“Mazdek, Hürrem ve Babek gibi ünlü komünalistler tarafından sergilenen isyan ve direnişler, alan ve karakter unsurları nedeniyle Zerdüştizmin son temsili olabilir. Her üçü de hem İran-Sasani çürümüş monarşizmine hem de sefahat içindeki Abbasî sultanlarına karşı direnişleriyle kahramanlık simgesi oldular.”
-Rêber APO –
Ortadoğu’nun kadim tarihi merkezi uygarlıkların baskılarına karşı etnisite ve din temelli direnişlerle şekillenmiştir. Günümüz insanlığının en çok borçlu olduğu komünal değerler bu direnişlerde yaşatılmıştır. İbrani kabilelerinin direnişi, İbrahimi dinlerin çıkışı, Zerdüştilik, Karmatilik, Haricilik, Alevilik ve daha yüzlerce aşiretsel, kavimsel, mezhepsel, felsefik hareketler baskı ve zulüm karşısında özgürlük hareketleri olarak çıkış yapmışlardır.
Bu görkemli direniş tarihinin Nemrutlar karşısındaki adı Hz. İbrahim, firavunlar karşısındaki adı Hz. Musa olmuştur. Sonrasında Doğu-Batı hattında Buda, Konfüçyüs, Zerdüşt, Sokrates şahsında iradi ve ahlaki yükselişi görmekteyiz. Ardından gericileşen Yahudilik karşısında gizli tarikatların en etkilisi Esseniler Hareketi’nin etkilemesiyle yoksulların
kurtuluş umudu olma yolunda Hz. İsa tarih sahnesine çıkar. Bu tarihsel akış Mani dönemine gelindiğinde Esseniler (doğal olarak da İsacılık), Budha ve Zerdüşt düşüncelerinin bir karması halini alır. Bu gelişme seyri, aynı zamanda dini-kültürel etkilenmelerin düzeyini ortaya çıkarır ki, bu da hiçbir hareketin tek başına, saf olarak düşünülmemesi gerektiğini açıklar.
Zerdüştilik İran-Sasani imparatorluğunun resmi dini haline getirilip iktidarın aracı olma derekesine düşürülünce, buna karşı tarihten günümüze kadar gelişen isyanların sebebi olan reform hareketleri baş göstermiştir. İşte bu temelde Mezopotamya topraklarının tarihsel sıralama olarak Zerdüştilik ve Hıristiyanlıktan sonraki ilk büyük dini- felsefik-mezhepsel çıkışlar dönemi Mani ve Mazdek ile başlamış, İslamiyet döneminde ise Babek ve Hallac-ı Mansurlarla devam etmiştir.
Mazdek isyanı tarihin tanık olduğu büyük bir komünalist hareket olarak önemli bir yere sahiptir. Ondan önce komünalist fikirlerle direnen
hareketler olsa da hep gizli ve küçük guruplar halinde kalmışlardır. Açık ve yaygın etkisinden ve esasen de savunduğu tam eşitlikçi-ortakçı fikirlerden dolayı Mazdek hareketi ilk komünist hareket olarak anılır. Ancak dinde reformu öngörürken devlet yapısı içerisinde yer almasıyla geleneksel devletçi sistemin tümüyle dışında bir anlayış geliştirmediğini de eklemek gerekir. Bu durum Ortadoğu’daki direnişlerin genel handikabını oluşturmuştur. Esasen Mazdek’i en eski yaman komüncüler arasında saymak gerekir. İran-Sasani toprakları Mazdek’ten önce Mani’nin reform girişimine sahne olmuştur. Her iki hareket de katliamla bastırılmış olsa da kendilerinden sonraki tarihi de etkilemiş ve çeşitli direnişlerde çizgi olarak yaşamışlardır.
Hürremi hareketin temeli: Mazdekizm
Mazdek kimdir? Hangi koşullarda ortaya çıkmıştır? Hangi fikirleri savunan, nasıl bir önderdir? Kendinden sonraki tasrihi nasıl etkilemiştir?
Egemenlerin baskı ve zulüm tarihleri, demokratik uygarlık direnişçilerinin adları dâhil maddi-manevi tüm varlıklarının tarihten silinmeleri amacı üzerine kanla inşa edilmiştir. Bu nedenle Mazdek hakkında da tanıtıcı kapsamlı bir eser geriye kalmamıştır. Fakat günümüze ulaşabilen bilgiler bile Mazdek’in İran ve Ortadoğu demokrasi tarihinde ortakçı yaşam adına geliştirdiği sistematik fikirleri ve direnişiyle adı gururla anılacak bir halk kahramanı olduğunu göstermektedir.
Doğum tarihi tam olarak bilinmeyen Mazdek, Hamedanlı olup 499 tarihinde katledilen reformcu bir halk önderidir. Zerdüşt ve Mani’nin ardılı olarak değerlendirilen Mazdek dönemi Yahudi, Hıristiyan, Budist dinleri kadar Yunan felsefi ekollerinin de Ortadoğu’da tanındığı bir dönemdir ve Mazdek’i de etkilemediği düşünülemez. Ancak Mazdek’te ana doğrultuyu
belirleyen Doğu toplumsallığı olmuştur. Mazdek geliştirdiği felsefik anlayış ile Zerdüşt rahipleri ile Sasani aristokratlarının ortaklığıyla oluşan erkek egemenlikçi devletçi sisteme karşı eşitlikçi, ortakçı ve özgürlükçü bir düzeni savunmuştur.
Bu temelde de; 1-Mal ve servetlerin paylaşılması anlamında ortakçılığı
2-Kadın-erkek arasında eşitliği
3-İnsanlar üzerinde iktidar ve tahakküm kurulamayacağı düşüncesini felsefesinin merkezine koymuştur.
Toprak sahibi Dikhanlar ve tapınak topraklarının sahibi din adamları buna karşı hemen tavır almıştır. Bu tavır ilk önce her çağda olduğu gibi egemenlerin “Mazdek, kadınların da aynen servetler gibi ortak olması gerektiğini savunuyor” karalaması şeklinde ortaya çıkmıştır.
Mazdek, düşüncelerinin felsefik temellerini Zerdüşti Dualizm ile açıklamıştır: Aydınlık ve karanlık; İyilik ve kötülük daima savaş halindedir ve tanrı hariç her yerde bu durum zuhur etmektedir. Yine Zerdüştlükte olduğu gibi insan öldürme ve hayvan eti yenmesine karşı çıkmıştır. Din adamlarının ayrıcalıklarının ve ağır dini yükümlülüklerin ortadan kaldırılmasını; tüm kötülüklerin ve günahların kaynağı olan özel mülkiyet, şiddet, haset, öfke ve açgözlülüğün insandan uzak tutularak toplumun bir sevgi ve aşk toplumu haline getirilmesi gerektiğini savunmuştur.
Varlığın ilk oluşumunu aynı iyonyalı materyalistler gibi üç temel töz ile açıklamıştır: Ateş, toprak ve su. Diğer yandan Mazdek’e göre aydınlık tanrısı dört kişiye bahşettiği dört güç ve onların da kontrolündeki diğer güçlerle evrensel işleyişi yönetir.
Bunlar; 1- Yargılama (Mobad- Başyargılayıcı)
2- Anlama (Herbad-Anlamaya yol baş faktör)
3- Gizleme (Serpahhad-Başkumandan)
4- Coşku (Ramişgar-Keyif ve coşkunun ustası)
Buna göre bu dört kişinin denetiminde 7 güç vardır ve o yedi gücün elinde de 12 güç vardır.
Kısaca bu şekilde özetlenebilecek olan Mazdek’in düşünceleri ve savunduğu toplumsal düzen anlayışı hızla toplum içinde kabul görüp yaygınlaşmıştır. Bunun en temel sebebi de Mezopotamya topraklarında yaşayan halkların ortakçı yaşama aşinalığı ve o günkü koşullarda halen canlı olan köy komünlerinin varlığıdır.
Sasani Kralı 1. Kavas (Kawa, Kavad, Kavaz diye addedenler de vardır) bu durumu lehine çevirmek için Mazdek’in düşüncelerine başlangıçta sahip çıkar görünmüştür. Böylece Kavas, gittikçe güçlenen aristokratlar ve rahiplere karşı da elini güçlendirmiş olacaktı. İran’da Pers
İmparatorluğu’ndan beri rahip ve aristokratların -prenslerin- önemli bir yeri vardı. Ülke eyalet sistemiyle yönetilirdi ki bu sistemi tarihe kazandıran onlardı. Sasani döneminde bu sistem korunmakla beraber güçlü, merkezi bir krallık oluşturmak eğilimi ağır basıyordu.
Diğer yandan toplum içinde bir kastlaşma gelişmişti. En üstte tüm asilleri yöneten Şehinşah yer alıyordu.
Rahipler (atorbanan), savaşçılar (arteştaran), bürokrat ve sekreterler (dabiran) ve halk tabakası
(vasteryoşan) temel sosyal tabakaları oluşturuyordu. Prensler, geniş toprak ve mal sahibi aristokratlar ve rahipler hep birlikte ayrıcalıklı bozorgan (asiller) sınıfını oluşturuyordu. Toplumda daha alt seviyedeki bir ayrışma da Aryen soylu olan alt seviyedeki yöneticiler ve süvari birliklerinin temelini oluşturan azadan asilleri (hürler) ile Aryenler
haricindeki köylüler arasındaydı. Kralın meziyeti tüm bu farklı sınıfların kendi sınırları içinde kalmasını sağlaması ve adaleti tesis etmesinde görülürdü. Bu durumdan üst tabakalar faydalanıp sürekli palazlandıkça yoksul halk kesimleri de daha çok eziliyordu. Mazdek isyanının ana ekseni işte bu şekilde sayıları ve acıları giderek artan yoksullardan yana oluyor; doğal olarak da halktan destek buluyordu.
İşte bu şekilde kastlaşmanın yarattığı yaşam düzeyi farkına bağlı olarak devletin açık taraf tutar hale gelmesi ve devlet erkanının şatafatlı bir yaşam içinde yaşarken, halkın giderek derinleşen ve çekilmez hale gelen sorunlarını ciddiye almaması ya da görmemesi isyanın zeminini daha da güçlendirmiştir. Sasanilerin sınırları Doğu’da Hindistan’dan Batı’da Roma İmparatorluğu’na dek uzanıyordu. Roma parçalandığından dolayı da onun mirası üzerinden varlığını sürdüren Bizans imparatorluğu ile Sasani imparatorluğu rekabet halindeydi. Sasani kralları Yunan etkilerini silip Pers döneminin saray yaşam etkilerini yeniden canlandırma hevesindeydiler. Bu yüzden de Bizans’tan geri kalmayan şatafatlı bir yaşam Sasani soylularının ve saray erkânını etkisi altına almıştı. Zaten ‘Bin bir gece masalları’ denilen yaşam biçimi de bu dönemin ürünü olarak tarihteki yerini almıştır.
Elbette bu dönemin tarihe not düşen özelliği sadece Bin Bir Gece Masalları değildir. Daha sonraları Zaloğlu Rüstem destanına kaynaklık edecek olan Ardeşir Papekan üzerine kahramanlık öyküleri de bu dönemin yazılı tarihindeki haklı yerini almıştır.
Ardeşir Papekan bir Kürt hükümdar olarak Sasani devletini kuran kişidir. Ancak Fars soyluları kısa sürede onu tasfiye edip yönetimi ele geçirmişlerdi. Böylece Pers devletinin kuruluşunda olduğu gibi hanedan yönetiminin el değiştirmesinin bir örneği de Sasani devletinin kuruluşunda yaşanmış oluyordu. Bu durum aynı zamanda Kürtlerin devlet ve toplum
içindeki etkisinin sürdüğünün de bir göstergesidir.
Mazdek, Hamedan Kürtlerindendir. Ve iktidarla bütünleşerek bozulan Zerdüştiliği reformdan geçirerek devlet yönetiminde de reformu hedefleyen Mazdek ve taraftarları gittikçe güçlenmişti. Hatta 496’da Sasani kralını tahttan düşürüp ve sonradan kaçıp Ak-Hunlara sığınmış olsa da Kral Kavas’ı zindana bile atmışlardı. Kavas’ın yerine bir emanetçi olarak geçen Jamaspa, halk içinde etkisini bildiği Mazdek’e hoşgörülü yaklaşmış ve onun düşüncelerini benimser görünmüştür. Ancak sığındığı Ak-Hunların desteğini alan Kavas, 30 bin kişilik Ak-Hun ordusuyla saldırıya geçmiş ve 499’da Mazdek’i tutuklatmış, taraftarlarını yenilgiye uğratmış, Jamaspa da tahtı ona bırakmıştır.
Bir rivayete göre de Mazdek taraftarlarının katliamını başlatan Kavas’ın daha sonra tahta geçecek olan oğlu I. Hüsrev, Mazdek’i halkın önünde yeni dini açıklayabileceğini söyleyerek onu konuğu olarak saraya davet
etmiştir. Mazdek ve adamları daveti kabul edip saraya geldiklerinde kurulan tuzakla etkisiz hale getirilmişlerdir. Hüsrev, Mazdek’in adamlarını ayakları dışarıda kalacak şekilde baş aşağı olarak toprağa gömmüş ‘o şeytani mezhebinin mahsulünü gör’ dedikten sonra Mazdek’i de aynı yöntemle katletmiştir. Hüsrev’in bu katliamına karşılık Mazdek’in ölmeden önce “Bütün halkı katledebilir misin?” diye sorduğu rivayet edilir. Bu soru, aslında Mazdekçiliğin halk arasında ne denli yaygınlaşmış olduğunu göstermektedir. Katliamın doğrudan uygulayıcısı olsun veya olmasın, daha sonra Ortodoks Zerdüştiliği korumasından dolayı Hüsrev’e ‘ölümsüz ruh’ anlamına gelen anuşirvan (nuşirevan) lakabı verilmiştir.İnanç kaynağı gereği şiddet karşıtlığını savunmuş -pasifist- olan ve devletin içine girerek reform çalışmalarına yönelen Mazdek ve taraftarları kendilerini korumayı başaramamış ve katliamdan geçirilmişlerdir. Mazdek aydınlık tanrısının dört gücünden bahsederken günün koşullarına göre ileri bir reform programını şifreler gibidir: Yargılayarak anlamayı, anladığını korumayı, koruduğunu yaymayı ve sonunda coşkuyla zaferini ilan ederek aşk toplumunu kurmayı müjdeleyen bir reform programı. Fakat ne yazık ki, tıpkı Mani’nin girişiminde olduğu gibi bu erken reform denemesi de katliamla bastırılmıştır. İran yönetimi bugün olduğu gibi, politik olarak eritmeye çalıştığı güçleri kendi içine alma ve eritemediğini da katliama tabi tutma tarzını Sasani döneminde ustalıkla uygulamaya koymuş ve sonuç almıştı.
Özgürlüğün yüzyıllarca yankılanan derin çığlığı: Hürremizm
Mazdek’in katledilmesinden sonra eşi Hürrem bu mücadeleyi yüklenmiştir. Tarih kayıtları ataerkil egemenlerin yazıcılarına kaldığından dolayı Hürrem hakkında pek fazla bilgiye rastlanmaz ve adeta yok sayılır.
Hürrem’den beş yüz yıl sonra yaşamış olan Nizamülmülk ve kimi tarihçiler dönemlerine ulaşabilen birkaç bilgi kırıntısını aktarmış olsalar da, bir büyük gerçeğin aydınlanmasında önemli bir rol oynamışlardır. Sonraki hareketlerin özelliklerinden de anlaşılmaktadır ki, Mazdekizm Hürrem tarafından sürdürülmüş ve daha sonra Hürremizm adını alacak olan harekete de kaynaklık yapmıştır. Hürremizm, kökenleri Zerdüşti felsefeye dayanan komünalist bir mücadele çizgisidir. Anadolu Aleviliğinin de temel çıkış kaynağı olan Hürremizmin kavramsal olarak birden çok kökeni bulunmakta ve muhtemelen tümünün de birbiriyle bağlantılı olarak geçerliliği vardır. Hürrem kasabasından yapılan çıkış veya Hürrem’in anlamı olan hoş sözcüğünden dolayı hoş, iyi, güzel din anlamlarında Hürremizmin kullanıldığı iddia edilse de bunların Mazdek’in eşi ve yoldaşı Hürrem’den bağımsız olması düşünülemez.
