Çewlik: Gün faşizmi, taciz ve tecavüzcü zihniyeti yıkma günüdür

0
794

Kadınların Birleşik Devrim Hareketi (KBDH) Konsey Üyesi ve YJA Star Merkez Karargah Komutanı Zozan Çewlik, HBDH sitesine verdiği mülakatta kadın özgürlük mücadelesinin gelişimi ile HBDH ve KBDH’nin başlattığı “Faşizmi Yıkalım, Özgürlüğümüzü Kazanalım” hamlesine ilişkin soruları yanıtladı.

ÖZGÜR VE EKOLOJİK PERSPEKTİF

Çewlik, kadına yönelik artan şiddet, İstanbul Sözleşmesi ve 6248 Sayılı Yasayı kaldırma girişimleri, homofobik açıklamalarla yaşanan bu süreci şöyle değerlendirdi:

“21. yüzyıl kadın yüzyılı olacaktır” iddiamıza yaraşır bir inançla buluşmak, her zamankinden daha fazla önem kazanıyor. Doğru yaşamın bilgisini, nasıl inşa edileceğini arama, kapanmalar yerine buluşmaların yöntemlerini düşünmeye, iflas eden devlet tipi yönetimlere karşı kadın özgürlükçü muhalefetlerin ve alternatif yönetimlerin imkânlarını tartışıyoruz. Yaşam, özgür ve ekolojik bir perspektife kavuşturulmalı.

Virüsün yayılma hızıyla eş zamanlı olarak her geçen gün vaka ve ölüm sayılarının artması ve bunun karşısında “uzay çağının” çözümsüz kalması bugün bir kez daha “nasıl yaşamalı” sorusunun cevaplarından biri haline geliyor. Bu pandemik virüs, yaşamı ele geçirirken ulus devletlerin eğitim, sağlık, ekonomi gibi alanlardaki toplum ve kadın karşıtı politikaları, düşük potansiyelli teselliler dışında elle tutulur hiçbir şey sunamıyor. Sistem politikalarına karşı güçlü çıkışlar yapamayan, dönüştürme pratiği sergileyemeyenler de bu kadere ortak oluyor. Eşit olmayanların eşit yaşayamadığı bu sistem içerisinde virüsten de eşit şekilde etkilenilmediğine tanık oluyoruz. Etnisite, cinsiyet, inanç ve en fazla da sınıf dolayısıyla virüs bazılarımızın korunamayacağı bir bela halini alıyor. Yaşanan kriz işçilerin işlerini kaybetmesi, işçi ücretlerinin aşağı çekilmesi, otoriter yönetim biçimlerinin meşrulaştırılması, zaten göstermelik olan demokrasinin askıya alınması ve salgının yarattığı krizin maliyetinin, kadınlar başta olmak üzere işçilere ve emekçilere ödetilmesi gibi tehditler ortaya çıkarıyor. Ancak krizden en çok kırılgan(laştırılan) ve güvencesiz(leştirilen) grupların olumsuz etkilendiğini görüyoruz.

Virüsün ortaya çıkması ve küresel düzeyde bu denli etkili olmasının nedenleri konusunda süregiden tartışmalar çeşitlilik gösterse de virüs dolayısıyla ortaya çıkan sonuçlar, kapitalizmin finansallaşmış neoliberal politikalarının iflas ettiğini, bir kez daha ama çok daha yakıcı bir biçimde gösteriyor. Yine bu kriz sonucunda iktidarların daha demokratik mi yoksa daha totaliter mi olacağı tartışmaları sürerken var olan hükümetler ve atamayla yönetenler söz konusuyken toplumsal olandan yana tavır beklemek hayal olsa da göz göre göre gelen felakete karşı katıksız piyasa mantığının rehberliğinde hareket etmeye devam edilmesi küresel tedarik zincirlerinin aksamaması işleyen ekonominin ve piyasaların zarar görmemesi çabasıyla günü kurtarabileceklerini sanmaları polikasızlığın boyutlarını deşifre ediyor.

