Kadınlar açısından uzun soluklu bir yürüyüşün ilk durağı olarak kabul edilen “Dayağa Karşı Kadın Yürüyüşü”nün 34’üncü yılında kadınlar yine Yoğurtçu Parkı’nda olacak.
O dönem yürüyüşün içinde yer alan feminist avukat Canan Arın, “Kadınların dirençlerine, sahip oldukları hakların ellerinden alınmaması için mücadele etmelerine ve sonuna kadar direnmelerine güveniyorum” dedi.
Feminist hareket açısından bir dönüm noktası olan “Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü” 17 Mayıs’ta 34’üncü yılını doldurdu. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı sonrası artan kadına yönelik şiddete karşı İstanbul Sözleşmesi’ni Uygula Kampanya Grubu “34 yılda hiçbir hakkımızı kolay kazanmadık, İstanbul Sözleşmesi’nden de şiddetten uzak, eşit yaşama hakkımızdan da vazgeçmeye asla niyetimiz yok” diyerek 21 Mayıs Cuma günü bir kez daha Yoğurtçu Parkı’nda kadınların şiddete karşı yalnız olmayacağını haykıracak. Çankırı’da 1987 yılında Mustafa Durmuş adlı bir hakimin, dayak nedeniyle boşanmak isteyen bir kadının davasını, “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmemeli” diyerek reddetmesi üzerine kadın hareketi 12 Eylül’den sonra ilk kitlesel mitingi “Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü” ile gerçekleştirmiş oldu. Her kesimden kadının yer aldığı yürüyüşü, kadın hareketinde önemli bir yeri olan feminist kadınlar örgütledi.
2 binden fazla kadının katıldığı yürüyüş sonrası şiddete uğrayan kadınlara danışmanlık verilmesi ve bir kadın sığınağının açılması hedefiyle kampanya başlatıldı. Yürüyüş darbeden sonra var olan sessizlik atmosferini dağıtırken dünden bugüne kadın hareketinin sol-sosyalist örgütler dışında Türkiye’nin birçok ilinde kitselleşmesinin de zeminini oluşturdu.
‘Yürüyüşten sonra kadın hakları gerçekten değişti’
O dönem yürüyüşte yer alan Mor Çatı kurucularından feminist avukat Canan Arın o günden bugüne hala en ciddi muhalefetin kadın muhalefeti olduğunu belirtti. “Dayağa karşı yürüyüş kampanyası” öncesinde kadınların bir araya geldiğini anımsatan Canan, yürüyüşe dair şöyle konuştu: “Şirin Tekeli kurallara tamamen uymayı seven bir insandı. Yürüyüş için mutlaka izin alınması gerektiğini düşünüyordu ve hakikaten izin alınmıştı. Yoğurtçu Parkı’nda yapılsın diye konuşuldu. Ama hiç kimse bu kadar ciddi bir yürüyüş olacağını ummuyordu. Resmi makamların böyle beklentileri yoktu. Kadıköy’de iskele kenarında çiçek satan kadınlar vardı. O kadınlardan bir tanesi ‘Ne oluyor’ diye sordu.
Biz de kadınların yürüyüşü var dedik. Kadın hemen eteklerini topladı, kendi çiçek tezgahını bıraktı ve ‘Ben de geliyorum’ dedi. Muhteşem, coşkulu bir yürüyüştü. Bütün balkonlardan insanlar salkım saçak bizi alkışlıyorlardı, çiçek atanlar vardı. Toplandıktan sonra bir kamyon üzerinde Şirin, kadına yönelik şiddetle ilgili konuşma yaptı. Tarihi bir konuşmadır o konuşma. Filiz Kerestecioğlu’nun bestelediği, ‘Kadınlar vardır’ şarkısı devamlı söyleniyordu. Hükümetin dahi beklemediği kadar önemli bir eylemdi. Yürüyüşten sonra kadın hakları gerçekten değişti.”
‘Kadınların mücadelesi ile Medeni Kanun değiştirildi’
O süreçte kadınların çabaları ile Medeni Kanun’un değiştirildiğini anımsatan Canan, “Ataerkilliği açıkça ifade eden bir kanundan, eşitlikçi bir Aile Hukuku’na geçmiştik. O dönemlerde kadınların çok büyük katkılarıyla Ceza Kanunu’nu değiştirdik. Ceza Kanunu’nda tecavüze uğrayan seks sektöründe çalışan kadınsa, fail daha hafif cezalar alıyordu. Daha sonra kadınların büyük isyanı sonucunda herkes göğsüne ‘Ben de fahişeyim’ yazdı. Karaköy’de sokakta toplanıldı. Kadın hareketinin mücadelesi sonucu o madde iptal edildi. Zinaya dair madde de kadınlar ve erkek açısından farklı düzenlenmişti. Kadın hareket sonucu insanların cinsel dokunulmazlıklarının olduğu kabul edildi ve buna karşı suçlar adı altında cezalar düzenlendi. Öldürme fiili eskiden ‘adam öldürme’ diye geçerdi o sonrasında doğrudan ‘öldürme’ fiili olarak yer aldı. 1992’de kadınların Küresel Önderliği diye ABD’de bir üniversitede kursa gitmiştim. Orada alınan bir kararla kadın hakları insan hakları denildi. Bu hak 1993’te Viyana İnsan Hakları Konferansı’na girdi. 1995’te de BM’de, Pekin’de kadın hakları ile ilgili bir toplantı yaptı. O toplantı sonucunda eylem planı çıktı” diye konuştu. Yürüyüşten sonra kadına yönelik şiddetin dünya gündemine oturmaya başladığını ve şiddet biçimlerinin tartışıldığını dile getiren Canan, “Daha sonra tüm dünyadan bu alanda çalışan uzmanlar bir araya gelerek İstanbul Sözleşmesi’ni hazırladılar. 2011 yılında İstanbul’da yapılan bir toplantıda Türkiye ilk imzacı oldu” ifadelerini kullandı.
‘Kadınların sonuna kadar direnmelerine güveniyorum’
Kadın hareketinin kadınlara kendi ayakları üzerinde durma ve birbirlerini desteklemeyi öğrettiğini dile getiren Canan, kadınların tekrar aynı dirençle yürüyüşe sahip çıkmalarına dair şöyle dedi: “Kadına karşı şiddeti protesto eden yürüyüşten bugüne dalga dalga gelen, kökleşmiş bir kadın hareketi var. Hükümet patriarkanın sarsıldığını gördüğü için ve ciddi olarak oy kaybına uğradığı için. Taliban, IŞİD zihniyetine taviz vermek üzere hukuka aykırı bir şekilde İstanbul Sözleşmesi’nden ayrıldığını ifade etti. Sözleşme hala geçerli. Patriarka köklerinden sarsılmaya başladı, iktidar da bundan çok korkuyor, onun içinde baskı gittikçe artıyor. Kadınların dirençlerine, sahip oldukları hakların ellerinden alınmaması için mücadele etmelerine ve sonuna kadar direnmelerine güveniyorum. Başkada güvenecek bir şeyim yok.”