Van’da iki yurttaşın helikopterden atılmasını duyuran gazetecilerin tutuklanmasına tepki gösteren TGS yöneticisi Çağrı Sarı, “90’larda gazeteciler öldürülüyordu, o zaman ölüm üzerinden korku yayılıyordu. Bugün de yapılmak istenen gazetecilere tehdit, baskı yolu ile onlara nefes alacak alanlar bırakmamak” dedi. Van’da iki yurttaşın helikopterden atılmasını kamuoyuna duyurmalarının ardından 6 Ekim’de gözaltına alınan ve “devlet aleyhine toplumsal olayları haber yapmak” iddiasıyla “örgüt üyeliği” suçu işledikleri öne sürülen muhabirimiz Şehriban Abi ve Mezopotamya Ajansı (MA) muhabirleri Adnan Bilen, Cemil Uğur ile gazeteci Nazan Sala 10 Ekim günü, çıkarıldıkları nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği tarafından tutuklandı. Gazeteciler, avukatları aracılığıyla cezaevinde de insanlık dışı muamele ile karşılaştıklarını aktardı. Şehriban ve Nazan Van T Tipi Kapalı Cezaevi’nde adli erkek hükümlülerin kaldığı koridordaki bir koğuşa konuldu. Türkiye Gazeteciler Sendikası İstanbul Şube Yöneticisi ve Evrensel Muhabiri Editörü Çağrı Sarı, gazetecilerin tutuklanmasını ve maruz kaldıkları hak ihlallerini değerlendirdi.
‘İşini yapan gazeteciler suçlu ilan edildi’
Gazetecilerin helikopterden iki kişinin atılmasını haberleştirdikleri için tutuklandığını söyleyen Çağrı, bu tutuklamanın baştanbaşa skandallarla dolu olduğunu kaydetti. Tutanaklara yansıyan “Devlet aleyhine toplumsal olayları haber yaparak”, “Şüphelilerin süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gösterir şekilde haberler yaptıkları…” gibi ifadelerin tamamen gazetecilik faaliyetleri olduğunu ifade eden Çağrı, dört gazetecinin işini yaptığı için suçlu ilan edildiğini dile getirdi.
‘Tüm topluma gözdağı veriliyor’
“İnsanların helikopterden atılmasının ihtimali bile korkunç. Üstelik raporlar da haberin gerçekliğini gösteriyor” diyen Çağrı, bu olayla ilgili sorumlu olanların yargılanması gerektiğini ancak tersine haber yapan gazetecilerinin tutuklanmalarının iktidarının otoriter yanını gösterdiğine dikkat çekti. Dört gazeteci üzerinden de bu olay özelinde tüm topluma tüm gazetecilere gözdağı verildiğine işaret eden Çağrı, “Bir gazeteci olarak tutanaktaki gerekçeleri gözdağı olarak görüyorum ve kabul etmiyorum” dedi.
‘Cezaevindeki uygulama ayrı bir yıldırma yöntemi’
Tutuklanan kadın gazetecilerin cezaevinde erkek adli tutukluların kaldığı koridordaki koğuşa konulması ve yemek verilmemesine ilişkin ise Çağrı şunları söyledi: “İnsanın gerçekten bir yerden sonra nutku tutuluyor. Kadın gazetecileri ayrı bir yıldırma yöntemi. Kadınlığı üzerinden cezalandırmak! Gazeteciyi gözaltına almak, tutuklamak zaten başlı başına sorunken bir de insanlık dışı koşullarda tutmak tam anlamıyla düşman olarak görmek anlamına geliyor. Bu uygulamayı sıkça duymaya başladık, geçtiğimiz hafta da Kars Belediye Eşbaşkanı Ayhan Bilgen gözaltında yediği yemekten ötürü zehirlenmişti. Ben bu durumun da tam anlamıyla ‘bakın buraları kaşırsanız, yapmış olduğumuz işleri ortaya çıkarırsanız, benden olmazsanız sizi süründürürüm’ demek. Bilgen’e yapılmak istenen topluma, gazetecilere yapılmak istenen de, gerçekte ısrar eden gazeteciye gözdağı anlamına geliyor. ‘İçerde de dışarda da peşinizdeyim’ demek.”
‘90’larda ölüm üzerinden şimdi tutuklama üzerinden gözdağı veriliyor’
Geçmişten bugüne gazetecilere yönelik baskıların sürdüğünü ifade eden Çağrı, şöyle devam etti: “90’lı yıllarda aralarında çok sayıda gazeteci cinayetlerinin de olduğu ‘faili meçhul cinayetler’ dönemiydi. Bugün de insanların helikopterden atıldığına dair haberleri yapan gazetecilerin tutuklandığı bir dönemi yaşıyoruz. 90’larda gazeteciler öldürülüyordu, o zaman ölüm üzerinden korku yayılıyordu. Bugün de yapılmak istenen gazetecilere tehdit, baskı yolu ile onlara nefes alacak alanlar bırakmamak… İki dönemin de benzer özelliği korku iklimi ile gazetecileri yıldırmaya çalışmak. İktidar her ne kadar tüm medyayı kontrol altına alma ve iktidarını da bu yöntemle koruma gibi bir derdi olsa da başaramıyor. Tam olarak istediğini alamıyor. Çünkü bir gazeteci çıkıyor birilerinin yaptığı bir adaletsizliği, çarpıtmayı, baskıyı haber yapıyor. Haksızlıkları haber yapıyor. İş ilişkilerini, para aktarımlarını, yolsuzlukları, işkenceyi yazıyor çiziyor…”
‘İktidarın bu sorunu hep olacak’
Bu durumdan rahatsız olan iktidarın, RTÜK aracılığıyla televizyonları baskıladığını ve maddi olarak boğmaya çalıştığını vurgulayan Çağrı, “Muhabiri, yazarı tutukluyor. Sonra da çarpık iddianameler yazıyor. İktidarın bu sorunu hep olacak, hep gerçeği yazan ve bir şekilde halka ulaştıran gazeteciler hep olacak” ifadelerini kullandı.
‘Sürekli haber yapmak diye bir suçlama olabilir mi?’
Gazetecilere yönelik baskılara karşı verilen mücadelenin yetersizliği üzerinde duran Çağrı, devamında şunları dile getirdi: “Birbirimize dokunamadığımız zaman bu operasyonlarla başa çıkamayız. Bu sessizliği delecek olan da bizleriz. Örneğin Van’daki gazetecilerin gazetecilikten tutuklandıkları çok açık. Bu kriterler bize şunu söylüyor: Gazetecinin görevi, ‘süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gösterir şekilde’ devletin lehine haber yapmaktır, aksi suçtur! Bu durum tüm gazetecilerin başına çorap örer. Gazeteci dediğin haber takibi yapar, haberde ısrar eder. Dosyalar hazırlar. ‘Sürekli haber yapmak’ diye bir suçlama olabilir mi? Bugün Van’daki gazeteciye sahip çıkmak aynı zamanda haber yapma hakkına sahip çıkmak anlamına geliyor.”
‘İktidar hoşnutsuzluğu giderme derdinde’
Böylesi çarpık suçlamalar karşısında yaşanacak sessizliğin gazetecilere yönelimi artıracağına işaret eden Çağrı, “Çünkü AKP seçmeni de dahil iktidarın uygulamalarından adaletsizlikten, eşitsizlikten, ekonomik gidişattan ciddi bir hoşnutsuzluk var. Bunları yazan haberciden hoşlanmayacak iktidar zira bu hoşnutsuzluğu dindirme derdinde” diye konuştu.