Hukuk Mücadelesini Doğru Anlamak
Dijwar SASON
Toplumsal organizmalar disiplinsiz, kanunsuz ve kuralsız olamazlar. Fakat bu kural ve yasalar toplumsal gelişmeye hizmet ediyorsa, üretimde ve dağıtımda adil ise, adaleti, özgürlüğü ve eşitliği sağlıyorsa demokratik nitelikte sayılabilirler. Eğer tersinden bir role sahiplerse toplumsal özgürlükler açısından o yasa ve kurallar demokratik olarak nitelendirilemezler. Hukukta tamda böyle bir sorun yaşamaktadır. Dolayısıyla “demokratik hukuk” tanımı sorunlu bir tanımlamadır. Demokratik hukuk kavramı ancak iktidarcı-devletçi sömürgeci güçler ile sömürülen ve ezilen güçler arasında yaşanan mücadele sonucu ortaya çıkan geçici bir uzlaşmayı ifade edebilir. Fakat bu aşamada da hukuk özü itibariyle demokratik sayılamaz. Sadece demokratik mücadelenin egemen sistemi geriletmeyi, bazı demokratik kazanımları yasalarla güvenceye alarak hâkim sınıflara kabul ettirmeyi ifade eder. Kuşkusuz politik açıdan insan hakları kazanımları bakımından demokratik gelişme anlamında önemli bir düzeydir ve yadsınmamalıdır. Yerel ve uluslararası hukuk normlarında kabul görmüş demokratik içerikli ilke ve kurallar uzun süreli ve bedeli ağır olan toplumsal mücadeleler sonucunda evrensel prensipler hailine gelmiştir. Bunların burjuva hukukuyla bir alakası yoktur. Demokratik düzeyde olabilmesi için hukukun hukuk olmaktan çıkması toplumsal gelişmeye hizmete dönüşmesi, örneğin öz demokratik yönetime, yasalara ve ahlaka evirilmesi gerekir.
Çünkü hukuk var oldukça sınıflar, eşitsizlikler, adaletsizlikler var olacaktır. Zira hukukun bağlı bulunduğu ve yaşam bulduğu alanlar toplumsal adalet ve eşitlik sorunlarına neden olan özel mülkiyet, sınıf, cinsiyetçilik, sömürü, iktidar ve devlet olgularıdır. Bunlar ancak sosyalist sistemde demokratik ekolojik cinsiyet özgürlükçü toplumla aşılabilir. Burjuva sistemi olan kapitalist modernitede hukuk, sosyalist sistemin toplumu da ahlakla kendini sürdürecektir. Nasıl ki, “burjuva demokrasisi” söylemi bir yanılsamaysa, hukuk ile eşitlik ve özgürlükler sağlama düşüncesi de bir yanılsamadır. Hak, adalet, eşitlik ve özgürlük sağlayan hukuk değil ezilenlerin devrimci ve demokratik mücadelesidir. Eşitlik, Hak ve adalet olguları ahlak ve vicdanla alakalıdır. Bunlarında devletçi hukukta yeri yoktur. Hukuk ezen ile ezilen toplumsal kesimler arasında yaşanan çatışma ve mücadele düzeyine göre kendini koşullara göre düzenlemek zorunda kalır. “Hukuk mücadelesi” demokratik toplumsal bilincin ve örgütlenmenin yaratılması, politik kazanımlar sağlanması, kapitalist moderniteye karşı demokratik ve ahlaki toplumun inşasında önemli bir kazanım olarak değerlendirilmelidir. Demokratik Uygarlık çağı bu tarz iç içe mücadele yöntemlerinin yaşandığı bir geçiş sürecidir. Hak olan sana ait olandır. Eğer senden alınmışsa gaspa uğramış demektir. Hak denen şey talep etmekle, umut etmek ve dilemekle alınamaz. Ancak mücadeleyle, direnişle alınabilir ve karşı tarafa kabul ettirilebilir. Örneğin Kürdistan’da “sömürge hukuku” geçerlidir. Sömürge hukuku demek işgal edilip sömürgeleştirilen ülkenin toplumunu hiçbir yasa, kural ve hukuk tanımadan özel savaş uygulamalarıyla yönetmek ve soykırıma tabi tutmaktır. Kürdistan’daki sömürge hukuku altında özel savaş uygulamalarıyla açık bir soykırım yürütülmektedir. Yüz yıl önce kurulan İstiklal Mahkemelerinden, DGM ve Özel yetkili Mahkemeler, OHAL idaresine kadar sömürgeci faşist hukuk sistemiyle çocuk, kadın, yaşlı demeden Kürt halkına karşı açık bir katliam siyaseti izlenmektedir. İşgal, talan, tecavüzler hukuk mücadelesiyle durdurulamaz. Hiçbir halk hukuk ile özgürlüğünü elde etmemiştir. Seni sömürgeleştiren, yok sayan bir zihniyetin hukuku ile kendini var kılamaz ve özgürleştiremezsin. Devrim ihtiyacı bunun için ortaya çıkmıştır. Devrimci direniş olmadan Kürdistan’da yürütülen hiçbir sömürgeci faaliyet sonlandırılamaz. Sömürge hukukuyla Kürt soykırımı hala devam etmektedir. İran’ın (dini) yeşil faşizm hukuku, Irak ve Suriye’nin (Baas rejimi) Arap kara faşizm hukuku ve Türk beyaz ve yeşil faşizm hukuk aynı Kürt soykırımın ittifakı ve uygulayıcısı durumundadır. AKP-MHP soykırımcı iktidarı döneminde Türkiye’de hukukun nasıl bir hal aldığı, iktidar çıkarları için nasıl kullanıldığı görülmektedir. Hukuk Erdoğan-AKP faşist diktatörlüğünün günlük buyruğuna ve yönetmeliğine dönüştürülmüştür. Kendi burjuva hukukuna bile uymayan gerici sömürgeci bir rejimle sadece siyasal ve hukuki yollarla mücadele yürütülemez ve başarı sağlanamaz. Ancak siyasal demokratik mücadeleyle birlikte devrimci zorun (silahlı direniş) aktif devreye sokulmasıyla başarı sağlanabilir. Kürdistan Devrimci Halk Savaşı bu perspektife dayanarak gelişmiştir. Silahlı direnişi gerektiren objektif ve sübjektif koşullar hala geçerliliğini yakıcı bir biçimde korumaktadır. Sömürge hukukuna karşı silahlı direniş bir tercih değil bir zorunluluk olarak gündeme gelmiştir. Türk soykırım rejimi tüm imkanlarıyla Kürdistanı’ı işgal ederek Kürt ulusunu yok etmek istemektedir. Kürtler ülkelerini ve varlıklarını ancak topyekûn ulusal direnişle koruyabilirler. Kürtler işgalci güçlerin yasa veya hukukuyla sorunlarını çözemezler. Ancak ulusal birlik temelinde demokratik mücadeleyi yükselterek ve devrimin meşru savunmasını güçlendirerek sömürge hukukunu ortadan kaldırıp Kürdistan’ı özgürleştirebilir bir halk olarak dünya insanlık aleminde kendine bir yer edinebilirler. KCK’nin 12 Eylül’de “Tecride, Faşizme, İşgale Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı” sloganıyla başlattığı hamle Türkiye’deki faşizme, Kürdistan’daki işgalciliğe ve soykırıma karşı Önderliğin, Kürdistan’ın özgürlüğünü hedefleyen ve demokratik yaşamı kazanmanın hamlesidir. Odağında egemen sistemlerin sömürgeci faşist hukuku bulunan tecrit, işgal, soykırım, sömürü ve talan savaşlarına karşı başta kadın ve gençler olmak üzere ezilen tüm halkların özgürlük hamlesidir. Ortadoğu despotik iktidar ve devletlerin sömürgeci hukukuna karşı Ortadoğu halklarının demokratik konfederasyon direnişidir.
Toplumsal Ahlakı Yeniden İnşa Görevi Demokratik Modernitenin Temel Entelektüel Görevidir
Kent-sınıf-devlet üçgeninde gelişen uygarlıkla birlikte toplumsal sorunlar baş göstermiş ve çatışmalara neden olmuştur. Yaşanan çatışmalar nedeniyle çözüm için politikacılar hukuku geliştirirken, din adamları, filozoflar ise ahlaka ağırlık vermiştir. Zerdüştlük, İbrahimi gelenek, Budizm, Konfüçyüs, Sokrates, Ortadoğu Derviş ve tasavvuf geleneği gibi manevi ve ahlaki ağırlıklı inanç ve arayışlar (iktidar karşıtı oldukları ve devletleşmeme halleriyle) bir yönüyle toplumu ahlaki yönden eriten maddi uygarlığa karşı manevi-ahlaki örgülerle tedbir almaya ve toplumu korumaya çalışmışlardır.
Hukukun gelişim seyri ve tarihi iktidar ve devletin gelişim tarihidir. Sümer Akad krallık kanunları, Babil Hamurabi kanunları, Roma ve İslam imparatorluk kanunları en son kapitalist sistemde ifade edilen modern çağ hukukunun tümü aynı nehrin akışışıdır ve merkezi uygarlığın gelişim seyridir. Ortak özellikleri daha da geliştirdikleri hukuku kendi dönemlerine geliştirerek uyarlamalarıdır. Sosyal bilimin bir dalı olarak etik (ahlak teorisi) şüphesiz önemle geliştirilmesi gereken entelektüel alana ilişkin bir görevdir. Önemli olan, etiğin toplumla nasıl bütünleşeceğidir; aşındırılan ahlaki toplumun nasıl yeniden ve daha güçlü temellerde inşa edileceğidir. Ahlakı yeniden inşa görevi sadece asrın, modernitenin değil, toplumun sürdürülüp sürdürülemeyeceği sorunudur. Küresel krizin hukukun zor gücüyle aşılamayacağı açığa çıkmış bulunmaktadır. Dinselliğe yönelmenin de umutsuzluk ve çaresizlik olacağı anlaşılmıştır. Toplumsal doğanın güçlü ahlaki dokusu tekrar ayağa kaldırılmadıkça kapitalist modernitenin yarattığı küresel krizden ve ondan kaynaklı Koronavirüs türü hastalılardan kurtulunamayacağı açığa çıkmıştır. Sistemin topluma karşı geliştirdiği Koronavirüs biyolojik saldırısı ahlaki ölçülerin ne denli tüketildiğini göstermektedir. Uygarlık sisteminin hastalık yayan bir karakterde olduğu tüm çıplaklığıyla gün yüzüne çıkmıştır.
Ulus-devlet modeliyle milliyetçilik kapitalist modernite çağının dini ve zihniyeti olurken parada onun tanrısı durumundadır. Hukuk ise bu sistemin kurallarını belirlemektedir. İnsanlık tarihi boyunca maddi uygarlık topluma bu kadar hâkim hale gelememiş, ahlaki ve manevi değerler bu denli gerilememiştir. Para denen şey geçmiş hiçbir toplumsal sistemde bu denli belirleyici hale gelmemişti. Bu bakımdan egemen sistemin toplumsal ahlaki değerlere saldırısı ve tahribatı sanıldığından çok daha üst boyutlardadır. Yaşanan kriz beş bin yıllık uygarlık sisteminin toplum karşıtı yarattığı ahlaki krizdir. Dolayısıyla krizden çıkış ve demokratik çözümde Ahlaki ve Politik toplumda olacaktır.