Devrimci Halk Savaşında Öncü Güç Kadınlardır! – 1

0
531

Kaygı, endişe ve korkular ile bir ömür tüketmek mi yoksa özgür kadınla özgür topluma yürümek mi?

Ataerkil sistem; toplulukları daha fazla kontrol altında tutabilmek, kendi iktidarsal yaşam alanlarını oluşturabilmek için kadının, ananın toplumsal hakikatini tarihten tamamıyla silmeyi temel stratejisi olarak belirlemiştir. Bugün ters yüz edilmiş insanlık değerleri, kadının toplum içerisindeki öncülük rolünün baskın olduğu süreçlerde, özgürlük ahlakı ile eş değer ele alınarak kesintisiz korunmuştur. Özgürlük, yaşam ve kadın sentezi toplulukların temel, tarihi yaşam gerçekliğidir. Bu gerçeklik; tarih boyu her türlü sömürü, haksızlık, adaletsizlik, yalan, hile, zorbalık karşısında kendi savunma mekanizmasını kurarak bütün saldırıları bertaraf etmeyi, bu şekilde toplumunu korumayı kendisine temel görev bilmiştir. ‘artı ürün, meta, mal’ kavramlarını baş döndürücü bulan kesimler ‘daha fazlası’ hastalıklı anlayışları üzerinden sömürü ve iktidar olgularına müthiş bir şekilde sarılmışlardır. Başlarda oldukça yabancı olan bu kavramlar kendilerine yaşam alanı oluşturma çabası içerisine girmeye başladıkları andan itibaren doğa ananın, özgür kadının etrafında kenetlenmiş olan insanlık tarafından ilk doğal ret reflekslerini geliştirme kaçınılmaz olmuştur. Daha sonraları ise bunun bilinçli bir yok etme, tüketme saldırısı olduğu anlama kavuşturuldukça en sert çatışmaların yaşandığı süreçlere girilmiştir. Kadının iktidar ile savaşı tarihidir, toplumsaldır ve bir varlık- yokluk savaşıdır. Güç olgusu tarihte kadın için toplumun komünal, demokratik potansiyeli iken, ataerkil çıkışta erkeğin bireysel iktidar mekanizması anlamına gelmektedir. Yine kadında güç, özünün savunulmasına hizmet ederken, ataerkil sistemde baskıya, zora, şiddete evirtilmiştir. Ve yine doğal toplumlarda özgürlük savunmasında önem kazanan toplumun ortak gücü karşısında, biçare olan ataerkil sistem kurnaz ve yalancı aklının yolu ile düşünce kırımını önceliğine almış bununla birlikte kültürel, fiziki soykırımı esas politikası haline getirmiştir. İktidar oluşumunun bu temeldeki öncelikli hedefi toplumun temel yapı taşı olan kadının sömürülmesi, değersizleştirilmesi, etki alanının daraltılması, karartılması olmuştur. Öyle bir hal almalıydı ki; yaşam ile özdeşleşmiş olan, insanın kendisine öz olarak ele aldığı doğanın ahlaki özelliklerine sahip olduğu için kutsanan kadın, öncüsü olduğu ve içerisinde yaşadığı toplumunun eliyle ötekileştirilmeli, basma kalıplara koyulmalı, etkisizleştirilmeydi. Yani toplum içinde kendi değerlerine ihanetin tohumlarını attırmak, bir yandan kadını kıracakken diğer yandan da toplumu tahakküm altına almanın en etkili yöntemi olacaktı. Bin yılları alan bu saldırı sürecinde kadının; yaratımları elinden çalınacak, doğal yetenekleri tanımsızlaştırılarak tehlikeli ilan edilip cadı sıfatı ile cezalandırılacak, doğurganlığı hedef alınarak sadece çocuk doğurma mekaniği haline getirilecek, bunun üzerinden küçük düşürülecek, zayıf görülecek, bedeni ile cinsel obje girdabına sokulacak, yaratıcı ve özgür düşünme yeteneğine ket vurulacak, ‘akılsız’ bilinçli saldırısı ile aşağılanacak, toplum nezdinde hiçleştirilerek erkeğin mini iktidar alanı olan aile yapılanması içerisinde eve kapatılacak, kendisine eski yaşamının tam tersi bir yaşam tarzı el çizimi yapılacak, köleleştirilecek, erkeğin belirlediği sınırların dışına değil çıkma, bunu düşünmesi bile ölümüyle sonuçlanacaktı. Toplumun sömürüsünü, köleleştirilmesini kadının sömürülmesine, köleleştirilmesine endeksleyen devletli sistemler, erkeğin eliyle kadının bütün değer ve yaratımlarına el koyduktan sonra, artık herkes tarafından doğru olarak kabul edilen öteki profiline mahkum edildi.
Şimdi bir düşünelim; bugün kadın deyince ilk aklımıza ne geliyor? Bu soruya vereceğimiz cevap beş bin yıllık erkek egemenlikli sistemden ne düzeyde etkilendiğimizi açığa çıkaracaktır.

Büyük oranda erkek kadını; zayıf, savunmasız, akılsız, eksik, namus, sadece çocukların anası, cinsellik, meta, köle, sadece bir hizmetçi, rahat kandırılabilir, bana ait, istediğim her şeyi yapmak zorunda, istediklerimi yapmazsa ona her şeyi yapma hakkına sahibim, günahkar, denetim altında olması gereken vb tanımlar üzerinden ele alır ve buna göre yaklaşır. Bazıları bunu açıktan yapar bazıları ise incelterek yapar. Bin yılları alan bu yoğun saldırı taziği altındaki kadın ise artık ya büyük oranda bu sıfatları kabul ederek kendisi de isteyerek fakat bilinçsiz bir şekilde, oluşturulmuş bu algılara göre yaşamını uyarlar ya da eğer içselleştirmezse kısık bir sesle yer yer karşı koyuşlar gerçekleştirebilir. Bu yazılar okunurken ‘bu kadar yoğun şiddet, fiziki saldırı, ölüm tehditi, erkeğin ve toplumun baskısı karşısında nasıl sesimizi çıkarabilir, nasıl özgürlük çıkışı gerçekleştirebiliriz’ denildiğini biliyoruz. Evet bu erkek egemenliği üzerine kurulmuş olan sisteme karşı çıkmak, bu kültürün dışında yaşamak o kadar kolay değil fakat zaten sistemin de amaçladığı budur. Kadına hiçbir çıkış yolu bırakmamak, mahkumiyet. Kadınların hemen hemen hepsine bir boyutuyla şiddet uygulanmaktadır. Bazılarımız sözlü şiddete maruz kalırken, bazılarımız fiziki (dayak, işkence, tecavüz, taciz) şiddete maruz kalmaktayız. Yaşayıp yaşamayacağımız dahi baba, abi, amca, dayı, koca, oğul yani devletin bir bakıma bizi denetim altında tutması için görevlendirdiği herhangi bir erkeğe bağlı duruma getirilmiş durumda. Bu durum kadınlar olarak kişilik yapılanmalarımızda da derin yarıklar oluşturmuştur. Özgürlük ve adalet tutkunu tanrıça kadının kendine güvenen, iradeli, bilinçli, mücadeleci, savaşçı, toplumsal öncü, öngörülü karakterinden uzaklaştırılarak; özgüven sorunu yaşayan, boyun eğen, sadece dış görünüşünün nasıl olduğu ile ilgilenen, erkek beğeni ölçülerine göre yaşamını uyarlayan, büyük düşünmeyi erteleyen, tarihini bilerek kendini tanıma arayışını duraklatmış olan bir kişilik yapılanması içerisine sürülmüş durumdayız. Öyle ki erkek tarafından şiddete uğrama korkusu bizde, şiddete uğramaktan daha fazla etkili bir boyutta. Sonuç olarak; kaygı, endişe ve korkular ile bir ömürü tüketmeye mahkum kılınmış durumdayız.
Bu durumda kadınlar olarak ilk yapmamız gereken şey devlet, erkek ve kadın üçlemindeki gerçeği görerek kendini bilinçlendirmektir. Gelişecek olan bilinç düzeyi doğalında davranış, paylaşım, yaşam kriterlerinde belirgin bir değişimi beraberinde getirecektir. Özgürlüğü sadece ‘istediğim erkekle istediğim şeyi yaşarım, istediğim elbiseyi giyiyorum, istediğim yere gidiyorum’ sınırlarına mahkum etmeyen, yani yaşamını sahte özgürlük oyunlarından ve erkeğin odağından çıkararak kendi olabilen, toplumunun, halkının, toprağının, kültürünün sorunlarını önceliğine koyan bir kadın duruşu kendisi ile toplumsal aydınlanmayı da itekleyen bir güç olmayı beraberinde getirecektir. Kadının dünyasının daraltılması, düşünce, amaç ve arayışlarındaki daraltılmayla başlatılmıştır. Kendimizin ne istediğini bir düşünelim. Bir kadının özüyle buluşma çaba ve düzeyi o kadının istemlerine de bağlıdır. İstemlerimiz; daraltılmış dünyamızda yine erkek aklının bize özümsettiği basit arayışlar mı yoksa özgürlük tutkunu bir kadının bütün kölece düşünce yapısını kırarak açığa çıkardığı bağımsız bir varoluş ya da kendi oluş ekseninde mi? Şu çok açıktır ki eğer öz bilinç gelişmezse ve güçlü irade olunamazsa erkek egemen kültürün çok yönlü tecavüzünden kurtulmak mümkün değildir. Beş bin yıllık erkek egemelikli zihniyetin oluşturduğu yıkımdan sonra bu, biz kadınlar için bir devimdir. Kadının üzerindeki sömürü aşılmadan toplum üzerindeki sömürü ortadan kaldırılamaz. Biz kadınlar olarak ta tıpkı halklar için geçerli olduğu gibi, tabi tutulduğumuz bu sömürü vahşetini ancak öz irade ve gücümüze dayanarak kazanabiliriz. Ve bu devrim kadında devrimcileşmeyi gerektirmektedir. Kadın devrimi, kendini gerçekleştirmiş kadın devrimcilerle sağlanacaktır. Toplum da, özü itibariyle kadının bu öncü duruşuna olan hasretini ve inancını hiçbir zaman yitirmemiştir.

Hele kürt halkı özellikle Özgürlük Mücadelesinin çıkışı ile birlikte kendi öz değerlerine dönüşü ciddi anlamda yaşama arayışına girmiştir. Halkımızda yurtseverlik bilinci geliştikçe üzerlerindeki devlet etkilerini sorgulama da paralelinde gelişmektedir. Bir kadın hareketi olan özgürlük hareketimiz kadının özgürlüğünü toplumun özgürlüğünün temeline koymaktadır. Fakat Önderliğimizin de belirttiği gibi bu özgürleşme savaşında ilk başta biz kadınlar kendini gerçekleştirmeli ve bunun büyük mücadelesini vermeliyiz. Önderliğimiz, ‘Kadının amacı güneş kadar net ise, yöntemini bulur. Özgürlük tutkusu güçlü ise, her yol ve yöntem bulunur. Kadın ruhunu, bedenini ve bilincini bir tanrıça kıskançlılığıyla korumalıdır.’ şeklindeki belirlemesi ile biz kadınlar için özgürlük perspektifinin rotasını netleştirmiştir.

Erkek egemen zihniyete, devlet odaklı geliştirilen her türlü erkek iktidar ve sömürü saldırganlığına, özünde de bu zihniyetin oluşturucusu olan devletin çok boyutlu köleleştirme politikalarına karşı ancak; bilinçlenen, iradeleşen, örgütlenen yani devrimcileşen kadınlar olarak kendi özgürlüğü ile birlikte toplumunun özgürlüğünü de gerçekleştirerek, kendimizi halk özgürlük savaşının yani devrimci halk savaşının öncüleri pozisyonuna getirerek büyük hesaplaşmayı zafer ile sonuçlandırabiliriz.

Zeryan Deniz (YPS-YPS-JIN Koordinasyon Üyesi)

Kaynak: https://yps-online.com/tr/2022/07/28/devrimci-halk-savasinda-oncu-guc-kadinlardir-1/

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here