“Kürdistan”daki soykırım tüm soykırım çeşitlerini kapsar. Sadece fiziki değil kültürel ve her çeşit soykırımdan bahsediyorum. Yani Kürtlerin bir öz savunma durumuna kavuşması gerekir. Demokratik toplumun her alanda örgütlenmesini, kurumsallaşmasını kendi güvenlik sistemine kavuşmasını ifade eder. Bunu daha fazla halk tartışır farklı sonuçlara ulaşabilirler. Bu güvenlik boyutu, halkın öz savunması ekmek su hava kadar önemlidir. Bu olmadan yaşanmaz”. ÖNDER APO
Toplumsal güvenlik deyince; toplumun farklılığını ortaya koyan kimliksel özellikler (dil, kültür, vb.) başta olmak üzere temel yaşamsal ihtiyaçların (ekonomik, siyasal, vb.) karşılanması önündeki tüm engellerin (askeri, hukuksal, idari, vb) ortadan kaldırılması ve temel yaşam alalarına (ahlaki-politik örgü içine) yapılan saldırıların püskürtülmesi için her türden toplumsal örgütlenmenin gerçekleştirilmesi akla gelir.
Doğal olarak da bu durum, kendi farklılığını kendi iradesi ile göstermeyi esas alan toplumsal alan örgütlenmesini zorunlu kılmaktadır.
Öz savunma konusunda, toplumsal direnişin sembolleri olarak Zapatistaları örnek vermek güncel görevlerimiz açısından hayli öğretici olacaktır.
1 Ocak 1994 gece yarısı keserler, sopalar ve az sayıda tüfekle silahlanmış binlerce yerli, EZLN (Zapa-tista Ulusal Kurtuluş Ordusu) öncülüğünde Meksika’nın Guatemala sınırındaki Chiapas Eyaleti”nin büyük kentlerinden dördünü işgal ettiler. Direnişçiler, farklı etnik gruplara mensup yerlilerdi. 500 yıldır süren baskıların ve 50 yıldır devam eden “kalkınma” adı altındaki soykırımın son bulmasını istiyorlardı. Oluşturdukları komünleri sonuna kadar savunacaklarını dile getiren yerliler, kendi yönetim ve yaşam tarzlarını mutlaka oluşturacaklarına olan inançlarını ve umutlarını dile getiriyorlardı.
Bu işgal hareketiyle kendisinden bahsedilmeye başlanan Zapatista hareketi, Aralık 1995’ten itibaren Zapatista bölgesinde özerk belediyeler yaratmaya başladı. Askeri kuşatma ve diğer dış baskılara karşın, Zapatistalar buralarda her bir belediyeyi oluşturan her bir yapının içinden bir yönetim konseyi örgütleyip buraları denetlediler. Bu biçimiyle her bir belediyede özerkliği uyguladılar.
Zapatistalar, elde ettikleri bölgelerde askeri kuşatmaya ve süregiden tehditlere karşın, yerel sis-temlerini oluşturmaya çabaladılar. Gerçekte piyasanın, devletin ve sermayenin mantığının ötesinde yaşamaktaydılar. Geri aldıkları ortak arazileri üzerinde, kendi özerk yönetim biçimlerini oluşturdular.
1995 yılının başından beri süren bu oluşumu Meksika hükümetleri resmen tanımadılar. Bunun için de Meksika hükümeti ve ordusu Zapatistaların etkin olduğu alanlarda onları etkisizleştirmek ve komünal yaşamlarıyla diğer alanları da etkilemelerini engellemek için kuşatmalar biçiminde operasyonlar başlattılar. Bu kuşatmaya ve operasyonlara karşı Zapatistler halen direnmekte ve yaşadıkları topraklar üzerinde Meksika devletine rağmen varlıklarını korumaktadırlar ve etkilerini giderek artırmaktadırlar. Bu kuşatma Meksika ordusunun üçte biri tarafından yürütülmektedir.
Askeri kuşatma ve operasyonların sorunun çözümüne katkı yapmadığı özellikle 2000 yılından sonra oluşan hükümetlerce dillendirildi. Bu süreçten sonra barışçıl direniş böyle algılanmaya başlandı. Bunun üzerine komutan Marcos”un öncülüğünde bir barış yürüyüşü sonunda Meksiko City”de görüşme de gerçekleştiren Zapatistalar halen etkinlik alanlarında devlete rağmen komün ve meclislerden oluşan demokratik yapısıyla adeta bölgedeki tüm yerlilerden oluşan bir öz savunma gücü oluşturmuş bulunmaktadırlar. Onun için Chiapas eyaletinde kendi özerk bölgelerinde kendi kendilerini yöneterek ataları olan Mayaların ruhunu yaşatan bu halka “tarihin bekçileri” de denilmektedir.
Marcos”un bu yürüyüşün arkasından gazetecilere yaptığı, halka yaklaşımla ilgili tarihi ders de, şunları ifade etmektedir:
“Talep ve istemler bizim değil onlarındır. O yüzden onlar bizden daha iyi kendi talep ve ihtiyaçlarını bilirler. Onları dile getirmek de benim değil onların görevidir. Benim, bizim görevimiz mücadele ede-rek onların taleplerini dile getirecek ortamları sağlamaktır. Onlara barışı getirmektir. El konulan top-raklarını onlara geri vermektir. Ve kendilerini yönetme görevlerinin yetkisini onlara vermektir”
Aslında bu açıklamadan da, öz savunmanın devrimci halk savaşında ne anlama geldiği açık ve net olarak görülmektedir.
Paris komünü içinde, değişik eksiklik ve yetersizlikler taşısa da devlet dışı kalmış, demokratik komünal değerleri ve politik ahlaki toplumu savunanların egemen sisteme karşı koyuşları, kendi sistemlerinde ısrar etmeleri mücadelesi denilebilir. Bu anlamda etnisitenin, kadının büyük direnişini ifade eder.
Paris komünü ve diğer komünleri doğru değerlendirip sonuçlar çıkardıkça geleceğe daha güçlü yürüneceği açıktır. Bu anlamda birçok yönüyle eğitici ve öğretici yönleri olan tarihsel bir direnişi ifade etmektedir
Öz savunma, halkın kendi güvenliğini sağlaması anlamına gelmektedir. Demokratik toplumun her alanda örgütlenmesini, kurumsallaşmasını, kendi güvenlik sistemine kavuşmasını ifade etmektedir.
Diğer bir konu öz savunma salt silahlı yapılanma olarak ele alınamaz. Toplumun kendi kimliği ve öz yaşamı konusunda her alanda örgütlenmesini ifade eder.
Toplum böylesi bir görevle karşı karşıya iken, halkın aydınlatılması ve örgütlendirilerek mücadeleye sevk edilmesinin yanında, sömürgeci güçlerce elinden alınan değerlerinin geri alınarak toplumsal değerler hanesine katılmasını sağlamak gibi bir görevimiz bulunmaktadır. Son 35 yılının kazanılan demokratik değerleri halen tasfiye edilme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Yaklaşık son 85 yıldır süregelen inkar-imhaya dayalı soykırım farklı araçların da devreye girmesiyle halen devam etmektedir. Kürt toplumu fiziki, ekonomik, siyasi, kültürel vb. soykırımlarla karşı karşıyadır. Onun için toplumun kendisini bu soykırımlara karşı koruyacak örgütlenmelere yönelmesi, 7″den 77″ye, herkesin buna dahil edilmesi aynı zamanda bir öz savunma mücadelesi olmaktadır.
Kürtler kendi varlığını, kimliğini, yaşamını tehdit eden durumlar karşısında örgütlü tavırlar geliştirmek durumundadır. Önemli olan bunu toplumu tehdit eden tehlikelere karşı geliştirilmesidir.
Soykırım, bir toplumu ortadan kaldırmaya yönelik bilinçli-örgütlü ve planlı olarak organize güçlerin yürüttüğü kapsamlı bir saldırıdır. Bu bir insanlık suçudur. O zaman sadece olması gereken haklar an-lamında değil, uluslararası arası hukuk açısından da suç sayılan bu saldırılar nelerdir” Bunların mutlaka doğru tespit edilmesi ve ona göre örgütlenmelerin yapılması gerekir. Önder APO, siyaset akademileri, kooperatifler, meclisler, konseyler, kongreler gibi konuları dile getirirken bunları aynı zamanda birer öz savunma merkezleri olarak da değerlendirdi. Biz de bu temelde öz savunmayı ele almak zorundayız.
O zaman kültürel soykırıma karşı geliştirilen Kürt dil-kültür örgütlenmeleri ve soykırımcı egemen kültüre karşı geliştirilen tüm mücadele biçimleri (Kürtçe okul açma, her evi dil kursuna çevirme vb.) öz savunma kapsamı içindedir. Kendi anadilini konuşmak, yazmak ve yaşamsal kılmak öncelikli göre-vimizdir.
Siyasal soykırıma karşı geliştirilen tüm örgütlenmeler (siyasal partiler, meclisler, komünler, sivil toplum örgütleri vb.) ve onların geliştirdiği mücadele biçimleri öz savunma kapsamı içindedir. Savunma sadece savaşla değildir, bunun siyasi hamlelerini de yapmak gerekmektedir. Siyasi mücadeleyi geliştiremezsek savunmamız gelişemez. Toplumun her kesimi bu mekanizmalar içerisinde yer alarak kendi öz savunmalarını alabilirler.
Ekonomik soykırıma karşı geliştirilen ve geliştirilecek olan kolektif emeğe dayalı üretim-tüketim örgütlenmeleri aynı zamanda toplumun temel maddi ihtiyaçlarının da karşılanmasına yönelik en demokratik eylem olma karakterini taşımaktadır. Özellikle de açlıkla terbiye edilerek, tüm değerlerini satan işbirlikçiler ve ihanetçiler haline getirilmek istenen Kürt gerçekliği düşünüldüğünde, bu alanda atılacak adımlar ve verilecek olan mücadele etkin bir öz savunma anlamına gelecektir.
Şehirlerimizi yakıp yıkan çocukları ve kadınları katleden, Kürdistan üzerinde her türden soykırımın sürdürücüsü olan Türk ordusu, polisi ve işbirlikçisi karşısında tutum belirlemek ve Kürt çocuklarını askere göndermemek konusu önemli bir öz savunma konusu olacağı gibi, başta korucular olmak üzere tüm halkın koruculuk karşısında alacağı tutum da önemli olmaktadır. Böylesi ölüm-kalım savaşımının verildiği bir süreçte kendi toprağına, yurduna ve halkına sırtını dönmek tarih ahlaki-politik toplum karşısında büyük bir sapmayı ifade etmektedir.
Aynı şekilde, örgütsel tedbirlerimiz olmalıdır. Örgütlenmemizi iyi yapacağız, düzenleyeceğiz, hareketli kılacağız. Örgütümüzün manevra kabiliyeti, yönetim düzenlemesi olacak, bu da önemli bir savunmayı teşkil edecektir. Örgütlü olmakla, savaşmak ve savunmak mümkün olur.
Sonuç olarak, Kürdistan” ın, her sokağı, köyü, beldesi kısacası her karış toprağını sömürgeci faşist çetelerden koruyacak, kendi topraklarımızda özgür yaşamı inşa edeceğimiz öz savunma gücümüzü örgütlememiz halkın örgütlülüğüyle mümkün olabilecektir. Halkımızı faşist diktatörlere karşı örgütlemek, eyleme geçirmek ve özgürleştirmek yaşamın anlamlaşmasıdır. Önder APO”nun dediği gibi “Başarmamak için kişinin önünde kendisinden başka engel yoktur. Yeter ki biraz akıl, toplumsal ahlak, biraz toplumsal aşk biraz da vicdan olsun.”
Komünar