avdê şeddadi: dağın kadınları

0
1001

    -leyla’ya-

I.
siyah lilyum saçlarını bağa tarakla
tel tel taramıştı kestane gözlü kadın
uzandı otuz üç kurşunlu yarayı
bir gül yaprağıyla sarmış adamın kulağına
“ben ölüyorum, lütfen kimse bilmesin bunu kardeşim”
dedi bir çığlığa gebe kiraz kokulu fısıltıyla
kolları üzerindeki naaşı bir bebek ihtimamıyla taşıyarak
“neden?” diye sordu adam
her hecede bir manaya mural hayatlar veren
o kadim hikayenin füme savaşçısına
“neden ama…ölümden öte günah var mı ki?”
kadınsa
güvercin gerdanlığı takmış / mihmandar-ı hevin bakışlarıyla
“zaten yaşamayı çoktan terk ettik, artık
bize ülkemizde ölmek de yasak…!” dedi usulca

ölüler….ölüler var
şaşaalı törenlerin esriten rayihası içinde
manken maskesi makyajla gömülürler
ölüler vardır
bir kaya dibinde yitip giderler
çocuk kanından viskilerin
kadın memesi kupalarda içildiği masaları devirenler
ölüler ki
bir de cesetleri sittin sene kaybedilenler
ya birer kimliksizdir bunlar
sadece sıra numaralı mezar taşları
ya da birer bedensizdirler
hiç var olmamış bir hayalet gibi
ve ölüler vardır
ne zerdüşti sessizlik kulesi kabul eder onları
ne yakılırlar
ne de bir parça toprak bulabilirler sığınmak için
ölmekle suç işlemiş lanetliler!

kuş yatağında ölüm beklesin leyla
sen gel gitme!..
sen gidersen dağımdan bir ocak söner
sen gidersen serma üstümü örter

kül doruklar
mevtalar tetirbesi
ve frapan gecelerde düşer lahuti yıldızlar

kızvan yapraklı himyerî patikalarda
sarı sülüs mekap izlerinden
besta öykülerini toplarım ben
seci yüklü çocukluğunun çaldığı
şu dragunov melodilerini hani

sen değil miydin kökünün yitik damarlarında
mor geçmişini arayan kadın
beyaz cüzdanı elinin tersiyle itmek var ya..!
gitme!..

bir dağ devrilse üstüme yıkılmam leyla!
gel gör ki
o gülüşün yok mu
ince bir dal gibi kırar boynumu
gitme!..

II.
aragon’un hakikati haykıran yalanısın sen
ey mutluluğu dokuyan elemin çakır gözleri leyla!
bir martının özgür kanatlarında taşıdığı nefret
bir katilin suçlu parmağında nude doğan ütopya!
bırak ellerini öpeyim bu son gece
aden’de yukarıdan aşağıya doğru akan bal ırmağı asel gibi
udumbara çiçeği dudaklarından dökülen birkaç efsa söz eşliğinde
o soğuk
o kuru
ve yedi yirmi dört kabza tutmaktan
bir yanardağ ağzı ateş avuçlarını…

(ah, leyla!
aşk avucunda
bir damla su gibi titreyerek durur hala…

her ağdığında
ıtri busenin yaz akşamları
ruhumun kar koyaklarına
akar kalbime efsunkar imgeler
mülhem yağmurları altında
ardı ardına)

seni anlatamam ki ben
ağzımda yanmış bir kütüphane külliyatı
hangi sözcüğü çıkarsam
şavkında tükenmiş bir kömür parçası

dünya denen hamaylı hat
hurufi ansiklopedi
hatmetmek için elzemdir hepsi
suretinde parlayan aynanın sırrı
ve esterabadi cürümler geçidi

III.
bazıları vardır ki çaresizliğinden ağlar
ve kendi mezar çiçeklerini sular
bazıları da
değerlensin diye metresinin çilek gözlerini oyup
sarı safir takan bir osmanlı sarrafının bumerang hırsından
zayıflar ve benciller işte…!
ne ölmesini ne de yaşamasını becerebilen
ishal modundan kafalı hilkat-ı garibeler

ağlarlar dağın kadınları oysa: sevmekten!
ve bir de
sevdiklerine üzülmekten

bilgeler doğurmuş günahkâr bakirelerdir hepsi
bir kadeh şarabın yaz mevsiminde severler yâri
ve bir kış iklimi oylum oylum
gözyaşı dökerler sevdiklerine
bilirler kendi ölümlerini de, bedenlerinin
ateşiyle ısınan çıplak bir dişi kâhin gibi

“daha iyidir ağlamak susmaktan
ve konuşmaktan”
diyen hölderlin gibi ağla sen sevgili leyla!
ağla neşvünema bulmuş mavi melca ağla!
ne de güzel yakışır insan olan kadına ve erkeğe
biri, hint okyanusu gibi mermer omuzlu sevgiyi
diğeri, pasifik devi gibi bazalt parçası hüznü
karnında köpürte köpürte yanaktan süzülen
o tertemiz iki katre

sen ağladığında gözyaşların yağlı urgan olur darağacımda leyla!
ve bir seyyahın yazgısı gibi beni
gece yürüyüşü anılarıma asarlar acımasızca

ve yılkılar peş peşe geçer üstünden ekru hayallerimin
o hayaller ki
hep ötelerde….ötelerde durup kendini çeken hayatımın ta kendisidir
bebek kanını yakmış uzun tırnaklı sansar pençelerinde

(değil midir ki hayat, hayalin anası
ve hayal, hayatın enkarnesi
hep bir adım ötede durup kendini çeken hayatın
hep beş adım öndeki davetkarı)

ve tepişen dört ayaklarıyla muzaffer hayvanlardır
gönlündeki şehvetten bir sıvacı inmiş damına
bir şule misali parlayıp dönen dil-şude bağımda

IV.
şiire tutkundur dağın kadınları
bir de savaşa
bir dize gibi yaşamak için severler şiiri
ve şiire kastedeni süpürmek için / atarlar kurşunu

zira bilirler ki onlar da ezelden
“ördek suratlı insanın alaycı gülüşünün
alıkça
bulunmadığı her yerde şiir vardır”
sözünü maldoror’dan

(sen de şiire çok tutkundun umudumun jan dark’ı
savaşı, mısra mısra yazarken dağlarda
usta ellerle
ne de hoş oyardın o çeşm-i heşin beyitleri
çorak kalplere)

V.
güzel olan hiçbir şeyin tamamlanamaması gibi
münteha bulmayan bir aşkın kurbanıdır dağın kadınları
ellerinden düşmez hiç o altın labris
son çirkinin başı sunakta gövdesinden düşene dek

kızgın mermiler ipek tenlerinde nakışlar örer
ve bir el bombasının ortasında fulya gibi açılırlar

yalnız kalmış son kauai kuşu gibidirler / kâbe yürekliler
uçurumların tacı şahikalarda
hep şarkılarını çığırırlar
ve demir kanatlı hazil yarasaların pikelerinde
kanlı örüklerini meşe ağaçlarına asıp
tahammülfersa acılar içinde göğe göçerler

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz