Kürdistan’a Haki KARER öncülüğünde dönüş başlatıldığında gruba kimse başarı şansı tanımıyordu. Hatta dalga geçenler “Devrim yapıp Kürdistan’ı kurtaracaklarmış” diye alay ediyordu. Aslında pek haksız da sayılmazlardı. Zira Kürdistan Devrimcilerinin ne bir ilişkisi, ne parası, ne silahı, ne de teknik imkânları vardı. Yataklarını sırtlarına yükleyip ailelerinin gönderdiği paraları bir araya getirerek otobüs bileti alıp Kürdistan’a gelmişlerdi. Ama ceplerinde beş kuruşları dahi yoktu. Gidebilecekleri bir ilişki, adres, barınak yoktu. Yani sıfırdan başlıyorlardı.
El mahkûm! Bir taraftan iş bulup çalışacak diğer taraftan öğrenciler ve işçiler arasında aydınlatma, örgütlenme faaliyeti yürüteceklerdi. Bizzat Haki KARER’in kendisi hamallık, inşaat işçiliği başta olmak üzere her türlü işi yaparak günlük yaşamsal ihtiyaçları karşılamak için çalışıyordu. Başlarını sokabilecekleri bir barınakları olmadığı için inşaatlarda yatıp kalkıyorlardı. Günde bir öğün yemekle idare ediyor, bulgur, makarna ve melemen en lüks yemekleri oluyordu.
Gün onlar için iş dönüşü başlardı. Kahvehane, dernek, öğrenci yurtları, okulların bahçe ve kampüslerinde ideolojik tartışmalar geliştirerek aydınlatma faaliyetine büyük bir iddia ile abanmışlardı. Hiçbir zorluk karşısında asla yakınmayan, yılgınlık göstermeyen, şikâyetçi olmayan bir ruha sahiplerdi. Yaptıkları işin kutsallığının yüksek bilinci ile hareket ediyorlardı.
Hiçbir yayın organına sahip olmamalarına rağmen grubun her üyesi ülkenin her köşesinde aynı şeyleri dile getiriyordu. Ruh ve davranış dünyaları benzerdi. Bu herkesi şaşırtıyordu. İdeolojik yayın organına sahip olmalarına rağmen kendi kadroları arasında böyle bir ideolojik birlik kuramayanlar bunun sırrını bir türlü anlayamıyordu. Oysa bunun yanıtı çok basitti. Grubun kendi içinde ve kazandığı tabanına yönelik eğitim faaliyetindeki muazzam yoğunlaşma, bilgi sevgisi ve açlığı, okuma, araştırma, tartışma kültürü bu gelişmeyi yaratmıştı.
Grubun düşünce, dil birliğini sağlayan elbette Başkan Apo’nun yoğun eğitim ve aydınlatma çalışmalarıydı. Nitekim Başkan APO 1976 yılında gerçekleştirdiği Kürdistan seferinde şehir şehir gezip geniş katılımlı toplantı ve tartışmalar düzenlemiş, Kürdistan devrimci aydın gençliğinin ruhunu adeta fethetmişti.
Kürdistan seferinden Ankara’ya dönünce Demirlibahçe semtinde, 1977 yılbaşında arkadaşlarıyla yaptığı toplantı ve tartışma ile Kürdistan Devriminin programını adeta ilmik ilmik örüyordu. M. Hayri DURMUŞ bu toplantıda bütün konuşmalarını not etmiş ve düzenlemişti.
Bu dönem aynı zamanda faşistlerin, Türkiye ve Kürdistan genelinde devrimci gençliğe ve halka yönelik silahlı saldırılarının gemi azıya aldığı dönemdir. Kürdistan Devrimcileri faşistlere karşı gözü kara bir direniş geliştirerek adeta elaman dedirtmeye başlar. Hem de bunu şehir şehir gezdirdiği birkaç çakar-almaz tabanca ile yapar. Özellikle Antep, Urfa, Maraş, Elazığ, Kars, Amed, Ankara, Batman, Bingöl gibi kentler ve asimilasyonun etkili olduğu yerleşkelerde muazzam bir devrimci şiddetle faşistleri geriletmişlerdi.
Dünyayı değiştirmek, Kürdistan’ı özgürleştirmek gibi çok ağır bir yükün altına sıska omuzlarıyla giren bu militanların yaş ortalaması taş çatlasa yirmi, çok bilemedin yirmi ikidir. Ama kendilerine muazzam güveniyorlardı. Devlet, düşman onların indinde sinek kadar bile değildi. Onları destekleyen bir devlet, geniş bir halk topluluğu falan da yoktu. Sadece birbirlerinden güç alıyorlardı. Tek güç kaynakları ideolojik tercihleri ve yoldaşlarıdır. Aralarındaki sevgi, saygı ve bağlılık onlara muazzam güç sağlamakta, inançları ile birleşen bu güçle en büyük engeli aşılır kılıyordu. Görevlerine amatör ruhla sarılıyor, mutlaka başarmalıyız diyorlardı. Diğer yandan muazzam bir disiplin içindelerdi. Hiçbir dünya devrim deneyiminde böylesi bir amatör toplulukta bu derece güçlü bir disiplinin kurulabildiği kesinlikle görülmüş değildi. Dikkat edelim bu genç insanlar tarihsel bir mirastan yoksunlardı. Her hangi bir örgüt deneyimine de sahip değillerdi. Hemen hepsi açısından ilk siyasal-örgütsel deneyimdi. Bu nedenle her şeyi el yordamıyla yapıyorlardı. Ama bunu büyük-küçük hiçbir fedakarlıktan kaçınmadan büyük bir disiplin içinde yapıyorlardı.
Kürdistan Devrimcilerinin her türlü yokluğa meydan okuyarak böylesi büyük bir özveri ve disiplinle savundukları devrimci düşüncelerini çağdaş birer misyoner gibi yayma çabası kısa zamanda meyvesini vermişti. Grup hızla kitleselleşmekte ve dost-düşman herkesin dikkatini üzerine çekmektedir. Düşman bunun bir sonucu olarak Önderliğe yönelik olarak Ankara Dışkapı civarında adeta “ayağını denk al” dercesine bir suikast geliştirir. Bu başarısız suikast, ilki olarak tarihe geçer. Bununla da yetinmeyen düşman, grubu ve önderliğini kontrol altına almak ve provoke etmek için Pilot gibi ajanları aracılığıyla Ankara’da hareketi maceracı eylemlere sürüklemeye çalışır. Ancak Önderlik bunu da ustaca savuşturur. Bir ajan nasıl denetim altına alınır, nasıl kullanılır, adeta bunun dersini verir. Sezgileri en büyük silahıdır. Tehlikenin kokusunu en erkenden alır. Yoğunlaşmada yakaladığı düzey ona bu gücü kazandırır. Nitekim Tuzluçayır’da Mustafa KARASU’nun öğrenci evinde yapmayı planladığı toplantı öncesi içine adeta kurt düşer ve Şahin KILAVUZ ile Mümin AĞCAKAYA’yı evi kontrol etmeleri için önden gönderir. Sezgileri kendisini bir kez daha doğrular. Polis eve karakol kurmuştur. Sezgi gücü sayesinde kıl payı ele geçmekten kurtulur. Düşmanın kurduğu bütün tuzakları sezgi ve öngörü gücüyle bozan önderlik, hareketinin ve kendisinin cıva gibi ele avuca sığmaz olduğunu gösterir.
Grubun yürüttüğü propaganda, örgütlenme faaliyetleri ve devrimci şiddet temelindeki direnişi sayesinde hızla kitleselleşmesinin bir türlü frenlenememesi devleti, bu gelişmeye sahada, pratikte öncülük eden ‘hareketin gizli ruhu’ Haki KARER’i hedef tahtasına yerleştirme kararına götürür. Haki KARER 18 Mayıs 1977 tarihinde ajan-provokatör Sterka Sor örgütü eliyle katledilir. Önderlik, Haki’nin anısına verilecek en doğru yanıtın partileşmek olduğunu ilan eder ve çabalarını, yoğunlaşmalarını bu alanda derinleştirir. Haki’nin katline pratik yanıt verme görevini üstlenen Kemal PİR, Sterka Sor ajan örgütünü, tescilli ajan lideri Alaattin KAPAN’la birlikte tümden tasfiye eder.
Önderlik, Haki’nin vurulduğu haberini Ankara’da alır. İlk gayri ihtiyari tepkisi “Ah belim” olur. Ve mücadele hayatında ilk ve son kez Haki’nin ardından ağlar. Zira Önderliğin gözünde Haki sadece grubun önder kadrolarından birisi, kendisinin yardımcısı değildi. Önderliğin gözünde Haki Türk halkının temsilcisiydi. Onunla ilişkisi Türk halk önderiyle kurduğu eşitlikçi bir ilişki formundadır. Onunla konuşurken Türk halkının önderiyle konuşuyormuş gibi konuşur. Ama artık kendi yarısı olarak gördüğü yoldaşını yitirir. Ne yapmak gerekir? Bu komplo ile verilen mesaj nedir, ne anlamak ve ne yapmak gerekir?
Haki’nin komplo ile katledilmesinin hemen ardından adeta eş zamanlı olarak, devletin kurdurduğu ajan bir örgüt olan Tekoşin eliyle içimize sızdırılan Mehmet UZUN, Bozan ASLAN, Ahmet BALLI gibi ajanların marifetiyle grubu tasfiye etme; silah, daktilo, teksir makinası gibi bütün araç gerecine el koyma hamlesi geliştirilir. Bu tasfiye hamlesini Antep’e giden Başkan Apo bizzat göğüsler. Kullanılan ve aldatılan öğeler tekrar kazanılır, tasfiyecilerin tasfiyesi gerçekleştirilir grup yok olmanın eşiğinden alınır.
Tekrar Ankara’ya dönen Önderlik, “HAKİ KARER’in ANISINA” adlı kitapçığı Tuzluçayır’da hazırlar. “Şehitlerin anısına bağlılık ideallerini, amaçlarını gerçekleştirmedikçe ham bir sözden ibarettir. Haki’nin ütopyasını gerçekleştirmedikçe bize yaşam haramdır” der. Artık bu perspektif grubun en temel ilkelerinden birisi olur.
Kürdistan devrimcilerinin gösterdiği gelişme sadece devlet tarafından değil, kendisini sol, sosyalist olarak tarif eden kimi hareketler tarafından da sindirilemez. Onlarca Kürdistan Devrimcisi kendilerine sosyalist diyen gruplarca katledilir.
Haki KARER’in şahadet yıldönümünde bu sefer sadeliği, ağırbaşlılığı, fedakarlığı ve muazzam birikimiyle Hilvan halkının canından çok sevdiği Halil ÇAVGUN, Süleymanlar Aşiret Çetesinin ve polisin ortak saldırısıyla katledilir.
Kemal PİR bu sefer çok yakından tanıdığı ve çok sevdiği Halil’in katline yönelik misilleme görevine ısrarla talip olmuş ve üstlenmişti. Halil’in katledilmesini Hilvan halkı, Kürdistan tarihine ilk silahlı miting olarak geçen bir duruşla protesto eder. Kemal PİR ve arkadaşları, Süleymanlar Aşiret Çetesi teslim alınana kadar üstüne yürür ve cinayete katılan polisler cezalandırılır.
Kürdistan Devrimcileri yoldaşlarının katledilmesini asla bağışlamaz. En küçük iyiliğe en büyük iyilikle yanıt vermek kadar, hiçbir kötülüğü cevapsız bırakmamak onların amentüsüdür. Öyle davranıyorlardı. “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” ilkesine sıkı sıkıya bağlı olan grup kendisini etkili savunur. Hemen her cepheden böylesine şiddetli saldırı altında olan Kürdistan Devrimcilerinin bu ateş çemberinden geçebilmeleri bu sayede mümkün olabilmişti.
1978 yılına gelindiğinde artık Kürdistan Devrimcilerinin de resmi bir yayın organı vardı. Serxwebun! Serxwebun’u bütün kadro ve sempatizan yapısı adeta bayram sevinciyle karşılar. Sanki bütün dünya onların olmuştu. Bir kitap yüzlerce insan tarafından okunduğu halde nasıl yıpranmaz sorusunun cevabı, ona verdikleri büyük değerde gizliydi. Kutsal bir kitap gibi karşılanır Serxwebun ve adeta yutulurcasına okunup tartışılır. Serxwebun’u topluma, gençliğe taşıma, kavratma çalışması soluksuz yürütülür.
Mücadele artık öyle bir aşamaya gelmişti ki, amatör grup örgütlenme tarzıyla bu büyümüş olan gövdeyi yürütebilmek, yönetebilmek imkânsız hale gelir. 1978 yılına gelindiğinde Antep, Batman, Diyarbakır, Urfa, Mardin, Dersim, Elazığ, Bingöl, Kars gibi kentler Apocu hareket ile halkın kucaklaşmayı başardığı alanlar olarak yükselir. Öyle ki Apocu hareket Batman’da Belediye Başkanlığını kazanır, Bingöl’de kazanacağı kesinleşen adayı veto edilerek önü kesilir. Yakalanan muazzam kitleselleşmeye denk çağdaş bir örgütlenme formu artık ertelenemez bir ihtiyaçtı. Kürdistan halkının örgütsüzlük tarihine kesin bir darbe vurmanın zamanı gelmişti.
PKK birkaç düzine insanın yan yana gelerek kurduğu bir parti değildir. Halklaşmış bir ideolojik-politik çizginin kendisini partileştirmesidir. Halka rağmen, halk için değil, halkla beraber insanlık için çizgisinde inşa edilmiştir. Ve onu yenmek insanlık değerlerini yerle bir etmekle mümkündür. Bunu Roma, Moğol gibi güçler başaramadı. TC-AKP gibi yeni yetme barbarlar asla başaramaz.
Bugün Varto’da, Silvan’da, Cizre’de, Nuseybin’de, Silopi’de, Sur’da, İdil’de, Şirnex’te, katliamlarla bu halkın iradesini kırmaya, açlıkla, susuzlukla terbiye etmeye çalışanlar kiminle ve neyle uğraştıklarını bilmiyorlar. Kendisini yoktan var eden bir halk ve onun hareketi ile baş etmek, AKP terör örgütü gibi gelecekte tabela partisi olarak kalıp kalamayacağı bile kuşkulu mafya-çete tarzı örgütlenmelerin boyunu çok aşar.
Bu hareket Ankara’dan yola çıktı ve yine Ankara’ya dönecektir. Ankara’da 1. TBMM Kürdün halk olarak inkarını, asimilasyonla imhasını 1925 Anayasası ile kararlaştırdı. Yine Ankara’da bu kararı TBMM de kaldıracağız. Adeta “Gordionun kördüğümü” haline gelen Kürt sorununu adalet, eşitlik, özgürlük ilkeleri temelinde çözeceğiz. Bundan kaçış ve kurtuluş yok.
Bekle bizi Ankara, GELİYORUZ!