KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişinin en zor şartlarda dahi direnerek düşmanın yenilgiye uğratılabileceğini kanıtladığını belirterek “Bu PKK’nin ve Kurdistan devriminin özünü ve tarzını ifade etmektedir. Eğer Kurdistan’da gelişme yaratılacaksa, PKK kimliği esas alınacaksa hiç şüphe yok ki bu, ancak 14 Temmuz çizgisinde derinleşmekle, bu çizginin özümsenmesi ve esas alınmasıyla olabilir” dedi.
14 Temmuz 1982’de Diyarbakır Zindanında PKK’nin öncü kadroları tarafından başlatılan ve Mehmet Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek’in şehadetleriyle sonuçlanan Büyük Ölüm Orucu Direnişinin üzerinden 41 yıl geçti. Kürt Özgürlük Mücadelesi için büyük önem atfedilen bugün vesilesiyle KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, bir yazı kaleme aldı.
Cemil Bayık’ın yazısı şöyle:
“14 Temmuz Direnişi zulme, vahşete ve işkenceye karşı geliştirilen ve etkileri günümüze kadar devam eden çok büyük bir eylemdir. Partimiz ve halkımız açısından olduğu kadar insanlık tarihinin de en büyük eylemlerinden biridir. Büyük 14 Temmuz Direnişçileri, halk ve Hareket olarak bizlere faşizme ve sömürgeciliğe karşı doğru duruşun ve başarının yolunu gösterirken; zulüm, vahşet ve ağır işkence altında insanlık değerlerini savunmanın ve insan olarak kalmanın soylu örneğini de ortaya koymuşlardır. Bu özelliğinden dolayı 14 Temmuz Direnişi insanlık açısından da büyük bir değer ifade etmektedir. Bu büyük direnişi geliştiren partimizin önder kadroları Mehmet Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek yoldaşları eylemlerinin yıl dönümünde bir kez daha saygı ve minnetle anıyor, tarihsel eylemleri karşısında saygıyla eğiliyorum. Onlar şahsında tüm devrim ve demokrasi şehitlerini anıyorum. Şehitlere verdiğimiz başarma sözünü bu vesileyle bir kez daha yineliyorum. 14 Temmuz ruhuyla sömürgeciliğin zindanlarında direnen tüm yoldaşları saygıyla selamlıyor, sevgilerimi belirtiyorum. Yine 14 Temmuz ruhuyla işgalci düşmana karşı savaşan gerillayı selamlıyor, büyük direnişleri ve başarılı eylemlerinden dolayı kendilerini kutluyorum. Büyük 14 Temmuz Direnişinin bize anlattığı en önemli ve temel gerçeklik, şartlar ne kadar ağır olursa olsun direnerek insanlık onurunun korunabileceği ve düşmanın yenilgiye uğratılabileceği gerçeğidir.
EN ZOR ŞARTLARDA KURDİSTAN ÖZGÜRLÜK VE BAĞIMSIZLIK DAVASINI SAVUNDULAR
Büyük 14 Temmuz Direnişi, tüm yönleriyle anlaşılmayı ve özümsenmeyi gerektirmektedir. Bu eylem büyük bir fedakarlık, kahramanlık ve cesaret örneğidir. Zulme, vahşete, işkenceye, düşkünlüğe karşı soylu bir duruştur. Yaşama, insanlık değerlerine sahip çıkmaktır. Mücadeleye, Kürt halkının özgürlük davasına olan büyük inancı ifade etmektedir. Aynı zamanda Önderliğe, partiye, yoldaşlığa olan bağlılığı ifade etmektedir. 14 Temmuz direnişçilerinde Kurdistan’ın özgürlük ve bağımsızlık davasına ve PKK’nin mücadele çizgisine olan inanç ve bağlılık çok öndedir. Bundandır ki, 14 Temmuz direnişçileri çok ağır şartlar altında bu davayı savunmuş ve PKK direniş çizgisi temelinde mücadele etmişlerdir. İşte 14 Temmuz Direnişini geliştiren, 14 Temmuz gerçeğini yaratan, bu tarihsel kişiliklerin sahip oldukları bu özellikler ve esas aldıkları değerlerdi. Bu açıdan 14 Temmuz’u tüm yönleriyle anlamamız için 14 Temmuz direnişçilerini iyi tanımamız ve anlamamız gerekir. Bunlar çok önemlidir ve tüm detaylarıyla üzerinde durulmayı ve anlaşılmayı gerektirmektedir. Ben 14 Temmuz Direnişinin gerçekleştiği dönemde dışarıya olan etkileri, ağırlıklı olarak da parti, kadro ve militanlar üzerinde yarattığı etkiler üzerinde kısaca durmaya çalışacağım.
12 EYLÜL’ÜN ASIL AMACI ÖZGÜRLÜK HAREKETİNİN BASTIRILMASIYDI
Tabii 14 Temmuz Direnişini ve yarattığı etkileri anlamak için öncelikle 14 Temmuz Direnişini ortaya çıkaran şartları bilmek ve anlamak gerekmektedir. 14 Temmuz Direnişi, 12 Eylül faşist cunta rejimine karşı geliştirilen bir eylemdir. 12 Eylül faşist cunta rejimi ise Kürt soykırımı amacıyla geliştirilmiştir. Dünyada yükselişe geçen ezilen halkların ve sınıfların sosyalizm ve ulusal kurtuluş mücadelesi, 1970’lerin başında Türkiye ve Kurdistan’da da etkili olmaya başlamış ve özellikle gençlik kesimi içerisinde devrimci duyguların gelişmesine yol açmıştı. Türk devleti paramiliter faşist yapılar eliyle bu devrimci yükselişin önünü alamayınca, NATO desteğiyle 12 Eylül 1980’de askeri bir darbe gerçekleştirmiştir. Askeri darbe sonucu kurulan faşist cunta rejimiyle Türkiye’de gelişen sosyalist mücadelenin bastırılması, Kurdistan’da ise ulusal bilinç ve kurtuluş mücadelesinin kitlelere yayılmadan önünün alınması ve Kürt soykırımının tamamlanması amaçlanmıştır. Dolayısıyla 12 Eylül askeri rejiminin esas amacı, henüz yeni gelişen Kürt Özgürlük Hareketinin bastırılması ve Kürt soykırımının gerçekleştirilmesidir. Darbe gerçekleşip cunta rejimi kurulduktan sonra bu amacın gerçekleştirilmesine yönelik adımlar atılmıştır. Bu temelde Türkiye ve Kurdistan’da bastırma, sindirme ve ezme harekatı başlatılmıştır. Devrimci hareketler ezdirilmeye çalışılırken her yere büyük bir şiddet dalgası yaydırılarak toplum düzene çekilmek istenmiştir. Zaten askeri darbe yöntemine başvurulmasının nedeni yoğun bir şiddet dalgası geliştirilerek kitlelerin sindirilmesi ve teslim alınmasıdır.
12 Eylül askeri darbesiyle birçok devrimci tutsak edildi. Devrimci hareketlerin ülkede kalarak kendilerini korumalarının koşulları çok zorlaştı ve birçok hareket yurt dışına çıkmak durumunda kaldı. Faşist cunta rejimi otoritesini ve tutumunu yansıtmak için onlarca devrimciyi idam etti. İçeriye alınan tutsaklara işkence yapıldı, işkenceyle pişmanlık ve itirafçılık geliştirilmek istendi. İşkence zindanlarda bir sisteme dönüştürüldü, birçok tutsak işkenceyle katledildi. Direnişin gelişmediği yerlerde pişmanlık ve itirafçılık gelişti ve bu hem içerideki tutsaklar hem dışarıda toplum üzerinde olumsuz etkiler yarattı. Halk üzerinde de büyük bir baskı kuruldu ve aleni şiddet yöntemleriyle kitlelerin sindirilmesi amaçlandı. İçeride katliam ve işkenceyle tutsaklar üzerinde pişmanlık ve itirafçılığın geliştirilmek istenmesi, devrimci hareketlerin yurt dışına çıkması ve halk üzerinde geliştirilen yoğun baskı ve sindirme politikaları, toplumda gittikçe umutsuzluğun gelişmesine yol açmaktaydı. Zaten 12 Eylül faşist cunta rejimiyle devrimciler ezdirilerek toplumun sindirilmesi ve teslim alınması amaçlanmaktaydı.
12 EYLÜL REJİMİ ÜLKEYİ TERK ETMEYİ DESTEKLİYORDU
Darbeyle birlikte eski tarzda ülkede kalmanın ve mücadeleyi yürütmenin koşulları çok zorlaşmıştı. Çünkü toplum üzerinde büyük bir baskı geliştirildi, ilişkiler ve üslenme alanları deşifre oldu, birçok yurtsever, sempatizan ve kadro esir düştü. Artık eskisi gibi toplum içerisinde kalmanın ve kendini korumanın imkanı kalmadı, tasfiye olma tehlikesi arttı. Zaten tedbir alamayan veya tedbir almakta geciken birçok hareket tasfiye oldu. Bu durum yurt dışına çıkmayı gerekli ve hatta zorunlu kılmaktaydı. Böylece düşman tarafından esir alınamayan devrimciler yurt dışına çıkma kararı aldılar. Yurt dışına çıkışlar böyle başladı. Tabii herkes aynı düşünce ve amaçla yurt dışına çıkmadı. Birçok kişi ve örgüt artık mücadele etmenin koşullarının kalmadığını, yurt dışında kalınarak bazı basın ve yayın çalışmaları dışında bir şey yapılamayacağını belirtmekte ve bu düşünceyle yurt dışına yönelmekteydi. Bu şekilde de tasfiye olma kabul edilmiş oluyordu. Bu düşüncede olanlar Avrupa’ya yöneldiler ve orada kalarak mülteci yaşamını sürdürdüler.
Tabii Avrupa demek, öteden beri mücadeleden vazgeçmek, bireysel yaşam arayışlarına yönelmek, kapitalist modernite yaşamını ve onun ideolojisi olan liberalizmi benimsemek anlamına geliyordu. Çünkü Avrupa, kapitalist modernite sisteminin merkeziydi. Avrupa’da yüz elli yılı aşkın demokrasi ve sosyalizm mücadelesi ve yaratılan tüm toplumsal değerler, liberalizm ideolojisiyle bitirilmişti. Buraya giden hiç kimse bu duruma düşmekten kurtulamadı. Nitekim Türkiye sosyalist hareketlerinin geriye kalan öncüleri ağırlıklı olarak Avrupa’ya çıkmakla böyle bir duruma düştüler ve bu da Türkiye’deki mücadelenin zayıflamasına yol açtı. Bu adımın yol açtığı hasar bugün bile aşılmış değildir. Öte yandan Avrupa kapısı bilinçli olarak devrimcilere açık tutuldu. Bazı maddi imkanlar da sunularak oraya yönelmenin önü açıldı. Çünkü Avrupa alanı sistemin kontrolündeydi. Orada mücadele değil, kapitalist modernite yaşamı üretiliyordu. Bundan dolayı 12 Eylül rejimi Avrupa’ya çıkmayı kendisi için bir tehlike olarak görmüyordu. Tam tersine ülkeden kopmak ve mücadeleden vazgeçmek anlamına geldiğinden bunun olmasını istiyordu.
HAREKETİMİZ ORTADOĞU SAHASINI TERCİH ETTİ
Önder Apo da Hareketi tasfiyeden korumak için yurt dışına çıkmayı uygun gördü. Fakat Önder Apo yurt dışı olarak Ortadoğu sahasını seçti. Çünkü Önder Apo, yurt dışına çıkmayı bir tedbir ve hazırlık olarak ele alıyordu. Düşman eline düşmekten kurtulan devrimciler yurt dışına çekilecek, burada profesyonel eğitim alacak, ideolojik donanım ve askeri beceri kazanacak ve ülkeye dönerek yeni bir taktik ve tarzla mücadeleyi geliştirip sürdürecek. Fikir tam olarak buydu. Bunun için PKK Ortadoğu sahasına gitmeyi tercih etti.
O dönemde Ortadoğu sahası, mücadele ve devrim alanı olarak görülüyordu. Filistin hareketlerinin ortamı mücadeleyi geliştirmek isteyenler için bir çekim alanıydı. Aynı zamanda bazı imkanlar oluşturuyordu. Tabii bu öyle Avrupa’daki gibi maddi, bireysel yaşam imkanları değildi. Üstlenme, ideolojik ve askeri eğitim yapmanın koşulları vardı. Önder Apo yurt dışına çıkmayı tümüyle ülkeye dönüşün hazırlığı olarak düşündüğünden, Ortadoğu sahasını üstlenme alanı olarak seçti. Avrupa’ya çıkmayı da tehlikeli olarak gördü ve buna karşı çok yoğun bir mücadele yürüttü. Hem örgüt içerisinde hem de diğer diğer devrimci hareketleri yanlış adım atmaktan alıkoymak açısından böyle bir mücadele içerisinde oldu. Bunun için hareketin çok sınırlı olan imkanlarını diğer devrimci hareketlere açtı ve herkesin mücadeleye yönelmesini sağlamaya çalıştı.
ÖNDER APO 12 EYLÜL DARBESİNİ ÖNGÖRDÜ
Aslında henüz 12 Eylül darbesi gerçekleşmeden Önder Apo yurt dışına çıktı ve peyderpey kadroları da çekmeyi planladı. Çünkü Önder Apo 12 Eylül darbesini öngördü. Bu öngörüsünü diğer hareketlerle de paylaştı ve tedbir alınması gerektiğini belirtti. Zaten tutsak düşen PKK kadrolarının önemli bir kısmı darbe gerçekleşmeden önce düşmanın eline geçmişti. Yani darbe henüz resmen gerçekleşmeden Kurdistan’da tutuklanmalar başlamıştı. Darbeyle birlikte ise dışarıda kim varsa aranır duruma geldi, yurt dışına çıkanlar dışında hemen herkes tutsak alındı. Sadece kadrolar değil, yüzlerce sempatizan, taraftar, yurtsever alınıp zindanlara atıldı.
Önder Apo böyle bir sürecin gelişeceğini önceden görerek yurt dışına çıkış yaptı ve Hareketin üsleneceği, ideolojik ve askeri eğitim yapacağı imkanlar yaratmaya çalıştı. Önder Apo’nun çok sınırlı ilişki ve imkanlarla bu çalışmayı yaptığı bilinmektedir. Önder Apo hazır ilişki ve imkanlara dayanarak değil, kendisi ilişki ve imkan yaratarak bu çalışmayı yaptı. Çünkü hazırda hiçbir ilişki ve imkanımız yoktu. 12 Eylül askeri darbesi gerçekleştiğinde Hareket, Önder Apo’nun bu öngörüsü ve çalışması sayesinde sınırlı bir güçle de olsa Ortadoğu’ya çıkmayı ve üslenmeyi başarmıştı. Tabii Önder Apo’nun dışarıda oluşu ve sağlam üslenme şartlarını yaratması, mücadelenin gelişmesi açısından büyük bir inanç ve güven yaratıyordu. İçeride veya dışarıda olsun, tüm arkadaşların Önder Apo’nun mücadeleyi geliştireceğine sonsuz bir inancı vardı.
PKK’LİLERE İŞKENCE TÜRK DEVLETİNİN KÜRT DÜŞMANI KARAKTERİYLE AÇIKLANABİLİR
Faşist askeri darbe 12 Eylül 1980’de soykırımcı sömürgeci düzeni yeniden tesis etmek ve devletin toplum üzerindeki hakimiyetini kurmak için gerçekleştirildi. Faşist askeri darbe, topluma mutlak anlamda boyun eğdirmeyi ve toplumun sindirilmesini en temel amaç olarak belirlemişti. Bundan dolayı toplum üzerinde büyük bir baskı ve şiddet dalgası geliştirildi. Öyle ki bununla toplumun bir daha özgürlük fikrine eğilim göstermesinin ve mücadele etmesinin zemini bırakılmayacak, bu duygular zihinlerden bir bütün silinecekti. Şüphesiz faşist askeri darbenin esas hedefi devrimcilerdi. Çünkü topluma özgürlük fikrini aşılayan, mücadeleye çeken devrimcilerdi. Toplumdaki özgürlük ve mücadele duygusunun ortadan kaldırılması öncelikle devrimcilerin ve devrimci hareketlerin ortadan kaldırılmasını gerektiriyordu. Budan dolayı 12 Eylül faşist cunta rejimi devrimciler üzerine çok sert gitti. Birçok devrimci tutsak alınıp işkence edildi. Zindanlar birer işkence merkezine dönüştürüldü. 12 Eylül faşist cunta rejimi bu uygulamalarla itirafçılığı ve pişmanlığı geliştirerek toplumun umut ve inanç kaynağını yok etmeyi ve böylece soykırımcı sömürgeci düzene boyun eğmeyi kabul etmesini amaçlamıştır. Bu merkezlerden en fazla öne çıkan ise PKK kadrolarının ve sempatizanlarının tutulduğu Diyarbakır askeri cezaevi olmuştur. Diyarbakır askeri cezaevinde PKK kadrolarına, sempatizanlarına ve Kürt yurtseverlerine karşı geliştirilen işkence ancak ve ancak soykırımcı sömürgeci Türk devletinin Kürt düşmanı karakteriyle açıklanabilir veya böyle bir karakterin uygulaması olabilir. Diyarbakır askeri cezaevinde tarihte eşine çok az rastlanan ağır işkence ve vahşet birçok türküye, romana, yazıya, filme konu olmuş, Kurdistan halkının hafızasına derin bir şekilde işlenmiş ve kazınmıştır.
ÖNDER APO ADETA TÜM MÜCADELEYİ OMUZLADI
Tutsaklar ve halk üzerinde baskı, işkence ve katliam uygulamalarına başvurulurken devrimci ortama yönelik de büyük bir ideolojik saldırı başlatılmıştı. Devrimci ortam içerisinde umutsuzluk yaratılarak devrimciler mücadeleden alıkonulmak isteniyordu. Önder Apo, yurt dışı olarak Ortadoğu sahasını seçerek böyle bir durumun gelişmesini engellemeyi, Ortadoğu’yu ülkeye yeniden dönüş için bir hazırlık yeri olarak değerlendirmeyi amaçlamıştı. Bu düşünceyle Ortadoğu’ya çıkmış ve düşman eline düşmemeyi başarmış, kadroların bir kısmını yanına çekmişti.
Fakat Ortadoğu sahasına çıkmakla her şey yoluna girmiş olmuyordu. Her yerde devrimcilere yönelik ideolojik bir saldırı söz konusuydu. Devrimci ortam içerisinde inançsızlık, umutsuzluk, sağ anlayışlar geliştirilmek isteniyordu. Bunlar Ortadoğu sahasında da vardı. Hatta bu faaliyetler en çok Ortadoğu sahasında yürütülüyordu. Çünkü Ortadoğu’ya çıkanlar ülkeye yeniden dönmeyi ve mücadeleyi geliştirmeyi planlıyordu. Özellikle Ortadoğu sahasına gelen Türkiye solundan bazı kesimler devrimci hareketleri buradan Avrupa’ya çıkarmaya, herkesi böyle bir arayışa yöneltmeye çalışıyordu. Nitekim güçleri ve imkanları PKK’ninkinden daha fazla olan birçok hareket Avrupa’ya yönelerek devrimci ortam içerisinde bu anlayışın yayılmasına yol açtılar.
Öte yandan bu sadece dışımızda gelişen bir anlayış değildi. Bu anlayış bizim ortamımız içerisinde de geliştiriliyordu. Bizim içimizde bu anlayışı geliştiren Çetin Güngör’dü (Semir). Önder Apo ülkeden çekilen kadroları ülkeye yeniden dönüş amacıyla ideolojik ve askeri olarak hazırlamaya çalışırken, Semir ve onunla birlikte hareket edenler, Önder Apo’nun tam aksine, parti ortamı içerisinde Avrupa’ya çıkma ve mülteciliği geliştirmeye çalışıyordu. Bu anlayış ortamı olumsuz etkiliyor, kadronun yoğunlaşmasını dağıtıyordu. Sağ anlayış ,12 Eylül faşist cunta rejiminin içeride ve dışarıda halk ve tutsaklar üzerinde geliştirdiği ağır baskı ve işkence ortamına dayanarak devrimci ortam içerisinde kendini örgütlemeye ve etkili olmaya çalışıyordu. Dolayısıyla ciddi bir sağ anlayış ve provokasyon tehlikesi belirmişti. Önder Apo bu anlayışa karşı çok yoğun bir ideolojik mücadele verdi. Tabii ki bunu yapmak, sağ anlayışı geriletmek kolay değildi. O şartlarda ve ortamda bunu yapmak ve başarmak çok zordu. Çünkü bir taraftan içte gelişen ideolojik bir saldırı söz konusuydu. Semir’in geliştirdiği sağ anlayış, parti ortamını adeta zehirliyordu. Diğer taraftan ise bugünkü gibi devrimci ölçüler ve ilkeler net değildi. Ancak sürekli ve yoğun bir ideolojik örgütsel mücadeleyle gelişme sağlanabiliyor, yol alınabiliyordu. Dolayısıyla tüm gelişmeler yoğun bir ideolojik mücadele ve emekle oluyordu. Öte yandan Semir provokasyonuna karşı parti merkezinin yetersiz kalışı, Önder Apo’nun yükünü daha da ağırlaştırıyordu. Önder Apo adeta tüm mücadeleyi omuzlamıştı. Parti merkezinin desteği çok sınırlıydı.
MÜCADELE ANCAK KURDİSTAN’IN ÖZGÜRLÜĞÜNE DERİN BAĞLILIKLA MÜMKÜNDÜ
Ortadoğu sahasına gelen kadrolar dürüst, fedakar, sorumluluk duyan ve mücadeleye öncülük yapmak isteyen arkadaşlardı. Tüm arkadaşlar böyle duygulara sahipti. Aslında bizim dışımızdaki diğer devrimci hareketlerin yapısında da böyle duygular, mücadeleyi geliştirme isteği vardı. Fakat sağ anlayış, koşulların yarattığı zorlukları kullanarak zihinleri bulandırmaya, mücadele duygusunu zayıflatmaya ve devrimcileri bireysel yaşam arayışlarına yöneltmeye çalışıyordu.
Şüphesiz koşullar zordu. 12 Eylül darbesi adeta silindir gibi toplumun üzerinden geçmişti. Herkesten susması, boyun eğmesi ve teslim olması isteniyordu. Sınırlı demokratik haklar bile askıya alınmış, hiçbir kural ve yasaya uyulmuyordu. En küçük itirazda bulunanlar sokak ortalarında aleni bir şekilde işkencelerden geçiriliyor veya vurulup öldürülüyordu. Devrimcilerin önemli bir çoğunluğu ise düşmana tutsak düşmüştü. Tutsak düşen devrimcilere çok ağır işkenceler yapılıyordu. Zindanlar birer işkence merkezine dönüştürülmüştü. Darbeye karşı dışarıdan gelişen herhangi bir itiraz, karşı çıkış yoktu. Tam tersine egemen güçler darbecilerin yanında yer alıyordu. Zaten 12 Eylül askeri darbesi ABD ve NATO desteğiyle yapılmıştı. Baskı ve işkencenin en çok olduğu yer ise Kurdistan’dı. İşkencenin en ağırı Diyarbakır askeri cezaevinde uygulanıyordu. Böyle koşullarda insanları yurt dışına çekmek, onlardaki mücadele duygusunu keskinleştirmek ve onları mücadeleye sevk etmek kolay değildi. Çünkü şartlar zordu ve imkanlar çok kısıtlıydı. Ortadoğu sahasında elde ettiğimiz tek imkan bazı Filistinli dost örgütlerin kamplarında kalmamız ve kendimizi ideolojik ve askeri olarak eğitmemizdi. Bunun dışında hiçbir imkan yoktu. Dolayısıyla bu koşullarda mücadeleye yönelmek halka, yoldaşlara, Kurdistan’ın kurtuluşuna ve özgürlüğüne olan derin bağlılıkla mümkündü. Önder Apo bu duyguları yoğun olarak yaşıyordu ve bunun ortamımızda gelişmesi için ideolojik ve örgütsel mücadele veriyordu. Bir taraftan iradeyi güçlendirerek zorlukları aştırmaya, diğer taraftan da yurtseverliği, devrimci duyguyu ve düşünceyi derinleştirerek sağ anlayışı etkisizleştirmeye çalışıyordu.
Yurt dışında olup ülkeye yeniden dönme ve mücadeleyi geliştirme çalışmaları yaptığımız süreçte ülkeden kötü haberler geliyordu. Diyarbakır zindanından gelen her haber iç yakıcıydı. Diyarbakır zindanı bir işkence merkezine dönüştürülmüştü. Ağır işkenceler yapılıyor, insanların onuruyla oynanıyor, düşürülmeye çalışılıyor, pişmanlık ve itirafçılık dayatılıyordu. Tutsaklar baskı ve işkenceye karşı çeşitli direniş yöntemlerine başvuruyor, açlık grevlerine giriyordu. Fakat işkence durdurulamıyordu. İşkencelerde birçok kadro, sempatizan ve yurtsever katledilmişti. Mazlum Doğan arkadaşın 21 Mart 1982’de teslimiyete karşı yaptığı eylem ve şehadete ulaştığı haberi herkeste derin bir duygunun gelişmesine yol açtı. Daha sonra ise Dörtler’in gerçekleştirdiği eylemin haberi geldi. Düşmanın elinde esir bulunan ve hiçbir imkana sahip olmayan yoldaşların teslimiyete karşı direnişi seçmeleri ve eylemleriyle şehadete ulaşmaları ortamımızda ciddi bir sorgulamaya yol açıyordu. Bu aynı zamanda düşmana karşı kin, öfke ve intikam duygularının gelişmesine ve derinleşmesine de yol açıyordu. Ortamımızda bir an önce bir şeyler yapma, zindandaki yoldaşların yürek dağlayan çığlıklarına cevap olma istemi her gün biraz daha gelişiyordu. Önder Apo zindandan gelen bu haberler karşısında bir önce gerilla birliklerini ülkeye ulaştırmak ve mücadeleyi başlatmak için çalışmalarını daha da yoğunlaştırıyordu.
ÖNDER APO’NUN ÇABALARINA EN BÜYÜK DESTEK ZİNDANLARDAN GELDİ
Önder Apo en çok da zindandaki ağır durumdan dolayı mücadeleyi bir an önce başlatma çabası içerisindeyken, Önder Apo’nun bu çabalarına en fazla destek zindandan geldi. Bu PKK’deki diyalektiği en iyi ortaya koyan örneklerden biridir. İçerideki arkadaşların yoğunlaşması ve geliştirdikleri direniş ile dışarıda Önder Apo’nun çabaları birbirini tamamlamıştır. 14 Temmuz Direnişi de bu şekilde gelişmiş ve partinin mücadeleyi geliştirme çabasını güçlendirmiştir. Zindandaki arkadaşların ağır işkence koşulları altında teslimiyeti reddederek direnmeleri, 12 Eylül rejiminin içeride geliştirmek istediği tasfiye konseptini boşa çıkarmış ve bu faşist işkenceci askeri rejimi yenilgiye uğratmıştır. 14 Temmuz Direnişiyle tutsaklar direniş etrafında bir araya gelmiş, teslimiyet, itirafçılık, pişmanlık ve her türlü zayıflık ve kararsızlık mahkum edilmiştir. Bu tutum ve ortaya çıkardığı sonuçlar 12 Eylül rejiminin içeride yenilmesini sağlamıştır. Çünkü 12 Eylül rejiminin zindanlara yönelik konsepti tutsakların teslim alınarak toplumun umudunun kırılması ve bunun üzerinden toplumun faşist rejime tümüyle teslim olmasını ve itaat etmesini sağlamaktı. Fakat zindandaki arkadaşların direnişi düşmanın bu konseptini boşa çıkarmıştır. 14 Temmuz Direnişiyle 12 Eylül rejiminin kuralları ve yasaları paramparça edilmiş ve örgütlü ortam yeninden yaratılarak direniş çizgisi ve ilkeleri hakim olmuştur.
Tabii 14 Temmuz Direnişinin içeride olduğu kadar dışarıya da etkisi çok büyük olmuştur. Her şeyden önce ne pahasına olursa olsun halkın davasından vazgeçilmediği ve vazgeçilmeyeceği ortaya konulmuştur. Bu, halk üzerinde çok büyük bir etki yarattı. Halkta PKK kadrolarına ve onun öncülüğünde mücadelenin gelişeceğine ve başarıya ulaşacağına olan inanç gelişti. Böylece 12 Eylül rejiminin halktaki umudu bitirme ve toplumu tümden teslim alma planı yenilgiye uğramış oldu. Öte yandan 14 Temmuz Direnişi toplumda mücadele bilincinin ve azminin gelişmesine yol açtı. Toplum PKK kadrolarının en ağır şartlarda bile teslim olmayıp direndiklerini ve yaşamlarını dava uğruna feda ettiklerini görünce, mücadeleyi sahiplenmeye ve mücadele karşısında kendini sorumlu görmeye başladı. Şüphesiz Kürt toplumunda bu duyguların gelişmesi çok önemli bir gelişmedir. Büyük 14 Temmuz Direnişinin yol açtığı en önemli gelişmelerden biri de işte buydu.
BÜYÜK ÖLÜM ORUCU DİRENİŞİ TÜM PARTİ KADROLARINI DERİNDEN ETKİLEDİ
14 Temmuz Direnişi, içeride olduğu gibi dışarıda da parti ortamını olumlu etkiledi. Parti yapısı üzerinde sorgulanmanın ve mücadele çizgisinde kararlılığın gelişmesine yol açtı. Tabii en çok Önder Apo’nun verdiği çabalara katkısı oldu. Ortamımızda kararsızlığı, mücadelesizliği ve bireysel yaşam arayışlarını geliştirmek isteyen sağ anlayışın zayıflamasına; Önder Apo’nun kadroları hazırlama ve gerilla birliklerini ülkeye göndererek mücadeleyi başlatma çabasının güçlenmesine yol açtı. Semir’in çabası partiyi Avrupa’ya taşımak ve gerilla mücadelesinin gelişmesini engellemekti. Bu oportünist sağ bir anlayıştı ve özünde 12 Eylül rejimine teslim olmayı ifade ediyordu. Parti Avrupa’ya çıkacak, mültecileşecek, mücadeleden vazgeçecekti. Tabii ki Semir bunu açıktan yapmıyor, gizliden yaparak ortamı bulandırmaya ve provoke etmeye çalışıyordu. Önder Apo da bu anlayışa karşı yoğun bir ideolojik ve örgütsel mücadele veriyordu. 14 Temmuz Direnişi, bu anlayışın etkisizleşmesine önemli bir katkı sağladı. Zaten 14 Temmuz Direnişinin sonuçları kesinleştikten sonra Semir kendini gizleyemez duruma geldi ve açıktan parti karşıtlığına düşerek devrim saflarından koptu. 14 Temmuz Direnişinin parti ortamı üzerinde böylesine netleştirici ve geliştirici sonuçları oldu.
Öte yandan 14 Temmuz Direnişinde şehadete ulaşan Hayri, Kemal, Akif ve Ali yoldaşlar parti yapımızın ekseriyeti tarafından çok yakından tanınan, sevilen, Hareket’in gelişip örgütlenmesine ve mücadelenin büyütülmesinde büyük emekleri olan kişilerdi. Bu arkadaşların ağır işkenceler altında direnişi geliştirmeleri ve direnişi sonuna kadar götürüp şehadete ulaşmaları, tüm parti kadrolarını derinden etkiledi. M. Hayri Durmuş arkadaşın eylemi başlatırken mahkemede dile getirdiği sözler, herkeste derin bir iç sorgulamaya yol açtı. Bu sözler 14 Temmuz eylemini ve PKK direniş çizgisini özetleyen sözler olarak tarihe geçmiştir.
14 TEMMUZ DİRENİŞİ DİRİLİŞ DEVRİMİNE TEMEL OLMUŞTUR
Önder Apo, 15 Ağustos gerilla hamlesini başlatarak 14 Temmuz çizgisini daha ileri bir noktaya taşımıştır. Kurdistan Devrimi bu çizgi üzerinden gelişmiş, diriliş devrimi gerçekleşmiş ve bugün yaratılan tüm değerlerin temeli ve yaratıcısı olmuştur. Kurdistan Devrimi esas olarak direniş temelinde gelişmiştir. 14 Temmuz Direnişi ise bu çizginin oluşmasında temel olmuştur. Bu açıdan 14 Temmuz çizgisini ve ruhunu anlamak, bunda derinleşmek çok önemlidir.
Büyük 14 Temmuz Direnişi, bir çizgi ve tarzdır. Bu çizginin özünde direniş ve direnişle başarma vardır. 14 Temmuz eylemi en zor şartlarda bile direnerek düşmanın yenilgiye uğratılabileceğini kanıtlamıştır. Bu PKK’nin ve Kürdistan devriminin özünü ve tarzını ifade etmektedir. Eğer Kurdistan’da gelişme yaratılacaksa, PKK kimliği esas alınacaksa, hiç şüphe yok ki, bu ancak 14 Temmuz çizgisinde derinleşmekle, bu çizginin özümsenmesi ve esas alınmasıyla olabilir.
Günümüzde AKP – MHP faşizmine karşı mücadelenin geliştirilmesi ve faşizmin yenilgiye uğratılması bakımından 14 Temmuz çizgisinin anlaşılması ve esas alınması çok önemlidir. AKP – MHP faşizmi, özünde 12 Eylül soykırımcı sömürgeci faşist rejimin bir devamıdır. Tıpkı faşist 12 Eylül rejimi gibi faşist AKP – MHP iktidarı da Kürt soykırımını gerçekleştirmeyi temel amaç olarak belirlemiştir. Bu temelde soykırım politikalarını derinleştirmekte ve saldırılarını artırmaktadır. Önder Apo’ya tecrit uygulamakta, Hareketimizi tasfiye ederek yarattığımız tüm gelişmeleri ortadan kaldırmayı ve Kürt soykırımını tamamlamayı hedeflemektedir. Bizim Kürt ve insanlık düşmanı olan bu faşist rejimi yenilgiye uğratmamız için Hareket ve halk olarak faşist AKP – MHP iktidarına karşı mücadelemizi daha da büyütmemiz ve geliştirmemiz gerekmektedir. Şüphesiz 14 Temmuz çizgisinde derinleşerek bunu yapabilir ve başarabiliriz. Dolayısıyla bizim her zamandakinden daha fazla 14 Temmuz çizgisini anlamaya, özümsemeye ve esas almaya ihtiyacımız vardır. Tüm yoldaşların bu temelde 14 Temmuz direniş çizgisinde daha fazla derinleşmesi ve 14 Temmuz çizgisinde mücadeleyi büyütmesi gerekmektedir.