Avuçlarımıza dökülen bir şelale: ‘kevok ya da özgürlük’

0
1227

Şiir, yüreğin şarkısıdır, der eski demlerin masalsı manzumecileri. ‘kevok ya da özgürlük’ şiirleri de, şairin yüreğinin kıvrımlarından bir şelale gibi dökülür avuçlarımıza. Kadife hassasiyetlerin eşliğinde ince duyguların dansıdır bu dökülüşler. Ülke ve halk aşkının yakıcı yalazları sarar sayfaları; sarmal sarmal dağ kokar okunuşlar.

“götür beni kevok
ve savur yüreğimi
dağ ateşlerinin uslanmaz aşklarına /../
bir militan da ben olurum
kurşun yağmurlarıyla ıslanan
kan çiçeğinin
soluksuz rüyasında…”

der şair ve mahpusluktan özgürlüğün kalbine at koşturur saflığın kollarında; beton duvarlar ve demir parmaklıkların zapt edemediği şiirin kelebek kanatlarında…
Genç şair gösterir ki bize, dağda olmasan da o demde, dağlı olabilirsin yüreğinde. Ve henüz biçmemişse de terziler o kutlu üniformayı üstüne, gerillayı ve devrimi dile getiren güzel şarkılar söyleyebilir biri yine de. Bu, bir deruni yaşama vakasıdır çünkü. “o kendi yoluna gitti / ben kendi dağıma” diyen insan, o kadar hisseder ki kendini ötekinde, kalbî dizeler melodik bir tonda kanar dudaklarında:

“acına dokunduğumda içim acıdı
yüreğinde kalbim atıyordu
kendimi gördüm yaslı gözlerinde
yaralıydın yaram kanıyordu”

Ve imgelerin cümbüşünde “kör suskunluk”a isyan eder şair ve her şeyi yakar,

“ama yanmış avucumda / sadece / dağlı bir çiçek kalsın / emanet düşlerden kalma”

der.

‘kevok ya da özgürlük’, kendini şiirin Terzi Hermes’i sananların patronal yaklaşımlarını elinin tersiyle itiyor. Ve şiirin şu veya bu kalıba sığdırılmasının “absurd!” ilanını yapıyor. Kitaptaki şiirler, şiirin kaderindeki kadim müzmin hastalık olarak ‘sanat sanat içindir’ hezeyanına ve bazı uçarı şairlerin şiiri erotizm derekesine indiren geğirmeleri ile anlamdan soydurulmuş omurgasızlığına bir tokat gibi iniyor.
Şiir bulvarında devrimci/direnişçi-toplumcu ustaları takip ediyor genç şair. Paul Eluardların, Mayakovskilerin, Nazımların, Luis Aragonların, Pablo Nerudaların, Ahmet Ariflerin ve memleketli yoldaşı Hamza Yavuzların izini sürüyor. Onlar gibi devrimin baş döndürücü şarabıyla esriyerek yazmak istiyor. Ve büyük ustanın sözlerini kendine önemli yapı taşlarından olarak almayı erek ediniyor: “Şiir kafiyeli de kafiyesiz de, vezinli de vezinsiz de, bol resimli, hiç resimsiz de, bağırarak da fısıldayarak da yazılabilir.” “Şiirlerimde genellikle topyekün belirli bir ölçü ve şekil yoktur. Fakat ölçü ve şekil var. Hem melodi, hem armoni…Hem mısra-i berceste, hem kül. Yani realiteyi ve realite içindeki faal insanı iç ve dış âleminde yansıtması gereken şiire en uygun dinamik şekil ve ölçüler.”
Toplumcu şiirin hususiyetlerinden olarak bu minvalde,

“sevgiler bir sır gibi saklanırdı
ürkek ve ağır adımların gölgesinde
çamurlu sulara dökülürdü utangaçlığımız
masumiyetimiz açılırdı o kirli sularda
kızıla kesilirdik
susardık”

gibi bir kül anlatılara da yer veriyor kiraz hevengi bağlamlarla,

“bilmem gördün mü / Bêrîtan’ın gülüşüne gömülmüş / Bese’nin çığlıklarını” veya

“ama kaybolsun istemedim / gözlerimin kıyısına konmuş gülüşlerin” ya da

“rüzgar, zîlanca şarkılarla böldü geceyi / yeryüzü ışığa doymuş gülcesine açıldı”

gibi özenle kurulmuş, metafora bürülü seçkin mısralara da.

‘kevok ya da özgürlük’, günümüzün yozlaştırılmaya çalışılan şiir gerçeğine karşı şiiri olması gereken toplumsal ve edebi yerinden çiçeklendirmeye çalışıyor. Şiirde dil ve biçemin yanı sıra, muhteva ve mesaja da gereken önemi vererek, ülkesinin içinde yaşadığı gerçeği dile getirmeye çabalıyor. Yürekten kopan “ağıt değil / gökkuşağı renginde ezgiler” ve kavga çağrıları ve ‘bilinmez’in sarayından gelen esinler, itinayla üzerinde durulmuş edebi dize ve bağlamlarla kalbimize akıyor. Ve nihayet şair,

“bir gül ateştir bu elveda
yansa da yüreğimiz buna
kavrulsak da uçsuz çöllerde, güneşin sarı saçlarında /../
yine de, bir gül ateştir karanlığı yaran /../
bir gül ateş newrozca baharlar yeşerten”

imgelemiyle, unutulmuş kavmin mühürlenmiş alın yazısı gibi ancak ölümlerde yeşerebilecek yaşamın yeniden doğuş ateşini yakıyor şahikalarda. Yanı başında ise,

“çarçıra ise / kurtuluşun bağrında büyütüyordu darağaçlarını”

dizeleri, Kürdün bu yazgısı üzerine şahikalardan göğe ağan bir ilahi gibi okutuyor kendisini rahle üstünde.

Çarçira, der; Botan, der; Dersîm, der Roj; ve ulusal renk ile büyük aşkı toplumcu ozan sorumluluğuyla bir künye gibi kazır şiirinin bedenine:

“yerli bir kabiledir yürek yıldızı
göçebe iklimlerden uzak /…/”
“gettolar yelken açarken hüzne
ışır iki yürek yıldızı /…/
dağılır karanlık
ve botan’da yeniden yazılır aşk”

“kaçırma hemen bakışlarını ölümsüzlerden /…/
işte o zaman
Seyit Rıza gibi
onsekizlik bir savaşçı edasında yürürsün
yürürsün mazlum bir halkın
onurlu yüreğine”

Ve bu gibi, ve

“….kalbim bir yanardağ hücrede/../ ve ülkem/ newroz kızıllığında bir isyan”

gibi ve daha üstte de bazı farklı örneklerini verdiğimiz daha başka dizelerle şair, fütürizmin (diyelim ki daha çok da Rus fütürizminin) olumlu spesifik duruşlarından olarak cesaret, eylem ve isyanı öne çıkarırken,

“işkencenin durduğu yoktu / yine de kalktım/ yürüdüm işkenceler boyu / onur ayaklandı / tazelendi umut” ve

“demek isterdim ki /…/ kavga ateşinin yükseldiği/ dumanlı göğün altında / zafer gelincikler içinde / gürül gürül akmakta meydanlara”

diyerek mahpuslukta da karamsarlığa karşı umudu korur; ve de, özlemle sarmalı kavgasını, nadasa bırakılmış muharebe alanının hemen kıyısındaki dil’in tarlasında büyütür.
“gidenler”e olan vefa borcunu ve onların geride kalanlara bir emanet olarak bıraktığı ‘mana’yı da “heval”i Amara şahsında,

“kıyıya vurmuş düşlerini topluyor çocuklar, ardın sıra / çocuklarda bir telaş / varmak için gül yüzünde açmaya”

gibi çarpıcı imgelerle dile getirir; unutmaz halkların kardeşliğini de, Ermeni halkına ithaf edilen,

“bir kıyımdan arta kalansın Gulê / bir yangının son külü /…/ gözlerin / ne çok benziyor / halkının çalınmış baharına”

dizeleriyle etkili ve estetik bir anlatıma kavuşturur.

“kevok ya da özgürlük”, Kürt toplumsal ve ulusal yapılanmasının içinde yaşadığı dönemin ihtiyaçlarından kaynaklanan bir şiir demeti. Sorumlu ozan kimliğiyle şair, halkına ve devrime karşı duyduğu görev bilinciyle kavga meydanına inerek, direnişçilerin ve gerillanın arasına karışıyor. Ve şiirini oradan okuyup toplumsal muhalefette bir de o kendince bir sorgulayıcı ve çağrıcı olmaya çalışıyor.
Roj’un şiiri, toplumcu şiirin basamaklarından çıkıyor ve ‘üçüncü doğacı sanat’ın şair ruhunu yakalamayı amaçlıyor. Ve günümüzde şiirin bünyesinde miyasmatik sirayetler yapan betonarme yürekli ve sanal ruhlu şakımalara bir burağan gibi çarpıyor. Altın-gümüş takılar ve rujlarla süslü bedene şiirin canfes teniyle karşı çıkmayı erek ediniyor.
Genç şaire girdiği bu sorumlu ve bir o kadar da zorlu yolculukta başarılarının berdevam halde olmasını temenni ederken, ‘kevok ya da özgürlük’ün bu güzel dizelerde dile gelen manidar mesajı hepimizin olsun diyoruz:

“yine özlem sarıyor hücreyi /../
kuşlar çoğalıyor, kelebekler türüyor…/../
gülümse
ve sar sana ulaşan tüm sevgileri /../
birazdan darağacında sallanacak bir beden
boşluğa düşecek düşlerimiz
ne olur tut onları
recmedilecek bir kadın
sakla taşları”

A.Rahman ÇADIRCI

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz