Asla bitmeyecek Kürt başkaldırısına diz çökecekler

0
784

İhsan Nuri, 1924’ün Eylül ayında Irak’a geçtikten birkaç ay sonra, Piran’da Şeyh Sait önderliğinde bir Kürt başkaldırısı cereyan etti. Türk devletinin yoğun dezenformasyon ve askeri saldırıları ile aylar sonra bastırılabilen Kürt başkaldırısına dair kafa karışıklığı, İhsan Nuri’nin bir bildiri kaleme almasına sebep teşkil etti. 1925’te Bağdat’ta kaleme alınan o bildiri, iki yıl sonra, yani 1927’de, Hoybûn kurulduktan sonra Fransız yönetiminin dikkatini çekebildi.
Gazetemizin dünkü nüshasında, 95 yıl sonra tarihçi Dr. Sedat Ulugana’nın Fransız arşivlerinden bulup çıkardığı bu bildirinin birinci bölümünü yayımlamıştık. Bugün bildirinin geriye kalan bölümlerini yayımlıyoruz.

II. BÖLÜM

Başkaldırı 
“Kürt Komitesi”, kendi halkının kaderini belirleme ve haklarını elde etme sorumluluğunu üstlendi; Türk devletinin bunu iyi anlaması için de Beytüşşebab isyanını örgütledi ve Türk devletinin Kürtlere vermiş olduğu sözleri yerine getirmesini istedi. Lakin bu meşru talepler karşısında devletin cevabı, kasvetli top atışları oldu. 
Kararlar almakta biraz ağır davranan Kürt halkı ise planları olgunlaşır olgunlaşmaz projelerini hayata geçirmek için ısrar ediyor ve bu yolda çocuklarını feda etmekten de çekinmiyordu. Bu başkaldırının istihbaratını alan Türkler ise başkaldırının olası etkisini azaltmak için Kürtlerin önde gelen şahsiyetlerini tutuklamaya çalıştılar. 
Şerefli görevi yerine getirmekten sorumlu olan yüce fatih Şeyh Sait Efendi, durumun ciddiyetini çabuk kavradı. Zaten nicedir Hesenan (aşireti) bölgesinde kükreyen top seslerine bir son vermek istedi. (Kürt) Direnişçiler güçlerini uluslarının ilahi kaynağından alıyorlardı. Erzurum’daki 9. Kolordu, Erzincan’daki 8. Kolordu, “Hob”, “Kurda”, Diyarbekir ve Urfa’daki 7. Kolorduya rağmen birçok yeri özgürleştirmeyi başardılar ve Siverek’e kadar gittiler.
Başkaldırı düşüncesi daha güney ve doğu bölgelerine yayılmadan Türkler buradaki aşiretlerin direnişe katılmasını önlemek için bütün imkanlarını kullandılar. Ankara hükümeti bu başkaldırının gerici ve (dinci) radikal bir isyan olduğunu yabancı kamuoyununa bildirerek Avrupa’nın bir kısmını kandırmayı başardı. Türkler böylece 100 bini aşan bir asker gücünü “Kakhs”, Trabzon, Sivas’tan çok acele bir şekilde yola çıkararak Fransız topraklarından geçen demiryoluna taşıyabildiler.
Kürtler savaşı yönetebilecek tecrübeli komutanlardan yoksundu. Kürt birlikleri tarafsız komşu ülkelere doğru yayılarak kanatlarını güvene almayı düşünmedi. Ayrıca ulaşım araçları tamamen eksikti. Disiplinli, iyi silahlanmış ve iyi eğitilmiş Türk kuvvetlerinin karşısında savaşmakta zorlanıyorlardı. Dolayısıyla sonuca ulaşmak için tek çare dağılıp pusu ve taciz yolu ile gerilla savaşı yürütmekti. Türkler ilk saldırılarda milli Kürt direniş kuvvetlerinin büyük bir kısmını esir almayı umuyordu, hatta Şeyh Sait’in dahi yakalandığını iddia ettiler. Kuşkusuz bu gerilla savaşının düzenli ordu savaşlarına benzemediğini anlamak zor olmasa gerek. Direnişi yöneten liderler bunu pek idrak edemediler. 

Fransız istihbarat belgesine göre İhsan Nuri, bildiriyi Türkçe yazmış. Bildiri daha sonra Şam’daki Fransız politik büro departmanına gönderilmiş. Politik büro da bildirinin Fransızca çevirisini Türkçe bilen bir “S.R. ajanına” yaptırarak 5 Şubat 1927 tarihinde Hoybûn dosyası ile ilgilenen Beyrut masasına göndermiş.

III. BÖLÜM

Askeri bakış açısı ile başkaldırının önemi 
Bu büyük ulusal eser, bazı insanların zihninde feci etkiler yarattı. Bu kısa bölümde bazı yanlış anlamaları ve değerlendirmeleri düzeltmek için meselenin askeri öneminden bahsedeceğim. 
Başkaldırı bölgeleri, operasyonların başlangıcından itibaren daha önce bahsedilen 3 kolordu tarafından kuşatılıp işgal edildi. Bu üç kolordu, 27 piyade taburu ve 9 topçu taburundan oluşmaktaydı. Ayrıca bunlara “Kakhs”, “Zezrah”, Nusaybin dolaylarındaki atlı birlikler ile 1924’teki Musul manevrası için kurulan “Sarrat”, Mardin ve Midyat’ın batısındaki piyade alaylarını da eklemek gerekir. Bu birlikler aynı zamanda disiplin ve silah üstünlüklerine rağmen Batı Anadolu Rumlarını Ege denizine döken askeri kuvvetlerdi. 
1920 yılında üç eksik piyade ve bir süvari alayından oluşan Türk ordusu, yabancı devletlerin uçak, askeri araç ve zırhlı trenler ile desteklenen Ermeni ulusal ordusunu yenilgiye uğrattı. Bir günlük savaştan sonra Sarıkamış’ı aldılar. Yaklaşık bir ay sonra dört gün boyunca Kars’a saldırdılar ve güçlü kalibreli toplar yerleştirilen müstahkem mevzi ve sayısız savaş araç gereçlerine rağmen Türk ordusu Kars’ı aldı. Daha sonra sıra Ardahan’a geldi ve Aras boylarındaki 5 günlük yürüyüşten sonra Gümrü de Türklerin eline geçti. 
İşte bu askeri güç, yani üç kat daha donanımlı ve güçlü olan Türk ordusu, savaşçılıkları ve kahramanlıkları ile ünlü olan efsanevi Kürt direnişçilerinin mevzilerini ele geçiremedi. Kürt savaşçılar askerleri esir aldıkları gibi 12 vilayeti de ele geçirdi. Bu başarılar karşısında ordu, 80 bin ila 100 bin arasındaki yedek askerleri de göreve çağırdı. Lakin bütün bu süreç içinde Kürtlerin ne bir savaşçı genelkurmayı ne de düşmanının hareketlerini takip edebilecek uçağı vardı. Türk Genelkurmayının 4 ay boyunca kırmak için kıyasıya mücadele ettiği, mucize ve üstün kahramanlıklarla dolu olan bu başkaldırıya (ki Kürtler yeniden deneyecek) dair yanlış fikirlerin olması ve hatalı değerlendirmelerin yapılması son derece üzücüdür.
Yüzyılımızın bütün yıkım araçlarına rağmen bu asil halkın yiğitliğini ve yurtseverliğini gösteren ve onların dik duvarlarla çevrili sağlam bir şehire benzeyen ruhlarının yıkılmazlığını gösteren daha çarpıcı başka bir örnek yoktur. Kürtler, üzerlerine yağmur gibi yağan mermilere rağmen ellerinde hançerlerle savaş arenasına koşuyor ve bağırıyorlardı: “Yaşasın Kürtler ve yaşasın Kürtlük!”

IV. BÖLÜM 

Başkaldırının örgütlenmesi 
Büyük yurtsever, görkemli şehit, Cibran aşiretinin reisi Albay Halit Bey’in organize ettiği o meşhur “Kürt Komitesi”nden bahsetmenin henüz zamanı gelmedi. Türklerin yayınladığı raporlara dayanarak bu başkaldırının askeri ve sivil önemini elimden geldiğince anlatmaya çalışacağım. 
Türkler bu başkaldırının önemini çabucak kavradılar. Komşu bölgelere yayılmaması için derhal ciddi önlemler aldılar. Kürt birliklerinin hareketleri ve ilerleyişine dair bilgi yaymak, haber yapmak, hem ülke içinde hem de ülke dışında yasaklandı. Bu süreçten sonra güney ve doğu sınırları tamamen kapatıldı. Bir köyden bir köye gitmek dahi izin belgesine bağlandı. Şüpheli görünen siviller sert şekilde darp edilerek tutuklandı.
Ayaklanmanın genele yayılmamasının sebebi, Kürt Komitesinin lider kadrosunun belirlediği tarihten önce başlaması ve birliğin sağlanmamasıdır. Öyle ki Kürtler kendi avuçlarındaki Türk birliklerini darmadağın etmeyi başarıp 12 vilayetin hepsini aldığında mağluplar birliklerinin durumlarının parlak olduğuna dair yalan haberler yayınladı ve başkaldırının liderlerini yakalayıp astıklarını iddia ettiler. 
Türkler, hala başkaldırıya katılmayan aşiretleri, başkaldırının bastırıldığına inandırmak için çaba sarf etti. Aşiretleri, şayet sert bir şekilde cezalandırılmak istemiyorlarsa, başkaldıran Kürtlere katılmamaları gerektiği sözleri ile tehdit ettiler. Şehirlerinde yabancı konsolosluk bulunmayan ve dünyanın geri kalanıyla ilişkileri bilinçli bir şekilde kesilen Kürtler, Avrupa devletlerine başkaldırının gerçek sebeplerini ve başkaldırı esnasında elde ettikleri başarıları anlatamadı. Türkiye’nin sınırlarını aşan haberler, yine Türkler tarafından üretilen yalan haberlerdi. Türk siyasetini bilenler, bu verdiğim bilginin ne kadar doğru olduğuna rahatlıkla inanabilirler. Yine de birkaç örnek vermek istiyorum. 
Şayet İstanbul basınına ve İstiklal Mahkemesi (Diyarbekir) tutanaklarına bakarsanız, iddia o ki, işgal ettikleri şehirlere önemli yatırımlar yapılmış Kürtlere valilik gibi önemli görevler verilmiş lakin Kürtler bu görevlere gitmedikleri için yerlerini sivil Türk memurlara bırakmışlar. 
Lakin gerçeğe bakıldığında, bazı bölgelerde tutuklular için sadece toplama kampları yapılmış ve hiçbir zaman görevine gitmeyen Türk memurlara maaş ödenmiş. İşin kötüsü ise eğitimli Kürtler, en fazla alt subay ya da vasıfsız subay olarak atanmış. 
Arnavutluk, Yemen ve “Hauran”daki isyanlar politik olarak Kürtlerin başkaldırısı ile karşılaştırılamaz. Bunlar düşmanlarının propagandalarının aksine ulusal birliklerini sağlayıp ciddi bir şekilde örgütlenmemişlerdi. Lakin bütün bu halklar doğudaki barış ortamının ancak ulusal taleplerinin karşılanmasıyla sağlanabileceğini belirtti ve tüm dünyanın bu gerçeği anlamasını sağladılar. 
İçinde kötülük barındırmayan Kürt halkı, operasyonların seyrini dikkatli bir şekilde takip etti. Milletler Cemiyetinin delege üyeleri ise Kürtlerin varlığını, kendi dillerinde eğitim görme hakkını ve kendi yasaları ile yönetilme ihtiyaçlarını yüksek sesle ilan etmişlerdi. Buna rağmen Türkler, kötü niyetlerini gizlemeden, bütün ihtişamları ile kendilerine hizmet eden, ülkenin dört bir yanında kendileri için savaşan bu halkın haklarını kategorik olarak reddetti. 
Türkler insan hakları konusunda da endişelenmeden, bütün cesaret ve soğukkanlılıkları ile dünyaya şu mesajı verdi: “Haklarını isteyen kuzey Kürtlerini katledeceğiz, daha sonra Musul’a yürüyeceğiz ve oradaki Kürtlere de aynısını yapacağız.”
Türkler nezdindeki art niyet, savaş öncesi var olan vatanseverlik bilinci ve savaş sonrası ateşkes sürecinde Kürt halkının hakları için Versay’a bir delege gönderen ulu şehit Şeyh Abdülkadir öncülüğünde kurulan “Kürt Hayırsever Cemiyeti”nin iyi niyetli çalışmalarına rağmen devam etti. Bu cemiyet, gerçekten de ülkeye büyük hizmetlerde bulundu lakin Türkler tarafından kapatıldı. Lakin kapatılmadan önce de kitleler nezdinde derin yurtseverlik duygusu oluşturmayı başardı. Daha sonra bu başkaldırıyı örgütleyen ulu yurtsever Xalit Begê Cibrî, ikinci bir cemiyet kurarak Kürt toplumu içindeki yerini aldı. Kürt toplumu nezdindeki sefaletin bitmesi için ağaların mallarını ve gençlerin de canlarını feda ettiği günler devam etti. İçine kapanan Kürtler Kürtçeyi zaten resmi dil olarak kabul ederken, insanlar kendi dilinde öğrenme hakkı ve kendi edebiyatları hakkında konuşmanın meşru zevkini tadarken, gençler ateşli bir biçimde bağımsızlıktan bahsederken, çobanlar dağlarda kavalları ile tatlı ve dokunaklı ezgiler çalıp şarkı söylerken ve milli şehitlerinin onuruna bestelenen marşları dillendirirken de Türkler hiçbir şekilde silahı bırakmadı. 
Arnavut ve Arap isyanlarının verdiği derslere rağmen kendi hatalarını düzeltmek istemeyen bugünün Türk siyasetçileri, asla bitmeyecek olan Kürt başkaldırıları karşısında diz çökecekler ve Kürtlerin haklarını tanıyacaklardır. Yaptıkları hatalar ile ülkeyi kendileri ile birlikte çöküşe götürmek istemiyorlarsa geç olmadan Kürtlerin haklı talepleri karşısında boyun eğecekler.
Not: Kürtler özgürlüğün anası ve büyük devrim ile özgür halk modeli olan Fransa’nın yirminci yüzyılda Türklerin suçlarını destekleyerek kendi davalarına zarar verdiğini düşünebilir. 

Sedat ULUGANA/Yeni Özgür Politika

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz