Evet, bir de dağlıların aşkı var. “Yar göğsüne baş komadan vurulup düşenlerin” aşkları var, yüzlerce, binlerce erkek ve kadınların aşkları var. Yazılmamıştır. Kapitalist modernitenin sahte ve kirli yaşamında, aşklarında yaşayamayıp da dağların nefesinde aşkı soluyanlar, bambaşka bir aşkı yaratanlar var. Ruhlarıyla, düşünceleriyle, gülüşleriyle, derin duygularıyla, terden sırılsıklam hale getiren emek güçleriyle ve topraklarına, topraklarının insanlarına, yoldaşlarına büyük bir AŞK ile bağlı olup da kendini ölüme, uçurumlara atmakta bir an bile tereddüt etmeyenler var. İşte dağlar şimdi bu AŞK’ın iklimindedir, mevsimler bu AŞK’a göre oluşuyor, hayat buna göre dönüyor. Analar, kadınlar, genç kadınlar şimdi bu dağlarda yaratılan AŞK’ın aydınlığı ile aydınlanıyor ve aydınlatıyor. Erkek egemenliği, onun zirveleşmiş kapital sistemin maskeleri, yalanları bir bir bu hakikatin sıcaklığında, ışığında eriyor. Buradan özgürleşen kadınlar ve erkekler, ilişki biçimleri gelişiyor. Egemen soykırımcı faşist erkekçi sistemlerin topraksızlığına, kimliksizliğine, iradesizliğine, aşksızlığına inat, 21. yüzyılın ilginç, orijinal ve temiz AŞK’ları dağlarda yeşeriyor, kırlara, ovalara, şehirlere dalga dalga özgürlük olarak yayılıyor.
Ve tabii ki tüm bunları deneyimleme, anlama ortamı, alanı sağladığı için, derin bir Kadın özgürlük yoğunlaşmasına, örgütlenmesine, mücadele gücü oluşturmasına, dil gücü yaratmaya bizi hep sevk ettiği için borçlu olduğumuz İMRALI var! Şehirlerin o çok yoran, kaybettiren, kendi öz düşünce ve benliğinden uzaklaştıran atmosferinden, dağların o kendini buldurtan, tanıştıran mücadele ortamına taşıran Reber Abdullah Öcalan, bir AŞK kimliğidir. Tüm klasik aşkların ötesinde bizleri bu AŞK’la tanıştıran, Leyla’dan Mevla’ya, tekilden evrensele, maddeden enerjiye doğru giden AŞK’la buluşturan AŞK EMEKÇİSİ Reber Abdullah Öcalan Kürdistan’da, Türkiye’de ve Ortadoğu’da büyük bir çığır açmıştır. Bizlerin Aşkı bu dağlarda özelleşmiş iki’liği aşıyor, fiziği aşıyor, çokluğa doğru taşıyor, derin bir metafizik oluşturuyor. Tarih bu topraklarda ikinci kez O’nun önderliğinde kadın devrimine tanık olmakta, AŞK’ın yeniden canlanışına, Özgür Yaşamın Hakikat olmasına şahitlik etmektedir. Zordur, bedelleri ağırdır, ama farklı duygu tatlarının iç içe olduğu büyük bir güzelliği vardır.
Bu Özgür Aşkın Önderliğini ve Ölümsüzleşen Aşk Yolcularını-Yoldaşlarımızı bu yazı vesilesi ile selamlamak isterim, bir borç olarak.
Son söz mahiyetinde;
Aşk gibi kutsal ve anlamlı bir hakikatin, ölme ve öldürme ile, bireycilik ile, madde-beden ile eş anlamlı hale getirilerek tüketildiği, çarpıtıldığı bir çağda, aşkın sosyolojisini tartışmak doğrusu çok zor. AŞK gibi bir anlam deryasının anlamsızlık girdabında boğulduğu bir zamandayız. İktidar odaklarının savaşlardan kan gölüne çevirdiği, endüstriyalizmin kar hırsından nefes alınamaz bir dünya haline getirdiği, her an tecavüzün, cinayetin, iliklerine kadar sömürünün, alınıp-satılmanın, soykırımların, kadın kırımların, toplum kırımların, gençlik ve çocuk kırımlarının yaşandığı bir mekan ve zamanda AŞK’ın sosyolojisini değerlendirmek gerçekten de çok ama çok zor. Yazmaya çalıştım, daha çok kendi yaşamımızın yaratmış olduğu bakış açısı üzerinden yorumlamaya çalıştım. Esin kaynakları bellidir. Kadınların ortak aklı ile, eleştirilerle, yetersizlikleri tamamlama kültürü ile daha da yetkinleştireceğimize inanıyorum. Ancak asl olan özgürlük zihniyetini kadına, erkeğe, çocuğa, gençliğe, analarımıza, babalarımıza kazandırabilmek ve kazanılan bu özgürlük zihniyetini egemen erkeğe, devletlere, soykırımcı, kadın ve çocuk kırımcı faşist iktidarlara karşı her yerde ve her zamanda savunabilmektir. Sadece savunmak da değil, özgürlüğün ve aşkın alanını daha da genişletmek üzere büyük bir özgüvenle, iradeyle, cesaretle, AŞKLA bunların üzerine yürüme ve başarma görevimiz ve sorumluluğumuz vardır.
Çiğdem DOĞU