Kadın yok sayılmıştır. Nasıl olur da bir kadın imparatorluklar karşısında görkemli direnişlerin öncülüğünü yapabilir? Bu düşünce egemenlerin en büyük korkulu rüyası iken kadını, Ana Hürrem’i yok saymaları anlaşılır bir husus olmaktadır. Hürrem burada bir simge olarak düşünülse bile neolitiğin ve Zerdüşti geleneğin İslamiyet öncesi son kadın isyanı olmaktadır. Kaldı ki Mazdekizmin ve daha sonra gelişecek olan Hürremi hareketlerin kadın eşitliği ve özgürlüğüne yaptıkları vurgu, Hürrem’in sadece bir simge değil tarihi bir karakter olduğunu göstermektedir. Çünkü bu düşünceler kadın iradesi ve mücadelesi olmadan kendiliğinden hasıl olabilecek düşünceler değildir.
Dönem, kadının toplum içerisindeki belirleyici gücünü çoktan yitirdiği bir dönemdir. Ataerkillik hükmünü icra etmektedir. Kadın gölgede, yitik ve kimliksiz kalmaya mahkûm edilmek istenirken buna karşı derinden bir başkaldırı dalgası gelişmektedir. Mezopotamya’da kadın, iradesini tümden yitirmemiştir. Eşitlik ve özgürlük arayışı sürmektedir. Burada
kadının yöntemi dönemin koşulları gereği, açıkça kadın kimliğiyle ortaya çıkıp öncülük yapmak yerine dolaylı olarak derinden bir isyanı örmektir. Mazdek’in, Cavidan’ın ve Babek’in yanındaki kadın duruşu toplum açısından güven ve onay duruşudur. Ana tanrıça özelliğinin karakteristiği burada kendisini dolaylı olarak yansıtmaktadır. Toplum kadının duruşuna bakarak direnişi ve öncülerini onaylıyor. Bu çok önemli bir husustur. İslam kayıtlarından hareket edilse bile ‘Mazdek’ten sonra karısı Hürrem düşüncelerini yaymaya devam etti’ ve yine ‘Cavidan öldürülünce karısı taraftarlarına Cavidan’ın ruhu Babek’te yaşıyor diyerek Babek’in öncülüğünü kabul ettirdi’ diye düşülen notlar bu tespitimizin ne kadar yerinde olduğunu göstermeye yetmektedir.
Hürrem Sasani katliamından sonra Rey şehrine giderek burada Mazdek’in katliamdan kurtulan birkaç yoldaşı tarafından düşüncelerinin yayılmasını örgütlemiştir. Nizamülmülk Siyasetname adlı kitabında hadiseyi şöyle nakletmiştir: “Mazdek, mal insanlar arasında ortaktır, diyordu. Çünkü insanlar, tanrının kulları ve Âdemin çocuklarıdır. Her biri ihtiyacına göre yekdiğerinin malını kullanmalı ve hiç kimse bu haktan yoksun kalmamalıdır. Herkes malca eşit olmalıdır. Mazdekin bu sözleri üzerine herkes malını ortaklığa koymuştu… Mazdek öldürüldükten sonra karısı Hürrem Binti Qade, iki adamıyla birlikte Medayin’den kaçtı. Rey kasabasına giderek halkı kocasının yoluna çağırdı. Peşine takılanlara Hurrem Din adı verildi… Hurrem Dinliler her yana dağıldılar ve her kentte başka bir ad aldılar ve her yerde de sürekli olarak baş kaldırdılar. Bâtınîler onlarla beraber oldu, çünkü her iki mezhebin aslı birdir.”
Mazdekilere karşı takibatlar Mazdek’in öldürüldüğü katliamla birlikte bitmemiş, I. Hüsrev tahta geçtiğinde de ikinci dalga katliamları gerçekleştirmiştir. Bu katliamcı zihniyetten dolayı Hürremizm yayıldığı her
yerde farklı adlar almış, bazen yer altına çekilmek zorunda kalmış ve kültürel olarak etkisini toplum içinde ve direnişlerde sürdürmüştür…
“Ta hazarda aradım seni
Saçların kara mıdır hala
Ve döver mi dizlerini
Ey isyanın anası
Anlatabilir mi seni yalnız
Bir payizin savrulan yaprakları” -Babek Destanı-Tuğrul KESKİN-
Hüsrev ve kendisinden sonra gelen Sasani kralları Hıristiyanlık, Yahudilik gibi diğer dini inançlara genellikle idareci bir mantıkla yaklaşsalar da, Mazdekçi akımlara tavırları katliamdan başka bir şey olmamıştır. Bunun
nedeni bu akımların özünde var olan komünalizm ve rejime alternatif olmalarıdır. İran içte bu tür bastırma hareketlerini geliştirirken Arabistan’da yeni bir din zaferini ilan etmiş ve hızla yayılmaya başlamıştı. Sasani İmparatorluğu da yayıldığı kadar yayılmış ve gücünün doruğunda olduğunu düşünmesine rağmen yayılım gösterdiği geniş toprakları kontrol edememiş ve esasen de kokuştuğu, çürüdüğü için 642 tarihinde nihai olarak İslam’ın kılıcına yenik düşmüştür. Orta Asya içlerine kaçan İran soyluları daha sonra burada Samaniler devletini kurarak varlığını sürdürürken, İran da dâhil tüm Ortadoğu toprakları 661’de kurulan Emevi Arap İmparatorluğu’nun eline geçmiştir. Bilindiği gibi İran bundan sonra İslamiyet’in Şii kolunu kendine uyarlamış ve İran Şialığını ortaya çıkarmıştır. Kürtler başta olmak üzere bölge halklarının birçoğu zor kullanılarak Müslüman yapılmıştır. Zor karşısında bile Müslümanlığı kabul etmeyen aşiret ve kabileler açık veya gizli direnişlerini sürdürmüşlerdir.
İslamiyet’in devletlerin temel ideolojisi haline getirilmesi ve egemenler elinde baskı aracına dönüştürülmesi karşısında Arap-Bedevi kültürünün özgürlükçü göçebe kabileleri başta olmak üzere birçok direniş geliştirilmiştir. Bu direnişler de genel olarak Bâtıni felsefe ekseninde vücut bulmuştur. Bâtınilik Hürremizmin de bir karakteridir ve onunla kaynaşmıştır. Bir ayrım yapacaksak o da dönemler temelinde olabilir ki, İslamiyet’in çıkışından sonraki direnişler daha çok dini ve islami motifler taşımak durumunda kalmıştır.
Emeviler karşısında giderek güçlenen Abbasi hanedanlığı henüz iktidara gelmeden önceki dönemde direnişlerin güç dayanağı olmuştur. Bunlar arasında Hidaş adı öne çıkmıştır. Direniş merkezi olarak da Horasan adı öne çıkmıştır. 725 yılından sonra Emevi karşıtlığını örgütlemek üzere Abbasiler tarafından Horasan’a gönderilen Hidaş lakaplı Ammar Bin Yezid’in Hürremizmi benimsediği ortaya çıkınca kentin valisi tarafından katledilmiştir. Ondan sonra da irili ufaklı birçok Hürremi isyan yaşanmıştır. Hürremizm komünalist özgürlükçü bir mücadele çizgisi olarak yüzlerce yıl varlığını sürdürmüştür. Emevi devletinin yıkılışı ve Abbasi devletinin kuruluşunda en önemli rolü oynayan Ebu Müslim Horasani’nin 753-4 tarihinde öldürülmesi ve taraftarlarının katliamdan geçirilmesinden sonra, 800’lü yılların ilk çeyreğinde Hürremiler Babek direnişiyle adlarını tüm dünyaya duyurmuşlardır.
Doğu’nun Devrimci Ruhu: Babek
Mazdekçiliğin bir devamı olan Hürremizm hareketinin gücünün zirvesine ulaşması Babek döneminde gerçekleşmiştir. Babek Zerdüşti bir Kürt olan Abdullah ile Azeri olan Matar’ın oğludur. Babası köylerde gezerek kandil yağı satmaktadır. Matar adı Friglerde doğurganlık ve bereket tanrıçasının
adı olup anne anlamına da gelmektedir. Babek’in anne ve babasına dair bilgiler onun iddia edildiği gibi ne sadece Kürt, ne Azeri olduğunu göstermesi açısından bir önem taşımakla beraber, öncülüğünü yapacağı Hürremi harekette milliyetlerin fazla bir öneminin olmadığını da belirtmek gerekir. Azeri halkı daha sonra Babek direnişini kendi uluslaşmasının temeli yapmışlardır; Kürtler, taşıdığı Zerdüşti karakter ve direnişçiliğiyle sahiplenmişlerdir. Bölge halklarının bu tarz sahiplenmeleri ve kendilerinden saymaları Babek’in taşıdığı toplumcu, özgürlükçü ruhtan kaynaklanmaktadır.
Babek’in babası Savalan dağında soyguncuların saldırısında öldürülünce, annesi başkalarına sütanneliği yaparak geçimlerini sağlar ve Babek’i bu sayede büyütür. Babek on yaşından sonra annesinden ayrılarak Tebriz bölgesinde çobanlık yapar ve sekiz yıl sonra köyüne, annesinin yanına döner. Mimed bölgesindeki Bilalabad köyünde yaşamaktadırlar. Bu
sıralarda Hürremiler tekrar tarih sahnesine çıkmışlardır. 808 yılında Azerbaycan’ın Bezz bölgesinde bir isyan başlatmış olan Hürremi hareketin başında Cavidan bin Sehl bulunmaktadır. Rivayete göre bir gün yoğun kar yağışı nedeniyle Cavidan ve adamları bu köye sığınırlar. Köyün ileri gelenlerinden ilgi ve hürmet görmeyince Matar’ın evine konuk olurlar. Matar ve oğlu Babek misafirlerini büyük bir saygıyla karşılar ve gerekli alakayı gösterirler. Burada Babek’in zekâsı ve İran dilini öğrenmiş olması Cavidan’ın dikkatini çeker ve neticede kendilerine katılmasını ister. Böylece Cavidan Babek’i Bezz dağındaki karargâhına götürür ve hocalığını yaparak yetiştirir.
Cavidan’ın ölümünden sonra eşi Babek’in Hürremi hareketin başına geçmesini sağlamıştır. Hürremileri toplayıp Cavidan’ın vasiyeti olarak şu sözlerle hitap ettiği kayıtlara geçmiştir:
“Genç Babek, ölen Cavidan’ın kutsal ruhunu taşıyor. Babek bundan böyle
topluluğun önderi olacak… Mazdek’in dinini yeniden ihya edecek. Babek sayesinde en düşkünümüz bile azizler gibi olacak, çaresizliğimiz son bulacak.”
Bunun üzerine Hürremiler Babek’i yeni liderleri olarak kabul etmiş ve kabul için daha önceki liderlere yapıldığı gibi geleneksel kabul törenini gerçekleştirmişlerdir. Topluluğun geleneklerine göre de Cavidan’ın eşi Babek’le evlenmiştir.
Babek hareketin güçlendirilmesi için gerekli tüm hazırlıkları yapar ve 816 yılında Bezz bölgesinde programının tebliğlerine başlar. Programı en sade haliyle eşitlikçi, ortakçı bir yaşam kurmaktır. Bu yaşamı korumak için bir nevi kurtarılmış alanlar yaratmanın mücadelesini başlatmıştır. Bunun üzerine Halife Memun ordusunu harekete geçirir. Bu ilk saldırıda Babek
güçleri zorlanır ve geri çekilmek zorunda kalır. Erdebil ve Zencan arasındaki kaleleri ele geçer ve halkı katliamdan geçirilir. Bundan sonra Halife Memun Bağdat’a döner. Babek gücünü toplayınca Halifenin Hürremileri bitirme görevi verdiği Ermeniye ve Azerbaycan valisi Yahha İbn-Maaz’ı 820’de yenilgiye uğratır. Ardından gelen vali İsa İbn- Muhammed’de bir yıl sonra yenilince Ali İbn-Sadaka bu görevi üstlenir. O da yenilince Memun bu kez Ahmet İbn-Cüneyt’i gönderir. Fakat Babek bu valiyi yenilgiye uğrattığı gibi esir alınca korkudan bu bölgeye kimse vali olmak istemez. Halife rüşvet olarak Musul’u da vererek 826 yılında Muhammed İbn-Tusi’yi Babek’le savaşmaya ikna edebilmiştir. Ancak Muhammed İbn-Tusi’nin sonu da farklı olmamış, hatta savaş meydanında canından olmuştur. Ondan sonra gelen Ali İbn-Hişam ise Babek’le savaşmayı göze alamayınca Halife ondan şüphelenmiş, Hürremilere katılabileceği korkusuyla 833’te Hişam’ı öldürtmüştür.
Aynı yıl Hürremilerin başka bir kolu da Ali Mazdek öncülüğünde İsfahan’da ayaklanma başlatmış ve Babek’le birleşmek üzere Azerbaycan’a doğru ilerlemiştir. Bu sırada Halifenin orduları İshak İbn-İbrahim İbn Museb komutasında Hürremilere saldırır ve yaşanan çatışmalarda her iki taraf da ağır kayıplar verip yenişemezler. Hürremilerin Hamedan kolu zorlandığı için Bizans topraklarına geçmek durumunda kalır. Ali Mazdek ise on bin kişilik gücüyle İsfahan’a döner. 833 yılı zorlu savaşların yılı olsa da Halife Memun bir sonuç elde edemeden ölür. Yerine Mutasım geçer.
Halifenin görevlendirdiği valiler Hürremilerle savaşta kaynaklarını kendileri bulmak zorundaydı ve bu nedenle de valisi oldukları bölge halkını vergilerle eziyor, talan seferleriyle, katliamlarla halkı canından bezdiriyorlardı. Halk üzerindeki baskı arttıkça Babek’in saflarına katılım da artmıştır. Bölgede ezilen birçok halk bu isyana katılmış ve Halifeliği ciddi olarak sarsmıştır. Babek genellikle Bezz karargâhından savaşları yönetse de birçok savaşa bizzat katılmıştır. Mücadeleyi yürüttüğü coğrafyanın niteliği ve kayıtlara düşen savaş sahnelerinden anlaşılmaktadır ki, özellikle dağlık araziyi iyi kullanarak yer yer pusu, sızma, baskın gibi gerilla tarzları ile başarılar elde etmiştir. Abbasi zulmünden bıkan Kürtler, Türkmenler, Farslar, Bedeviler, Ermeniler ve Gürcüler tarafından desteklenen Babek esas gücünü de buradan alarak savaşların galibi olmayı başarmıştır.
Mutasım iktidara geldikten sonra 835’te Babek’e karşı sarayındaki devşirme Türk komutan Afşin’i hazırlar. Afşin Mısır’daki bir halk ayaklanmasını bastırmıştır. Halife öncekilerden farklı olarak her türlü maddi ihtiyacını ve sürekli takviyelerle asker desteğini karşılayıp Bezz üzerine gönderir.Savaş birçok cephede yürür ve üç yıl boyunca sürer. Afşin orduları yenildikçe Halife destek gönderir ve en son Bezz kalesini kuşatmaya almayı başarırlar. Kuşatma karşısında Babek kent halkının savaş bölgesi dışına
çıkması için anlaşma önerir. Afşin bunu reddedip üstelik Halifeden bir af belgesi isteyip ardından teslim olursa ancak o zaman bağışlanacağını söyler. Babek’in yanıtı kimsenin affına ihtiyacının olmadığı şeklinde olur ve bir yarma hareketiyle kuşatmayı aşıp Ermeni topraklarına doğru yol alır. Kaledeki halk Müslümanlığı kabul edenler hariç-kılıçtan geçirilir.
Ermeni emirlerinden Sehl İbn-Sumbat, yanına sığınmış olan Babek’e ihanet eder. Babek Bizans topraklarına geçip gücünü toparlamak isterken onu oyalayıp bir komployla, yanındaki yoldaşlarıyla birlikte Abbasilere teslim eder.
“Benim destanım öyle bir destandır ki, ne Babek’le başlamıştır, ne de Babek’le bitecektir!”
Babek’in ortaya çıktığı koşullara bakıldığında muhalif halk kesimlerine
zulüm etmede Emevilerden geri kalmayan Abbasi imparatorluğu başta anılmalıdır. Abbasiler dönemi İslamiyet’in parlak dönemi olarak anılırken bölge halklarının neyle karşılaştığının hesabı büyük korkularla gizlenmekte ve gerçekler çarpıtılmaktadır. Oysa Abbasi İmparatorluğu İslam’ı değil, İslam’ın doğuş özüne ters düşerek Emevilere yakın bir konumla karşı-İslam’ı temsil etmekteydi. Dolayısıyla komünalist, özgürlükçü direniş hareketlerinin aslında İslamiyet ile değil, karşı-İslam ile savaştığını önemle belirtmek gerekir.
Emevilerle başlayan imparatorluk serüveni İslamiyet’in kullanılarak bir yandan bölgenin Araplaştırılmasını, bir yandan kadim Mezopotamya ve Anadolu kültürlerinin yok edilmesini, öte yandan da iktidarların saray yaşamlarının zevk ü sefa içinde sürdürülmesini hedefliyordu. Emeviler Hz. Ali’nin katli üzerine kanlı iktidarlarını kurmuş ve Abbasi hanedanlığı bu kan üzerinden yükselen zenginlikleri ele geçirmişti. Buna karşı Hürremi isyan ruhu halkların özgürlük ifadesi olarak karşı-İslam’ı temsil edenlere karşı toplumcu bir devrimcilik şeklinde kendisini göstermiştir.
Abbasiler 750 yılında Emevileri yenerek Halifeliği ve iktidarı ele geçirmiş ve 1258’de Cengiz Han’ın torunu Hülagü tarafından yıkılıncaya kadar da İslam dünyasının merkezi hâkimi olmuşlardır.
İlk Abbasi Halifesi Ebu’l Abbas dört yıl iktidarda kaldıktan sonra 754’te kardeşi Mansur tahta geçmiş ve 762’de devletin başkentini Şam’dan Bağdat’a taşımıştır. Bağdat, Mansur’un torunu Harun Reşid (786–809) döneminde halkların emeği, kanı, canı üzerinden tarihin en şatafatlı saltanatlarından birine tanıklık etmiştir. Öyle ki Sasanilerde olduğu gibi binbir gece masallarının tekrarı bu dönemde geçmektedir.
Harun Reşid’den sonra sırasıyla oğulları Emin, Memun ve Mutasım iktidarı devralmış ve bölge halklarına kan kusturmuşlardır. Emin’in annesi Arap,
Memun’un annesi Kürt ve Mutasım’ın annesi Türk’tü.
Bu dönemde Çin uygarlığı karşısındaki direnişlerine rağmen tutunamayan Türklerin kimi boyları Ortadoğu’ya gelmiş ve bir kısmı devletlerin paralı askerliğine girmiştir. Mutasım’ın annesi de Türk asıllı bir cariye olduğundan bu kesimlerle kolayca ilişki kurabilmiştir. 833’te tahta oturan Mutasım kendi döneminde Bağdat’ta Türk kökenlilerin idaresinde maaşlı özel bir askeri birlik oluşturunca bu durum Araplar arasında huzursuzluğa yol açmış ve 836’da Samarra adında yeni bir kent kurarak burayı başkent haline getirmiştir.
Başkentliği tekrar Bağdat’a iade edene kadar 57 yıl süreyle Abbasilere başkentlik yapan Samarra Babek’in katledildiği yer olarak anılacaktır.
Bağdat’a yakın bir yerde Dicle Nehri’nin kıyısında kurulan Samarra 4 Ocak 838 tarihinde büyük bir halk önderinin katliyle lanetlenecektir.
Bu katl olayında Samarra, tek bir çığlık sesini bile duymadan, kanlar içinde
parçalanmış kolları, baş ve ayakları şaşkınlıkla seyretmişti. İşte tek bir çığlık bile atmadan katledilen Samarra’daki direnişin kahramanı Hürremilerin lideri Babek’di.
Liderlik Cavidan’dan Babek’e geçmiş ve evlendiği kadın sayesinde taraftarların kabulünü görmüştü. Bu bir işaretti. Kadının bitmeyen gücünün işaretiydi. Samarra’da hem halkların hem de kadınların umutları kırıma uğratılmıştı. Tarihi çarpıtmak isteyenlerin hiçbir şekilde göstermek istemediği kadın gerçeği ve rolü Samara’da paramparça edilmek istenmişti. Dönemin erkek egemenlikli toplumsallığı ve buna karşı dolaylı olarak kadının oynadığı rol görülmeden Hürremizmin ve Babek’in hakkı verilemez.
Babek’in annesi Matar’dan başlayarak Babek’in inançlarının temelini oluşturan kadın aşağılanmak, bir malortalık malı olarak gösterilmek istenmiştir. Çünkü tüm Hürremilerin hedeflediği komünal yaşam kadın eksenli neolitik kültürün izlerini taşımaktadır. Egemenler kadın şahsında bu kültür ve sisteme saldırmıştır.
Babek kendi döneminde kurduğu toplumsal düzenle eşitlikçi, ortakçı yaşamı hâkim kılmış ve ezilen bölge halklarının umudu haline gelerek 20 yıl sürecek olan isyanlara katılımını sağlamıştır. Fakat kimi yetmezlik ve hatalar bu büyük mücadeleyi kalıcı kılmanın önüne geçmiştir.
Birincisi; devlet ve iktidar dışı olan toplumsal alanda eşitlikçi-ortakçı bir yaşamı savunurken devlet ve iktidar ilişkilerinden tümden soyutlanamamış olması, ideolojik ve stratejik olarak sistem karşıtlığını uzun vadeli başarıya ulaştırma şansının olmadığını göstermektedir. Taktik olarak ise dağlara dayandıkça savaşlarda başarılar elde ederken, kaleye girip de kuşatmada kalınca yenilgi ile karşılaşması neredeyse kaçınılmaz olmuştur.
İkincisi; diğer bölgelerdeki Hürremi hareket ve isyanları örgütleme ve birleştirme gücünü gösterebilmiş olsa Abbasi zulmünü bertaraf etmesi mümkün olabilirdi.
Üçüncüsü; İslam dininin ve feodalitenin yaygınca geliştiği bir döneme denk gelmiş bir isyan olarak karşı hamlesi objektif olarak dezavantajlı durumdaydı.
Dördüncüsü; İslam’ın yorumlanması, içtihat dönemi devam ediyor ve sistem kendini gerektiğinde düşünsel düzeyde esneterek sürdürme kabiliyetini gösterebiliyordu.
