Kürt tarihinde hiçbir önderlik, güç ve örgüt Öcalan ve PKK gibi sömürgeci soykırım sistemiyle savaşmamıştır. Hiçbir Önderlik Öcalan kadar sömürge sistemini ve sömürge toplumunu ideolojik, felsefik ve sosyolojik çözümlemeye tabi tutmamıştır. Hiçbir Önderlik Öcalan gibi toplumsal özgürlüğü kadın özgürlüğüyle eş değerde, hatta ondan daha önemli bir sorun olarak görmemiş, kadın örgütlenmesine, partileşmesine ve ordulaşmasına yönelmemiştir. Öcalan Kürt halk tarihinin en büyük isyancısı ve isyan hareketinin Önderidir. Öcalan’ın en önemli çalışması beşbin yıllık egemen sistemi çözümleyerek ona karşı Paradigmasal düzeyde yeni alternatif bir sistem ortaya koymasıdır. Öcalan bir birey olmaktan çıkarak bir ulusun, bunun da ötesinde insanlığın özgürlük bileşkesi haline gelmiştir. Öcalan hem devrimci halk savaşının teorisyeni, Önderi ve komutanı olurken, aynı zamanda siyasal çözümün ve gerçekleşecek bir barışın da muhatabıdır. Hem ideolojik ve stratejik çizgi Önderliği, hem de politik ve taktik süreçlerin önderidir. İmralı’da eşi benzeri olmayan bir yalnızlık-tecrit sistemine tabi tutulmasının sebebi bunlardır. Öcalan’ı salt barış kişiliyle anmak onu çarpıtmaktır. “Ben, basit bir barış arayışçısı değilim. Ben; gerçek temelde barışçıl, demokratik çözümü isteyen, bunu amaçlayan ve bunun geliştirilebilmesi, gerçekleşebilmesi için de her türlü fedakarlığı yapan insanım. Ama eğer buna rağmen devlet, gerçek anlamda ve gerçek temelde barış ve demokratik çözüme gelmedi mi o zaman en büyük savaşçı kişiliğim. (…) Kürt halkının varlığı ve özgürlüğü sağlanmadan ve güvenceye alınmadan, gerçek bir barıştan söz edilebilir mi? Böyle bir şey mümkün müdür? Ben; elli yıldır, büyük bir savaşı yürüten, insanım. Böyle bir insanın barış arayışı, barış savaşçılığı bu gerçeklik, bu hakikat temelinde anlaşılmalıdır, kavranmalıdır. Buna göre savaşılmalıdır, mücadele edilmelidir ve buna göre yaşanmalıdır. Ben, büyük savaşçıyım. Büyük savaşçının, barışı da büyük olur.” (A. Öcalan)
Bugün Kürt halkı bilinçlenerek direniyor ve evrensel bir düzey kazanmışsa bu Öcalan’ın mücadelesiyle olmuştur. Öcalan’ın düşünceleri ve mücadele tarzı düşmana karşı keskin bir direnişi esas almaktadır. Sözde değil pratik düzeyde bir uygulama söz konusudur. Maddi ve manevi bakımdan Öcalan’ın yaşam tarzında sisteme ait bir zerre bulamazsınız. Öcalan sistemi aşmıştır ve en büyük düşmanı konumundadır. Öcalan’ı eleştirenlerin ezici çoğunluğu yaşam tarzlarında maddi ve manevi açıdan düşman olarak gördükleri sistemle içiçedirler ve onu yaşamaktadırlar. Söylemde farklı görünseler de pratikte her şeyiyle gırtlağına kadar sistemi yaşamaktadırlar. Dağlarda, Zindanlarda, dünyanın her tarafında Kürt gençleri, kadınları, çocukları, yaşlıları direniyor ve insanlığa ilham kaynağı oluyorsa, Rojava devrimiyle demokratik halklar konfederasyonu inşa ediliyor ve tarihin en görkemli özgürlük savaşı yürütülüyorsa bu da yine Öcalan’ın direnişi ve çizgisiyle gerçekleşmektedir.
Öcalan’ın hakikat rejimi ve buna dayalı geliştirdiği sosyal bilim anlayışında ideolojik, felsefik, toplumsal ve siyasal çözümlemeler yaparken dört düşünce yöntemi olan mitolojik, dini, felsefik ve bilimsel düşünce tarzlarını iç içe kullanmaktadır. Tarihi toplumsal sorunları tarihsel sosyolojik metotla ele almakta, birbiriyle bağlantılandırmakta ve sonuç çıkartmaktadır. “Tarih günümüzde gizli ve biz tarihin başlangıcında gizliyiz” belirlemesiyle anlık, günlük olduğu kadar geçmişi ve geleceği kapsayan bir düşünce sistematiğine sahiptir. Öcalan derin bir tarih bilinciyle tarihi sosyolojikleştirmekte ve sosyolojiyi tarihselleştirmektedir. Öcalan’ın hakikat rejimi ve tarihsel toplum değerlendirmeleri sosyolojik ve tarihsel perspektife dayanır. “Tarih bilinci olmayanların toplumsal yaşamlarının bir anlam ifade edemeyeceği çok iyi bilinmelidir. Ne kadar tarih bilinci varsa o kadar anlamlı bir toplumsal yaşama tekabül edeceği unutulmamalıdır.” (A. Öcalan) Dolayısıyla bu düşünce tarzını anlamak derin bir tarih bilinci, siyasal ve sosyolojik düzey gerekmektedir. Bu düşünce tarzını bilmeyen, araştırmamış kişiler doğal olarak Öcalan’ın analizlerini ve değerlendirmelerini anlayamazlar.
Anlama sorunlarımız vardır. On yıllarca PKK’de yer alan kadrolarında Öcalan’ı anlama ve uygulama sorunu bulunmaktadır ve bu her zaman özeleştiri konusu yapılmaktadır. Zira Öcalan düşünce tarzında ilkede katılık varken politikada kuantumik saçaklı (Çok yönlü) tarz bulunmaktadır. Dogmatik değildir, esnektir, değişkendir, yaratıcı ve çözümleyicidir. Öcalan düşünce tarzında tıkanma yoktur. Alternatif oluşturmada yaratıcılık belirgin bir özelliğidir. Bazılarının ciltler dolusu kitaplarla yapmaya çalıştığı tespitleri Öcalan bir kavramlaştırma veya tanımlamayla yapar. Sentezleme, tanımlama ve kavramlaştırma Öcalan’da müthiştir. Bu düşünce tarzından dolayı Öcalan en zor koşullarda bile bir çıkış bulmuştur. Zaten devrimcilerin en belirgin özelliği her koşulda devrimci mücadeleyi sürdürme imkanlarını ve koşullarını yaratmasıdır. Öcalan halk Önderidir ve tüm yaşamını halka adayan gerçek sosyalist bir önderdir. Kendisinin bireysel maddi ve manevi düşüncesi ve kaygısı olmamıştır. Öcalan’ın devrimciliği çizgi devrimciliğidir. Öcalan için halk çizgisi asla taviz verilmeyen bir çizgidir. Öcalan’ın 3 Mart 2020 tarihindeki görüşmesinde yaptığı “Parti emekle güçlenir. Emek vererek güçlenir. Lafla güçlenmez. Benim durumumu görüyorsun değil mi? Ben 50 yıldır emek veriyorum. Kim ailesi için, kendisi için, akrabaları için kurumlarda yer alıp değerleri kullanırsa, bunu duyarsam asla affetmem. Bu halk çok büyük bedeller ödedi. Herkes bu halk için mücadele etsin” değerlendirme, eleştiri ve uyarısı bu konudadır. Halk çizginin tam temsil edilmediği, bazı kesimlerin bunu istismar ettiğini, bireysel, grup ve ailesel çıkarlar için kullandığını, ideolojik açıdan sistemiçileşmenin geliştiği, ideolojik mücadeleden uzaklaşıldığı, devrimci çizginin liberalize edildiği, ortaya çıkan devrim imkanlarının değerlendirilmediğini dile getirmekte ve uyarı yapmaktadır. Üçüncü çizgiyi daraltan, küçük grup/hizip çıkarlarına endeksleyen, ufku dar yaklaşımları eleştirmektedir. Öcalan’ın eleştirdiği konular ideolojik çizginin uygulanmaması sonucu yaşanan sorunlardır.
Kürt halk Önderi sayın Öcalan aynı tarihli görüşmesinde daha önce defalarca dile getirdiği “Üçüncü çizgi” vurgusu yapmıştır. Öcalan sadece Kürt sorununun çözümü konusunda değil devletçi sistemin aşılarak demokratik toplumun inşası için üçüncü çizgi tezini geliştirmiştir. Paradigmatik açıdan devletçi uygarlık ve onun son aşaması olan kapitalist sistemin yol açtığı yapısal kriz ve toplumsal sorunların çözümü bakımından “üçüncü çizgiyi” teorik/ideolojik ve siyasal bir çerçeveye kavuşturmuştur. Yazdığı kitaplarda Kavram, kuram düzeyinde tanımlamalar yapmış, toplumsal ve siyasal modellerde düşüncelerini formüle ederek sistemleştirmiştir. Makalemizin temel kaynağı Öcalan’ın yaptığı analizlerdir. Öcalan’ın üçüncü çizgi tezini anlamak için yaptığı Uygarlık çözümlemelerine ve tarihsel analizlerine bütünlüklü bakmak ve incelemek gerekmektedir. Üçüncü çizginin tarihsel boyutunu ortaya koymadan güncel anlaşılamaz.
DEMOKRATİK UYGARLIK VE DEMOKRATİK MODERNİTE TEZİNİN TARİHSEL PERSPEKTİFİ
Merkezi Uygarlık
Uygarlık kavramını sınıf, kent ve devlet aşamasındaki toplumu tanımlamakta kullanmaktayız. Uygarlığın temel kategorisi sınıflaşma, kentleşme ve devletleşmedir. Toplumsal etik bakımından bir gelişmeyi değil bir düşüş niteliğindedir. Ataerkil kültür kadına dayalı doğal komünal toplum ahlakını aşındırarak iktidarlaşıp devletçi sistemin gelişmesine yol açtı. Ana gövde olan demokratik Uygarlıktan ayrılarak ayrı bir kol şeklinde saparak ana gövdeye hâkim hale geldi. Sınıf, kent ve devlet üçlüsü üzerinden kurumlaşan Rahip+Kral+Komutan erki, Din+Siyaset+Askerlik içiçeliğiyle iktidar ve devlet sistemine dönüştü. Komünal klan ve kabile toplumundaki SINIFLAŞMA, Tarım-köy toplumu üzerindeki KENTLEŞME, Hiyerarşik toplumun bağrında gelişen DEVLETLEŞME olguları merkezi uygarlığın temelini atmıştır. Şaman rahip statüsüne evirilir. Bu sayede din uygarlığın ideolojik gücü olarak kurumsallaşır. Bilgeden kral ve siyaset kurumu, Şeften ise komutan ve askerlik olguları meydana gelir. Zigurattan bir kent, bir kentten bir devlet, bir devletten bir uygarlık, bir uygarlıktan bir imparatorluk ve şimdiki dünya sistemi örgütlendirilmiştir. Merkezi uygarlık kavramı kent-sınıf-devlet üçlüsüne dayanarak gelişen sömürücü, cinsiyetçi, iktidarcı, işgalci, emperyalist sistemi tanımlamaktadır ve toplumsal tarihin ancak %2’lik bölümünü ifade eder. Esas alınması gereken tarih bu değildir. Esas alınması gereken tarih toplumsal tarihin %98’ni oluşturan Demokratik Uygarlık tarihidir.
“Tarihi siyasal iktidarın etrafındaki önemli olayların kroniği olarak kavramanın tarihsel temelimiz olmayacağı açıktır. Ancak sistemin bütünlüklü kavranması ve ders alınmasında değerli olabilir. Esas almamız gereken tarih: hiyerarşik ve sınıflı toplumsal gelişmede zıt kutbu yaşayanların tarihidir. Tüm resmi siyasi tarihler bu tarihin varlığından ya hiç bahsetmezler ya da bir anarşi grubu, hikmeti olmayan kalabalıklar, amaçları için her istismara layık sürüleri olarak görürler. Kuru, soyut, idealist olduğu kadar zalimce duygusal bir anlayıştır bu tarih. Tarihimiz: doğal toplumdan başlayıp hiyerarşiye ve siyasal iktidara karşı duran etnisite, sınıf, cinsiyet mahkûmlarının her tür düşünce ve eylemlerine dayanarak anlam bulabilir.” (A. Öcalan)
Demokratik Uygarlık
Kavramlaştırma olarak Demokratik uygarlık değişkenlik arz edebilir ve farklı tanımlara da kavuşturulabilir. Esas olan öze ilişkin yapılan değerlendirmelerdir. Demokratik uygarlık sınıflı ve devletli uygarlıktan ayrı bir toplumsal çizgiyi ifade etmektedir. Gerek iktidar ve devletleşme önceki toplumsal formların ve gerekse uygarlık sonrasında merkezi uygarlık dışı kalan, sürekli merkezi uygarlıkla çatışma halinde olan toplumsal yapıları tanımlamaktadır. İktidar ve devlet olmamış, devletçi uygarlığa karşı sürekli çatışmış ve mücadele etmiş kadınları, klan-kabile-kavimleri, dinleri, kültürleri, ulusları, köleleri, ezilen sınıfları ve felsefik akımları düşünce ekollerini ifade eder.
Demokratik uygarlık üçüncü doğadır. Üçüncü doğa, birinci (ekolojik doğa) ve ikinci (toplumsal) doğanın yeniden bir üst aşamada sentezini ifade eder. Bu sentez ancak paradigma değişimiyle toplumsal köklü devrim ve ekolojiye dönüşle mümkün hale gelir. Demokratik Uyarlık Ahlaki ve Politik topluma dayanır. Hiyerarşik, iktidarcı-devletçi uygarlığın gelişiminde zıt kutbu yaşayanların tarihini temsil eder. Doğal toplum demokratik uygarlığın kök hücresidir. Klan, kabile, aşiret etnisite, kadınlar, kültürler, ezilen sınıflar, sömürgeleştirilen ulusların demokratik mücadeleleri, mezhepler, ekolojik hareketler, alternatif düşünce ekolleri demokratik uygarlığın ANA GÖVDESİNİ oluştururlar.
Demokratik uygarlık çağı devletçi merkezi uygarlık çağının aşılmasının tam sağlanmadığı, uzun sürekli bir tarihsel geçiş dönemini ifade eder. Merkezi Uygarlığın dönüşümünü esas alan, meşru savunmayı da gerektiğinde en aktif şekilde kullanarak ve sürekli devrede tutarak içi içe bir mücadele tarzını esas alır.
Demokratik Uygarlığın Çağımızdaki Formu Üçüncü Alan olan Demokratik Toplumdur
Üçüncü Alan demek klasik devlet ve devlet eksenli örgütlenmiş resmi toplumun dışında demokratik sivil toplumun etkinlik kazandığı, her alanda kendi sistemini geliştirdiği konfederatif yönetim ve yaşam tarzı demektir. Üçüncü alan özgürlük perspektifinde cinsi, ırki, etnik, inanç, sosyal ve kültürel farklılıklar toplumun zenginliği olarak düşünülür ve her grubun yaşama aktif olarak katılımı esas alınır. Halklar, toplumsal kesimler kendi öz kimliği, bilinci ve iradesiyle katılırlar. Toplumun demokratikleştirilmesi, kendi çıkarlarının farkına varması, bilinçlenmesi ve örgütlenerek Öz yönetimine kavuşması anlamına gelir. Demokratik uygarlık çağı toplumun demokratikleştirme çağıdır. Yerel organlar güçlendikçe merkeziyetçilik aşılarak gerçek demokratik yönetim etkin hale gelir. Uzun vadede devlet ve yarattığı bürokrasinin tümden aşılması Demokratik Uygarlığın esas hedefidir. Ancak bu gerçekleşinceye dek Devlet+Demokrasi anlayışıyla devletin demokratik toplumu kabul eder noktaya getirme mücadelesi yürütülür. Öz yönetim ve toplumsal ahlak genişledikçe Devlet küçültülür demokratik toplum büyür, devlet, hukuk ve iktidar kültürü etkisizleşir. Devlet-hukuk-bürokrasi yerine toplumsal ahlak hâkim hale gelir. Demokratik Uygarlık Demokratik Sosyalizm ideolojisine dayanır. Bu anlamıyla Demokratik uygarlık çağı bilimsel sosyalizmin alt yapısını oluşturan bir çağdır.
Demokratik uygarlık çağını belirleyen temel unsurlardan biri de siyasetin toplumsal çıkar ve sorunların çözümünde kullanılarak demokratikleştirilmesidir. Siyaset devlet işi olmaktan çıkarılarak toplumun kendini yönetme, ihtiyaçlarını, belirleme ve sorunlarını çözme aracı haline dönüşecektir. Üçüncü Alan anlayışında Politika toplumsal yönetim gücü, bilinci ve ahlakıdır. Politika devlete ait olmaktan çıkarılır. Devlet politikayı istismar eder, devlette esas olan yönetme değil idareciliktir. Devlet yönetmez, zorla hükmeder, emreder. Demokratik modernite ise herkesi yaşamın öznesi haline getirerek demokratik siyasete ve yönetime katar.
Kapitalist Moderniteye Karşı Demokratik Modernite
Modernite belli bir dönemi tanımlamak amacıyla kullanılan bir kavramdır. Bir dönemin ya da çağın özelliklerini, genel kültürünü, zihniyetini, inanç yapılarını, bilimini vb. tüm maddi ve manevi kültür yapılarını tanımlar. Merkezi uygarlığın son dört yüz yıllık aşamasına kapitalist modernite çağı denilmektedir Kapitalist modernite Merkezi uygarlık sisteminin son dört yüz yıllık tekelci aşamasıdır. Kapitalist Pazar, Ulus-devlet ve Endüstriyalizm üçlü sac ayağı kapitalist modernitenin dayandığı üç temel alandır.
Demokratik Modernite ise toplulukların demokratik bilinç, örgütlülük ve sistem içinde hareket ettiği ve yaşamsallaştırıldığı çağı tanımlamaktadır. Toplumların kendi sistemlerini kurdukları çağdır. Özcesi Demokratik Modernite çağı dört yüz yıllık kapitalist modernite sistemine karşı alternatif sosyal bilim anlayışıyla, zihniyet ve yaşam tarzıyla kendi sistemlerini inşa eden demokratik tüm yapıların mücadele ve özgürlük çağını tanımlamaktadır.
Üçüncü Çizgi Demokratik Modernitenin Toplumsal Formlarına Dayanır
Demokratik Modernitenin dayandığı temel toplumsal formlar: Bir: Geçmişten günümüze gelen kent demokrasisi ve konfederasyonlar pratikleri. İki: Köylü ve işçi mücadeleleri, sınıf hareketleri, isyanlar ve komünler. Üç: Dünyanın büyük kısmını kaplayan ve demokratik halleri itibariyle Reel sosyalizm deneyleri. Dört: Özgürlük ve bağımsızlık savaşı vermiş Ulusal kurtuluş mücadeleleri. Beş: Üçüncü Alan Güçleri olan demokratik partiler, örgütler ve kurumlar, sivil toplum hareketleri, sanat festivalleri, ekolojik hareketler, feminist hareketler, demokratik gençlik hareketleri, anti küresel ve anti-kapitalist tüm siyasal ve inanç hareketleri, iktidarı amaçlamayan yeni dinsel hareketler, sistem karşıtı İnanç ve kültür hareketleri. Bu yapılar kendi aralarında örgütsel ve düşünsel birlik yakalamamış olsalar da bir sistematiğe sahip olup dünya kapitalist sistemin son dört yüz yıldaki iktidar tekeline karşı Demokratik Moderniteyi, yani üçüncü çizgiyi temsil ederler.
Demokratik Modernite birincisi; Ahlaki ve politik toplum, ikincisi; eko-endüstriyel toplum ve üçüncüsü; demokratik Konfederal toplum boyutlarından oluşur.
1-Ahlaki ve Politik Toplum Boyutu (Demokratik Toplum)
Ahlaki ve politik toplumun çağdaş modernite hali olan demokratik toplum, farklılıkları en geniş yaşayan toplumdur. Farklı sınıf, cins, renk, etnisite hatta farklı ulusların ortak bir zihniyet ve kültür zemininde buluşmasıdır. Her toplumsal grup tek tip kültüre ve vatandaşlığa mahkûm kılınmadan, kendi öz kültürü ve kimliği etrafında oluşturacak farklılıklar içinde yaşayabilir. Toplum, ahlaki ve politik olmak kaydıyla herkes özneleşir, kendini katar, üretir ve paylaşır. Liberalizmin toplumu ve bireyi istismar eden yaklaşımlarına karşı özgürlük ahlakıyla toplum ve birey dengesini sağlar.
2-Eko-Endüstriyalizm Boyutu
Demokratik modernite, eko-endüstriyel toplum boyutuyla ekonomiyi ekolojiye bağlar. Endüstriyi ekolojikleştirir. Ekonomide ahlaki ve politik yanları esas alarak bireyciliğin ve tekelciliğin yarattığı tolum dışılıkları aşar. Demokratik modernite de ekonomi gerçek anlamına kavuşur. Sosyal pazara dayalı sosyalist ekonomi geliştirilir. Kapitalist modernite de endüstriyalizmin yol açtığı ekolojik dengesizliği, ekonomik tekelciliği aşarak ekolojik toplum anlayışını hâkim kılar.
3-Demokratik Konfederalist Boyut
Demokratik modernite ulus devletin milliyetçilik ve ırkçılıkla gerçekleştirmek istediği homojen (tek tip) insan toplumuna karşı; çoğulcu, çok renkli, farklı siyasi oluşumlara açık, çok kültürlü, tekleşmeye kapalı, ekolojik, kadına öncelik yer veren, yerel yönetimlerine dayalı, Demokratik Ulus anlayışıyla Demokratik Konfederalizm modelini esas alır. Demokratik Ulus toplumu katı siyasi sınırlara, tek dile, tek kültüre, tek etnsiteye, tek dine ve tarih yorumuna bağlamaz. Ortak zihniyet birliğini yapan, çoğulcu, özgür ve eşit yurttaşlarla bir arada yaşam ortaklığını ifade eder. Demokratik Ulus ve onun yerelde uygulama biçimi olan Demokratik Özerklik özgür bireylerin ve toplulukların kendi öz iradeleri ile oluşturdukları demokratik sistemdir ve Üçüncü Çizgidir.
Üçüncü Çizgide Kadın Başat Özgürleştirici Güçtür
Demokratik uygarlık çağı halkların yeniden doğuşu kadar daha belirleyici olarak kadın ulusunun doğuş çağıdır. Toplumsal düşüş ilk kadın üzerinde gerçekleştirilmiştir. Bu açıdan kadın özgürlüğü toplumsal özgürlüğün ölçütü olacaktır. Kadın özgürlüğü geliştikçe buna paralel olarak toplumsal özgürlükte gelişecektir. Öcalan’ın geliştirildiği kadın kurtuluş ideolojisi ve özgürlük çizgisi toplumsal kurtuluş ve özgürlük çizgisidir. Öcalan Jineolojiyi bir kadın bilimi, kadın bakış açısı, ideolojisi ve felsefesi olarak geliştirmiştir. Zira şu ana kadar sorunların gerçek yaratanı olan egemen erkek bakış açısı hâkim olmuştur. Egemen bakış açısı aşılmadan toplumsal özgürleşmenin gerçekleşmesi beklenmemelidir. “Zorba ve sömürgen erkek eli ve aklıyla kadın yaşamına binlerce yıldan beri yedirilen köleliğin düzeyini tüm içerik ve biçimleriyle kavramak, gerçekler sosyolojisinin ilk adımı olmalıydı. Çünkü bu alandaki kölelik ve sömürü biçimlenişleri, tüm toplumsal kölelik ve sömürü biçimlerinin prototipidir. Bunun tersi de geçerlidir. Kadın yaşamına içerilmiş köleliğe ve sömürüye karşı özgürlük ve eşitlik mücadelesi ve bu mücadelenin kazanım düzeyi, tüm toplumsal alanlardaki köleliğe ve sömürüye karşı geliştirilen özgürlük ve eşitlik mücadelesinin temelidir. Uygarlık tarihinde ve kapitalist modernitede yürütülen özgürlük ve eşitlik mücadelesinin doğru temelde gelişememesinin ve güçlü bir başarıya yol açamamasının temel nedeni de kadına yaşamda içerilmiş ve biçimlendirilmiş kölelik ve sömürü kurumları ve zihniyetlerinin yeterince kavranamaması ve bunlara yönelik mücadelenin temel alınamamasıdır. Balık baştan kokar derler. Temel doğru ve sağlam olmayınca, kurulacak bina ufak bir sarsıntıda yıkılmaktan kurtulamaz. Tarihte ve günümüzde yaşanan gerçeklik de bunun sayısız örnekleriyle doludur. Dolayısıyla toplumsal sorunları çözmeye çalışırken kadın olgusu üzerinde yoğunlaşmak, eşitlik ve özgürlük çabalarını kadın gerçekliğine dayandırmak hem temel araştırma yöntemi hem de tutarlı bilimsel, ahlaki ve estetik çabaların temeli olmak durumundadır. Kadın gerçeğinden yoksun bir araştırma yöntemi, kadını merkezine almayan bir eşitlik ve özgürlük mücadelesi hakikate erişemez, eşitlik ve özgürlüğü sağlayamaz.” (A. Öcalan)
Başarısız olan tüm toplumsal mücadele biçimleri, ekolleri kadın özgürlüğünün toplumsal özgürlükle bağını doğru çözümlemediklerinden kaynaklıdır. İlk ve son sömürge ulus olan kadının özgürlüğünü merkeze koymayan hiçbir özgürlük felsefesi ve çizgisi başarılı olamaz. “Tüm özgürlük ve eşitlik mücadelelerinin, demokratik, ahlaki, politik ve sınıfsal mücadelelerin başarı veya başarısızlıklarında yaşanan, ütopya, program ve ilkelerin hayata geçirilemeyişiyle oluşan hayal kırıklıkları, kadın ile erkek arasındaki kırılmayan egemen (iktidarlı) ilişki biçiminin izlerini taşır. Tüm eşitsizlikleri, kölelikleri, despotlukları, faşizmi ve militarizmi besleyen ilişkiler, ana kaynağını bu ilişki biçiminden alır. Eşitlik, özgürlük, demokrasi, sosyalizm gibi adı çokça geçen sözcüklere hayal kırıklığı yaratmayacak geçerlilikler yüklemek istiyorsak, kadın etrafında örülen ve toplum-doğa ilişkisi kadar eski olan ilişkiler ağını çözmek ve parçalamak zorundayız. Bunun dışında gerçek özgürlüğe, eşitliğe (farklılıklara uygun), demokrasiye ve ikiyüzlü olmayan bir ahlaka gidecek başka bir yol yoktur…” (A. Öcalan)
Dolayısıyla özgür kadının doğuşu özgür toplumun doğuşu olacaktır. Kadın özgürlüğü sınıfsal ve ulusal kurtuluştan daha önemli bir olgudur. Bütün özgürlüklerin kaynağı durumundadır. 21. Yüzyıl bu açıdan yükselen özgür kadın çağı olmakla beraber insanlığında özgürleşeceği ve yükseleceği bir çağ olacaktır.
Demokratik Modernitenin Meşru Savunma Anlayışı
Demokratik Modernite (Dem. Uygarlık) meşru savunma temelinde kapitalist Moderniteyle (merkezi uygarlık) ilkeli, politik uzlaşmayı esas alır. Uzlaşma ve çatışma ikilemine dayanır. Politik ilkeli uzlaşma olsa da ve sürekli bir ideolojik mücadele söz konusu olacaktır. Talep eden, bekleyen, pasif, edilgen, kapitalist kurumlardan çözüm bekleyen, varlığının korunmasını devlete havale eden, barışı hep devletten isteyen, çözümü ve barışı meşru savunma araçlarından koparan bir anlayış Demokratik Modernite anlayışına terstir. Demokratik Modernite barışı öz savunma gücüne dayanarak geliştirir. Varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama da toplumsal öz savunma araçlarını hiçbir zaman elden bırakmaz. İktidar-devlet gücü var oldukça sömürü, tahakküm ve çatışmalarda olacağından Üçüncü Çizgi meşru savunmayı toplumsal var oluşun en temel mekanizması olarak devrede tutacaktır. Zira “En mütevazı barış bile en sağlam ve en güçlü bir meşru savunma kuvveti gerektirir.” (A. Öcalan)
Demokratik Halk eylemlilikleri serhıldan (ayaklanma) dâhil olmak üzere halkın saldırılara karşı kendini korumaya ve savunmaya yönelik geliştirdiği öz savunma faaliyetleridir. Eylemler “demokrasinin dilidir.” Eylemsiz, dolayısıyla meşru savunmasız bir demokrasi ve demokratik toplum olamaz, olsa da varlığını ve özgürlüğünü koruyamayacağından sömürgeleştirilmiş bir toplum olacaktır. Demokratik meşru eylem biçimleri halkın temel talepleri göz ardı edildiğinde, bastırılıp inkâra uğradığında, demokrasinin kurum, kural ve araçları işlevsizleştirilip tahrip edildiğinde, halkın diline, kültürüne, sosyal, siyasal, ulusal, ekonomik ve ideolojik değerlerine saldırıldığında eylemler zorunlu olarak çözüm aracı haline gelir. Bu eylemler basitten karmaşığa, özelden genele, bireyselden topluluğa doğru gelişir. Sivil itaatsizlik, Protesto, gösteri, boykot, toplantı, oturma eylemi, yürüyüş, miting, grev, toplu dilekçe verme, işgal, sömürgeci kurumları ret vb. eylem türleri ile çatışma ve silahlı-silahsız ayaklanmalara kadar çeşitlendirilir. Öz savunmada en etkili eylem örgütlenmiş, bilinçlenmiş, öz savunma disiplini ve hazırlığıyla ve yaygın eylem çeşitleriyle yerinde ve zamanında harekete geçirilebilen, aktif eylem kabiliyetine sahip kitlelerdir. AKP-MHP faşizminin her yönüyle demokratik alanlara saldırdığı böylesi bir dönemde öz savunmanın en etkin şekilde devrede olması gerekmektedir. Öz savunma direnişinin yetersiz olması sömürgeci sistemin pervasızca saldırmasına olanak tanımaktadır. Ancak güçlü ve yaygın bir öz savunma savaşıyla devletin azgın saldırıları kırılıp geriletilerek Üçüncü Çizgi temel bir güç haline gelecektir. Üçüncü Çizginin meşru savunma anlayışı devletçi sistemle iç içe olan sağ liberal ve ortayolcu anlayışlarla geliştirilemez. Ancak Devrimci ve demokratik zihniyet ve pratik sahibi olanlar kendilerini demokratik Modernite gücü olarak örgütleyebilirler.
Öcalan’ın “Savaşan halk gerçekliği” tanımı bu realiteyi ifade etmektedir. Savaşın ortasında bir coğrafyada bulunan ve soykırım kıskacında tutulan Kürt halkı için kendini savaşa göre konumlandırmak varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlamanın yegâne yolu olmaktadır. Böylesi sert savaş koşularında güç olmadan barış beklentileri, siyasal çözüm arayışları gerçekçi değildir ve bir karşılığı da yoktur. Tek çare devrimci halk savaşı perspektifiyle savaşan halk gücünün örgütlendirilmesi, direnir ve savaşır düzeyde donatılmasıdır. Siyasal demokratik çözümün yolu da devrimci halk savaşından geçmektedir. Küresel ve bölgesel iktidarcı güçlerin saldırılarını püskürtmek ancak devrimci halk savaşının büyütülmesiyle gerçekleşecektir. Barış ve kardeşlik ancak faşist karşı devrimci güçlerin, geriletilmesi ve aşılmasıyla mümkün olacaktır. Dar, savunmacı, sistem içi anlayışlar sistemin saldırılarını durduramayacağı gibi devrimsel hamleleri de gerçekleştiremezler.
“Hukukunu istememek, kullanmamak en büyük hukuksuzluktur. Bunun olduğu yerde orman kanunları geçerli olur. Dolayısıyla hakkı olan tüm birey, topluluk ve halklar, haksızlıklar karşısında sessiz durmakla hukuku çiğnemiş olurlar. Hak istemek ve zorla hakkı elinden alındığından gerekirse ayaklanmak, kutsal direnme hakkıdır. Hukukun ve adaletin oluşmasının da özüdür. Hiçbir kişi veya halkın hukuksuzluk karşısında susma, boyun eğme hakkı olamaz. Asıl hukuku çiğneme, bir toplum ve devleti zehirleme bu boyun eğmeden kaynaklanır. Meşru savunma, hukuku doğurmada ve kullanmada asla vazgeçilmeyen temel hukuksal duruştur. Bunun gereklerini yerine getirmeyen birey, topluluk ve halkların kendini insandan sayma ve şikâyet etme hakları olamaz. Özellikle tüm evrensel hukukun vazgeçilmez haklar haline getirip resmileştirdiği Birinci, İkinci ve Üçüncü Kuşak Hakları olan bireyin medeni, ekonomik, sosyal hakları ile halkların kültürel ve kaderlerini kendi belirleme hakları çağın yükselen değerleri olup, demokratik uygarlığın dayandığı köşe taşlarından birini oluşturmaktadır.” (A. Öcalan)
Örneğin Kürdistan’da gerilla Kürt halkının meşru savunma gücüdür. Gerillasız bir çözüm ve barış düşünülemez. Gerillanın meşruluğu halkımız ve insanlığın özgürlük ve demokratik değerlerini koruma, geliştirme ve bunlara karşı gelişen her türlü saldırıya cevap olmasında yatmaktadır. Kürdistan’da gerilla salt askeri bir araç olarak değerlendirilemez. Kürdistan gerillası ve askeri gücü ideolojik, politik, sosyal ve kültürel bir içeriğe sahiptir. Gerilla topluma bilinç taşıyarak, onu her yönüyle örgütsel zemine çekerek çok kapsamlı tarihsel dönüşümlere yol açmıştır. Özellikle kadının ordulaşması özgür kadın örgütlülüğü ve öz savunması bakımından büyük bir devrimdir. Gerillanın meşru savunma savaşımında uluslaştırıcı, siyasallaştırıcı, toplumsallaştırıcı ve özgürleştirici etkisini ciddiyetle kavramak gerekir. Kürdistan halk savunma güçleri demokratik modernitenin savunma güçleridir. Rojava-Kuzey-Doğu Suriye halk savunma güçleri (QSD-YPG-YPJ) Demokratik Ulus ve Demokratik konfederasyonun savunma güçleridir, ordusudur.
TÜRKİYE’DE ÜÇ ÇİZGİ, ÜÇ GÜÇ
Öcalan’ın “üç masa ayağı” örneği Türkiye’deki güç dengelerini formüle etmektedir. Nasıl ki, Ortadoğu’da yaşanan 3. Dünya savaşında üç çizgi mücadele halindeyse Türkiye’de de üç çizgi bulunmaktadır. Birincisi; ABD, Rusya, İsrail, AB ve Çin gibi kapitalist modernitenin Küresel güçleri tarafından temsil edilmektedir. Bu çizgi BOP ile bölgeyi küresel sermayenin çıkarlarına göre dizayn etmek istemektedir. 20. Yüzyılda inşa edilen ulus-devlet sistemi yerine 21. yüzyıl finans kapital sistemini uyarlamak, demokratik devrimlerin gelişmesini engellemek, İsrail’in güvenliğini sağlamak, İran Şii eksenini geriletmek ve etkisiz kılmak, Enerji kaynaklarını denetime almak ve bölgesel güçler üzerinde hegemonya sağlamayı amaçlamaktadır. Bu çizginin yürütücü gücü ABD, Rusya ve İsrail’dir. İkinci çizgiyi Kürt Halk Önderi sn. Abdullah Öcalan’ın “beyaz, kara ve yeşil faşizm” olarak tanımladığı bölgesel ulus-devlet sistemleri temsil etmektedir. Türk, Arap ve Fars milliyetçiliği ile varlığını tekçi-milliyetçi, dinci ve statükocu faşist diktatörlük biçiminde sürdüren ikinci çizgi kapitalist modernitenin bölgedeki yerel uzantısıdır. Bu çizgi Kürtler başta olmak üzere her türlü faşist uygulamalarla halklar üzerinde kültürel ve fiziki soykırım politikalarını yürütmektedir. Türkiye’de Kemalizm ve AKP’nin Türk-islam milliyetçiliği, İran’da yeşil faşizm, Irak ve Suriye’de BAAS faşizmi benzer biçimde Başta Kürtler olmak üzere toplumlar üzerinde her türlü terör ve soykırım faaliyetlerini sürdürmektedir. Küresel ve bölgesel iki çizgi arasında iktidar ve hegemon olma çatışması yaşansa da ikisi de aynı kapitalist modernitenin sömürücü, devletçi-iktidarcı ve cinsiyetçi ideolojisine dayanmaktadır. Üçüncü Çizgi ise diğer iki çizgiye alternatif olarak gelişen Demokratik Modernite çizgisidir. Kadın özgürlükçü ve sömürüyü ortadan kaldırmayı hedefleyen demokratik sosyalist çizgidir. Halkların demokratik mücadelesini ifade eden Demokratik Ulus modeliyle alternatif güç ve çözüm haline gelen halkların Demokratik Ortadoğu Konfederasyonudur. Politik ve Ahlaki Toplum örgütlüğüne dayanır. Rojava Devrimi’yle kendini Üçüncü Çizgi olarak gerçekleştirmektedir. Demokratik Ulus çizgisi Ortadoğu için en makul çözüm modeli sunmaktadır.
Biçimde üç çizgi görünse de özde iki ideolojik çizgisi vardır. Biri halkların özgürlüğünü ve demokratik birliğini temsil eden Demokratik Modernite çizgisi olurken, diğeri de kapitalist modernitenin sömürücü ve iktidarcı küresel ve bölgesel çizgisi olmaktadır. Demokratik uygarlığın Demokratik Modernite çizgisi gücünü toplumun binlerce yıllık demokratik birikim ve direnişinden almaktadır. Demokratik toplumun geleneğine ilkelerine ve dört yüz yıllık kapitalist modernite karşıtı hareketlerin mirasına, PKK’nin grup aşamasından bugüne geçen 47 yıllık ideolojik, politik, kültürel, sosyal ve askeri mücadele birikimine ve değerlerine dayanmaktadır. Kürt Özgürlük Hareketi, Ortadoğu ve dünyadaki sistem karşıtı sosyalist ve demokratik çevrelerin içinde yer aldığı Devrimci ve Demokratik Halklar ittifakı Demokratik Modernite cephesi olurken, ulus-devlet sitemleri, iktidarcı-devletçi ve soykırım rejimleri biçiminde örgütlenen tüm güçler ise Kapitalist modernite güçlerini ifade etmektedir. Bu iki modernite arasında ideolojik, felsefik, sosyal, siyasal, ahlaki, kültürel, ekonomik ve askeri savaş yaşanmaktadır. Ortadoğu’nun ve insanlığın kaderini belirleyecek olan esas bu büyük savaştır
Oligarşik Cumhuriyetin Kuruluşuyla Gelişen “Klasik Ulusalcı Laik Türk Milliyetçi” Çizgi
“Kemalist kızıl Elma bloku/Koalisyonu” şeklinde de tanımlanan bu çizgiBeyaz Türk faşizminin kurucusu olan İttihat ve Terakki çizgisidir. Osmanlı imparatorluğu kalıntıları üzerinden Türk gerçekliğiyle ancak dar iktidarcılık bağlamında ilişkisi olan ve Türk’ten çok kendini inkâr eden devşirme milliyetsizlerden inşa edilmiştir. Türkiye halkı da dahil tüm Ortadoğu halkları üzerinde soykırım politikası yürütmektedir. Tepeden inmeci, toplumla ancak iktidar anlamında ilişkili olduğundan halktan kopuktur, gaddardır, duygusuz, merhametsiz ve acımasızdır. İktidar ilişkisi dışında Türkiye halklarıyla bir bağı yoktur. Laikliği din düzeyinde kullanarak asimilasyonu temel politika biçiminde topluma dayatarak homojen bir kitle yaratmaya çalışmıştır. Bu rejim için toplum sadece bir iktidar aracıdır. Tehlike görülmesi halinde kendi toplumunu bile yok edecek düzeyde faşist bir özelliğe sahiptir.
Bu çizginin günümüzdeki temsilcisi Kemalist-ulusalcı-milliyetçi CHP çizgisidir. CHP Kemalist-ulusalcı milliyetçi ve devletçi sistemin zihniyeti durumundadır. Soykırımları gerçekleştiren bu çizgidir. Şark ıslahat planı bu çizginin Kürt ulusunu yok etme planıdır. Kürt soykırımının baş sorumlusu Kemalist CHP’dir. AKP sadece CHP’nin başaramadığı Kürt soykırımını tamamlamak için görevlendirilmiştir. AKP; sistemin sahte milliyetçi-dinci görünümdeki sağ çizgisi olurken, CHP; laik, ulusalcı sahte sol çizgisidir. Kemalist-ulusalcı çizginin laiklik adıyla yaptığını AKP Türk-İslam milliyetçi çizgisi dincilikle yapmaktadır. Birisi laik, diğeri dincilik maskesiyle görünse de özde aynı ideolojiyi taşımaktadırlar. İkisi de faşist sistemin iki blokudurlar. CHP’nin esas görevi emekçi, sol, laik, demokrat, alevi kesimlerin Türklük şemsiyesi altında denetlenmesi ve sisteme tabi kılınmasıdır. CHP Erdoğan’ı iktidara taşıyan, başbakan yapan, tek adam rejiminin başına getiren ve onu ayakta tutan güçtür. Kürt soykırımında da AKP-MHP rejimine sonsuz destek sunan yine klasik CHP ulusal çizgidir. Kılıçdaroğlu AKP-MİT operasyonuyla CHP’nin başına getirilmiştir. CHP iktidarın muhalif görünümdeki en stratejik ortağıdır.
Klasik ulusalcı-milliyetçi çizginin baştan beri amacı Anadolu ve Kürdistan otantik kültürlerinin fiziki ve kültürel soykırımla “Türk ulus-devleti” modeli içinde eritmektir. Ermeni, Rum, Kürt soykırımları ve diğer kültürlerin asimile edilmesi bu stratejinin sonucudur. Klasik ulusalcı-milliyetçi çizgi toplumsal farklılıkları yapay Türklüğe dayalı bir terörle yok etmek istemektedir. Bu çizginin temel stratejisi Kürt düşmanlığıdır. “Milli ve ulusal” olan her şey Kürt karşıtlığı temelinde örgütlendirilmiştir.
Klasik iktidar çizgisi işlevini kaybedince yerine ABD tarafından AKP ile Türk-islam milliyetçi çizgisi ikame edildi. Bundan dolayı Klasik iktidar bloku ve güçleri, anti-Amerikancılık ve Avrasyacılık yaparak, ABD’ye tepkilerini geliştirmekte ve yeniden ilişkilenmek istemektedir. Türkiye’deki ulusalcı klasik iktidar güçlerinin anti-Amerikancı tutumu kendileri yerine islam kimlikli AKP iktidarının tercih edilmesinden ötürüdür. Tepkileri “bizi niye bırakıp AKP’yi seçtin” den kaynaklanmaktadır. Özde bir karşıtlık yoktur. ABD desteği nedeniyle AKP’nin temsil ettiği Türk-islam milliyetçi çiziye güçleri yetmemektedir. Kürt soykırımında ortak ittifaka girse de kendi aralarında iktidar savaşı vermektedirler. Fırsat bulduklarında birbirlerini tasfiyeye yönelmektedirler.
Erdoğan-AKP ve Türk-İslam Senteziyle Geliştirilen Milliyetçi Çizgi
Klasik laik ulusalcı Türk milliyetçiliği 20. Yüzyılın beyaz Türk faşizminin kurucu ideolojik unsuru olurken, AKP-Erdoğan ile gelişen Türk-islam milliyetçi çizgisi ise 21.yüzyıl da ABD’nin “yeşil kuşak” projesine bağlı olarak “neo Osmanlıcılık” adıyla hegemon olmak isteyen çizgidir. AKP-MHP “cumhur ittifakı” ve CHP-İP “millet ittifakı” Beyaz Türk faşizmi çatısı altında gerçekleşen gerici ittifaklardır. Aynı çizgiye sahiptir. Toplumun kutuplaştırılarak sistemde tutuma stratejisidir. Özde birbirlerinden farkı yoktur. Türkçü, Ulusalcı, Kemalist sağ ve sol diğer tüm partiler aynı sitemin türevleri ve hizmetçisidirler. Özleri faşizmdir ve hedefleri aynıdır. Tekçilik, anti toplumculuk ve anti Kürtlük temel ideolojileridir. Oligarşik sistemin temel yapılarıdırlar.
ABD 2000’lere kadar Türkiye’de klasik iktidar bloklarına destek verdi. Daha sonra Siyasal İslam stratejisi nedeniyle bu desteğini çekerek BOP ekseninde “ılımlı islam” stratejisine uygun olan AKP’ye vererek onu iktidara taşıdı. Erdoğan bu projenin Eş başkanı olarak görevlendirildi. Türkiye’de bu projenin modeli olarak düşünüldü. Fas’tan Afganistan’a kadar olan geniş İslam coğrafyasında AKP devleti model rejim haline getirilecekti. Projeyi uygulama görevi Erdoğan-AKP’ye verilmiştir. Bu anlamıyla Erdoğan ve AKP hükümeti Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en işbirlikçi, en Amerikancı gücüdür.
BOP ’un eş başkanı olan Erdoğan ve AKP özel bir misyonla iktidara getirildi. Yüz yıldır iktidar dışında tutulan Türk-islam çizgisi gücü ele geçirerek klasik iktidar bloklarından intikam alırcasına devleti kendilerine göre tümüyle dönüştürüp yeniden biçimlendi, kendi rejimini inşa etti. İdeolojisini ve yaşam tarzını hâkim kıldı. Demokratik güçleri her türlü şiddet araçlarıyla bastırıp faşizmi geliştirdi. Kürt halkına tam bir soykırım uyguladı. Türk-İslam milliyetçi çizgisi Türkiye ve Ortadoğu halkları için felaket düzeyinde içte ve dışta savaş politikaları izlemektedir. Erdoğan-AKP öncülüğünde geliştirilen Türk-İslam milliyetçi çizgisi Doğu’nun manevi uygarlığına karşı Batı maddi uygarlığının büyük komplosu, büyük ihaneti ve saldırısıdır. Amacı Ortadoğu’daki demokratik gelişmeleri tasfiye etmek, Ortadoğu ve islam dünyasını parçalayarak ABD-Batının müdahalesine ve istilasına açmaktır. Haçlı seferlerinin oynadığı rolü günümüzde AKP oynamaktadır. Truva atı misali Doğu değerlerine ve halklarına ihanet halinde her şeyi kendi aile/grup çıkarları ve iktidarı için kullanmaktadır.
“Siyasal İslam Stratejisi çerçevesinde ‘Ilımlı Siyasal İslam’ olarak geliştirdikleri İslamcılık anlayışı ile amaçladıkları; Ortadoğu halklarının, toplumlarının, insanlarının binlerce yıldan beri oluşmuş olan toplumsal, kültürel, tarihsel dokularını, manevi moral değerlerini, bu temel üzerinde, bu esas doğrultuda oluşmuş olan direnişçi özlerini kırmak istemektedirler. Bunu da askeri işgal, zor ve şiddetle başarmaları mümkün değildir. Bunu en iyi kapitalist modernizmin hegemonik güçleri bilmektedirler. Bu nedenle ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ ni, ‘siyasal İslam stratejisini’, ‘ılımlı siyasal İslam’ anlayışını geliştirmek istemektedirler.” (A. Öcalan)
Türk-İslam milliyetçi çizgisi Kürt özgürlük mücadelesi karşısında zorlanınca yeniden MHP, Ulusalcı ve Ergenekoncu güçleriyle bir ittifak oluşturmak zorunda kaldı. Bu durumda da tek iktidar-güç olma arzularından vazgeçmedi. Milliyetçi Türk-İslam çizgisi Erdoğan “neo Osmanlıcılık” amaçlarına göre bölgede işgal ve yayılmacılığı esas almaktadır İktidar hedefini sadece Türkiye’yle sınırlı tutmayıp “neo Osmanlıcılık” ideolojisi altında tüm Ortadoğu ve islam dünyasını kapsayacak şekilde genişletti. Emperyal arzularla fetih savaşlarına yöneldi.
Her iki çizgide inkâr, imha ve savaşta ısrar etmektedir. İki çizgi toplumsal sorunların ağırlaşmasına yol açmıştır. Kriz derinleşmiştir. Ne toplum artık bu çizgiyi taşıyabilmekte, ne de bu çizgi toplumu yönetebilmektedir. Dolayısıyla Üçüncü çizginin tamda zamanıdır. Bunun için koşullar oluşmuştur. Sadece süreci yürütecek öncü güce ihtiyaç vardır. “Kırk yıldır, devrim yapmak için savaşıyoruz. Bu düzeyde devrim koşulları, imkanları ortaya çıkmamıştı. Kürdistan merkezli Ortadoğu’da devrim gerçekleştirmek için böylesine büyük imkanlar, fırsatlar, koşullar ortaya çıkmamıştı. Şimdi büyük imkanlar, fırsatlar ortaya çıkmıştır. Kırk yıldır devrim yapmaya çalışıyoruz, ama şimdi devrimin gerçekleştirilmesi için bu düzeyde tarihi fırsatlar yaşanmaktadır. (…) Devrim, hiç bu kadar tarihsel olarak güncel hale gelmemişti.” (A. Öcalan)
Türkiye’de Hakim Olan iki milliyetçi Çizgiye Alternatif Olarak Demokratik Üçüncü Çizgi
Türkiye’de iktidar anlamında Klasik ulusalcı “laik” Türk milliyetçi çizgi ile Türk-İslam senteziyle geliştirilen milliyetçi çizgi hakimdir. İki çizgide beyaz Türklük ideolojisiyle Türk ulus-devlet anlayışına sahip, diğer kültürleri ve halkları inkâr eden faşist bir ideolojiye dayanmaktadır. Şovenizm, milliyetçilik, dincilik, cinsiyetçilik ve devletçilik ortak felsefeleridir. Aralarında iktidar çatışması olsa da Kürtlere ve demokratik güçlere karşı sürekli ittifak içinde olmuşlardır. Kürt düşmanlığı ve soykırımı ortak politikalarıdır. Demokrasi ve toplumun demokratik ve manevi değerlerinden kopukturlar. Ezici çoğunluğu devşirme olduklarından toplumun acılarını duyumsamazlar. Toplumsal ahlakı ve geleneği yaşamazlar. Üstencidirler. İktidar ve güç olma karşılığında gerçek kimliklerini, kişiliklerini geçmişte bıraktıklarından öz ve biçim sorunu olan sosyolojik olarak çarpık, kendi olmaktan çıkmış, yabancılaşmış tutarsız kişiliklerdir. Tüm çabaları devlet-iktidar ekseninde yaşam olanakları bulmaktır. Bunun için ne gerekiyorsa yapacak kadar ilkesiz ve ölçüsüz bir karaktere sahiptirler. Dolayısıyla bu her iki çizgide aynı zihniyet kodlarıyla şekillenmiş kişilerden oluşmaktadır. Vatan, millet, demokrasi, eşitlik, özgürlük gibi kavramlar bunlar için sadece bireysel, ailesel ve sınıfsal çıkarları için istismar edilen kavramlardır.
Her iki güçte sistemin iktidar bloğu durumundadır. Sisteme alternatif olmayan, onu demokratik açıdan dönüştürmeyi amaçlamayan sadece iktidarı ele geçirmeyi hedefleyen, sistemi daha iyi yürüteceğini söyleyen iktidar bloklarıdır ve aynı ulus-devlet, milliyetçi ve faşist zihniyete sahiptirler. Demokrasi ve Kürt düşmanlığı ortaklaştıkları husustur. İki blokta ekonomik tekelciliğe, ranta, savaşa, milliyetçiğe, soykırım politikalarına dayanmaktadır. Aralarındaki çatışma devleti ele geçirme ve iktidarını sağlama savaşıdır. Özlerinde demokratik bir şey yoktur. Halkların eşit ve özgürce bir arada barış içinde yaşamalarına ortam sunmadıkları gibi bunu her türlü özel savaş yöntemleriyle engellemektedirler.
İki çizgide çıkarlarına göre hareket etmektedir. ABD-NATO çizgisinde iktidarlaştırılan kapitalist güçlerdir. Anti-Amerikancı görünmeleri sadece bir politikadır. Yahudi ideolojisi ve politikalarıyla çok sıkı bir iş birliği içindedirler. Kürt özgürlük hareketine karşı küresel ve bölgesel güçlerle her türlü kirli komplo ve iş birliği içindedirler. Her iki çizgide komplocudur ve toplum kırımcıdır. Beş bin yıllık iktidar ve devlet geleneğine dayanırlar. Bölgedeki ve Rojava’daki işgali direk bu çizgi gerçekleştirmektedir. Bölgede kurgulanıp geliştirilen ilkel milliyetçilik, fanatik dinsel akımlar, Daiş gibi çağdışı örgütlenmeler de bu çizginin uzantısı durumundadırlar. Söz konusu iki çizgi Türkiye ve bölgede yaşanan krizin ve sorunların baş sorumlusudur. Ortadoğu ve Türkiye’deki kaosun ve çözümsüzlüğün başta gelen kaynağıdır. Toplumsal ve sistemsel sorunları sınıfsal yapısı gereği bu çizgi çözmez, çözemez. Tersine ağırlaştırmaktadır. Dolayısıyla iki çizginin dışında bir çözüm arayışı ve sistemi bölge ve Türkiye için temel bir ihtiyaçtır.
İktidar bloklarının Türkiye halklarına verecekleri bir şey yoktur. Daha fazla savaş, yıkım, işsizlik, ekonomik kriz, yoksulluk ve belirsiz bir gelecek vereceklerdir. Bu bakımdan iki bloğa karşı üçüncü halk bloğunu güçlenmesi gerekmektedir. Öcalan sorunların çözümünü bu iki bloktan beklememek gerektiğini söylemekte ve üçüncü ayak veya blok, ya da üçüncü çizgi olarak devrimci demokratik halk cephesinin örgütlenerek güç sahibi olmasını, kendi çözümünü geliştirmesini belirtmektedir. Sorunların kaynağı durumundaki savaş bloklarıyla sorunlar çözülemez. Sorunların nedeni olan düşünce sahipleri ve kurumları aşılmadan (Bu aşılma ister devrimci şiddet, isterse demokratik halk eylemleriyle olsun) çözüm geliştirilemez. Öcalan’ın Üçüncü Çizgi tezi egemen sisteme muhalif değil alternatiftir. Güç olma, inisiyatifi ele alma, yönetimi sağlama ve demokratik halk gücüyle kendini kabul ettirmedir. Öz güce dayanarak çözüm yaratmadır. Toplumsal demokratik iradenin öz güç ve yönetim olmasıdır. Toplumsal yönetim gücünün açığa çıkartılmasıdır. “Eğer birlik olup güçlü olursanız büyük sorunu da çözersiniz. Kimse gelip size sorun çözmez. Esas çözüm gücü sizsiniz.” (A. Öcalan)
Üçüncü Çizgi için koşular her zamankinden daha fazla uygun hale gelmiştir. Çizgiden kasıt; mevcut sisteme alternatif olacak bir paradigma ve sistemdir. Üçüncü çizgi demek ulus-devlet eksenli yaratılan ulusalcı ve Türk-İslam milliyetçi çizgisini aşacak Türkiye’de demokratik ulus modelini ve Ortadoğu’da da demokratik Konfederasyon sistemini inşa edecek bir toplumsal güç ve onun öncü gücü demektir. Üçüncü Çizgi sıfırdan başlamıyor, Kürt Özgürlük Hareketinin kırk yedi yıldır geliştirmeye çalıştığı özgürlük çizgisi demektir ve onun birikimine dayanmaktadır. Masanın üçüncü ayağı derken bu üçüncü çizgiden bahsedilmektedir. Üçüncü Güç demek; iktidar blokları dışında kalan ezilen, sistemle sorunu olan özgürlük, eşitlik ve adalet istemi bulunan halklar, azınlıklar, cinsler, çevreciler, kadınlar, feminist hareketler, inanç ve kültür grupları, emekçiler, işçi ve emekçi sınıfı, sendikalar, dernekler ve farklı grupların içinde yer aldığı Demokratik güçler ittifakı veya bloku demektir. Üçüncü Çizginin öncü gücü kadınlar ve gençler olmaktadır. Ezilen Demos (halk) olarak çok farklı toplumsal bileşenleri kapsadığından “Demokratik halk bloku/Cephesi” olarak da tanımlanır. Üçüncü Çizgi kendiliğinden değil mücadeleyle, halkın örgütlendirilmesiyle, güç ve irade olmasıyla gelişir. “Her şey mücadeleyle, doğru mücadeleyle olur. Güç olmak zorundasın ki bu sorunları çözebilesin. Ortadoğu’daki ve isim koyalım Kürt sorununu bu şekil çözersin. Güç olmazsan kimse sorunu size çözemez. Biz masa diyoruz da Türkiye’deki masa iki ayaklı masadır. Siz üçüncü ayak olmak zorundasınız. Bu neyle olur? Güçle olur. Bunu yaparsanız olur. Emek verirseniz olur. Evet masa gerekiyor. Bu da halka hizmet ve emek vermekle olur’ dedi.” (A. Öcalan)
Rojava’ da Üçüncü Çizgi kendisini güç olmayla, büyük bedeller ödemeyle kabul ettirmiş ve sistem inşa ediyorsa Türkiye’de de aynısı olmak durumundadır. Sözde sistem karşıtlığıyla devrimcilik değil ancak demagoji yapılır. Buda Türkiye’de gelişkin olan bir durumdur. Bu anlayış sahiplerinin barıştan anladıkları; “çatışma ve savaş olmasın, ölümler gerçekleşmesin, huzur gelsin” dileğinden ibarettir. Barışın bir mücadele gerektirdiği, barış için büyük savaşlar verilmesi ve büyük bedeller ödenmesi gerektiğini göz ardı ederler. Barışı ve çözümü hep talep eden, bekleyen bir noktadadırlar. Barış ve demokrasi talep etmekle, istemekle gelişmez, verilmez. Mücadelesiz, direnmesiz, bedelsiz barış ve siyasal çözüm talep etmek en büyük oportünizmdir. Eğer ortada direnen bir güç yoksa kimse kimseye barış ve çözüm sunmamıştır ve sunmaz. Barış ve demokrasi ancak direnerek kazanılır. Bu küçük burjuva, orta sınıf çizgisi doğru bir devrimci savaş anlayışına sahip olmadığından ne siyasal çözümü ne de barışı gerçekleştirebilir. Bu çizgi sahibi kişiler kendilerini devrim ile karşı devrim güçleri arasında gidip-gelmeyle yaşatırlar. Çok zorlandıklarında karşı devrim saflarında yer alırlar. Onlar için önemli olan bireysel yaşamlarıdır. Siyasal alana yansıyan bu sağ liberal anlayış devrimci mücadeleyi sekteye uğratmaktadır ve Üçüncü Çizginin gelişmesini engellemektedir. Sözde sistem karşıtlarının çoğunun en büyük çabası sistemde bir koltuk edinmektir. Zihniyet ve yaşam tarzında sistemi yaşayanlar Üçüncü Çizgiyi geliştiremezler, ancak istismar ederler. Öyle sosyalizmin hayalini kuran metaforlarla, şiir ve edebi romanlarla, masa veya klavye başındaki soyut sloganlarla Üçüncü Çizgi gelişmez. Öcalan’ın eleştirileri bunlaradır.
Üçüncü çizgi demek; Sömürünün, köleliğin ve cinsiyetçiliğin kaynağı olan beşbin yıllık ataerkil kültürü reddetmek demektir. Ulus-devletin her türlü tekçi ve milliyetçi anlayışlarına karşı, demokratik ulusun özgür ve eşit birlikteliğini esas almak demektir. Üçüncü Çizgi demek; halklara soykırımı dayatan her türlü Türk ırkçı-milliyetçi ideolojisini reddetmektir. Türkiye’de Üçüncü Çizgi ancak “Demokratik Türkiye ve Özgür Kürdistan” perspektifiyle Kürt ve Kürdistan gerçekliğini kabul etmekle, PKK ve Öcalan ile gelişen Kürdistan devriminin hakkını vermek ve bunların yarattığı devrimci mirasa dayanmakla gerçekleşir. Üçüncü Çizgi özgür ve demokratik bir ülke ve yaşam uğruna canlarını feda eden Hikmet kıvılcımlı, İ. Kaypakkaya, Denizler, Mahirler ve nice devrimcinin direniş geleneğini temsil edip yaşatarak vücut bulabilir. Üçüncü Çizgi sosyalist bilinç, ruh ve iradeye emekle ve hizmetle yaratılan toplumsal güç demektir. Köyde, mahallede, sokakta, kentte örgütlendirilmiş bilinçli halk komünleri demektir. Sistemden kesin bir kopuş demektir. Devrimci aşkla özgürlük çalışmasına katılmak demektir. En önemlisi de Üçüncü Çizgi öz yönetim ve öz savunma demektir. Bunlar gerçekleşirse Üçüncü Çizgi kendini her alanda örgütleyip toplumsal bir sisteme dönüşebilir. 20. yüzyılın ulus-devlet sisteminde Kürtler en büyük kaybeden halk olmuştur. 21. yüzyılın Demokratik Ulus sisteminde ise Kürtler hem kendileri kazanacak hem de bölge ve tüm insanlığa kazandıracaklardır. Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet arayışındaki tüm toplumsal kesimler için Üçüncü çizgi 21. yüzyılı belirleyecek olan temel doğrultudur. Üçüncü çizginin merkezi ve öncülüğü durumunda olan Kürdistan devrimi Ortadoğu’nun siyasi ve askeri dengelerini etkileyen ve belirleyen bir konumda seyredecektir.
Dıjwar SASON