Varlığımıza ve özgürce yaşamamıza karşı geliştirilen inkar ve imhaya, teslimiyet ve ihanete karşı varlığımızı ve özgürlüğümüzü korumak dışında -eğer kendimize insan diyeceksek- başka bir yol, yöntem bulunmuyor. Dolayısıyla öz savunma anlayışı temelinde kendimizi ve halkımızı örgütleyerek soykırımcı, sömürgeci, faşizme karşı varlığımızı koruyup özgürlüğümüzü sağlama en temel toplumsal hakkımız olduğu gibi, insan ve toplum olmanın da en belirleyici sorumluluğudur.
Tarihi Sur Direnişi’nin efsane komutanı şehit Çiyager Yoldaşın, “Ne olursa olsun son muhteşem olacak” tarzında ifadeye kavuşturduğu Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin hakikati, günümüzde komutasında savaşan Kürt ve Türkiyeli gençler, kadınlar tarafından gerçekleştirilen ve tüm özgürlükçü güçlerde büyük bir heyecan yaratan şehirlerdeki devrimci intikam eylemleriyle daha da anlaşılır oluyor.
Kürdistan özgürlük gerillasının soykırımcı, sömürgeci, faşist Türk devletine karşı kahramanca direnişinin ve geliştirdiği intikam eylemliliklerinin yanısıra Bakurê Kurdistan ve Türkiye şehirlerinde HBDH Milisleri, İntikam Birimleri, Ateşin Çocukları, YPS/YPS-JIN tarafından geliştirilen eylemler, son derece tarihseldir ve yürüyen savaşın kaderini belirlemede stratejik düzeydedir.
Hareketimiz, 2018 yılından itibaren yürütülen “Tecridi Kıralım Faşizmi Yıkalım Kürdistan’ı Özgürleştirelim Hamlesi”ni Türkiye’de gerçekleşen 31 Mart seçimlerinden sonra “Faşizmi Yıkalım ve Türkiye’yi Demokratikleştirelim Hamlesi” biçiminde sürdürmüş ve bu konuda her alanda yoğun bir mücadele yürütülmüştür.
Soykırımcı Türk devleti de bu hamlemizi boşa çıkarmak, kendi çözülüş ve yıkılışını engellemek için bütün iç ve dış imkânlarını seferber etmiş, küresel hegemonik güçlere her şeyini pazarlamış, Hareketimizin tasfiyesini ve Kürt soykırımını sonuca götürme konusunda her alanda saldırı içinde olmuştur. Rojava’da Efrîn ve ardından Girê Spî ve Serêkanîyê’ye yönelik işgal saldırıları gerçekleştirmiştir. Yine halkımızın kendi özyönetimlerini oluşturarak yaşadığı Mexmûr ve Şengal’e yönelik saldırılar gerçekleştirmiş, çocuk, kadın demeden katliamlar gerçekleştirmiştir. Medya Savunma Alanları’na yönelik işgal saldırılarına ara vermezken, gerillaya karşı devletin tüm imkânlarını seferber etmiş, bu saldırılarda işbirlikçi ihanetçi güçleri de devreye sokarak sonuç almak istemiştir. Başûr’da sivil yerleşim alanlarını da hedef alarak katliamlar gerçekleştirmiştir. Demokratik siyasal alana, özelde kadın kurum ve örgütlenmesine karşı baskılar, tutuklamalar günden güne artmıştır. Bu savaş konseptine paralel kadın katliamları tırmandırılmış, bizzat devlet görevlileri tarafından taciz ve tecavüz saldırıları çocuk ve kadınlara karşı bir özel savaş yöntemi olarak geliştirilmiştir. Koronavirüs salgını da soykırım politikası için bir fırsata dönüştürülerek topluma, özellikle Kürt halkına ve siyasi tutsaklara karşı bir silah olarak kullanılmaktadır. Fakat tüm bu saldırılara karşı gelişen direniş, büyük bedellere mal olsa da, sonuçsuz kalmıştır.
Hareketimizin sıkça belirttiği gibi; bu düzeyde savaşı, katliam ve baskıyı geliştirmesi AKP-MHP-Ergenekon faşist ittifakının gücünden değil, zayıflığından kaynaklanmaktadır. Kürt soykırımını tamamlamaya yönelik uygulamaları başarısız oldukça, kendisi kırılmakta ve güçten düşmektedir. Buna karşı gelişme sağlayan, büyüyen, Kürdistan, Ortadoğu ve dünyada daha etkili hale gelen Özgürlük Mücadelemiz ve Önderliğimizin geliştirdiği Demokratik, Ekolojik, Kadın Özgürlükçü Toplum Paradigması olmaktadır. AKP-MHP faşist yönetimi ise savaş politikasını tırmandırarak yıkılışını geciktirmeye çalışmaktadır.
Son Heftanîn’i işgal saldırısını da bu şekilde ele almak gerekir. Her ne kadar Efrîn’den Heftanîn’e kadar bir tampon bölge, Misak-ı Milli, yeni Osmanlıcı hayalleri kursalar da gelişen mücadele ve özellikle Heftanîn’deki olağanüstü gerilla direnişi bu heveslerini kursaklarında bırakmış durumdadır. Bu direnişin işgalci faşist ordu ve çetelerine yeni bir sendromu yaşattığı görülüyor. Sürecin gidişatını belirleyecek olan bu savaş devam etmektedir.
Soykırımcı, sömürgeci, faşist Türk devletinin yüz yıldır Kürdistan halkına yönelik geliştirdiği soykırımı sonuca götürmek için günden güne yoğunlaştırdığı son bir yıllık saldırıları olağanüstü bir direnişle boşa çıkarmada, başta Önder Apo olmak üzere, şehitlerimizin, halkımızın, gerilla güçlerimizin büyük direnişiyle birlikte şehirlerde gittikçe yaygınlaşan devrimci intikam eylemleri de son derece tarihsel rol oynuyor.
İntikam eylemlerinin HBDH Milisleri, İntikam Birimleri, Ateşin Çocukları, YPS/YPS-JIN gibi farklı devrim güçleri ve insiyatifleri tarafından geliştiriliyor olması, devrimci şiddet ve mücadelenin toplumsallaşmasını, yaygınlaşmasını ve derinleşmesini de ifade ediyor.
Kürdistan ve Türkiye toplumlarında, gençlerinde ve kadınlarında soykırımcı faşizme karşı oluşan büyük öfkeyi intikam eylemleri tarzında daha fazla geliştirip büyütmek faşizmi yıkarak, Önder Apo ve Kürdistan’ın özgürlüğü, Türkiye ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesi hamlemizin başarısı için en temel devrimci görevlerin başında geliyor.
PKK’nin devrimci şiddet ve gerilla savaşı tamamen özsavunma anlayışıyla gelişmiştir
Kürdistan Devrimi, halkımıza ve tüm ezilenlere yönelik işlenen tarihsel suçların hesabını sorma ve intikamını alma hareketi olarak gelişti ve tüm egemen ve iktidar güçlerinin saldırılarına ve komplolarına karşı yarım asıra varan kesintisiz yürüyüşüyle tüm Ortadoğu ve ezilen insanlığın kurtuluş umudu haline geldi.
Kürdistan Devrimi’nin bu tarzda gelişimi ve büyümesinde Önderlik gerçeği ve kahraman şehitlerimizin emeği, öncülükleri belirleyicidir. Kürdistan halkının her türlü soykırım uygulamasına karşı büyük fedakârlıklarla Önderlik ve şehitler çizgisinde geliştirdiği bu direniş, Kürdistan Devrimi’nin gelişmesinin ve yenilmezliğinin temelini oluşturuyor.
Önderliksel çıkışta hesap sorma ve intikam yaklaşımı sadece Kürdistan ile de sınırlı değildir. Kürdistan halkına uygulanan 200 yıllık soykırımla birlikte 12 Mart faşist darbesi sonucu Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin katledilmesinin intikamını almak da önemli bir hedeftir.
Bu temelde baştan beri PKK, şehitlerin de intikam hareketi olarak gelişmiştir. 1977 yılında Önder Apo’nun, “Gizli ruhum gibiydi” dediği Haki Karer Yoldaşın katledilmesine karşılık katil ajan-işbirlikçi yapılara karşı devrimci intikam eylemleri ile yönelinmiş, hesap sorulmuştur. Soykırımcı, sömürgeci, faşist Türk devletinden de bunun intikamı, PKK kurularak alınmıştır. Bu temelde her intikam eylem ve adımı, devrimci mücadeleyi daha da ileriye taşımıştır.
Türk devleti PKK’nin kuruluşuna, ajan-işbirlikçi güçler eliyle Halil Çavgun arkadaşın katledilmesiyle karşılık vermiş, PKK ise bu saldırıya da, Hilvan-Siverek direnişiyle karşılık verilmiştir. Bu direnişler PKK’nin toplumsallaşması ve Kürdistan’daki ajan-işbirlikçiliğin tasfiyesinde başat bir rol oynamıştır.
12 Eylül faşizminin Diyarbakır Zindanı’nda dayattığı teslimiyet ve ihanete karşı, Mazlumların, Hayri, Kemal, Sakine, Ferhatların büyük direnişine 15 Ağustos Atılımı’nı gerçekleştirilerek karşılık vermiş, 12 Eylül faşizmi ve Kenan Evren diktatörlüğü yenilgiye uğratılmıştır.
Gelişen gerilla mücadelesi ile birlikte 1990’lardan itibaren Kürdistan halkının görkemli serhildanları, demokratik ve kültürel devrim olarak ulusal dirilişimizin tüm görkemiyle yaşanmasına yol açmıştır. Buna karşı başta İngiltere olmak üzere emperyalist güçlerin onay ve desteğiyle de Demirel-Çiller-Güreş-Ağar dönemi olarak bilinen; her türlü kontra, çete ve ajan yapıların da devreye konulmasıyla yeni bir saldırı konsepti hazırlanıp; katliam, işkence ve baskıyla, Kürdistan insansızlaştırılmaya çalışılmıştır. Fakat gelişen gerilla ve halk direnişiyle NATO’nun ikinci büyük ordusu olmakla övünen Türk ordusu ve devletinin bu saldırıları boşa çıkarılmıştır. NATO’nun ve küresel hegemonik güçlerin de devreye girdiği bu tasfiye konseptiyle PKK öncülüğündeki gerilla mücadelesi yok edilemeyince, Önder Apo’ya yönelik Uluslarası Komplo devreye konulmuştur.
Önder Apo’ya yönelik Uluslarası Komplo, başta Güneşimizi Karartamazsınız şiarıyla ateşten çember olan şehitlerimiz olmak üzere, özgürlük gerillasının olağanüstü direnişiyle etkisiz kılınmış, yenilgi aşamasına getirilmiştir.
Önder Apo’nun Uluslarası Komploya, İmralı işkence ve tecrit sistemine karşı olağanüstü direnişi ve Önderliksel duruşuyla birlikte geliştirdiği Demokratik, Ekolojik, Kadın Özgürlükçü Toplum Paradigması, Özgürlük Mücadelemizin tasfiyesini engellemekle kalmamış, Rojava Devrimi’yle birlikte daha da büyüyerek Üçüncü Dünya Savaşı ortamında Ortadoğu’daki mazlum halkların ve emekçilerinin kurtuluş çizgisine dönüşmüştür.
Büyük komutan Egîd Yoldaş öncülüğünde 37. yılına girmekte olan 15 Ağustos Atılımı’yla başlayan gerilla mücadelesi, halkımıza uygulanan soykırımın hesabını sorup, intikamını alarak demokratik uluslaşma ile halkı yeniden var etmiştir. Rojava Devrimi’yle de ‘Savaşan Halk Gerçekliği’nin gelişmesine öncülük ederek, Kürdistan Devrimi’ni bir Türkiye, Ortadoğu ve dünya devrimi aşamasına getirmiştir.
Çok kısa ve genel de olsa özet kabilinde belirttiğimiz mücadelemizin başlangıç ve gelişimindeki kritik dönemeçlerden de anlaşılacağı gibi, PKK’nin ilk çıkışından günümüze kadar geliştirmiş olduğu devrimci şiddet ve silahlı mücadele anlayışı ve tarzı, tamamen bir halkın varlığına ve özgürlüğüne yönelik inkâr, imha ve soykırım siyasetine karşı kendini savunma anlayışı temelinde şekillenmiştir. Bu nedenle Önder Apo, Özgürlük Mücadelemizi, ‘Varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama savaşımı’ olarak tanımlamıştır.
Nasıl ki Kürdistan halkı tarihten günümüze kadar -Kürt egemenlerinin dış iktidar ve egemen güçleriyle işbirliği sonucu birkaç örnek dışında- hiçbir halka, toplumsal güce saldırı içinde olmayıp, kendisine yönelik saldırılara karşı kendisini ve özgürlüğünü savunarak bu günlere gelmişse, PKK de çıkışından günümüze kadar hep Kürt halkının varlığına yönelmiş saldırılara karşı halkın varlığını ve özgürlüğünü savunur pozisyonda olmuştur. Bu savunma elbetteki pasif bir savunma değil, bir halkın varlığına ve özgürlüğüne yönelik işlenen suçların intikamını almaya yönelik devrimci mücadele tarzında gelişmiştir. Bu nedenle Kürdistan halkının varlığına ve özgürlüğüne yönelik saldırılar ile bu saldırılara ortak olan işbirlikçi güçlerden bunun hesabının sorulması, intikamının alınması, bir halkın özsavunması olarak en temel hakkıdır. Ve bu hakkı kullanmak dışında insan olmanın, özgür ve onurluca yaşamanın yolu ve yönteminin olmadığı da yarım asıra varan büyük mücadelemizle çok iyi anlaşılmıştır.
Özsavunmasız yaşam ihanete uğramış yaşamdır
Kürdistan halkının binlerce yıllık vatanında kendi dili, kültürü, toplumsal değerleriyle özgürce yaşaması en temel hakkıdır. Yaşam hakkı temel hak olarak, her insan ve toplum için geçerli olduğu gibi, Kürdistan halkı ve bireyi için de geçerlidir. Günümüzde liberallerin hayvan haklarından söz edip Kürdistan halkı gibi tarihin en kadim halklarından olan bir toplumun özgürce yaşam hakkını yok sayması, bu yaşam hakkı için geliştirilen direnişi ‘terörizm’ olarak değerlendirmesi, ikiyüzlülük olduğu kadar büyük bir insanlık suçudur da.
Onurlu ve özgürce yaşam en temel insan hakkı olduğu gibi, yaşama karşı sorumluluk da en temel insani sorumluluktur. Hatta insanı diğer varlıklardan ayıran en temel özelliklerinin başında yaşama, evrene, kendisini var eden tarihsel, toplumsal gerçekliğe karşı sorumluluk bilinci gelmektedir. Özgürlük bir yönüyle de, sorumluluk bilinci oluyor.
Özgürlük gerillası Kürdistan Devrimi kadar, Ortadoğu devriminin de öncü, fedai gücüdür
Varlığımıza ve özgürce yaşamamıza karşı geliştirilen inkâr ve imhaya, teslimiyet ve ihanete karşı varlığımızı ve özgürlüğümüzü korumak dışında -eğer kendimize insan diyeceksek- başka bir yol, yöntem bulunmuyor. Dolayısıyla özsavunma anlayışı temelinde kendimizi ve halkımızı örgütleyerek soykırımcı, sömürgeci, faşizme karşı varlığımızı koruyup özgürlüğümüzü sağlama en temel toplumsal hakkımız olduğu gibi, insan ve toplum olmanın da en belirleyici sorumluluğudur.
Kemal Pir Yoldaşın, “Yaşamı uğrunda ölecek kadar seviyoruz” yaklaşımı, Zîlan Yoldaşın, “Keşke canımdan başka vereceğim şeyler de olsaydı” seslenişi, Hayri Durmuş Yoldaşın, “Mezar taşıma borçludur, yazın” belirlemesi, tarihin en büyük özgürlük eylemlerini açığa çıkarmada, özgür ve onurluca yaşama karşı büyük aşk kadar bunun derin sorumluluk bilincini geliştirmede birer mihenk taşıdır.
Bu çizgiyi esas almamak, bu çizgiye göre yaşamamak Kürdistan’da varlığına ve yaşama karşı en büyük ihaneti oluşturuyor. Yaşama ihanet etmemek, özgür ve onurluca yaşamı büyük bir aşkla ve tutkuyla savunmak ve inşa etmek için de devrimci şiddet ve mücadeleyi daha da geliştirip büyütmemiz dışında başka da bir seçeneğimiz, yolumuz, yöntemimiz yoktur.
Hiç kuşkusuz Kürdistan özgürlük gerillası Kürdistan halkının olduğu kadar, Türkiye ve Ortadoğu ezilen halklarının da en temel özsavunma ve devrimci intikam gücüdür. Kürdistan Devrimi kadar, Ortadoğu devriminin de öncü, fedai gücü oluyor. Özgürlük gerillasının bu kahramanca öncülük rolünü ve direnişini yeterince görememek ne kadar tehlikeli bir yaklaşım ise, kendi görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyip özgürlüğün gökten zembille ineceğini sanmak, kendisini mücadelesiz ve etkisiz kılmak da o kadar tehlikeli ve ciddi bir yanılgıyı oluşturuyor. Bu yaklaşım halkımızın her alanda özsavunmasını geliştirme çabalarını, büyük emeğini zayıflatıyor.
