Devlet baskı, sömürü ve inkar

0
561

Kemal SOBE

Devletler baskı, zor ve şiddet aygıtlarıdırlar. Baskı, zor ve şiddet olmadan devletler varlıklarını sürdüremezler, halk üzerinde egemenlik kuramazlar. Bundan dolayı devletin olduğu yerde demokrasi ve özgürlük olmaz ve yaşam sürekli tehlike ve zulüm altında olur. Kürtler, bilindiği gibi yüzyıldır bir zulüm cenderesinde yaşıyorlar. Katliamlar, sürgünler, zindanlar Kürtlerin kaderi haline getirilmiş. Yüzyıl önce Kürtlerin ulusal olarak dağınık olmaları ve ulusal bir önderliğin olmaması, bölgede kurulan katı ulus devletlerin, Kürtleri ulus olarak yutulacak kolay lokma olarak görmelerine yol açtı. Yani Kürtleri asimile etmeyi ana amaç haline getirip, yüzyıldır Kürtleri asimile etme siyaseti, uğraşı içindeler. Buna karşı çıkan Kürtler, katliamlar yaşamış sürgün edilmişler, her türlü devlet baskısıyla karşı karşıya kaldılar. Kürtlerin normal devlet sistemi ve devlet yasaları, kanunları içinde bile, dillerini konuşmalarına, hayatın her alanında kullanmalarına izin verilmemiştir, Kürtçe yasaklı bir dil haline getirilmiştir.

***
Kürtlerin isteği, amacı dillerinin hayatın her alanında kullanılmasının serbest olması ve kimliklerini, kültürlerini özgürce yaşamalarıydı. Yani kültürel özgürlük ve dilin özgürce kullanımı. İnkar siyaseti, ne pahasına olursa olsun, Kürtleri, Türkleştirmeyi amaç edinmiş ve bunun için her şeyini seferber ediyor, emperyalist devletlerle her türlü işbirliğini yapıyor ve bunun için, Türkiye’nin kapılarını sonuna kadar açıyor, maddi imkanlarını harcamaktan çekinmiyor. Emperyalist devletlerde bu konuda Türkiye’ye her türlü desteği verip, istediklerini de alıyorlardı, alıyorlar. Bugün Kürtler hala baskı ve zulüm altında yaşıyorlar ve var olma ile yok olma arasındalar. Kürtlerin son kırk yıldır güçlü bir ulusal önderliğe sahip olmaları ve özellikle son on yıldır bütün Kürdistan parçalarında Kürtlerin ulusal olarak yek vücut olmaları, inkar siyasetine önemli bir darbe vurmuştur, inkarı kırmıştır. Kürtler hiçbir zaman zor ve şiddeti tercih etmemişlerdir. Ancak, inkarcı rejim, her zaman zor ve şiddeti Kürtler üzerinde eksik etmemiştir. Kürtçe konuşmak, ben Kürdüm demek bile yasaktı, Kürtçe şarkı söylemek, aylarca, yıllarca hapis cezasına çarpıtılmak demekti.


***
Dersim’de on binlerce Kürt katledildi, kalanlar sürgün edildi, iki Kürdün bile yan yana yürümesi yasaklandı. İnkar rejimi, Kürtleri asimile etmek için her yolu denedi, şiddetin her türlüsünü Kürtlere reva gördü. Kürlerin ulusal taleplerine de sürekli şiddetle karşılık verildi. Türkiye’de demokrasinin zerresi bile olmadı. Bu korkunç durumlarda ve zindan denecek koşullarda Kürtler ne yapsalardı, inkar rejimine teslim mi olsalardı? Bazı kişi ve çevreler, Kürtler şiddetten başka bir şey bilmiyorlar, sadece silahlı mücadele diyorlar. Yani Kürtlerin silah bırakmasını koşulsuz ve tarafsız olarak istiyorlar. Böyle söyleyenler, Kürtlerin ne gibi bir tehlike yaşadıklarını, ve hala neler yaşadıklarını bilemeyecek kadar cahiller mi, yada nankörler mi acaba? Ya cahiller yada inkar rejiminin karakterini bilemeyecek kadar akılları kıtlar, yada nankörler. Sanki yasal alanda mücadele etme imkanı varda, sanki demokrasi deryası içinde yüzüyoruz da, sanki Kürtler her türlü ulusal haklarına sahipler ve ulusal kimliğini yaşıyorlar da, zevk olsun diye silaha sarılmışlar ve keyfi şiddet uyguluyorlar öylemi? Bırakın Türkiye Kürtlerini, Türkiye dışındaki Kürtlerin bile en küçük bir kazanımına tahammül etmeyen ve saldıran bir inkar rejimi var.

***
Taner Akçam adlı, ne olduğu belli olmayan zat, ahval adlı site’de bir makalesinde, PKK’ye, koşulsuz, şartsız silah bırakın diyor. Ama devlete, Kürtlere yönelik saldırıları ve operasyonları yapma, Kürtleri artık inkar etme ve kabul demiyor. Yani Kürt sorununu çöz diye devlete çağrıda bulunmuyor. Ama PKK’ye kırk yıldır silahı bırak ve silahlı mücadele vermeyin diyor. Türkiye sol hareketin bugün kısır bir döngüde dolaşmasının sorumlularından biride, Taner Akçam adlı zat oluyor. Bu zat, aslında üstü örtülü bir tarzda, PKK’ye gelin teslim olun diyor. Şartsız, koşulsuz silah bırakın demek başka ne anlama gelir.

PKK’ye silahlı mücadeleyi bırakın derken, devlete de operasyonlara son verin, Kürt sorununu siyasi ve demokratik-barışçıl yollarla çözün, yasal zeminde HDP’ye yönelik siyasi saldırı, tutuklama ve gözaltılara son verin dese, bu söylediklerinin bir anlamı olur. Bu zat, masa başı laf devrimcilerin en başından gelen biridir. Laf olsun torba dolsun, masa başında devrim olsun sözü bunun için geçerlidir. Faşizmin, zulmün, baskının daniskasının egemen olduğu bir ülkede nasıl bir mücadele metoduyla devrim olur acaba?

***
Burjuvaziden dilenerek devrim olmaz. Her mücadele metodunu aynı anda devrede tutmak başarı için olmazsa olmazdır. Bu zat, Birde, ” Kandil, Türk milliyetçiliğine yol açtı diyor. Yani Kürtler silahlı mücadele verdiği için, Türk milliyetçiliği ortaya çıkmış ve devlet de baskı ve zulüm yapıyormuş, Türk milliyetçiliğini hortlatıyormuş. Böyle sözlere pes yani denir. Daha Kandil yokken, PKK yokken, Türk milliyetçiliği bir resmi devlet ideolojisi olarak vardı ve Kürtlere yönelik katliamlar yapılıyordu. Kürtlere yönelik katliamlar ve inkar olduktan onlarca yıl sonra, Kürtler, var olmanın tek çaresi olarak silahlı mücadeleyi vermek zorunda kaldılar.

Bu olanlardan Kürtler sorumlu değiller, Kürtleri yüzyıldır inkar eden, katleden ve bir ulus olarak kabul  etmeyen inkarcı güçler sorumludur. Kürtler, hiçbir milletin yaşamadığı trajediyi yaşadılar, yaşıyorlar. Her türlü ekonomik sömürü içinde olan Afrika halkları bile böyle bir inkar yaşamadılar, inkar  edilmediler. Bu gibi bazı kişi ve çevreler, sanki Türkiye’de Kürtler eşit ulusal haklara sahipler, en azından özerklikleri varmış ve yasal zeminde mücadele etme imkanına sahiplermiş gibi boş ve gereksizce konuşuyorlar. İnkar ve devlet terörü, Türkiye’de, devletin yüzyıllık resmi devlet ideolojisi oluyor. Devlet 1923’den beri, Türk olmayan ve en başta Kürtler olmak üzere, diğer halklara karşı inkarı geliştirmiş, katliamlar yapmıştır ve hala yapıyor. Kürtlere, silahı bırakın diye tavsiye de bulunanlara, yüzyıllık bu ceberrut devleti iyi tanımalarını tavsiye ediyoruz.