Beşincisi; buna karşı Babek’in toplumsal düzeninin teorik-felsefik temellerini çok kapsamlı ortaya koyabilmesi gerekmekteydi. Fakat daha çok eylemsel yönüyle öne çıkmıştı.
Önder APO Babekiler dâhil dönemin tüm direnişlerinin tam başarılı olamayışlarını şu şekilde açıklamaktadır:
“Özellikle Hz. Muhammedi’n ölümü, Ehlibeyt’in tasfiyesi ve ardından Emevi ve Abbasi hanedanlıklarıyla birlikte giderek katı bir gerici aşamaya gelinmiştir. Halkı temsil eden çok sayıda Bâtıni tarikatın ezilmesiyle, Ortadoğu uygarlığının üzerine tam bir karanlık çökmüştür. 10.-12. yüzyıllar arasındaki dönem, tüm tarihi etkileyecek büyük bir ideolojik-politik mücadele dönemidir. Ezilen ve yoksullaşan kesimlerin hareketi olarak ortaya çıkan Hariciler, Hürremiler, Babekiler, Karmatiler, Haşişinler, İsmaililer başta olmak üzere tüm Bâtıni hareketler aslında hem ideolojik hem de pratik olarak büyük bir mücadele vermişler; bir tür ilkel sosyalizmi temsil edip yaşamışlardır. Fakat üretim güçleri ve ilişkilerinin yaşanması gereken feodal biçimi henüz rolünü tam oynamadığından, bu hareketlerin
tam başarısı mümkün olmamıştır. Ama yine de özgürlük ve eşitlik mücadelesi tarihinde büyük bir yerleri vardır.”
Abbasi orduları zulüm ve vahşette sınır tanımıyordu. Bu durumda Babek ve halkı seçeneklerini ‘YA ÖZGÜRLÜK YA ÖLÜM’ biçiminde belirlemişti. Onların ki bir yenilgi değil tarihe yazılmış bir özgürlük destanıydı.
Sonuçta dost bildiğinden gelen ihanet Babek’i Samarra meydanına kadar getirmiştir. Samarra’da ölüme giderken bile Babek’in sergilediği tutum tek başına insanlığa bahşedilmiş çok büyük bir onur ve direniş mirası olmuştur. Af dilerse kurtulacağını söyleyen Halifeye karşı ölürken de diz çökmemiştir. Said Nefisi Babek’i anlattığı kitabında bu son anları şöyle hicveder:
“Babek, Mutesim’in yanına geldiğinde, Mutesim ona şöyle demiş: Ey Babek, sen öyle bir şey yaptın ki, hiç kimse böyle bir şey yapmamıştır. Şimdi de hiç kimsenin tahammül edemeyeceği kadar tahammül etmelisin.
Babek de ‘yakında benim tahammülümü görürsün’ demiş. Mutesim: ‘Bunun iki elini benim gözümün önünde kesin’ diye emir verdi.” “Mutesim onun ellerinin ve ayaklarının kesilmesini emretti. Onun bir elini kestiklerinde, öteki elini kana batırıp yüzüne sürdü ve yüzünü gözünü kanlı kıpkırmızı yaptı. Mutesim, ‘ey it bu ne iştir?’ diye sordu. Babek şöyle dedi: ‘… İnsanların yüzü, bedenlerindeki kan nedeniyle kırmızı oluyor. Kan bedenden akıp gittiğinde, yüz sararır. Bedenimden kan akıp gittiği zaman halk, ‘yüzünün rengi korkudan sararmıştır’ demesin diye yüzümü kana boyadım.”
“Ona acı çektirmek amacıyla Mutesim, cellad kılıcı onun iki alt kaburgasının arasından yüreğine sokmasını emretti. Bunu yaptıktan sonra, Mutesim’in emri üzerine onun dilini kestiler, onun vücudunu darağacına astılar. Başını Bağdat’a götürüp, köprü üzerinde bir ağaca taktılar. Sonra aynı başı, Horasan’ın kent ve kasabalarında dolaştırdılar.
Nedeni ise şuydu ki; o, halkın yüreğinde kök salmış büyük bir nüfuza sahipti.”
Ve son sözleri…
“… Bütün müstebitler (zalim hükümdarlar) gibi sen de yanılıyorsun. Çünkü benim destanım öyle bir destandır ki, ne Babek’le başlamıştır, ne de Babek’le bitecektir. Ey zavallılar, siz hiçbir zaman özgürlük yangısının ne demek olduğunu anlamayacaksınız. O dehşetli yangı ki, yüreği yakıp küle çeviriyor. Özgürlük, o ister tatlı olsun, isterse acı; yalnız oydu benim secdegâhım! Ve müstebit ki beni öldürüyor, o da hiçbir zaman anlamayacak ki, ölümü ile özgürlük fedaisi büsbütün yok olmuyor…”
İşte bu son sözlerinde de ortaya koyduğu gibi O, dünyayı verseler de özgürlüğe değişmeyen Kemal Pir olarak bizlere ulaşmış oluyor. 15 Ağustos
dirilişini yaratan ölümsüz komutanımız Agit olarak özgürlük tutkusuyla yeniden buluşuyor. Sıkılı yumruklarda saklı öfkemiz ve yüreklerde sönmeyen isyan ateşimiz olarak özgürlük mücadelemize ruh katıyor. Bunun için de O’nun ruhu, başta Kürtler olmak üzere tüm Ortadoğu halklarına komünalizm özlemini ve onu yaşatmanın iradesini taşıyor.
Kaynak: ABDULLAH ÖCALAN SOSYAL BİLİMLER AKADEMİSİ