Salgın ve karantina sürecinde ev içi şiddet başta olmak üzere kadına yönelik şiddetin arttığına dair dünyanın farklı yerlerinden veriler sunuluyor. Çoğu kadın kayıt dışı, esnek ve güvencesiz çalıştığı için; kriz süresince salgından dolayı ilk işten çıkarılanlar oluyor. Böylece, artan kadın işsizliği ve yoksulluğu dolayısıyla ev işinin yükünü ve bakım emeğini omuzlayan kadınlar, bu süreçte ekonomik olarak erkeklere bir kez daha bağımlı hale getiriliyor. Böylece salgın, kadınları, uzun süre şiddet dolu bir evde yaşamaya mecbur bırakarak ekonomik, fiziksel ve psikolojik şiddetin hedef tahtasına oturtuyor. Televizyonlarda “erkekler işsiz kaldıkları için stres altındalar, işsiz kalan bu erkeklerle yaşayan kadınlar, şiddet gösteren erkekleri alttan alsınlar” deniliyor. Hükümetler de adı şiddeti önleme olan ama pratikte hiç de bu amaçla işletilmeyen yasaları daha da esnetiyor; kadınlık değerlerine saldırdıkları, kadınların yaşamlarına kast ettikleri için kadın hareketlerinin kolektif baskısıyla mecburen cezalandırılanlar, infaz düzenlemeleriyle ödüllendiriliyor. Yani kadına karşı ailedeki devlet ile iktidardaki devlet iş birliğine kaldığı yerden devam ediyor.

Sağlık sektörünün merkezde olduğu koronavirüs dolayısıyla yaşanan sorunlar bize asıl sorunun salt sağlık, ekonomi ve hukuk alanına ait yaşanan, kriz anında çıkmış, şimdiye ait sorunlar olmadığını gösterdi. Nitekim bütün bunların kaynağında kapitalist krizin yol açtığı yapısal sorunlar yer alıyor.

Karşı karşıya kaldığımız sorunlar, bize yeni bir yaşamı dayatan önemli birer politik ve etik meselelerdir. Koronavirüs krizinin eşitsiz maliyetinden her zaman olduğu gibi en dipte kalarak ağır yükü taşıyanların; yoksullar, mülteciler, hükümetlerin gözden çıkardığı yaşlılar ve binlerce yıldır ataerkil sistemin cinsiyetçi uygulamalarına maruz kalan kadınlar olması rastlantısal değildir. Kadına yönelik şiddet sadece korona salgınında oluşan, şimdiye ait bir olgu değil. Savaş, felaket ve salgın gibi süreçlerde en çok kadınların etkilenmesi ne bu felaketlerin doğası gereği ne de kadınların doğası gereğidir. Bu kadınların beş bin yıllık sınıflı sistemin ataerkil yapısı içerisinde en kırılgan ve güvencesiz grup şekilde konumlandırılmalarından ileri gelmektedir. Bugün yaşanan krizde, en güvencesiz grubun yine kadınların olması tesadüfi olmadığı gibi şimdiye ve buraya ait tekil bir durum değildir. İddiasını ortaya koyan ve bunun için mücadele eden bütün gruplara ve bu mücadelelerin öznesi kadınlara saldırı her koşul altında sürüyor. Sadece evlerde birlikte yaşanılan erkekler değil, ulus devletlerin ırkçı ve tekçi politikaları da ölümü ve kapatılmayı dayatıyor.

KADINLARIN ÖZ SAVUNMA GÜCÜ

Nitekim Kürtler, Kürt kadınları, başta olmak üzere direnen demokratik güçlere, Ortadoğu halklarına imha ve teslim alma, tüm kirli politikalarıyla AKP-MHP faşizmi siyasi, toplumsal, askeri operasyonlarını sürdürmektedir. Bu politikaların bir sonucu da bugün kadınlar üzerinde yürüttüğü savaşın bir parçası günlük olarak taciz, tecavüz ve şiddeti meşru kılmaktadır.

Kadınlar da hem kapitalist modernitenin ulus ötesi şiddet biçimleri, hem de kendi yerellerinde kültürel olarak değişiklik gösteren şiddet biçimleri karşısında özgür bir yaşam için özgün ve yaratıcı mücadele biçimleri üretmekten, örgütlenmekten asla geri durmuyorlar. Kimisi dans ederek, kimisi sopalarla, kimisi bombalarla, kimisi yakarak ama hepimiz erkek egemen sistemin barikatlarını yıkmak için direnmeye devam ediyoruz. Kadın tarihinin izini sürdükçe farklı coğrafyalarda, farklı biçimlerde açığa çıkan bu saldırıların ortak bir zihniyette düğümlendiği bilgisine ulaşmak da zor olmuyor. İşte bu noktada dağınık ama dönüştürme potansiyeli olan yerel kadın dinamiklerinin bir araya gelmesiyle açığa çıkabilecek enternasyonal hamle umut vadediyor. Kadın özgürlüğünü esas alan, ekolojik yaşam prensibine ve demokratik esaslara dayanan, yerel kültürün, özgünlüklerin enternasyonal dayanışmanın güvencesiyle korunacağı, kadınların öz savunma sistemi, kendini her geçen gün daha fazla örgütlemeye çalışıyor.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ

Bu anlamıyla gündemde olan diğer bir husus ise İstanbul Sözleşmesi’dir. Kadınlar ve erkekler arasında hukuki ve fiili eşitliğin gerçekleştirilmesinin kadına yönelik şiddeti önlemede anahtar bir unsur olduğunu benimseyen İstanbul Sözleşmesi’nin maddeleri arasında kadınlara yönelik ayrımcılığın da yasaklanması yer alıyor.

İstanbul Sözleşmesi’nin en önemli özelliği, biyolojik veya hukuki, ailevi bağ olup olmadığına bakılmaksızın ev içi şiddetin ve kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin standartlar öngören ve Avrupa ülkelerini hukuki olarak bağlayan ilk belge olmasıdır. Kadınlar ve erkekler arasında hukuki ve fiili eşitliğin gerçekleştirilmesinin kadına yönelik şiddeti önlemede anahtar bir unsur olduğunu benimseyen Sözleşme, kadınlara yönelik ayrımcılığı da yasaklamaktadır. Sözleşme, hem özel alandaki hem kamusal alandaki şiddeti yasaklamaktadır. Sözleşme, yalnızca barış dönemlerindeki değil, silahlı çatışma dönemlerindeki ve silahlı çatışma sonrasında devam eden şiddeti de yasaklamaktadır. Sözleşme, “toplumsal cinsiyete dayalı” ayrımcılık ve şiddeti temel almıştır ve toplumsal cinsiyeti tanımlayan ilk uluslararası belgedir. Sözleşmede, ekonomik zarar veya ekonomik ızdırap da kadına yönelik şid­det biçimlerinden biri (ekonomik şiddet) olarak tanımlanmıştır. Sözleşme, taraf devletlerden belli koşullar nedeniyle şiddete açık hale gelmiş olan güç durumdaki kadınların özel ihtiyaçlarının göz önünde bulundurulmasını talep etmektedir. Sözleşme, yalnızca sözleşmeye taraf devletlerin vatandaşı olan kadınlar için değil, sığınmacı ve hukuki durumu ne olursa olsun göçmen kadınlar için de koruma sağlamaktadır. Sözleşme, şiddet mağdurlarına eşit koruma sağlanmasını öngörmekte ve mağdurlar arasında her türlü ayrımcılığı yasaklamaktadır. Sözleşme, erkeklere ve çocuklara yönelik ev içi şiddetten de söz etmekte ve şiddet mağduru kız ve oğlan çocuklara ilişkin özel düzenlemelere yer vermektedir.

Türkiye’de gündemde olan İstanbul Sözleşmesi’ni nasıl okumamız gerekiyor? Bu önemli bir husus. Öncelikle Erdoğan’ın iktidarda kalmak için her tür anlaşmaları ve sözleşmeleri iptal etmekten geri durmayacağı nettir. Zaten Türkiye’nin ortak olduğu insan haklarına ilişkin bir sözleşme ve anlaşmadan da bahsetmek mümkün değildir. Sözleşmenin iptal edilmesi tartışmalarının tarikatların rejim üzerinde baskısından kaynaklandığını da belirtebiliriz. Bu aynı zamanda bir rejim değişikliği mücadelesidir. Yani AKP rejimi kendi iktidarını tehlikeye atacak gündemleri ortadan kaldırmaya çalışan faşist bir diktatör rejimdir.