***
Son yıllarda ve son günlerde Rojava’ya ve Güney’e yapılan saldırılar, operasyonlar bütün Kürtlere yapılan düşmanlığın boyutunu göstermektedir. Kürtler silahlı mücadeleden ve şiddetten başka yol bilmiyorlar yada başka mücadele yöntemine gelmiyorlar diyenler, Kürtlerin son 27-28 yıldır kaç defa ateşkes ilan edip, siyasi yollarla Kürt sorununu çözelim önerilerine baksınlar. Kürt ulusal mücadelesini yürüten güçler, son 27-28 yılda defalarca ateşkesler ilan ettiler, Kürt sorununu silah ile değil, siyaset ile çözelim demişlerdir ve bu konuda yoğun çaba gösterdiler. Ancak, inkarcı devlet, bu çağrı ve çabalara her defasında devlet şiddetiyle-terörüyle karşılık verdiler. Kürtlere, koşulsuz ve tarafsız silahlı mücadeleyi bırakın diyenler, neden devlete, askeri operasyonlara son verin, Kürtlerin kimliğini kabul edin, Kürt sorununu çözün demiyorlar? Kürtler keyiflerinden mi silahlı şiddete yöneldiler yoksa zorunluluktan mı? Yasal zeminde halkın seçimlerde seçtikleri siyasetçilere bile siyaset yapma imkanı verilmiyor. Her gün baskı, tutuklama, gözaltılar oluyor. Belediyelere kayyumlar atanarak, Kürtlerin iradesi yok sayılıyor. Yani yasal zeminde her türlü mücadele etme imkanı varda, Kürtler kabul etmiyorlar mı! Kürtçe konuşanlar öldürülüyorsa, Kürtler için silahlı mücadele tek seçenek olarak masada duruyor ve Kürtlerde uluslararası yasalar ve kanunlar çerçevesinde bu mücadeleyi meşru bir hak olarak kullanıyorlar, kullanacaklar. Yıllarca devlet yöneticiliği yapmış Bülent Arınç bile ” ben Kürtlerin yerinde olsaydım bende dağa çıkardım ” dedi, hem de defalarca. Yani biz bu değerlendirmeleri yaparken, silaha ve şiddete tapmıyoruz ama içinde yaşadığımız resmi devlet koşullarına ve devletin yaptıklarına da baktığımızda, Kürtler için ya teslimiyet yada direniş kalıyor. Kürtler ise onurlu yaşam için, gerekeni yapıyorlar, yapacaklar.

***
Yasal zeminde siyaset yapanlar zindanlara dolduruluyor. Zindanlar, yasal siyaset yapanlarla dolu. Bazı kişi ve çevreler, sanki Türkiye’de yasal zeminde her türlü mücadeleyi yürütme imkanı varmış gibi konuşuyorlar. Devrimci şiddet-zor, yasal zeminde demokratik kanalların tıkandığı durumlarda, bir zorunluluk olarak ortaya çıkar. Bu devrimci şiddet durumu, kendini var etmek için uygulanır. Yani devrimci şiddet bir tercih değil, bir zorunluluktur. Kürtler, hiçbir zaman şiddeti tercih etmediler, şiddete zorlandılar yada kendilerini var etmek için, devrimci şiddeti devreye koymak zorunda kaldılar. Şimdi Kürtlere, silahlı mücadeleye son verin, Kürtleri millet-ulus olarak kabul ediyoruz diye bir öneri olsun, Kürtler silahlı mücadeleyi sonlandırırlar ve siyaseti devreye koyarlar. Ki silahlı mücadele siyasetin en şiddetli halidir ve kendisini baskı ve zulümle yaşatan düşmanın anladığı dildir. Bu konuda, Kürtlere akıl verenler, öncelikle, Kürtlere inkarı ve imhayı dayatan devletin yapısına ve yaptıklarına baksınlar. Sanki Kürtler dağlarda çok zar zor şartlarda mücadele etmeye çok hevesliler. Dağlar Kürtlerin kendilerini var etmenin mekanı oldu. Bunun gerçek olduğunu dost ve düşman herkes biliyor. Kürtler geçmişte olduğu gibi, bugünde siyasi yollarla Kürt sorununu çözmeyi tercih ediyorlar ve karşı taraftan bu konuda ciddi bir öneri olsun, bunu değerlendirirler ve eğer ciddi bir yaklaşımsa, bunun gereklerini siyasi olarak yaparlar ve yapmaya hazırlar.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz