İktidar doğası gereği savaşa, şiddete, başkalarını boyun eğdirmeye muhtaçtır; ezilenlerin özgürlüklerinden mahrum edilmesi iktidarların varlığını sürdürebilmesinin en temel şartlarından biridir. Tersinden gerçek bir barış ve gerçek bir özgürlük ise iktidarların varlıklarını dayandırdıkları ontolojik zeminin ortadan kaldırılması demektir. Bu yüzden iktidarlar ontolojik olarak barışa ve özgürlüğe düşmandır. Ama iktidarlar bunu sanki istedikleri savaş değil barışmış gibi sunarlar. Tüm benlikleriyle savaş için yanıp tutuşurlarken, dillerinde “barış” vardır, “özgürlük” vardır.
Ama Türkiye’de durum biraz farklı işliyor artık.
İstanbul Valiliği, günümüz Türkiye’si için artık sıradan hale gelmiş bir karar alarak, 10 Mart’a kadar İstanbul genelinde “Barışı” yasakladı. Zaten özgür müydü ki yasaklandı diye soracağız ama anlaşılan mevcut hal bile Vali için yeterli olmamış olacak ki, çareyi Türkiye’nin en büyük şehrinde yaşayan milyonlarca insanın barışı konuşmasını, barış için bir araya gelmesini, savaşa hayır demesini yasaklamakta bulmuş.
Şaşırtıcı değil aslında. Zira Türkiye’de faşizm öyle bir ahlaki yozlaşma içindedir ki artık kirliliğini gizleyecek bir maske takmaya bile gerek duymamaktadır. Bu yüzden de hiçbir kılıf uydurmadan doğrudan “barışı”, “savaşa hayır” demeyi yasaklamakta, kendisi ise her gün savaşın ve şiddetin propagandasını yapmakta ve bir gün içinde şu kadar kişiyi öldürdüm diye övünmektedir.
Gözü savaştan başka bir şey görmeyen bir iktidarın temsilcisi olan vali, barışa yasak getiren bu kararın gerekçesi olarak “Savaşa Hayır vb. konular adı altında miting, yürüyüş, basın açıklaması, imza kampanyası, stant/ çadır açma, bildiri, afiş dağıtma vb. eylem ve etkinlikleri gerçekleştirecek grup/şahıslar ile vatandaşlarımız arasında sözlü ve fiziksel provokasyon amaçlı olayların olabileceğini dikkate alındığında kamu düzeninin sağlanması, suç işlenmesinin önlenmesi ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunmasını” göstermektedir.
Başlı başına bu gerekçe Türkiye’deki siyasi iklimi ortaya koyacak bir tez konusudur. Gerekçede ne ararsan var; ayrıştırma da var, çarpıtma da var. Vali, neye dayandığı belli olmadan insanları barış istemesine göre vatandaşlar ve vatandaş olmayanlar olarak ayırma hakkını kendinde görmektedir. Barış isteyenler, savaşa hayır diyenler vatandaş olarak kabul edilmemektedir. Onlar nereden geldiği belli olmayan grup ya da şahıslardır. Valinin makbul vatandaşları ise barışın sözüne bile tahammül edemeyen, duyduğunda provoke olan bir insan grubudur. Ortada bir hak varsa ondan yararlanmaya hakkı olan işte bu makbul vatandaşlardır. Varlıkları ve eylemleri ile bu makbul vatandaşları provoke edenlerin ise bir hakkı olamaz. Bu, tam da iktidar gibi düşünmeyenleri vatandaş olarak görmeyen, onları tüm haklarından mahrum bırakılarak sivil ölüme mahkum eden zihniyetin tipik bir örneğidir.
Devamında vali, benzer kararlarda sürekli yinelenen başkalarının özgürlüklerini korunması gerekçesini ileri sürmektedir. Her yasaklama kararında özgürlükleri korunan bu başkaları kimdir? Attığı her adımda halkların elinde avucunda kalmış hak ve özgürlük kırıntılarına göz diken bu iktidarın özenle özgürlüklerini koruduğu bu başkaları, aslında başkası değil bizzat iktidarın kendisidir. İktidar, kendi dilediği gibi ezme, sömürme, savaşma “özgürlüğünü” koruma adına halkların, ezilenlerin özgürlüklerini elinden almaktadır.
Dolayısıyla, daha önce defalarca bu köşe de belirtildiği gibi bu karar aslında “Cizre’ye nasıl girdikse ODTÜ’ye de öyle gireriz” diyen zihniyetin bir başka dışavurumudur. Dün Kürdistan’da on milyonlarca insanı en temel haklarından ve özgürlüklerinden mahrum bırakanlar; dün Kürdistan’da barışı dillendirmeyi yasaklayıp yargılayanlar artık gözünü Batı’ya dikmiş orada yaşayanların haklarını ve özgürlüklerini adım adım ellerinden almaktadır.
Bu anlamıyla, yirmi milyon insanın en temel hakların mahrum bırakılması demek olan bu karar, asla sıradan veya geçici bir uygulama olarak geçiştirilemez. Bırakın bir haftayı bir saniye için bile olsa insanların temel hak ve özgürlüklerinden bu şekilde ellerinden alınmasının kabul edilmesi halkların boynundaki faşizm ilmeğinin biraz daha sıkılması anlamına gelmektedir.
Buna karşı yapılması gereken ise aslında oldukça basittir. Politik ve ahlaki açıdan yok hükmünde olan bu karar barış ve demokrasi mücadelesi veren güçler tarafından tanınmamalı ve her türlü eylem ve etkinlikle bu yasak anlamsız hale getirilmelidir. İktidarın yasaklarına karşı meşruluk temelinde halkların bir arada bulunduğu her nokta, her alan bir barış kürsüsüne çevrilmeli; iktidarın halklara dayattığı savaşa karşı barışın sesi yükseltilmelidir. Şehrin tüm duvarlarını Barış ve Aşitî süslemelidir ki, böylece barışı bir kararıyla yasaklayabileceğini sanan bu vali kafasını her kaldırdığında yasaklarının ne kadar anlamsız olduğunu görebilsin.