‘KADIN SORUNU SİSTEMİN YAŞADIĞI ÇIKMAZDAN KOPUK ELE ALINAMAZ’

Son süreçte “kadın özgürlük mücadelesinin önünü açmaya” yönelik KBDH milisleri ve gerilla ile “faşist iktidarı ve yandaşlarını hedefleyen HDBH eylemlerini” de değerlendiren Çewlik, “Kadın sorunu evrensel ve toplumsal bir sorundur” dedi ve şöyle devam etti:

“Bu sorunu sistemin yaşadığı çıkmazdan kopuk ele alamayız. Kapitalist sistem, büyük bir kriz yaşamaktadır. Bu krizin somut gerçekleşme aşaması kadın kimliğinde cereyan etmektedir. Gezegenimizi tehdit eden ekolojik toplumsal sorunlar krizin çıkmaza geldiği aşamayı göstermektedir. Yaşanılan bu kaosta en fazla tahribata uğrayan ve darbe yiyen kadınlar olmaktadır. Bu anlamıyla kadınların özgürleşme ihtiyacı aciliyet kazanmaktadır. Tüm dünyada kadınları biraya getiren, faşist iktidarlar karşısında kendi olma savaşı ve mücadelesidir. Kendisi olma ve kendisi gibi katılmak bir savunma refleksidir. Kendi özgürlüğü için direnmek ve mücadele etmek en meşru öz savunma hakkıdır. Özgürlük kendini savunmaktır. Bu anlamıyla, son dönemlerde AKP ve MHP iktidarının faşizan saldırılarına karşı yapılan eylemler oldukça önemlidir.

Her şeyden önce bu iktidar, sadece bulunduğumuz coğrafyada Kürt kadınları ve halkının soykırımını hedeflemiyor. Türkiye halklarını, gençlerini, kadınını, ezilen cinsleri, işçi emekçileri her gün faşizan politikalarla eziyor yok ediyor, adeta nefes alamaz hale getiriyor. İktidar yayılmacı politikaları uğruna tüm toplumu büyük bir baskı altına almaktadır. Yaşadığımız toprakları yaşanmaz hale getiren bu iktidarın ekonomik, askeri hedeflerine karşı gerçekleşen eylemler önemli olmaktadır.

Öncelikle son dönemlerde, gerek KBDH gerekse HBDH’ın düzenledikleri eylemler faşist iktidarı önemli oranda zorlamıştır. Nasıl ki Türkiye’de birçok devrimci sosyalist, örgütlerini büyük bedellerle halkın direnişine öncülük ederek bugünlere getirmişlerse, bundan sonrada bu direniş ruhu ve mücadelesini miras alarak, KBDH ve HBDH’ın eylemleri de Türkiye devrim önderlerinin gerçekleştirmek istedikleri askeri örgütlenmelerin ve eylemselliklerin zafere ulaşmasında tarihi bir rol oynayacaktır. Örgütleri kalıcı kılan eylem gücü haline gelmeleridir. Bu anlamıyla iktidarın ekonomik askeri hedeflerine karşı gelişen eylemleri Türkiye devrim hareketlerinin zafere ulaşması olarak da değerlendirebiliriz.”

‘EYLEM GÜCÜ OLMALI, SOKAKLARDA SUSMAMALIYIZ’

Çewlik, kadınların öz savunma eylemleri ve KBDH’nin bu alanda yapmayı öngördükleri konusunda şöyle konuştu:

“Siyasal, sosyal ve hukuksal olarak kadın karşıtı tecavüzcü bir sistemin politikalarına kadınlar maruz kalmaktadır. Ahlak ve hukuk dışı olan tecavüzü meşru gören bir yargı olabilir mi? Ancak, kendisi tecavüzcü olan bir sistem tecavüzü meşru görür. İpek Er olayı devletin ne kadar kadın katillerini koruyan bir yargı sistemine sahip olduğunu gösteriyor. Musa Orhan sadece bir hafta gözaltında kaldıktan sonra bırakıldı. Çünkü devletin bütün kurumları kadın düşmanı haline gelmiştir. Kadınlar erkek egemenliği ve devlet şiddeti altında soluksuz bırakılmaya çalışılmaktadır, kadın şahsında yaşam katledilmektedir, toplum teslim alınmaktadır.

Bu anlamıyla Kadınların Birleşik Devrim Hareketi bileşenlerine büyük görev düşmektedir. Bileşenlerin birleşik bir savunma ile faşizmi yıkacağımıza, özgürlüğü kazanacağımıza olan inancımız her zamankinden daha fazladır. KBDH olarak, her şeyden önce tüm kadınların fiziksel, sosyal, siyasal ve toplumsal haklarından kendimizi sorumlu görüyoruz ve bunun için kadın örgütlüğü bilinci ve eylem gücü olup milis örgütlülüğümüz kadar sokaklarda susmamalıyız. Bu çerçevede kadına yönelik cinayeti, tecavüzü, şiddeti meşrulaştıran devlet politikalarına ve kurumlarına karşı daha fazla örgütlenerek eylemlerimizin niteliğini gerek dağda gerek şehirde arttıracağız. Başta Türkiye metropolleri olmak üzere Kürdistan dağlarında da kadın savunma bileşenleri olarak eylem yöntemlerimizi ve taktiğimizi daha da zenginleştirerek faşizmi kırıp özgürlüğümüzü kazanacağız.”

‘SOKAKLARDA EYLEME GEÇME GÜNÜDÜR’

Çewlik, “artan erkek/devlet şiddetine karşı sokakları terk etmeyen direnişçi kadınlara” ilişkin şunları belirtti:

“Öncelikle şunu belirtmeliyim ki 21 yüzyılda da kadın devrimlerin öncü gücü ve direniş gücüdür. Emperyalist erkek egemen ve faşist devlet politikalarına karşı en radikal duruşu kadınlar göstermektedir. Kadınların direnişi bugün tüm insanlık için bir umut kaynağıdır. Kadın özgürlüğünü temel alan ideolojik çıkışlar özgür bir yaşam için tüm ezilenler için yeni bir çıkış kaynağıdır. Kadın sorunu derin bir sorundur, bedeli ağırdır, acısı yüklüdür. Ama direnişi diptendir. Umudu, direnci ve mücadelesi diridir. Söylemleri ezberi bozan sistem karşıtı güçleri kapsayan bir öncülüğe kavuşmuştur. Kadın sorunu toplumsal sorunda ikincil bir sorun olarak gündeme gelmeyi aşmış temel bir sorundur. Başlatmış olduğumuz bu mücadeleyi başarıya götürecek mücadelemizdir, direnişimizdir, eylemselliğimizdir. Unutmayalım ki birçok faşist emperyalist devlet ve her türden egemen politikaların bu kadar kadını hedeflemesi kadının uyanışı ve direnişini bir tehlike olarak görmelerindendir.

Türkiye ve Kürdistan’da AKP ve MHP faşizmine karşı direnen, mücadele eden kadınların, gençlerin, ezilenlerin direnişlerinin devleti ne kadar zorladığını 2020 yılında gördük. AKP iktidarı, ekonomik olarak derin bir çıkmazı yaşamaktadır. Her ne kadar bunu gizlemeye çalışsa da gerçekleşen eylemler ekonomik olarak devleti zorlamıştır. Tarihte bütün faşist rejimler karşısında direnen güçler örgütlenerek mücadele etmiş özsavunmasını yapmış ve özgürlüklerini elde etmiştir.

Bu anlamıyla her yer bizim için mücadele alanıdır. Dönem eylemlerin taktiğinde ve yönteminde zenginlik yaratarak daha fazla öz savunma bilincini geliştirmektir. Böylesi tarihsel bir süreçte HBDH ve KBDH’ın başlatmış olduğu “Faşizmi Yıkalım, Özgürlüğümüzü Kazanalım” hamlesi oldukça yerinde bir hamledir. Gün AKP-MHP faşizmini yıkma günüdür, taciz tecavüzcü zihniyeti ve sistemini yıkma günüdür. Gün özgürlüğümüzü kazanma günüdür. Bunun için başta kadınlar olmak üzere gençlerin, tüm ezilenlerin sokaklarda eyleme geçme günüdür. Gün, özgür eşit bir yaşam yaratma günüdür.”

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz