Aşkın sosyolojisinden damlalar; Toplumsal aşklar özgür eş yaşama

0
900

  İKTİDARLAR KARI VE KOCALIĞA GÖTÜRÜR!

Günlerce bu yazıyı nasıl yazmam gerektiği üzerinde yoğunlaştım. Özgür Eş Yaşamda Aşk gerçekliği, Aşkın Sosyolojisi konusunu nasıl yazabilirdim, anlatabilirdim? Aşkın çok farklı bir anlam ve yeni bir boyut kazandığı özgürlük mücadelesindeki yaşamın öğrettiklerini, kazandırdıklarını nasıl ifade edecektim? Okuduğum kitap ve yazarlar üzerinden teorik bir yazı mı olmalı, dilden dile anlatılan aşk hikayelerinin bir yorumu mu olmalı, yine özgürlük mücadelesinde yaşanan yeni aşk değerleri ve deneyimleri üzerinden mi yazmalıydım? Bu yazının, AŞK ve AŞKIN SOSYOLOJİSİ gibi bir yazı konusunun standart bir formatı olabilir miydi? 

Aşk özgürse, düşüncesi ve yazısı da özgürce akabilmeli, standartlara, kalıplara, alışmışlıklara sıkıştırılmadan anlatılabilmeli diye düşündüm ve yapabilirsem hepsini iç içe geçirerek, bütünleştirerek yazmalıyım diye karar verdim. AŞK’ı hak ettiği gibi anlatmak elbette ki çok zor, hele de AŞK’ın SOSYOLOJİ ile bağıntısını kurmak ve bunun da ÖZGÜR EŞ YAŞAM’daki izdüşümünü anlatmak daha da zor. Deneyeceğim, eksiği, yetersizliği olursa okuyucunun eleştirisel affına sığınıyorum.

FERZE’NİN ANNESİNİN AŞKI…

Yazıyı nasıl yazacağım diye sıkıntılar içinde kıvranırken, Ferze adlı arkadaşımla karşılaştık, biraz konuya ilişkin görüşlerini sordum. Yazının önünü açacak sihirli sözcükleri kafasında arar gibiydi ve sonra anne ve babasının kısa bir hikayesini de anlatarak bana yardımcı olmaya çalıştı. Dersimli olan anne ve babası, evlenmeden önce dillere destan bir aşk yaşamışlar, daha sonra evlenmişler, evlendikten sonra da bu sevgilerinden bir şey yitirmemişler, zamanla iki kız çocukları olmuş. Fakat babası Türkiye sol örgütlerinden birisinde militan olarak mücadele etmeye başlamış, bir yandan büyük bir aşkla sevdiği eşi ve biri doğmuş kızı, diğeri de doğmak üzere olan çocuğu, diğer yandan da mücadele aşkı. Sonra babası Türk devleti tarafından katledilmiş, daha genç bir kadın olan annesi biri doğmak üzere olan iki çocuğu ile ortada kalmış. Sonra toplum baskısı ile zorla başka biri ile evlendirilmiş, çocuklarından ayrılmak zorunda kalmış. Ancak annesinin yüreği bir türlü başkasını kabul etmemiş, başkası ile evliyken bile yıllarca her yaz geldiği köyde haftanın her cuma akşamı babasının mezarına gidip ibadet eder gibi ağlamış. Anne ve babasının aşkının başına gelen de klasik Ortadoğu aşklarının başına gelenle aynı olmuş. Sonu ölümle, trajediyle biten bir aşk örneği daha. “Bence kadınla erkek arasında sıkışmış kalmış bir aşk yoktur. Aşk bambaşka bir şeydir, daha evrensel ve özgürlüksel bir duygudur. Cins birlikteliklerini aşan bir duygudur” dedi Ferze. Kendi mücadele yaşamında tanık olduğu bazı anları, o anlarda yaşadığı aşksal duyguları örnek verdi, “içinde karşı cins yoktu ama aşk gibi heyecan ve coşku verici anlardı” dedi. “Dersim’in o yüksek tepelerini kilolarca yükle tırmanıp da yerlerimize ulaştığımızdaki heyecan, o zirvelerin seni sarmalaması, yoldaşların sana bir çay verişi, bir zorluğu aşmanın, bir görevi yerine getirmenin mutluluğunu ve huzurunu arkadaşlarınla paylaşarak yaşamanın neşesi, hazzı aşk değil midir?” diye sordu. “Ben gece körüyüm, yıllarca gece hareketlerinde defalarca düştüm, taşlara çarptım, vücudumda savaş, mermi yaralarından daha fazla iz bırakan taşlara çarpma yaraları var, ama ben yirmi yıldır asla düştüğüm için, taşlara çarptığım ve yaralandığım için bir kez bile öfkelenmedim, kızmadım, tepki duymadım. İnsan aşık olduğuna kızamıyor, dağlara, taşlara, bu mücadeleye aşık olmuştum, kızamadım, ağzımdan kötü bir söz çıkmadı hiçbir zaman. Bu da bir aşk değil mi?” dedi.

Yarım kalan bir aşkın meyvesi olarak Ferze, annesinin ve babasının tamamlayamadığı aşklarını, özgürlük mücadelesine taşıyarak farklı bir boyuta ulaştırmış. Aşkı iki’li olmaktan çıkarmış aslında.

Sonra YPJ’de Rojava’da DAİŞ’e karşı savaşmış Jiyan arkadaşla biraz tartıştık. Dedi ki “Bir ortak amaç içinde arkadaşlık, yoldaşlık, dostluk tüm kalıplaşmış aşklara bedeldir. Savaş, mücadele arkadaşlığı bir aşk gibidir. Böyle olmasa biz dünyanın bu en vahşi çete örgütüne karşı başarılı olabilir miydik?” dedi. Bazı örnekler verdi, Ebu Leyla’dan bahsetti, hani o Kobani savaşında büyük bir cesaretle, neşeyle savaşan, Minbiç hamlesinin de daha başlarında iken şehit düşen Ebu Leyla’dan. Leyla zaten kızının ismi, kızının ismi ile kendini kimliklendirmiş. “Evli, çocukları vardı, halktan yurtsever bir insandı, ancak büyük bir inanç, azim ve aşkla savaşıyordu, etrafına büyük bir enerji, ışıltı, güven, cesaret vererek savaşıyordu. Arap gençleri onun bir sözüyle ayaklanıyordu, canlanıyordu. O’nda aşkın ışıltısı vardı. Farklı bir şey, insan çok da anlatamıyor, ancak Ebu Leyla bu yönleriyle gerçekten de çekiciydi. Bu hakikati bir aşk duruşu, kimliği olarak insan değerlendiremez mi?” dedi. Sonra daha genç olan bir arkadaş tartışmalarımıza katıldı, “Zaten ben aşka inanmıyorum, kadınla erkek arasında yaşanan bedensel, cinsel ilişkiye aşk diyorlar, ben buna inanmıyorum. Cinsler de dahil tüm insanlar arasında sevginin olması gerektiğine inanıyorum. Ve bu mücadele içinde adına heval ya da yoldaşlık dediğimiz ilişki tarzının, bu anlamda büyük bir sevgiyi ifade ettiğini düşünüyorum ve hissediyorum. Bu sevgi, bireyci, bedensel, maddiyatçi değil.” dedi.

Sonra tartıştık da tartıştık, yaşamda insan olarak paylaşımın, bir zorluğu birlikte aşabilmenin, bir işi birlikte yapmanın, başarmanın, ortak yaşamanın, savaşmanın, mücadele etmenin büyük zorlukları ile birlikte yaşattığı haz, mutluluk aşksal bir gerçekliktir dedik. Kadınla kadın arasında, erkekle erkek arasında ve kadınla erkek arasında, egemen sistem içerisinde oluşturulmuş olan karılık ve kocalık kimliklerinden arınmış bir biçimde ilişkilenmenin, çok farklı bir duygu olduğunu ifade ettik, bunun da aşkla bağlantılı olduğu sonucuna ulaştık. Reber Abdullah Öcalan’ın “Kürt Aşkı” olarak ifade ettiği, bir bütün mücadelesinin merkezine koyduğu esas amaç da buydu aslında. Her şey toplumda insanlar arası ilişkilerde doğruluğun, iyiliğin, güzelliğin, eşitliğin, özgürlüğün yaşanması içindi, sahte insanlığın, sahte ilişkilerin, sahte aşkların bitmesi ve hakiki insan, ilişki ve aşkın, özgürlüğün geliştirilmesi içindi. Tabii bu gerçekliğin geliştiği zemin Kürt zemini olduğu için “Kürt Aşkı” olarak ifade edildi, ancak esasta Kürt zemininden başlayarak etrafına yayılan bir Ortadoğu Aşkı, Doğa Aşkı, Evren Aşkı, Hakikat Aşkı’dır. İşte tartışmalarımız, yaşam deneyimlerimizde gelişen duyguları değişik örnekler vererek daha da gelişti, nihai olarak aşkın toplumsal, sosyolojik bir hakikat olduğunda ortaklaştık.   

Bu anlamda 21. yüzyılın en ilginç, orjinal ve temiz aşkı Kürdistan zemininde, özgürlük hareketi içinde yaşanıyor diyebiliriz. Buna sosyolojik aşk demenin hiçbir sakıncası yoktur. Kürdistan Özgürlük Hareketi ve esasta da Onun içinden doğan Kadın Özgürlük Hareketi toplumsal bir Aşk hareketidir. Bütün geleneksel, klasik aşk tanımlarının dışında, maddeci, cinsiyetçi, bedensel tüketici, öldürücü, bencil ‘aşk’ların ötesinde bir Aşk hareketidir. Bu gerçeği daha sonraki satırlarda biraz daha somut bir biçimde açmaya çalışacağım. Ama önce hafiften bir tarihe ve günümüz dünyasının sahte aşklarına ve bozulmuş cinsiyet kimliklerine dokunmaya çalışalım.

Devam Edecek: KULLAR, KÖLELER, BENCİLLER, İKTİDARCILAR AŞIK OLABİLİR Mİ?

Çiğdem DOĞU 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz