Bir ana, evladının ardından yaşar ve her yıl evladını yazarak yüreğindeki ateşi bir kere daha gürleştirir mi? Evet, Hâkî canım, ben yine seni yazıyorum. Daha kaç yıl, kaç defa daha seni yazacağım? Her yazdığım yazı yüreğimi daha da kor ateşine çeviriyor; yani bu acıtan ateş azalmıyor, tam tersine daha da gürleşiyor. Derler ki zaman acıları azaltırmış; ama evlat acısı için zaman kavramı geçersiz bir kavram olsa gerek. Çünkü zaman, bu acıyı daha da büyüttü.
Şimdiye kadar her derde çare bulundu, ama ana yüreğinden koparılan bir yaşamın acısına çare bulunamadı. Senin sonsuzluğa yol aldığını duyduğum an, bedenimden bir şeylerin eksildiğini öylesine hissedip acı çektim ki anlatamam. O an, “Artık yaşam eskisi gibi olmayacak, çünkü yaşamım eksildi” demiştim. Gerçekten doğruymuş; o gün bugündür, yaşam benim için hiç eskisi gibi olmadı. Ne zaman ne mekân ne de yaşanmışlıklar eskisi gibi beni tatmin edebildi. Çünkü seni yaşamımda göremiyorum.
Hep kendimi avutarak, “O bir yerlerde yaşıyor, mutlaka bir gün çıkıp gelecek,” diyorum. Çünkü Barış Grubu’nda yer aldığımda, seninle Enze Asayişi’nde vedalaşmış ve yola koyulmuştum. Seninle son defa görüşeceğimi o an hiç düşünmemiştim. Hep gelip seninle buluşarak barış yolculuğumu sana anlatmayı hayal ediyordum; olmadı. Ben daha zindan sürecimi bitirmeden senin yıldızlaştığını öğrenecektim. Hele o dört duvar arasında iken, yaşamımın eksildiğini duymak bambaşka bir acıydı. O günü asla unutamıyorum.
Evet, işte yine seni yazıyorum. Var mıdır hakkım seni yazmaya? Bir can yaratmak, yaşama yenisini katmak insanlık adına en değerli şey olsa gerek. Fakat böylesine kirletilmiş ve yaşamın aslanın ağzında can çekiştiği bir dünyada, yeni bir yaşam yaratmanın aslında suç sayıldığı bir dönemde, yeni doğumlara kalkışmamak gerektiğini de bilmek gerekiyor. Yeni yaşamlar üretmek, bir insana can vermek dünyanın en kutsal olayı olsa gerek; ama şimdilerde anneler bu kutsal görevi bir suç gibi ele alıyor. Çünkü kendi bedenlerinden yarattıkları yaşamın, daha doğar doğmaz katledilmesini acı içinde izliyorlar. Bir anne için bu acının ne kadar ağır olduğunu savaş tanrıları asla anlayamaz. Şimdilerde ben de kendimi suçlayarak, “Böylesi bir dünyaya Haki’yi getirdim ve onu yaşatamadım. Onu ben dünyaya getirdim, ama o yok ve ben ondan sonra yaşamaya devam ediyorum,” diyorum. Senden sonra yaşamayı bir suç işlemişim gibi görüyorum. Bir insanın, evladından sonra yaşamayı bir suç gibi görerek yaşamasının ne kadar büyük bir acı olduğunu bu savaş tanrıları asla anlayamazlar. Anlasalardı zaten o savaşları halklara dayatmazlardı.
Savaş tanrıları, işgal, talan, rant ve iktidar uğruna dünyamızı bir katliam alanına dönüştürdüler. Her gün binlerce insan yaşamını yitiriyor, ama bu onların umurunda değil. En korkuncu ise binlerce annenin acısını çok normal bir durum gibi görmeleri. Ne kadar korkunç bir zihniyet olduğunu insanlar çok da hissedemiyor. Tekniği ve bilimi kendi tekeline alan iktidarcı zihniyet dünyamızı yönetiyor, daha ne olsun ki? Evet, işte dünyamız acılar dünyası olmuş. Ve ben ancak acılarımı ikimizin yerine mücadele ederek yaşamaya devam ediyorum. Acılarımı intikam gerekçesi yaparak yaşama tutunuyorum. Yoksa senden sonra nasıl yaşamaya devam edebilirdim ki? O kadar güzel hayallerin vardı, ama o hayallerini katlettiler. Ben ise senin o hayallerini gerçekleştirememenin acısını yaşıyorum. Her gün kendime o hayallerini tekrarlayıp duruyorum. “Hâkî şunu yaşamadı, bunu yaşamadı” diyerek tekrarlayıp duruyorum. O her sözcük yüreğime acı olup düşüveriyor. Acılarım ne çok çoğaldı, bir bilsen. Dedim ya, senden sonra yaşam hiçbir zaman eskisi gibi olmadı.
Eksildim, eksildim ve yine eksildim. Bedenim eksildi, hayallerim eksildi, ben eksildim. Evet canım, işte yine seni yazayım dedim ama kendimi de yazdım. Canımın bir parçasısın; seni bensiz nasıl yazabilirim ki? Seni bir saniye bile aklımdan çıkaramıyorum. Şimdi daha çok seninleyim. Bizi fiziki olarak ayıranlar o kadar yanıldılar ki! O köhnemiş zihniyetleriyle düşünedursunlar; bizim gönül birlikteliğimiz o kadar büyüdü ki.
Şimdi eskisinden daha fazla seninleyim. Bizimkisi saf, çok temiz ve ihanetsiz bir yoldaşlıktı. Seninle özgür dağlarda yoldaşlık yaptım ve o yoldaşlığımız gerçek PKK yoldaşlığıydı. Bizim yoldaşlığımızda çirkinliğe, yalana, ikiyüzlülüğe, ihanete yer yoktu. Ana-oğul yoldaşlığını da aşan bir PKK yoldaşlığıydı bizimkisi. O nedenle o yoldaşlığı çok özlüyorum. Özlenmez mi? Güzel olan bir şeye doyum olur mu? Ben doyamadım o yoldaşlığa, onun açlığını çekiyorum. Bir daha bu güzel yoldaşlığı yaşayamamak ne acı bir olay.
Seni ne çok özlediğimi anlatamam. Ancak sana söz veriyorum; düşmana diz çöktürene kadar mücadelem devam edecek. Senin ve tüm yıldızlaşanların bize bıraktığı emaneti onurluca taşıyacağız. Mutlaka amacınız olan özgür Kürdistan’ı mücadelemizle taçlandıracağız. Canım, seni sonsuz selamlıyor ve şahsında tüm yıldızlaşanların önünde saygıyla eğiliyorum.
Hâkî Pazarcık, 3 Kasım 2012’de yıldızlaştı.
Zelal Hâkî (annesi)