AKP’nin son çırpınışları

0
379

Selahattin ERDEM

Aslında AKP yerine Tayyip Erdoğan da diyebilirdim. Ya da ‘Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli’ demek daha doğru olurdu. Gerçi buna bazıları itiraz edebilir. ‘Şimdiye kadar Devlet Bahçeli kimleri satmadı ki, batarsınız bir gün Tayyip Erdoğan’ı da satabilir’ diyebilir. Bu konuda biz de benzer düşünüyoruz, yani ‘Hiç olmaz’ demiyoruz. Ancak şimdi adeta bir ruh ikizi gibi birlikte olduklarına göre, yaşanan iktidar çırpınışında birlikte anmak da hatalı olmaz. 

“Son çırpınış” deyimine gelince, bunun Türk özel savaş merkezi tarafından PKK için kullanıldığını biliyoruz. Bu bakımdan, ‘acaba doğru olur mu’ diye epeyce düşündük. Fakat Zaxo ve Kamışlo katliamlarını birlikte ele alınca da AKP-MHP iktidarının durumunu tanımlayacak başka uygun kavram bulamadık. Bu durumu bir de Tayyip Erdoğan’ın Putin ile yeniden görüşmek için Rusya’ya gideceği söylentisiyle birleştirince, yaşananlar için ‘son çırpınış’ demekten daha uygun ve açıklayıcı bir kavram olmadığını gördük.

Gerçekten de Tayyip Erdoğan, Kuzey ve Doğu Suriye’ye saldırabilmek için adeta yanıp tutuşuyor. Bunun için Türkiye’nin her şeyini pazara çıkardığı anlaşılıyor. Yine bu uğurda her türlü çılgınlığa baş vuracağı görülüyor. Peki neden? Belli ki iktidar ömrünü uzatabilmek için başka çaresi kalmadı. İktidarının sonu için geri sayım başladı ve günler de su gibi akıp gidiyor. Peki haziran gelip çatınca ne yapacak? 

Belli ki adil ve demokratik bir seçime gidemez. Böyle bir seçime gitse yüzde yüz kaybeder. Haziran gelip çatınca seçime gitmezlik de edemez. Mevcut açığı kapatacak kadar hile yapması da çok zor. Bunları ne dış güçler ve ne de iç güçler kabul eder. O halde ne edip edip hazirana kadar bir yolunu bulmalı. Ya seçimi kazanacağı yeni bir ortam yaratmalı ya da seçimi ortadan kaldırmalı. Mevcut sıkışıklık işte buradan geliyor. 

Çok açık ki, bu iki olasılık için de AKP-MHP’nin savaş yapması gerekiyor. Çünkü savaş dışı yollarla bu iki olasılıktan birini gerçekleştirmesi mümkün değil. Örneğin ekonomik iyileştirme veya siyasi reformla ne seçim kazanacak bir oy gücüne ulaşabilir ve ne de seçimi erteletebilir. Zaten ekonomik iyileştirme ve siyasi reform yapma gücü de kalmamıştır. Yalan ve demogoji de artık kimseyi aldatmamakta ve çare olmamaktadır. Mevcut durum ise kendisine kazandırmadığı gibi, tersine çöküş ve yıkılışı daha da hızlandırmaktadır.

Çünkü bir dönem yol ve bina yapımı ve benzeri şeylerle toplumu oyaladı ve yapabileceği kadar yağma yaptı. Ardından her şeyi savaşa yatırdı ve son yedi yıldır da bir yandan toplumu ‘teröre karşı savaş’ mavalıyla uyuturken, diğer yandan da söz konusu yağma ve talanı sürdürdü. Şimdi eskisi gibi savaş da yapamıyor ve bazı yalan ve demogojilerle toplumu da aldatamıyor. Ekonomik kriz had safhada ve Türkiye ekonomik sistemi aslında çökmüş. Merkez Bankasıyla uğraşarak durumu idare etme imkânı artık yok.

‘Teröre karşı mücadeleye’ gelince, 17 Nisan’dan bugüne yürütülen Zap savaşında aslında AKP-MHP faşizmi çoktan yenilmiş. Zap’ta gerilla karşısında ne ilerleyebiliyor ve ne de geri çekilebiliyor. Geri çekilmek istese bir yandan gerilla ezici vuruşlar yapar, diğer yandansa yenilmiş bir güç olarak hemen yıkılır. Aslında sıkışmışlığın çok önemli bir nedeni Zap savaşında içine düştüğü bu durumdur.

Peki bu durumda ne yapacak? İşte bir süredir Tayyip Erdoğan’ın kıvranıp durması bu soruya cevap bulmak içindi. Bunun için öngördüğü çare, Kuzey ve Doğu Suriye’ye saldırarak Til Rıfat ve Minbic’i işgal etmekti. Bunu yapabilseydi, ‘zafer kazanmış komutan’ edasıyla hemen seçime gidip sözde yeniden kazanacaktı. Bu biçimde ‘İşte misak-milliyi gerçekleştiriyorum, cumhuriyetin yüzüncü yıldönümünde Lozan Antlaşmasını bu temelde yeniden güncelleyeceğim’ propagandasını yapıp sözde seçimi kazanacaktı. Böyle bir savaştan sonuç alamaz ve seçim kazanma noktasına gelemezse de, o zaman ‘savaş var’ diyerek en azından seçimi bir süre erteleme imkânı bulabilirdi. 

Fakat Tayyip Erdoğan, umut bağladığı bu durumu gerçekleştirmek için bir türlü uygun siyasi ortam bulamıyor. Bunun için NATO’ya gitti, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girişini bu temelde pazarlık konusu yaptı. Hatta bazı çevreler, “Tayyip Erdoğan NATO’dan istediğini aldı” diye değerlendirdiler. Fakat açığa çıkıyor ve de görülüyor ki, aslında istediğini alamamış. Bunun ardından Tahran’a gidip İran ve Rusya ile de bu durumu pazarlık konusu yaptı. Buradan istediğini alamadığı zaten toplantı sonuç açıklamasına da yansıdı. Fakat Tayyip Erdoğan bu talebinden vaz geçmediğini, özellikle Rusya’dan destek beklediğini de açıkladı.

Bunları niçin bu kadar ayrıntılı anlatıyorum. Zaxo ve Kamışlo katliamları bunların ardından geldi de onun için! Tayyip Erdoğan, Tahran toplantısı ardından MGK’yi topladı ve söz konusu katliam saldırıları MGK toplantısında kararlaştırıldı. Bu katliamlarla TC Yönetimi muhataplarını uyarmaya çalıştı. Zaxo katliamı ile Irak ve İran Yönetimlerini, QSD Komutanı Jiyan Tolhildan ve arkadaşlarının Kamışlo yolunda katledilmesi ile de ABD ve Koalisyon Güçlerini uyarmak istedi. Yani böylece tehdit edip tepkilerini ölçmek istedi. Kuzey ve Doğu Suriye’ye izinsiz saldırdığında ilgili güçlerin ne tür tepki vereceklerini anlamaya çalıştı.  

Peki şimdi sonuç nedir? AKP-MHP faşist yönetimi beklediği zayıf tepkiyi almış mıdır? Açık ki bu konuda şimdilik somut bir şey belirtemeyiz. Irak toplumu önemli bir tepki vermiştir. Irak’taki TC işgali ve katliamları BM Güvenlik Konseyi’nde tartışılmıştır. Bunlar önemli bir düzeyi ifade etmektedir. Fakat bütün bunların AKP-MHP faşizmi üzerinde caydırıcı etki yapıp yapmadığı henüz net değildir. Aslında normal bir yönetim olsaydı, etki yapacak bir düzey vardı. Fakat mevcut AKP-MHP faşist yönetimi normal bir yönetim değildir. Derin çıkmaz içinde ve çöküşü yaşayan bir yönetimdir. Buna rağmen, asla iktidarı bırakmak istemeyen bir yönetimdir. AKP-MHP iktidarı başkasına bırakacak bir yönetim olsaydı, o zaman bu tür sorunların hiçbiri zaten yaşanmazdı. İktidarı bırakmak istemediği için bütün bunlar yaşanıyor.

O halde bu durumda ne olacaktır? Eğer güçlü bir karşı koyuşla önlenmezse, Tayyip Erdoğan yönetimi kendi başına Kuzey ve Doğu Suriye’ye saldırabilir. Irak’ta bir iç savaş yaratabilir. Hatta Suriye Yönetimiyle de savaşa girebilir. Ya da 15 Temmuz 2016’da olduğu gibi, yeni uyduruk darbeler tezgahlayabilir. Bu tür girişimlerle AKP-MHP faşizminin iktidarda kalmaya çalışacağını kesin öngörmek gerekir. Bu nedenle de Türkiye çok kritik bir ortamı yaşamaktadır. Önümüzdeki bir yıl içinde Türkiye’de her şey yaşanabilir. Bunun önlenmesi için iki çare, ya dış güçlerin ciddi yaklaşması ya da Türkiye demokratik güçlerinin inisiyatifli davranmasıdır. Erdoğan-Bahçeli çılgınlıklarını ancak bu durumlar önler.

Bunun için, kuşkusuz öncelikli görev Türkiye demokratik güçlerine ve Kürdistan Özgürlük Hareketine düşmektedir. Zaxo katliamının Türkiye’de protesto bile edilmemiş olması, bu cephenin ne denli zayıf olduğunu gösterir. Bu da Kürtlerin ve dış güçlerin rolünü öne çıkarmaktadır. Örneğin Irak Yönetimi ve siyasi partileri bu durumu bilerek sürece yaklaşmalıdır. Bu çerçevede TC askeri güçlerinin Irak’tan çıkmasını çok güçlü bir biçimde istemelidir. Suriye Yönetiminin de daha akıllı davranması gerektiği açıktır. Fakat en fazla Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi hazırlıklı olmalıdır. Esas olarak kendini ve halkı hazırlamalıdır. Fakat ABD ile Koalisyon Yönetimine de “Birlikte DAİŞ’e karşı savaş yürütüyoruz, DAİŞ’le ilişkili olan birileri gelip burada bizi vuruyor, ancak sizi vurmuyor ve siz de engelleyici hiçbir şey yapmıyorsunuz. Bu nasıl oluyor?” diye yüksek sesle sormalıdır.

Kaynak: Yeni Özgür Politika

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here