Kürdistan’da aile böyle şekillerndirilmeye çalışılırken, tecavüz kültürünün içselleştirilmesi için verilen devlet eğitimleri (dini cemaat eğitimleri de dahil) cinsiyetçilik, milliyetçilik, dincilik, bilimcilik ideolojileriyle, tecavüzcü anlayış, çocuklara, gençlere sürekli empoze edilmeye çalışılmaktdır. Bu açıdan tecavüzü kültür haline getiren sistemin cinsiyetçiliği nasıl geliştirdiği de önemli olmaktadır. Toplumun en önemli tarihsel çelişkilerden biri olan cinsiyetçiliği tanımyayabilmek, tarihsel gelişim seyrini kadın bakış açısıyla çok yönlü değerlendirerek güncellik içerisinde yeniden ele alıp çözümleyebilmek özgürlük, eşitlik arayışçıları açısından çok önemlidir. Hiçbir güç kendi tarihsel ve toplumsal geçmişini bilmeden kalıcı çözümler geliştiremez. Kaldı ki tecavüz kültürünün bir yaratımı olan cinsiyetçilikle kadına dair, kadın adına yazılanların ne kadar kadın rengi ve diliyle yazıldığı da tartışma götürür. Bu açıdan insanlığın en eski ve en köklü tarihsel çelişkisi olan cinsiyetçiliğin nasıl ortaya çıkıp geliştiğini, toplumların biçimlenmesinde kendi rolünü nasıl oynadığını ve bunun giderek toplumsal bir çürümeye nasıl yol açtığını irdelememiz gerekmektedir.
Cinsiyetçilik, tecavüz kültürünün bir yaratımıdır. Doğal toplum, ana tanrıça kültürüyle şekillenmişti. Ana tanrıça yeteneğiyle, öncülüğü ve yaratıcılığıyla toplumsal bir kimlik kazanmaktaydı. Kadının yaratımı olan toplum, demokratik toplum anlayışı, eşitlik, özgürlük, paylaşım, gönüllü katılım ve yaratıcılık temelinde gelişmekteydi. Birey, doğal toplum kimliğiyle kendini tanımlamakta, üretime, yaşama katıldıkça toplumun bir tamamlayanı, öznesi olabilmekteydi. Işbölümüne dayalı toplumda herkesin gücüne, yeteneğine ve yaşama göre kendi rengiyle katılımıyla toplum komünalitesi açığa çıkmaktaydı. Insanlar doğadan, toplumdan kopmayan duygusal zekâlarıyla, canlı doğa anlayışı temelinde kendilerini doğanın üzerinde değil, doğanın bir parçası gibi görmekteydi. Meyve veren, ürün veren tüm canlıları kutsama temel felsefe haline gelmişti.
Ana kadın etrafında gelişen toplumu toplum yapan kadının yaratımlarıdır. Cinsler arası ilişkilerin komünal ahlak anlayışıyla düzenlenmesi; sanatın zanaatçılığın ihtiyaçlar temelinde gelişmesi, bitkilerle renklerndirmeyi sağlama, eşyaya biçim verme (çanak, çömlek vb.) heykeller, takılar üretme, çeşitli mesleklerin, ilk doktorların, astronominin, tarımcılığın, hayvancılığın ortaya çıkışı kadın kültürünün eseridir. Ilk dilin gelişimi açısından dilin kıvraklığı, doğayla etkileşim, sürekli varolana anlam yükleme, en öenmlisi de toprağın, suyun, doğanın dilini öğrenme, vücut diliyle konuşma anlamında ilk öğretmen kadının yarattığı komünal değerlerdir. Bu komünal değerlerin açığa çıkmasında rol oynayan kadın ile erkek arasında bir anlamda optimal bir denge olduğunu belirtebiliriz.
Mitoloji Tecavüz Kültürünün Gelişimini Anlatır
Sınıflı toplumun hiyerarşi, savaş ve iktidar temelinde ortaya çıkışıyla yaratmaya çalıştığı tecavüz kültürüyle birlikte cinsler arası ilişkilerdeki bu optimal denge bozulmuş ve kadın aleyhine tek renkli, tek sesli erkek zihniyetli bir toplum gelmiştir. Tecavüz kültürünün ideolojik zihniyet yapılanmasının çok eskilere dayandığını bugün birçok belgede görebilmekteyiz. Sümer mitolojisindeki İnanna-Enki mücadelesi kadının yaratımları ve toplumun komünal değerleri olan yüz beş me üzerinden gelişiyor. Enki kadının bu yaratımlarını çok haksız bir şekilde çalması ve İnanna’nın bu yaratımları tekrar kazanmasının mücadelesini mitolojik söylencelerde görmekteyiz. M.Ö. 4000-2000 yıllarında kadın-ana kültürü Sümerlerde etkin bir yere sahiptir. Babil Yaratılış Destanı’nda (EnnumaEliş) durum tersine dönmüştür. Olağanüstü güç kazanan Marduk güçten düşürülmüş ana olan Tiamat’a karşı savaş açmıştır. Kadın-ana tanrıçaya karşı savaş açmıştır. Kadın-ana tanrıçaya karşı korkunç ayıplama, karalama bu tarihten itibaren gelişmiştir. Kadını erdemsiz, zararlı ve korkunç gçstermek mitolojiyi de zorlamaktadır. M.Ö. 2000’lerde bu kültür yaygınlaşarak toplumsal statü kadın aleyhine gelişmekte, erkek, her şeyiyle yüce, kahraman; kadın her şeyiyle küçük, ayıp ve değersiz olarak ele anlınmaktadır.
Tek tanrılı dinlerde Lilith-Âdem arasında geçen mücadelede de Lilith’in Âdem’e boyun eğmeyerek kendi özgürlüğünde karar kılması sonucu erkek iktidar aklın yaratmak istediği sistemin dışında itilmesi ve ardından Havva ile birlikte kaybeden cins gerçekliğinin oluşturulması cinsler arası mücadelenin çarpıcı ifadeleridir. Havva’nın Âdem’in kaburgasından yaratılma gerçeği aslında bir anlamda kimliksizleşen, kendi toplumsal ve tarihsel ana tanrıça kültüründen kopan ve tamamen erkek zihniyetinin tecavüz kültürüne teslim olan kadının durumunu anlatmaktadır. Diğer taraftan Havva’nın yeni oluşan sisteme karşı çelişkilerinin olması ve buna karşı mitolojik söylence adı geçen yasaklı meyve elmayı yemesi, yani gerçeği arayışı, bilgiye ulaşma istemi, sert bir tepkiyle karşılanmış ve bu girişimi günahkârlık olarak değerlendirilmiştir. Âdem ile girştiği bu eyleminde Havva tecavüzcüler tarafından suçlu görülerek cezaya mahkûm edilmiştir. Tanrının yeryüzündeki temsilcisi Âdem ise, ilk iktidar hırsını Havva üzerinden tatmin ederek kendi toplumunun çekirdeğini oluşturmuştur. Havva ve Âdem şahsında temelleri atılan toplumsal cinsiyetçilik çok güçlü bir şekilde günümüze kadar gelmiştir.
Toplumsal Cinsiyetçilik Yaşamın Her Anına İçerilmiştir
Toplumsal cinsiyetçiliğin sınırları yoktur. Hangi halktan, hangi sınıftan ya da hangi ırktan olursak olalım, cinsiyetçili dünya genelinde en atrihsel ve güncel çelişki olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir anlamda tüm çelişkilerin temelidir. Cinsiyetçilik çözümlenmeden hiçbir çelişki çözümlenmez. Çünkü toplumların optimal dengesi bu temel çelişki üzerinden bozulmuş ve günümüze kadar gelmiştir. Cinsiyetçilik bugün yaşamımızı her yerde ve her anlamda etkilemektedir. Cinsler olarak farklılığımızı aile içerisinde çğreniriz ve buna göre ruhsal dünyamız biçim alır. Aile ve toplum içerinde özne, kimlik, kişilik olarak tanınmamız cinsiyetimize göre belirlenir.
Bir kere roller ve statüler biçilmiştir, toplum ve sistem bu roller ve statülere göre kendini var etmekte ve sürekli kılmaktadır. Bu rolleri yok sayman, değiştirmeye kalkmak toplumun, sistemin mayasına dinamit koymak gibi algılanır ve şiddetle reddedilir. Işte bu yüzdendir ki, sistemin eğitim politikası da buna göre şekillendirilir ve aile içerisindeki cinslerin rolleri eğitim ortalamalarında kuvvetle desteklenir. Ders kitapları ilkokuldan itibaren buna göre biçimlendirilir. Ev içinde annenin ve babanın rolleri sürekli işlenerek bizlere empoze edilir. Oturuşumuzdan kalkışımıza kadar kedni cinsiminizin haddini bilmeliyiz; iyi aile çocuğu olmak için kendi cins gerçeğimize göre davranmalıyız edebiyatı tekrarlanır. Büyüyüp meslek seçimine gelsek de bazı meslekler cinslerimize göre ayrıştırılır. Öğretmenlik, (yarım gün ev-yarım gün iş) sekreterlik, hemşirelik vb. kız çozuklarına yakıştırılırken; bilim adamı olmak, ekonomist yada siyasetçi olmak ağırlıkta erkek çocuklarına yakıştırılır ve onlar teşvik edilir.
Dünyada cins olarak sayısal eşitliğimiz olsa da toplumsal alanın her yerinde temsiliyet düzeyimiz hiçbir zaman eşit olmaz. Erkek, yaşamın tüm kamusal alanında yerini alırken, kadınlar bundan mahrum bırakılmıştır. Erkek egemenlikli sistemin bilinçli ve iktidara dayalı bir yaklaşımı olan bu durum, kadının tamamen toplumsal mücadele araç ve olanaklarından uzaklaştırılması olarak değerlendirebilir. Yaşamın yaratılmasının, dönüştürülmesinin en önemli zemininden uzaklaştırılan kadınlara tek alternatif olarak ev içine hapsolmak ve tamamen siyasetin dışına itilmek reva görülmektediir. Cinsiyetçi siyasetin, kadın ve ezilenler üzerinde en geniş ve sistemli basklıları geliştirmenin aracı olarak kurumlaştırılması, toplumsal eşitsizliği, adaletsizliği ve iradesiz bir yaşama tabi kılınmayı beraberinde getirmektedir. Diğer yandan kadınların siyasete katılışı genelde erkek egemenlikli sınıf ve toplum gerçeğinin perde arkası bir savunucusu ya da tamamen erkek karakterli bir siyaset yürütücüsü olarak gerçekleşmektedir. Kendi rengiyle, kimliği ve değerleriyle siyasete katılmayan kadınlarımızın, yitirdiği kendi öz tarihsel ve toplumsal değerlerine yüzlerini dönmeleri bu açıdan çok önemli olmaktadır.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan