Ahmet KAHRAMAN
- “Bayrak, millet, vatan“ sloganları eşliğinde, uyuşturucu işine el attılar. Askeri araçlarla nakliyat yaptılar. Her türlü silah, kaçakçılığına, sipariş üzere tetikçiliğe başladılar. Ölüleri soydular. İzlerini süren gazeteci Uğur Mumcu’yu, Kıbrıs’ta gazeteci Kutlu Adalı‘yı yok ettiler. Kumarhane işletmecisini ortadan kaldırlar. Suçlar kabardı.
TC’nin, 1990’larda özüne dönüp, 1920’lerin ruhuyla, yeniden çeteleşme-mafyalaşmaya başlamasının temelinde, Süleyman Demirel’in “alın teri“ vardır. Şimdi vaziyeti gören, Topal Osman, İpsiz Recep, çete başı Galip Hoca (Celal Bayar) ve hatta Ermeni cellatlarının başı Kuşçubaşı ile Bahattin Şakir mezarından kalkmış, arz-ı endam eylemiş sanıyor…
Düzenek, isim değişikliğiyle aynı, ama bu yeniden diriliş, “rahmet“ olsun olmasın tartışması bir yana, şimdi “en büyük Türk büyüğü ve dahi Türk babası“ olarak anıt mezarda yatan Süleyman Demirel’in eseridir
Kendisi, “büyük bir kindar“dı. Kürtlere kindardı. Onun gibi dünyaya, dünya olayları, yaşama biçimine bakmayan kendi halk kesimleri, evrene açılan her türlü yeniliğe, sola kindardı.
Ve kendisi, her Türk büyüğü gibi bir dönme (Boşnak), ama Türk ırkçısıydı.
1961 Anayasası gerçekten, Türklerin erişebileciği en çağdaş metindi. Yurttaş artık devlete karşı görevi bulunan olan birer kul değil, hakları da bulunan yurttaştı. Temel özgürlükler de dokunulmazdı. Ve Demirel bunu kabullenemiyor, dağa, taşa, köşe-bucak seğirtip “ülke, bu Anayasa ile yönetilemez“ diye haykırıyordu. Sonra, 12 Mart darbesi generallerinin yardımıyla muradına erişiyor, haklar, özgürlükler budanarak, Türk faşizmi yeniden tahkim ediliyor, o da rahatlıyordu.
Atatürk’ten sonra, ilk kanlı sol avını o çocuklar üzerinde başlattı. Yine Atatürk’ten sonra, siyasi nedenle darağaçlarını, yeniden kurdurttu. Solcu diye 18-20 yaşlarındaki çocukları kurşunlattı. Albay Türkeş’e kurdurtulan silahlı çeteleri onlara saldırttı. Türke karşı Türklük adına milliyetçi cephe kurdu.
Yine Atatürk’ten sonra, ilk defa 1970 baharında, Başbakan olarak ordu ile Kürdistan seferine çıktı. “Anlı, şanlı, eli, kolu, kılıcı kanlı“ Türk ordusu, Hınıs, Tekman, Silvan başta olmak üzere, Kürdistan boyunca Kürtleri, köyleri, kasabalarında kuşatıp esir aldı. Köy meydanlarına toplatılan kadın, erkek, ihtiyar herkese, topluca “yat-kalk“ talimleri yaptırıldı. Köyün saygın insanlarına “zıvıl“ (kurumuş hayvan pisliği) yedirildi. Yaşlı erkekler çırılçıplak edilip, cinsel organlarına ip bağlayarak kadınlara çektirildi.
Eşi görülmemiş bir barbarlık ve Kürtlerin aşağılanmasıydı bu. Kürt gençleri, “komando harekatı“ denilen bu olaylar zincirinden sonra, terör devletine karşı koymak üzere örgütlenmeye başladılar.
Aynı Demirel, gösteri söz konusu ise eğer, en az Recep Tayyip kadar “dindar“dı. Dinin, siyaseten kazancı büyüktü. O Recep Tayyip gibi cami avlularını sövgü, karalama, buhtan atma nutukları için kullanmıyor, ama Cuma günleri, elinde fötr şapkası peşinde foto muhabirleri ordusuyla namaza gidiyor, en alttakilerin gönlünü kazanıyordu. Ama akşam, “stres dağıtmak“ için, Johnny Walker marka viskiye çökerdi.
Ve yine aynı Demirel, Kürt karşı hareketinin alevlendiği 1990’larda, Cumhurbaşkanıydı. Onun başkanlığında toplanan, generaller-bakanlar karışımı Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında, Kürtlere karşı çete harekatının başlatılması kararlaştırıldı.
Bu, Türk tarihinin başa sarmasıydı. 1908’de Osmanlı devletini ele geçiren İttihat ve Terakki de hızla çeteleşmiş, 1915’de Ermeni kırımına, paralel olarak Pontus Rumları harekatını başlatmıştı. Daha sonra “Atatürk“ olacak Mustafa Kemal, kırımı yöneten “Teşkilat-ı Masusa“ personeliydi. . Atatürk’ün Başbakanı, daha sonra Cumhurbaşkanı olan Celala Bayar da aynı teşkilattan ve çete başıydı. İttihatçı Ziya Gökalp , sonra Atatürk’ün ırkçılık teorisyeni, İttihatçıların destancısı İstiklal Marşı yazarı olacaktı. Ermeni kırımın cellat başları Bahattin Şakir, Kuşçubaşı de kadro adamları…
Ve Demirel, yıllar sonra “Kürt hareketini bitirme“ adına, “atası“nın ilkelerine dönüp izinden giderek, çete-mafya düzenini yeniden yaratıyor, terör devletini ihya ediyordu. MGK’nın kararından sonra çeteler, üç ayrı kol halinde ortalığa dalıyordu. Bir yanda ordu-korucu-Kürt itirafçılar örgütlenmesi olan JİTEM, bir yanda kiralık Kürtlerden kurulu eli satırlı Hizbullah ve öte yandan da Mehmet Ağar liderliğinde polis-mafya yapılanması olan Başbakan Tansu Çiller özel örgütü…
Üçlüden her biri, ötekinden daha vahşiydi. Dönemin adı da, “faili meçhul cinayetler“ zamanıydı. “Bayrak inmez, vatan bölünmez“ diye diye Kürt kırımına giriştiler ve kan nehirlerinde aldıkları fidye ve haraçlarla ağzıları tatlandı. Paranın tadına vardılar.
Artık mafya devlet, devlet de mafya idi. Çeteciler, para bahsi geçtiğinde milyon dolarlardan bahsediyorlardı.
“Bayrak, millet, vatan“ sloganları eşliğinde, uyuşturucu işine el attılar. Askeri araçlarla nakliyat yaptılar. Her türlü silah, kaçakçılığına, sipariş üzere tetikçiliğe başladılar. Ölüleri soydular. İzlerini süren gazeteci Uğur Mumcu’yu, Kıbrıs’ta gazeteci Kutlu Adalı‘yı yok ettiler. Kumarhane işletmecisini ortadan kaldırlar. Suçlar kabardı. “Vatan, millet, bayrak“ örtüsü altına sığmaz duruma gelince ve de kimileri payına razı olmayınca, “Türk gelenekleri“ gereğince karşı atağa geçildi. Çete başı Abdullah Çatlı trafik kazasında öldü. Mafya şefi Alaattin Çakıcı, Sedat Peker tutuklandı. Hizbullah’ın lideri Kürt, televizyonların naklen yayını ile öldürüldü. JİTEM’in başı Ahmet Cem Ersever, onun başkalarına yaptığı gibi öldürüldü. Ağar ve çete başı Korkut Eken hapse kondu.
Ama devletin temeli çetecilikti. Vakti gelince, boy gösteriyordu. Recep Tayyip’in, Bilal’ine telefonda, “evdeki paraları sıfırla polis baskına çıktı“ dediği 17 Aralık 2013 sabahı, her şey değişti. Çark eskiye döndü. İsim değiştirmiş, parti tabelası asmış Hizbullah Başbakanlık, sonra Cumhurbaşkanlığı makamında ağırlandı. Tansu Çiller ve Mehmet Ağar “itibarlı birer devlet büyüğü“ adamı, Ağar’ın oğlu AKP milletvekili oldu. Peker, Recep Tayyip için mitingler düzenleyen, düşmanlarını kahreden, IŞİD’çı (DAİŞ) doslarını besleyen, takviye eden adam oldu. Çakıcı, “Alaattin Çakıcı özel affı“ ile hapisten çıktı.
Çetecilik- Mafyacılık “Ata’nın günleri“ne döndü. Onun izinde yürümeye, deryalarda ise kokain yüklü gemiler yüzmeye başladı.
Sedat Peker din, siyaset ve ticaret üçgeninde, mafyalaşan devlet, devletleşen mafyanın barsaklarını deşti. Ortalık pis kokular içinde. Ama hiç bir şey olmayacak, pisliğin üstü kapanacaktır. Çünkü Recep Tayyip tek kişilik güç, yani devlet, devlet ise kurumlaşmış mafyadır.
Kaynak: Yeni Özgür Politika