttaşa asgari gelir sağlanarak kapitalizmin ömrü uzatılmaya çalışılmaktadır. Ancak kapitalist modernitenin küresel aşaması ve yarattığı tüketim kültürü toplumsal, kültürel sorunları o kadar ağırlaştırmıştır ki, ya toplum kendini savunacak ya da yok olacaktır. Kapitalizmin doğası da değiştirilemeyeceğine göre sorunların hiçbir sistem içi güç tarafından çözülmesi mümkün değildir. Liberalizmin hiçbir biçimi ve egemenlere hizmet eden mevcut zihniyet ve yapılanmada yapılacak kimi değişiklikler bu sistemi ayakta tutamaz. Bu açıdan kapitalist modernitenin sonu yaklaşmıştır. Eğer mücadele yol ve yöntemlerinde zenginlikler sağlanır ve mücadele süreklileştirilirse kapitalist modernitenin aşılma süreci hızlanır.
2020 yılında Önderliğin düşüncelerine ilgi artmıştır
2020 yılı aynı zamanda kapitalist moderniteye en sistematik, ideolojik, teorik, pratik ve toplumsal yapılanma alternatifi olan Önderlik düşüncesinin daha fazla öğrenilmek istendiği ve yayıldığı yıl olmuştur. Kapitalist modernitenin krizi derinleşip çözüm üretmeyen karakteri anlaşıldıkça alternatif düşüncelere ilgi artmaktadır. Bunun başında da Önder Apo’nun Kadın Özgürlükçü Ekolojik Demokratik Toplum Paradigması gelmektedir. Bu çerçevede 2020 yılında Önderliğin düşüncelerine ilgi artmıştır. Bu paradigmanın kapitalist moderniteye alternatif olduğu giderek daha fazla görülmektedir. Özellikle devlet ve iktidar odaklı olmayan Demokratik Konfederal sisteme dayalı Demokratik Sosyalizm ve bunun kadın özgürlük çizgisinde ele alınması büyük bir heyecan yaratmaktadır. Bu paradigmanın toplumdaki tüm devrimci demokratik enerjiyi ortaya çıkaracağı ve alternatif sistemi yaratacağı inancı gelişmektedir. Bu açıdan 2020 yılında Önder Apo’nun düşüncelerinin yayılması ve halkların mücadelede böyle bir düşünceyle donanması özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde yeni bir dönem başlatmıştır. Artık halkların ideolojik ve teorik olarak, alternatif sistem anlayışı olarak bir boşluk içinde olduğu söylenemez. Reel sosyalizmin yıkılışından sonraki ideolojik karmaşa, kapitalist modernite karşısında ideolojik olarak etkisiz kalma dönemi son bulmuştur. Emekçiler, kadınlar, halklar ve tüm ezilen topluluklar tarihin en özgürlükçü ve demokratik düşünce gücüne sahip olmuşlardır. Düşüncede güçlü olanların her zaman kazandığı da tarihin ortaya koyduğu bir gerçeklik olmaktadır.
Önder Apo’yu esaret altına alarak partisinden, Kürt halkından, Ortadoğu halklarından koparmak isteyenler daha güçlü bir Önderlikle karşılaşmışlardır. Önderlik, insanlığın tüm düşünce birikimini ve direnişini tarihsel toplumsallığı içinde senteze kavuşturarak süzülmüş bal kıvamında tüm insanlığın önüne koymuştur. Aslında bu, İmralı sisteminin tarihi bir yenilgiye uğratılmasıdır. Bugün Önder Apo Kürdistan’da en başarılı ve kabul gören ideolojik sistem haline gelmiştir. Sadece Kürdistan için değil, Ortadoğu halkları açısından da Önder Apo en etkili önderlik konumundadır. Araplar da Önder Apo’yu kendi önderleri olarak görmeye başlamışlardır.
Önder Apo İmralı’da bir direniş abidesidir. Artık sadece Kürdistan’da değil, Ortadoğu’da da halklar Önderliğin düşünceleri ve kişiliği etrafında direnmek için bir araya gelmektedir. Direnenler Önder Apo’da aradıkları her şeyi bulmaktadırlar. Soykırımcı faşist sömürgecilik, her türlü saldırı ve bastırma harekatlarına rağmen sonuç alamıyorsa bunu en başta da sağlatan Önder Apo’nun toplumsallaşan düşünce gücüdür. Bu gerçeği en yakından hisseden Türk devleti, Önderlik üzerinde ağır bir tecrit uygulamaktadır. Halkımızın sahiplenmesi, mücadelesi ve dünyada Önder Apo’nun etkisinin giderek artması sonucu CPT, İmralı’daki tecridin bir işkence sistemi olduğunu söylemek zorunda kalmıştır. Süren ağır tecrit İmralı’da büyük bir direnişin ve mücadelenin var olduğunun kanıtıdır. Nasıl ki, direnen halkımıza kapsamlı bir saldırı yürütülüyorsa, Özgürlük Hareketimiz çok yönlü saldırılarla tasfiye edilmek isteniyorsa, İmralı üzerinde de benzer bir baskı sürmektedir. Kürt’ü özgürlük ve demokrasi talepli kılan, örgütlü mücadele gücü haline getiren Önderliğe büyük bir düşmanlık beslenmekte, bu nedenle de dünya tarihinde görülmedik ağır bir tecrit uygulanmaktadır.
Artık Önder Apo’yu İmralı’ya sığdırmak mümkün değildir
Ancak AKP-MHP-Ergenekon ittifakı Önderlik üzerinde baskıyı artırdıkça, tecridi ağırlaştırdıkça Önder Apo’ya sahiplenme artmakta, özgürlüğü için mücadele dünyanın her tarafına yayılmaktadır. Başta İngiltere olmak üzere Avrupa’da emekçilerin Önder Apo’yu sahiplenmeleri, Önderliğe özgürlük kampanyasının Avrupa ve dünyada yaygınlaşması, uygulanan ağır tecride karşı verilmiş bir cevap olmaktadır. Artık Önder Apo’yu İmralı’ya sığdırmak mümkün değildir. Bugün Önder Apo da, düşünceleri de her yerdedir. Önder Apo düşünceleri ve duruşuyla özgürlüğün mekan sorunu olmadığını en çarpıcı biçimde kanıtlamış durumdadır. Bugün AKP-MHP-Ergenekon faşist ittifakını öfkelendiren, Önder Apo’nun tüm dünyada gelişen bu gücü olmaktadır.
2020 yılı Kürt Özgürlük Hareketi açısından büyük bir mücadele yılı olarak geçmiştir. Özgürlük Mücadelesinin son yıllarda sağladığı büyük gelişmenin yarattığı etki ilk önce Türk devletinin, arkasından da kapitalist modernist güçlerin hedefi olmuştur. Türk devleti ve kapitalist modernist güçler Özgürlük Hareketimize yönelik saldırılarda KDP’yi de en kullanışlı araç olarak görmüşlerdir. Nasıl ki 1990’lı yıllarda Özgürlük Hareketimizin büyük gelişmesi karşısında Türk devleti çökme noktasına gelmiş; Ortadoğu’da uluslararası güçlerin işbirlikçi ayakları büyük zayıflama yaşamış ve bu durumdan PKK’nin yararlanacağı düşünülerek Uluslararası Komplo gerçekleştirilmişse, son yıllarda da benzer bir uluslararası komplo planlanıp devreye konulmuştur. 1998-99 yılında Önder Apo hedeflenmişse bugün de Özgürlük Hareketimizin yönetimi hedeflenmiş bulunmaktadır. Kapitalist modernist güçler bir taraftan Önder Apo’nun yeni paradigmasını kendileri açısından tehlikeli gördükleri için, diğer yandan da bölge politikasında kullandıkları işbirlikçi güçlerin zayıflamasını engellemek için böyle bir komplo tezgahlamışlardır. Türk devletini hala bölgede kapitalist modernitenin jandarması olarak kullanmak ve bu temelde Suriye ve Irak başta olmak üzere Ortadoğu’yu şekillendirmek isterlerken; diğer taraftan Kürtler içinde gelişen özgürlükçü demokratik eğilimi bastırıp işbirlikçiliği ayakta tutmak ve güçlendirmek istemektedirler. Her ne kadar mevcut AKP iktidarından ve KDP yönetiminden rahatsızlıkları olsa da, bunları, kullanmaya elverişli bölgenin en işbirlikçi güçleri olarak görmeye devam etmektedirler. Trump’ın 4 yıllık iktidarı döneminde böyle bir politika yürütülmüştür.
ABD’nin Rojava’da devrimci güçleri zayıflatmak için Türk devletini kullandığı açıktır. Efrîn’de Rusya-TC anlaşması olsa da ABD Efrîn’i TC’ye bırakma politikası yürütmüştür. Hatta Efrîn işgalinden önce Rojava’da YPG ve QSD ile yaptığı görüşmede Efrîn’deki Kürtleri çıkarın, başka bölgelere yerleştirin teklifinde bulunmuştur. Bu nedenle de Efrîn işgal saldırısı karşısında hiçbir tepki göstermemiştir. ABD bu yönüyle kendi teklifini Rusya ve Türkiye ilişkileri üzerinden gerçekleştirmiştir. Bu teklif belki de Trump ve Rusya’nın Fırat’ın batısı ve doğusunu egemenlik alanları olarak paylaşmasının sonucudur. Ya da ABD, Efrîn’de TC’nin ve çetelerin hakim olmasını sağlayıp, Halep ve Lazkiye’ye yönelik baskısını artırıp Suriye’yi şekillendirme politikasının parçası olarak böyle bir yaklaşım içinde olmuştur. Bir yönüyle de Özgürlük Hareketi’ne yönelik zayıflatma ve bu temelde komployu gerçekleştirmenin önemli bir adımı yapılmıştır.
KDP Türk devletinin istekleri doğrultusunda hareket etmektedir
Kürt Özgürlük Hareketi’ne yönelik komplonun örgütleyicisi, planlayıcısı ve koordinesi ABD’dir. 2018 6 Kasım’ında PKK Yürütme Komitesi’nden 3 arkadaşın arananlar ve vurulması gerekenler listesine konulması, komplonun kim tarafından örgütlendirilip planlamaya ve koordineye kavuşturulduğunu ortaya koymaktadır. 6 Kasım 2018’de PKK, KCK ve HPG yönetimlerinin hedef alınması, topyekun bir tasfiye konseptinin en somut kanıtıdır. Bu tarihten sonra bu tasfiye konsepti daha açık biçimde kendini ortaya koymuştur. Uluslararası ve bölge güçleri bir olup sadece Kürt halkının değil, Ortadoğu halklarının özgürlük ve demokrasi umudunu yok etmek istiyorlar. Bu yönüyle PKK ve bu güçler şahsında yaşananlar, özgürlük ve demokrasi güçleri ile özgürlük ve demokrasi düşmanı güçleri arasındaki mücadeledir. Sadece Kürt halkı değil, Ortadoğu halkları da artık baskı, zulüm ve sömürü düzeni altında yaşamak istemiyor. Bu nedenle her yerde ayağa kalkmış bulunmaktadır. İşte bu gerçeklik komplonun neden gerçekleştirilmek istendiğini ortaya koymaktadır. PKK’nin tasfiye edilmesiyle Kürt halkı başta olmak üzere halklar öncüsüz bırakılarak egemenlik altında tutulmak istenmektedir. Kürtler söz konusu olduğunda bu soykırım anlamına gelmektedir. Bu komplonun içinde KDP’nin bulunması, bu komplonun bir soykırım saldırısı olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Hatta soykırım saldırısının üstünü örten bir argüman olarak kullanıldığından soykırım daha da tehlikeli hale getirilmiş olmaktadır.
KDP politika, tutum ve pratik adımlarıyla bu Uluslararası Komplo’nun içindedir. Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesinde aktif yer almaktadır. Medya Savunma Alanları, Rojava ve Şengal’e yönelik politik tutumları, sürekli PKK’yi suçlayan açıklamalarda bulunması; tüm açıklamalarıyla ABD ve Türk devletini Özgürlük Hareketi’ne yönelik saldırıya teşvik etmesi bu komplonun içinde istekli olarak yer aldığını göstermektedir. En kötüsü de, komplonun ve saldırıların meşruiyetini sağlama görevini üstlenmiş olmasıdır. Türk devletinin saldırısı nereye olursa derhal bu saldırıların nedeni olarak PKK’yi gösterip, Türk devletinin soykırımcı sömürgeci saldırılarına haklılık kazandırmaya çalışmaktadır. Böylece KDP, Kürt düşmanlığında öncü Türkiye’nin en temel destekçisi haline gelmiş bulunmaktadır. Türk devletinin saldırmasının nedenleri ve amaçları hakkında hiçbir söz etmemesi, PKK’yi suçlaması bunun kanıtıdır. Özcesi; KDP, Türk devletinin istekleri doğrultusunda hareket etmektedir. TC’nin amacının da sadece PKK’yi tasfiye etmek değil; PKK’nin tasfiyesi temelinde Kürt soykırımını gerçekleştirmeyi hedeflediği tartışmasız bir gerçekliktir.
KDP’nin 2020 baharında gerillanın üslendiği yerlere yakın askeri güç yığması da, bu komplonun adımları olarak gerçekleşmektedir. Qendîl’deki gerilla üslenmelerinin içine yerleşmek anlamına gelen Zînê Wertê’ye askeri güç yığması, bunun en somut ve açık adımı olmuştur. Aslında bu güç kaydırması doğrudan çatışma yaratmak amaçlıydı. Ancak gerilla soğukkanlı davranmış, Kürt halkı da bu saldırıyı kabul etmemiştir. Türk devletini saldırtarak gerillayı savaş içine çekmek istemiştir. Ancak Hareketimiz komplo gerçeğini teşhir etmek ve oyunları boşa çıkarmak için Türk devletinin saldırısı sonucu yaşanan şehadetleri Kürtlerin birliğine vesile yapmak istediğinden, bu saldırı boşa çıkarılarak karşılıksız bırakılmıştır. Ancak bizim makul yaklaşımlarımız ve örgütler arası sorun olmasın, yönündeki çabalarımız sonuçsuz kalmıştır. Aksine KDP, yapılan bir görüşmede tehdit ve şantajlara başvurmuştur. Bir komplo ve tasfiye konseptinin içinde olduklarından, tutumlarında ısrar etmeye devam etmişlerdir. Nitekim gerilla alanlarını kuşatma adımlarını süreklileştirmiş ve yaygınlaştırmışlardır. Xinêre’de yapılan saldırıda komutanımız Agit Yoldaş ve Irak sınır birliklerinden bir komutan şehit düşmüştür. Tüm bunlar bir komplo ve bu çerçevede yapılan planlamalar sonucu gerçekleşmiştir.
TC’nin Heftanîn’e yönelik işgal saldırısı Özgürlük Hareketi’ne yönelik komplo ve tasfiye saldırısının daha da genişletilmesini ifade ediyordu. Açıkça gerilla tamamen kuşatılarak ezilmek hedeflenmişti. ABD-TC-KDP’nin içinde olduğu tasfiye konseptine Irak da eklenmek istendi. KDP, sınırlarını korusun, diyerek Irak’ın bu kuşatmaya dahil olmasını dayattı. Nitekim Irak sınır birlikleri harekete geçti, onları perde olarak kullanan KDP’nin özel kuvvetleri de gerilla alanlarının önemli noktalarına yanaştı. Birçok yere yeni askeri güçler yığdı. KDP bir taraftan askeri güç yığarken diğer taraftan parlamentodan karar çıkarıp bu komplonun kapsamlı saldırı ayağını meşrulaştırmak istedi. Gerillanın köylüleri köylerine koymadığı yalanını, diğer taraftan PKK’nin Başurê Kurdistan statüsünü kabul etmediği ve zarar verdiği propagandasını yaparak bu amaçlarını ortaya koydular. Ancak bir taraftan gerillanın büyük direnişi, diğer taraftan Kürt kamuoyunun bu propagandaların komployu maskelemek amaçlı yapıldığını görmesi, oyunları bozmuştur.
Gerillanın direnişi fedaice olmuş soykırımcı sömürgeci güçlere önemli darbeler vurmuştur
ABD-TC-KDP ittifakının saldırısı PKK’yi etkisizleştirme amaçlıdır. TC ve KDP, PKK’yi tasfiye etmeyi hedeflerken, ABD ise PKK’nin Kürdistan’ın tüm parçalarında ortaya çıkardığı kazanımları kendi kontrolüne alıp bölgedeki çıkarları için kullanmak istemektedir. Bunun için de Medya Savunma Alanları’nda gerillayı tümden sökmeyi hedeflemişlerdir. ABD için Türk devletinin Kürtlere soykırım politikası uygulaması, Kürtlerin soykırıma uğratılması önemli değildir. Kapitalist modernitenin en has temsilcisi olarak sadece ve sadece maddi çıkarlarını düşünmektedir. Bu politikada ahlak, vicdan, hak, adalet yoktur; insanlığın hiçbir değeri yoktur. Önder Apo buna, buz gibi soğuk çıkarlar zihniyeti, demiştir. ABD, Türkiye’yi bölgedeki çıkarları doğrultusunda kullanmak isterken, Türkiye ise kendini pazarlayıp, satıp kullandırma temelinde Kürtleri soykırıma uğratmak istemektedir. KDP ise PKK zayıflarsa PKK’nin yarattığı değerlerin üzerine konacağı ya da PKK’nin tasfiyesi karşılığında kendisinin birkaç şehir üzerinde egemenlik kurmasının kabul edileceği gibi tarihi bir gafletle bu komplonun içinde yer almaktadır. Kürt birliği temelinde tüm Kürtlerin kazanması gibi bir anlayıştan uzak, birkaç şehirde tek başına hakim olma anlayışı KDP’yi böyle bir gaflet içine sürüklemektedir.
ABD’nin koordinatörlüğünü yaptığı bu tasfiye konsepti doğrultusunda Türk devleti hem Bakurê Kurdistan’da hem de Medya Savunma Alanları’nda saldırılarını aralıksız sürdürmüştür. Kullandığı tüm tekniklere ve dayandığı işbirlikçilere rağmen hem Medya Savunma Alanları’nda hem de Bakurê Kurdistan’da gerillanın direnişi fedaice olmuş, soykırımcı sömürgeci güçlere önemli darbeler vurmuştur. Bakur’da halk üzerinde görülmedik baskılar yapılmasına rağmen halk direnişini kesintisiz sürdürmüştür. Tüm bu direnişler Türkiye’yi hem iç hem dış politikada çıkmaza sokmuştur. İçerde ve dışarda yaşadığı çelişki ve çatışmalar kesinlikle Özgürlük Hareketimizin direnişinin sonucudur. Saldırıları ve tasfiye politikası sonuç almadıkça içte ve dışta çıkmazı daha da derinleşmektedir. İçerde ve dışarda her güce sadece ve sadece Kürt karşıtı politikalar dayatmaktadır. Verilen desteklere rağmen sonuç alamayınca daha fazla destek istemekte, her şeyin kendi istediği gibi olmasını dayatmakta, bu da ister istemez çelişki, kutuplaşma ve çatışma durumu ortaya çıkarmaktadır. AKP iktidarının sonunu getiren direnişimizin yarattığı sonuçlar olmuştur. Zorluklar ne olursa olsun, direnişin kazandırdığı bir daha görülmüştür.
Şu açıktır ki; 2020 yılında ABD ve KDP’nin desteği ile kendini ayakta tutmaya çalışan AKP-MHP ittifakı 2021’de hem gerilla hem de halkın direnişi karşısında daha da zorlanacaktır. Zaten izlediği politikaların Türkiye dahil hiçbir güce fayda getirmediği görülmüştür. Herhalde Trump yönetiminden aldığı desteği Biden yönetiminden alamayacaktır. Yine Avrupa ile sorunlar yaşayacaklardır. Bu, AKP iktidarının sonunun geldiğini göstermektedir. Öyle şantaj yaptığı gibi ABD ve Avrupa’dan kopup Rusya ile ittifak kurması söz konusu değildir. Çünkü; tarihi olarak birçok alanda çekişme ve çatışma içinde olan bu iki gücün çıkarlarını ortaklaştırmak mümkün değildir. Zaten bunu bildiklerinden şimdi reform ya da ortak çıkarlardan söz ederek ABD ve AB ile ilişkilerini düzeltme arayışına girmişlerdir. Bu mevcut iktidar denkleminin değişmesini getirir ki, bu da AKP iktidarını ayakta tutamaz. Zaten AKP’de yaşanan kopmalar, AKP’de bir gelecek görülmemesi sonucudur.
Şu açıktır ki; gerilla silah tekniğinde yaşanan gelişmelere karşı yeni tarz, taktik, yöntem, teknik geliştirerek etkinliğini giderek artıracaktır. Çünkü; tüm saldırılara rağmen tüm eyaletlerdeki üslenme alanlarını koruyan gerilla, önümüzdeki dönemde yaşadığı değişim-dönüşüm ve yeniden yapılanmayla etkinliğini daha fazla artıracaktır. AKP-MHP faşist iktidarının yaşadığı siyasi çıkmazı daha fazla derinleştirerek yıkılmasında önemli bir rol oynayacaktır. Kürt halkının özgürlük tutkusu sürdüğü müddetçe, hiçbir güç gerillanın mücadelesinin önüne geçemez. Kaldı ki, silah üstünlüğü, halkların mücadelesinde sonuç belirleyici bir etken değildir. Vietnam karşısında ABD’nin yenilgisi bunun en önemli kanıtıdır. Roma’yı da elinde hiçbir teknik olmayan halklar ve kavimler yıkmıştır. Halkların özgürlük iradesi, gücü ve mücadelesi taktik ve tarzla buluşturulduğunda, karşısında yenemeyeceği hiçbir güç yoktur. Yeter ki bu mücadele haklı ve geleceği temsil eden bir davaya dayansın.
Trump’ın geldiği durum ortadayken AKP-MHP-Ergenekon’un geleceği daha da trajik olacaktır
Bakurê Kurdistan ve Türkiye’de, Türk devletinin Kürt halkına ve demokrasi güçlerine yönelik yürüttüğü baskılar, bu iktidarın toplumda daha fazla tecrit olmasına ve daralmasına yol açmıştır. Saldırıların yoğunluğu ve kapsamı, radikal demokrasi güçlerinin ittifakını genişletmesi ve daha etkin hale gelmesini sağlayacaktır. AKP-MHP faşizmi Türkiye’yi o kadar daraltmış ve sorunları ağırlaştırmıştır ki, böyle bir iktidarın alternatifi ancak radikal demokratik güçler olabilir. Çünkü; sistem içi partilerin yeni Türkiye için ne projeleri ne de halkta heyecan yaratacak söylemleri vardır. AKP-MHP faşizminin saldırıları, içerde ve dışarda yarattığı sorunlar çözümün ancak radikal demokratik güçler tarafından sağlanacağını daha fazla gözler önüne sermiştir. Baskı ve zulmün ağırlığının ortaya çıkardığı gerçeklerin devrimci demokratik güçlere böyle bir yararının olacağı da açıktır. Tarih her zaman baskı ve zulmün arttığı, sorunların ağırlaştığı yer ve zamanlarda radikal çözümlerin alternatif haline geldiğini gösterir. AKP-MHP iktidarının politikaları, devrimci demokratik güçlerin rol oynayabileceği önemli bir zemin ve fırsat açığa çıkarmıştır. Çünkü; mevcut iç ve dış sorunları sistem içi güçlerin çözme imkanı yoktur. Aslında şimdi ortada AKP-MHP-Ergenekon iktidarı ile radikal demokratik güçler kalmıştır. Son zamanlarda HDP ve diğer demokrasi güçlerine saldırının artması, bu gerçekliğin ifadesidir. Eğer radikal demokrasi güçleri bu zulüm karşısında direnir, yılmayacaklarını gösterir, daha geniş bir demokrasi ittifakı ile mücadele yürütürlerse, bu iktidarın ömrü çok kısalır. Türkiye’nin geleceğinde başat rolü radikal demokrasi güçleri oynar.
Bu iktidarın seçimle gitmesi beklenmemelidir. Ya seçim yapmaz, yaptığında da bu demokratik bir seçim olmaz. Bu iktidar kaybedeceği bir seçime girmez. Eğer seçime giriyorsa o zaman iktidarını sürdürmeye yönelik bir seçim biçimi ve planlaması yapılmıştır. Bu açıdan demokrasi güçleri ve toplum, seçimle gideceği beklentisine girmeden mücadeleyi yükseltmelidir.
Radikal demokratik güçlerin siyaset okumasında yanlışlıklar vardır. Onlar da modernizmin pozitivist ve olgucu yaklaşımından etkilenmişlerdir. Olay ve olgulara bu çerçevede yaklaşım vardır. Zaten kapitalist modernist güçler muhaliflerini bir de bu zihniyetiyle kontrol altında tutmakta; ömrünü uzatmaktadır. Eğer iktidar güçlerinin ellerindeki imkan ve baskı araçlarına bakarak olayları değerlendirmez; toplum gerçeğini ve tüm toplumsal sorunları tarihi toplumsal gerçeklik ve özgürlük sosyolojisine göre ele alırlarsa kendilerindeki muazzam gücü görürler. Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu’nun en temel gücü olarak rollerini aktif, cesaretli ve hamleci düzeyde oynarlar. Devrimci demokratik güçler için büyük kazanma imkanları vardır. Yeter ki, bakışlarını değiştirip özgüvenle mücadeleye atılsınlar. Eğer bu yaklaşım içinde olurlarsa hem en geniş demokrasi ittifakına ulaşırlar hem de mücadeleleri etkin hale gelerek sonuç alırlar.
Türk devleti her ne kadar kendini güçlü göstererek her yere saldırsa da, işgal harekatları yürütse de mücadele edildiği takdirde bu saldırgan sistem yenilgiyi tadacaktır. İmparatorluk zamanı da, askeri güçle işgaller zamanı da, ulus devletler zamanı da geçmiştir. Şimdiki zamanda güç kaynağı demokratikleşme, Demokratik Ulus ve bu temelde diğer halklar ve ülkelerle demokratik birlikler kurmaktır. Bunun dışında güç olma arayışları kesinlikle tarihin akışına terstir ve kaybetmeye mahkumdur. Ancak demokratik zihniyete sahip olmayanlar, eski alışkanlıklar ve düşünce kodlamalarıyla, saldırılarla hakim olmada ısrar edeceklerdir. Ancak karşısında direnen güçleri bulduğunda başarısız kalacakları kesindir. Türk devleti bugün ‘Kızıl Elma’ diyor, ‘Turan’ diyor, ‘Misak-ı Milli’ diyor, ‘eski ata toprakları’ diyor. Tüm bunları da askeri gücü ve jeopolitik konumuyla elde edeceğini söylüyor. Ne var ki, bu yanlış bir tarih okumasıdır. Geçmişin retoriği ile yaşamaktır. Yeni Osmanlı hayali kurmak onlar için iyi olabilir. Ancak bugünkü zihniyet ve politikalar, Osmanlı’nın dayandığı dinamikler ve ilişkilerin çok gerisinde bir zihniyet ve ilişki biçimine sahip olduğundan Donkişot misali bir savaş tarzı olmaktadır. Donkişot’un hayalleri güzeldi, eski toplumun güzel yanlarına özlem vardı; TC ise eski ve yeninin tüm güzel yanlarını bir tarafa itip sadece zorbanın çirkin yüzüyle kendine hedefler koymaktadır. Kapitalist modernist güçler, beslendiği ağa babaları büyük bir kriz yaşarken mevcut iktidarla TC’nin ulaşacağı bir menzil yoktur. AKP-MHP-Ergenekon iktidarının dayandığı Trump, iktidarını kaybetmiştir. Elinde kılıcı, gürzü ve her türlü tekniği ile dünyaya ve kendi toplumuna meydan okuyan Trump’ın geldiği durum ortadayken AKP-MHP-Ergenekon’un geleceği daha da trajik olacaktır.
AKP-MHP-Ergenekon iktidarının ABD ve KDP ile ittifak içinde yöneldiği bir alan da Rojava, Kuzey-Doğu Suriye ve Suriye olmuştur. ABD, Türkiye’ye dayanarak Suriye’yi şekillendirmek isterken, KDP de Türkiye desteği ile Rojava Devrimi’nin boğulacağı ve sınırdaki petrol bölgesinin kendisine bırakılacağı hesabıyla hareket etmektedir. ABD, bir taraftan Türkiye, bir taraftan da KDP baskısıyla Rojava Devrimi’ni rayından saptırıp teslim alarak kendi amacı doğrultusunda kullanma politikası yürütmüştür. Trump yönetimi bu yönüyle Rojava Devrimi’ne düşmanlık yapmıştır. Suriye özel temsilcisi Jeffrey ise Türkiye ve KDP ile ilişki içinde Rojava Devrimi’ni tasfiye etme çalışması yürütmüştür. Serêkaniyê ve Girê Spî işgalleri bu üç gücün ortaklığıyla gerçekleşmiştir. Aslında Rusya da bu durumdan faydalanarak Suriye’de etkisini artırmaya çalışmıştır. ABD ve Rusya’nın Türkiye’yi kullanarak amaçlarına ulaşmaya çalışmaları nasıl bir Kürt düşmanlığı ve komplosuyla karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Bu duruma yol açan da, Rojava devrimcileri içinde var olan, diplomasiyle bazı şeylerin kurtarılabileceği gafleti ve yanılgısıdır. Bu gaflet, direnişte zayıflıklara yol açmış ve bazı mevzilerin kaybedilmesiyle sonuçlanmıştır. Rojava devrimci güçleri de bu yaşananlarla birlikte direnişin halkların ve dünya demokratik kamuoyunun desteğine dayanmadan başarı kazanamayacağını, mevzilerin korunamayacağını ve kazanımların geliştirilip güvenceye alınamayacağını görmüşlerdir. Öte yandan direnişin doğru ele alınmaması da olumsuzluklar ortaya çıkarmıştır. Direnişin sadece silahlı güçlerle kazanılacağı yanılgısı da ciddi zayıflıklara yol açmıştır. Bizzat halkın silahlı ve silahsız içinde olacağı Savaşan Halk Gerçekliği ile direnilmesi ve sonuç alınması konusunda yaşanan yetersizlikler de görülmüştür.
Suriye’de savaş bitmemiştir. Erken çözüm de, erken iktidar hastalığı da tehlikelidir. Çünkü; ABD ve Rusya’nın Rojava Devrimi ve Kuzey-Doğu Suriye yönetimi üzerindeki hesapları, oyunları süreceği gibi, TC ve KDP’nin bu devrime düşmanlığı ve saldırıları da son bulmayacaktır. Zaten 2020 yılındaki siyasi ve askeri durum 2021’de Rojava’da daha yoğun ve kapsamlı savaşlar yaşanabileceğini göstermektedir. Her ne kadar Biden’ın politikasında kısmi değişiklikler olsa da ABD politikasının özde değişmeyeceği görülmelidir. Türk devleti bunu görerek sürekli, ‘ABD ile ortak çıkarımız var, ABD’nin bize ihtiyacı var’ diyerek kendilerine PKK düşmanlığında destek verilmesi çağrısı yapmaktadırlar.
Rusya ve Suriye de, ABD-TC ve KDP saldırılarını görerek Rojava Devrimi ve Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin üzerinde baskı, tehdit ve şantajlarını sürdürmektedir. Bu açıdan sadece ABD-TC ve KDP ittifakı değil, Rusya ve Suriye’nin dayatmaları, oyunları ve saldırılarına karşı hazırlıklı olmak önemlidir. Zaten ABD-TC-KDP oyunlarına ve saldırılarına karşı hazırlıklı olunursa Rusya ve Rejimin dayatmalarını püskürtmek daha kolay olur. Çünkü onlar da, karşıt olduğunu söyledikleri ABD-TC-KDP ittifakı ve saldırılarına dayanarak etki alanlarını genişletmek istemektedirler.
ENKS demokratik sistemde yer almayı değil, demokratik sistemi tasfiyeyi amaçlamaktadır
Kuşkusuz biz de başından itibaren Kürtler arası ilişkiye önem verdik. Çeşitli Kürt çevrelerinin Türk devleti tarafından kullanılmasının önüne geçilmesini önemli gördük. Ancak ENKS gibi KDP etkisindeki güçler, Rojava Devrimi ile uzlaşmayı değil, tasfiye etmeyi tercih ettiler. Bu nedenle TC ve Kürt düşmanı çetelerle birlikte hareket ettiler. Efrîn işgalini desteklediler. Serêkaniyê ve Girê Spî işgalinde yer almak istediklerini açıkça ilan ettiler. Ancak ABD, TC ve KDP, daha sonra kullanmak açısından bunları Serêkaniyê işgaline doğrudan katmadılar. Bunların işgali meşrulaştıran tutumlarını bu aşamada yeterli gördüler. Zaten KDP’nin Başûrê Kurdistan’a sınır petrol bölgeleri dışında Rojava’yı Türkiye’ye, çetelere ve Suriye’ye bırakma yaklaşımı bulunmaktadır. KDP’nin düşündüğü Suriye’deki Kürtlerinin özgürlüğü değildir. Eğer sınırdaki petrol alanları kendilerine bırakılırsa Rojavayê Kurdistan’ın, diğer bölgelerdeki Kürtlerin ezilmesi, sürülmesi ve soykırıma uğratılmasına karşı bir tutumu olmayacaktır.
Suriye’de Rojava devrimcileriyle ENKS görüşmelerinin koordinasyonunu ABD yapmıştır. Zamanla daha iyi anlaşılmıştır ki; Rojava’da Kürtlerin uzlaşması ve birliğine dayanan bir Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye amaçlanmıyor. İlk önce ENKS’nin her şeye ortak edilmesi, sonrasında da devrimin tasfiye edilmesi amaçlanmıştır. Büyük bir halk devriminin olduğu Rojava’da, başta kadınlar olmak üzere halk dışlanmak isteniyor. Devrimin demokratik karakteri tasfiye edilip birilerinin iktidar ve yönetim yapıldığı bir Rojava hedefleniyor. Açıkça halkın güç olduğu demokratik devrim düşmanlığı yapılmaktadır. Demokratik devrimin tasfiyesi, yani ezilmesi dayatılmaktadır. Kürtlerin birliği ve yönetime katılması kabul edilir; ancak bu örtü altında demokratik devrimin tasfiyesini başta kadınlar olmak üzere Rojava halkının kabul etmesi mümkün değildir. Kadın Devrimi olarak gelişen bir devrimde yeniden erkek egemenlikli sistemi hakim kılmak, tarihin en büyük karşı devrimciliği olmaktadır.
ENKS’nin, KDP ve TC desteğiyle yaptığı dayatmalar sonucu görüşmelerin tıkandığı açıklanmıştır. Çünkü ENKS, demokratik sistemde yer almayı değil, bu demokratik sistemi tasfiyeyi amaçlamaktadır. Aslında Başûrê Kurdistan’da her türlü krize neden olan yozlaşma ve çürüme yaratan merkeziyetçi erkek egemenlikli iktidar ve yönetim anlayışı Rojava’ya da dayatılmaktadır. Demokratik sistem temelinde kendilerine gösterilen pozitif ayrımcılığı kabul etme yerine, yarı yarıya ortak ve hakim olma anlayışları vardır. Bunun için de demokratik sistemin dağıtılması, kadınların ve halkın demokratik mevzilerinin yıkılmasını istiyorlar. Hatta şimdiye kadar dışarda eğitilmiş, beslenmiş ve devrim düşmanlığı yapan, pêşmerge kavramıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan askeri bir kontra güç devrime dayatılmaya çalışılmaktadır. Uzlaşma değil dayatmalar yapılınca, çok esnek ve makul yaklaşan Rojava devrimci güçleri de görüşmelerin ENKS dayatmalarıyla tıkandığını açıklamıştır. ENKS öyle ki, Suriye rejiminin eğitim sistemi ve müfredatını savunacak kadar devrim düşmanlığı yapmıştır. Kürtler kendi eğitim sistemini yaratmışlar diyerek heyecan duyacağına, bu eğitim sisteminin yıkılmasını da hedeflemişlerdir.
Kuşkusuz devrime her zaman düşmanlıklar olur. Bu düşmanlıklar niye oluyor denilemez. Özgürlükçü demokratik zihniyet, yapılanma ve yeni yaşam anlayışında ısrar edildikçe bu saldırılar olur. Önemli olan örgütlü toplumla, yaşamın tüm boyutlarında gerçekleştirilecek toplumsal inşa ile devrimin temelini güçlendirip her türlü saldırıya karşı direnmektir. Rojava’da bu yönlü önemli gelişmeler olsa da hala ciddi eksiklik ve yetersizlikler bulunmaktadır. Zaman, devrimci tarzda kullanılmamaktadır. Ortaya çıkan koşullar daha büyük gelişmeler yaratma imkanı verirken, yetinmeci, vasat yaklaşım ve çabalarla bu fırsat kullanılmamaktadır. Devrimi güçlendirecek zemin ve imkanlar çarçur edilmektedir. Bu açıdan başta devrimin öncü güçleri kadın ve gençlik olmak üzere tüm toplumun erken iktidar ve erken çözüm anlayışlarını aşarak, devrimin heyecan ve coşkusu ile toplumsal yaşamın her boyutunda bir inşa hamlesi yapmaları gerekir. Kuşkusuz devrime yönelik tehlikeler yakın olduğundan, en başta da Savaşan Halk Gerçekliği’ne uygun bir özsavunma ve toplumsal inşa çalışması yürütmek gerekmektedir. Ancak bu temelde yeni dönem karşılanabilir.
Devrime yönelik sadece askeri değil, ideolojik ve örgütsel saldırılar da yapılmaktadır. Askeri ve siyasi saldırılar da, bu yönlü yapılan saldırıların yarattığı zayıflıklar üzerinden gerçekleşmektedir. Bu açıdan ideolojik ve örgütsel saldırılara karşı etkili bir mücadele yürütmek ve örgütlü topluma dayalı inşayı gerçekleştirmek çok önemlidir. Rojava devrimcilerinin ve Önderliğin eğitiminden geçmiş halkımızın bu gerçeğin bilincinde olduğuna, geçmişteki zayıflıkları gidererek her türlü saldırıya karşı güçlü bir direniş göstererek devrimi koruyacaklarına, Suriye’nin ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesinin temeli haline getireceklerine inanıyoruz.
Êzidî halkının özerk yaşamını kabul etmeyenlerin DAİŞ’ten hiçbir farkı yoktur
2020 yılında Şengal ve Mexmûr’daki Şehit Rûstem Cûdî Kampı’na da ağır saldırılar yapılmıştır. Bu saldırılar da Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye konsepti çerçevesinde yürütülmüştür. Zaten ABD bu saldırının arkasında olduğunu açıkça itiraf etmiştir. Türkiye, Irak ve KDP birlikte Şengal sorununu çözsün, diyerek TC ile nasıl bir ilişki içinde olduğunu da ortaya koymuştur. Devletleri gözeten uluslararası hukukta bile Türk devletinin isminin anılmaması gereken bir yere Türk devletini sokuşturmak, bu gerçekliği gözler önüne sermiştir. Türk devletinin Şengal’e yönelik hava saldırıları yapması, onlarca insanı katletmesi de ABD izni ve desteği ile olmaktadır. Türk devleti ve KDP, Êzidîlerin özerkliğine ve özgür yaşamına ne kadar karşıysa ABD de o kadar karşıdır. Bu durumda ABD ile DAİŞ arasında bir fark kalmamaktadır. DAİŞ saldırdığında hiçbir varlık göstermeyen Irak ve binlerce askeri gücü direnmeden geri çeken KDP, şimdi direnerek, bedel ödeyerek Şengal’de kalan, zor koşullarda yaşam sürdürerek, topraklarını bırakmayarak yaşamlarını özyönetim biçiminde örgütleyen ve özsavunmasını oluşturan Êzidîlere DAİŞ gibi saldırmak ve iradelerini kırmak istemektedir. Bundan daha büyük ahlaksızlık, vicdansızlık ve insanlık dışı bir durum olabilir mi? Binlerce insanın öldürülmesi, beş binden fazla kadının kaçırılıp tecavüz edilmesinin hesabını vereceklerine, bedel ödeyen Êzidîlere karşı bir saldırı içindedirler. Bu aslında, sizi soykırım ve tecavüzle karşı karşıya bıraksak da yine de bize biat etmek zorundasınız, demektir. Bunu hangi insanlık vicdanı, ahlak ve hukuk kabul eder. Mazlum Êzidî halkının özerk yaşamını kabul etmeyenlerin DAİŞ’ten hiçbir farkı yoktur. Dün DAİŞ’in yaptığını şimdi ABD-Irak-KDP ve TC yapmaktadır. Mazlumun sesinin değil, zalimin bağırıp çağırmasının duyulduğu çirkin bir gerçeklikle karşı karşıyayız.
Irak ve KDP arasındaki anlaşmayı isteyen, dayatan ve yaptıran TC’dir. Belki Irak böyle bir anlaşmayı kabul etmeyebilirdi. Ancak ABD de böyle olmasını isteyince, Irak da böyle bir anlaşmayı kabul etmiş ve uygulamaya koymuştur. Irak bu plan çerçevesinde attığı adımlarla TC’nin askeri rolünü oynamaktadır. Çünkü; Şengal’deki özerk yönetimin ve özsavunmanın tasfiyesini Türkiye ve KDP istemektedir.
Şengal’de Êzidî halkı 6 yıldan fazladır zorluklar içinde yaşamı örgütlemiştir. Yine Şengal’e geri dönenlere imkanları dahilinde destek vermektedirler. Şengal’e dönüşün engellendiği de bir yalan ve kara propagandadır. Şengal’e geri dönecek olanları da DAİŞ’in soykırımından, zulmünden kurtaranlar, HPG-YJA STAR gerillaları, YPG-YPJ savaşçıları olmuştu. Bu nedenle geri dönenlerin kabul edilmemesi söz konusu olamaz. Kuşkusuz şu anda Şengal’de olanlar topraklarını terk etmeyerek tarihi bir onur kazanmışlardır. Bunu da tüm Êzidîlerin Şengal’de yaşayarak Êzidîliğin var olması için yapmışlardır. Şengal aleyhine yapılan tüm kara propagandalar Türk devleti ve KDP kaynaklıdır. Gerçekle hiçbir alakası yoktur. BM kurumları da tümden ABD’nin ipoteği altında olduğundan gerçekleri söyleme, esas saldırgan güçleri teşhir etme yerine, özerk yönetim ve özsavunma güçlerini sorun gibi göstermektedir. Bu gerçeklik BM’nin ne kadar yozlaştığını göstermektedir. BM kurumları kendilerini finanse eden devletlerin oyuncağı haline gelmişlerdir.
Êzidîler tüm bu saldırılarına rağmen özgür ve özerk yaşayarak, kendilerini savunarak bir daha fermanlara uğramak istemedikleri için direnmektedirler. Önlerine tarihi bir fırsat olarak çıkmış özgür ve özerk yaşamlarını korumak istemektedirler. 3 Ağustos 2014 katliamı, Êzidîler için tümden yok olma tehlikesini yaşattığı gibi, dünyaya gözlerini açmalarını da beraberinde getirmiştir. Artık Êzidîler için yeni bir dönem ve tarih başlamıştır. 6 yıllık yaşam deneyimlerine ve emeklerine sahip çıkacaklardır. Bu özgür ve özerk yaşam için büyük bedeller ödenmiştir. Büyük şehitler verilmiştir. Dolayısıyla Êzidîlerin özerk yaşamı artık Êzidîlerin kutsal davası haline gelmiştir. Bazı işbirlikçiler Êzidîlerin özgür ve özerk yaşamı aleyhine çalışsa da, Êzidîlerin büyük çoğunluğu özgür ve özerk yaşamın heyecanını duymaktadır. Hiç kimse 3 Ağustos 2014’te yaşananları yok sayamaz. Binlerce kadının tecavüze terk edilmesini unutamaz. Bu kadınların yaşadıklarını unutmak tüm vicdanları kurutur, insanlığı bitirir. Êzidîler ve insanlık bitmemek için, onların anısına özgür ve özerk Êzidxan’ı yaratma sorumluluğu vardır. Biz Êzidîler için yeni bir tarih başladığına ve direneceklerine inanıyoruz. Önder Apo da Êzidîlerin özerk olmasını ve bu temelde binlerce yıllık acı ve zulmün böyle anlamlandırılmasını arzulamaktadır.
Şehit Rûstem Cûdî Kampı’ndaki halkımıza yapılan zulüm ve kuşatma da Şengal’e yapılandan az değildir. Kürtlerin yaşadığı bir mülteci kampı Türk devleti istiyor diye kuşatılmakta, aç ve susuz bırakılmak istenmektedir. Hastalar ölüme terk edilmektedir. Bir mülteci kampına yönelik yapılan bu baskı, zulüm, şantaj ve tehdit politikası uygulayıcıların karakterini ortaya koymaktadır. Düşmanın düşmanına yapmayacağı kötülükleri, bir Kürt gücünün Kürtlere yapmasını da tarih yazacaktır. Belki anlam verilemeyecektir ama yaşanmış olan ve hala yaşatılan bir gerçeklik vardır. Kürdistan’ın, Kürtlüğün merkezi olan Botanlılara bu yaşatılanlar, KDP’nin Türk devleti tarafından ne duruma düşürüldüğünü göstermektedir. 2014’te Hewlêr kapısını tutan ve DAİŞ işgalini engelleyen Mexmûr’deki halk, şimdi Hewlêr yönetimi tarafından ağır bir baskı ve ambargo altında tutulmaktadır. Türk devletinin Bakurê Kurdistan’da yaptığı ajanlaştırma ve Kürt’ü Kürt’e ihanet ettirme politikası ve uygulamasını KDP de Mexmûr’daki halka karşı yapmaktadır. Mexmûr halkı bu baskılar ve kuşatmaya rağmen direnmektedir. Kuşatma ve baskıyla dağıtılmak istenen Şehit Rûstem Cûdî Kampı, varlığını koruyarak üzerinde uygulanan tüm politikaları teşhir etmekte ve boşa çıkarmaktadır. Buraya da Rojava, Şengal ve Medya Savunma Alanları’nda olduğu gibi hava saldırıları yapılmakta, insanlar katledilmektedir. Her saldırı ve şehadetlerden sonra KDP saldırganı suçlayacağına, mağdurun suçlu olduğu açıklaması yapmaktadır. Tabii ki her zaman olduğu gibi, ‘orada PKK var, bu nedenle vurulmaları haklıdır’ diyebilmektedir. Bir Kürt partisinin, Kürdistan halkının özgürlük mücadelesini veren bir hareketin Kürt düşmanlığında öncü bir güç tarafından vurulmasını normal, meşru ve haklı görmesi de, Kürt halkı tarafından kabul edilmeyecek bir durum olmaktadır.
Aslında Kürt Özgürlük Hareketi’ne yönelik bu komplo ve saldırının koordinatörü olan ABD’yi bu düzeyde Kürt halkının özgürlük mücadelesine düşman hale getiren de KDP ve TC olmaktadır. KDP ve TC, ABD’nin İran konusundaki hassasiyetini bildiklerinden sürekli PKK ile İran’ın ilişkisi olduğunu ileri sürmektedir. PKK ve İran’ın birlikte ABD’ye karşı savaş yürüttüğü gibi yalan bilgi ve propagandalarla ABD’nin desteği temelinde Özgürlük Hareketi’ni her yerde tasfiye etmek istemektedirler. Kuşkusuz ABD, PKK’nin Önder Apo çizgisinde hareket etmesini kabul etmemekte, bu çizgiyi kapitalist modernite sistemi için tehlike görmektedir. Ancak soğuk savaş döneminin bitmesi, böyle cepheden ve doğrudan saldırıları gerektirmezken; ABD’nin Soğuk Savaş dönemindeki gibi hareket etmesi, KDP ve TC’nin kışkırtmalarıyla da bağlantılıdır. Kürt Özgürlük Hareketi artık soğuk savaş döneminde olduğu gibi sistemler arasında katı duvarlar örme ve cepheden düşmanlık yapma yerine demokratik zeminde, ideolojik ve siyasi mücadeleyi tercih eden bir siyasi mücadele tarzını benimsemiş bulunmaktadır. ABD ile doğrudan savaşma ve/veya soğuk savaş döneminde yapılanlar gibi ABD karşıtı cepheye katılma gibi bir yaklaşımı ve politikası yoktur. Ancak kapitalist moderniteye karşı demokratik zeminlerde ideolojik mücadele sürdürme ve alternatif sistem olma iddiasındadır.
Kuşkusuz Trump zamanında İran’a karşı sert politika yürütülmüştür. Nükleer silah anlaşmasından çekilerek, tüm Ortadoğu’da İran’ı geriletme savaşı içine girmiştir. Kasım Süleymani suikastı ile bu savaş yeni bir boyuta taşınmıştır. Bu suikast ardından ABD ile İran arasındaki savaş kapsamlı bir boyuta ulaşmasa da, süreklileşeceğini göstermiştir.
Kasım Süleymani suikastından sonra mücadelenin yoğunlaştığını söyleyebiliriz. Kuşkusuz bu durum, ABD ve İran’ın bölge güçlerini, özellikle de Irak’ı yanlarına çekme mücadelesini yoğunlaştıracaktır. ABD’nin TC-KDP ile birlikte Özgürlük Hareketi’ne yönelik saldırılarının bir amacı da, Özgürlük Hareketimizi İran’la karşı karşıya getirmektir. İran da Özgürlük Hareketi’ni ABD ile karşı karşıya getirmek isteyen oyunlar peşindedir. Özgürlük Hareketimizin her iki gücün politikalarının parçası olmaması da, bu güçleri Özgürlük Hareketimize karşı düşmanca politikalar ve yönelmeler içerisine girmelerini beraberinde getirmektedir.
Türk devleti tarihinin en ağır krizine girmiştir
Özgürlük Hareketimizin tasfiye edilmesi için komplonun devreye konulması, saldırıların çok boyutlu olmasını da beraberinde getirmiştir. Önder Apo’nun düşünceleri ve Kürt halkının özgürlük mücadelesi tüm Ortadoğu halkları ve insanlık için umut yaratırken, komplocular ve tüm zalimler tarafından bu umut yok edilmek istenmektedir. Buna karşı Özgürlük Hareketimiz büyük bir mücadele yürütmüştür. Özgürlük Hareketimizi tasfiye etmek isteyenlere bu mücadelenin özgürlük tutkusu yüksek bir halka ve yarım asırlık bir mücadeleye dayandığını, tasfiye etmek isteyenlerin tasfiye olacaklarını bir daha göstermiştir. Türk devleti tarihinin en ağır krizine girmiştir. Pusulasını şaşırmış bir biçimde yalpalamakta ve çarpacağı bir yere doğru sürüklenmektedir. Kapitalist modernite bir çıkmazı yaşarken Özgürlük Hareketimiz insanlığı çıkmazdan kurtaracak kutsal bir mücadele içindedir. İnsanlığa yol gösteren bir düşünce gücü ve halk olarak tarihteki yerimizi alacağımıza kuşku yoktur. Zorluklar fazladır, saldırılar fazladır ancak kazanma imkanları ise her gün daha fazla artmaktadır. Tabii ki pozitivist, olgucu gözle değil, tarihi toplumsallığın gönül gözü ile bakanlar için gerçeklik böyledir.
Özgürlük Hareketimiz baharda başlatmak istediği hamleyi Koronavirüs nedeniyle ertelemek zorunda kalmıştı. Koronavirüs ortaya çıktığı ilk dönemdeki bulanık ortam netleştirilip, Koronavirüs gerçeği ve bunun egemenler tarafından nasıl kullanıldığı netleşince 12 Eylül 2020 tarihinde ‘Tecride, Faşizme, İşgale Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı’ Hamlesini başlattık. Türkiye’deki ve Ortadoğu’daki devrimci demokratik güçlere saldırıyı hedefleyen 12 Eylül askeri faşist darbesinin yıl dönümünde bu hamleyi başlatmak, sadece Bakurê Kurdistan’da değil, tüm Ortadoğu’da Kürt düşmanlığı ve demokrasi düşmanlığında öncü olan Türk devleti ve işbirlikçilerini yenilgiye uğratacak bir devrimci demokratik bir hamle olmasındandır. Tecridi, faşizmi, işgalleri sonlandırmayı amaçlayan bu hamle ile faşizmi yenilgiye uğratmayı ve Önderliğimizin fiziki özgürlüğünü sağlamayı hedefledik. En keskin mücadele olarak da işgalleri sonlandırmayı, özgürlük güçlerinin önüne koyduk. Kürdistan’ın dört parçası ve yurt dışında aynı anda, ortak amaca yönelik bu hamlemiz, mücadelemizin tüm potansiyelini ve gücünü harekete geçiren bir etkide bulunmuştur. Kürdistan’ın dört parçasının ortak bir hamlede bulunması, ulusal birlik anlayışı ve sorunların bütünlüklü ele alınması açısından da önemli olmuştur. Kürdistan’ın tüm parçalarında yürütülen özgürlük mücadelesindeki en büyük eksiklik, yanlışlık ve zaaf; Kürdistan’da özgür ve demokratik yaşamın ancak bütünlüklü ele alındığında gerçekleşeceği bilincinin zayıflığıdır. Bu hamle, bu zayıflığı gidermede de önemli bir rol oynayacaktır.
Kürdistan ve Ortadoğu’da Üçüncü Dünya Savaşı koşullarında özgürlük ve demokrasi güçleri ile özgürlük ve demokrasi düşmanları arasındaki mücadele kritik bir aşamaya gelmiştir. Tarihi gelişmelerin hızlanacağı ve büyük kazanımların ortaya çıkacağı bir momentte bulunmaktayız. Önder Apo’nun, ‘Yaradılış anları’ dediği, küçük dokunuşların büyük kazanımları ortaya çıkaracağı bir dönemde, bu hamleyi süreklileştirerek ve mücadeleyi yükseltmede ısrarlı olduğumuzda kesinlikle kazanacağımız açıktır. Düşmanlarımızın bu düzeyde saldırması, kaybetmemek içindir. Ancak korkunun ecele faydası yoktur. Devrimci bakıştan kopmadan mücadele ettiğimizde kesinlikle kaybedecekler; Kürdistan ve Ortadoğu’da yeni bir özgür ve demokratik yaşam tarihi başlayacaktır. Tabii ki bu hamlenin ve mücadelenin taçlanması Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ile gerçekleşecek, bu da Kürdistan ve Ortadoğu halklarının özgür ve demokratik yaşamı olacaktır.
Bu temelde mücadele eden tüm güçlere 2021 yılında başarılar diliyor, 2021 yılının Özgür Önderlik, Özgür Kürdistan yılı olacağı inancımızı vurgulamak istiyorum.
Kaynak:http://serxwebun.org/index.php