Yaşamdan söz ederken nasıl ki toplumsal yaşamdan sözediyorsak, bu yaşamın her alanını ve anını savunmak ve inşa etmek durumundayız. Bu nedenle özsavunma, sadece bir alana, bir çalışmaya, bir sürece sıkıştırılmış bir çalışma olamaz. Tam tersine özsavunma tarzında örgütlenen yaşam, varlığımızı açığa çıkarıyor, özgürce yaşam anları ve alanları yaratıyor. Özsavunma temelinde örgütlenmeden, bunun mücadelesini geliştirmeden, inkâr ve imha siyasetini darbeleyip onu parçalamadan Kürtlüğümüzden, özgürce yaşamaktan söz etmemiz mümkün değildir. İşbirlikçi Kürtlük bir yana, bir dönem Bakur ve Rojava’da özsavunma anlayışını ve örgütlülüğünü yeterince geliştirmeden, diğer alanları, kurumları inşa ederek özgürce yaşanacağını sanmanın, düşmanın bir yönelimiyle nasıl büyük bir yanılgıyı ifade ettiğini çok somut olarak yaşayarak gördük. Bunun sonuçlarını doğru çıkarmak, tüm yaşam ve toplumsal inşa çalışmalarının başına özsavunma temelinde örgütlenmeyi koymak, diğer çalışmaları bu esasa bağlı yürütmek bu nedenle son derece hayatidir.
Dolayısıyla şehirlerde gelişen devrimci intikam eylemleri, toplumun özsavunmasının şehirleri, ilçeleri, köyleri, mahalle ve sokakları da kapsayacak tarzda gelişmesinin, büyütülmesinin temel tarzı oluyor. Bu tarihsel görev ve sorumluluğumuzu yerine getirdiğimiz oranda, Demokratik Ulus olarak varlığımızı koruyup, Demokratik Özerklik ve özyönetim tarzında özgürce yaşamımızı inşa edebiliriz.
Savaşan Halk Gerçekliği en büyük gücümüzdür
Soykırımcı, sömürgeci, faşist Türk devleti, Kürt düşmanlığında sınır tanımayarak, özgür Kürt’ün olduğu her yere, tüm imkânlarını seferber ederek saldırıyor. Bu soykırım, işgal ve katliam saldırıları kadar başta kadınlar, çocuklar, gençler olmak üzere tüm halkımıza karşı çok kirli ve sinsi özel savaş uyguluyor. Uyuşturucu, tecavüz, ajanlaştırma kadar mezarlıklarımıza dahi saldırarak bir bütün toplumsal değerlerimizi yozlaştırmaya, yok etmeye, irademizi kırmaya yönelik her türlü yol ve yöntemi devreye koyuyor.
Bir yanıyla insanlığın gördüğü en kirli savaşa, soykırıma maruz kalmak, diğer yanıyla buna karşı yine insanlık tarihinin gördüğü en haklı, en anlamlı ve en özgürleştirici savaşlarından birini yürütüyor olmak, içinden geçtiğimiz mücadele gerçekliğinin iki yönünü ifade ediyor.
Düşmanın halkımıza yönelik bu topyekûn özel savaş saldırısı, onun karakteri ve çaresizliği kadar, başta kadın ve gençlik olmak üzere direnen Kürdistan halk gerçekliğinden kaynaklanıyor. Faşizm en fazla direnen kesimlere saldırıyor. Bu saldırganlık onun gücünden değil, tam tersine Kürdistan Devrimi’nin gücünden, direnen ve Savaşan Halk Gerçekliği’nden kaynaklanıyor. Dolayısıyla, savaşın bu kadar kapsamlı, yoğun ve derinleşmiş olmasından sıkıntı duymamamız, zorluklarından şikayet etmememiz, tam tersine Kürdistan Devrimi’nin bir Ortadoğu devrimi olarak gelişmesinin nedeni ve sonucu olarak görüp ona göre yaklaşmamız gerekiyor.
Güncelde yürüyen savaşın bir boyutu, 5 bin yıllık erkek egemenlikçi, iktidarcı zihniyet ve siyasetin özellikle son yüzyılda Kürdistan halkına yönelik faşist Türk devleti eliyle çok daha özel ve kapsamlı bir tarzda uygulanmasına; diğer yönü de, yarım asra varan mücadelemizin gelişmesi, büyümesi ve gelinen aşamada Savaşan Halk Gerçekliği olarak büyük bir özgürleşme düzeyini yakalamasına dayanıyor. Düşmana, neden bize saldırıyorsun, neden düşmanlık yapıyorsun, demeyeceğimize ve ancak yaptıklarının intikamını alacağımıza göre, yeniden Demokratik Ulus tarzında varolmayı ve Savaşan Halk Gerçekliği düzeyini yakalamış olmayı da en büyük özgürlük ve yaşam değeri olarak görmemiz gerekiyor. Elbetteki böylesine özgür yaşam gerçekliğini yakalamak için büyük bedeller ödeniyor, büyük acılar yaşanıyor ve en zorlu süreçler olağanüstü fedakârlıklarla aşılıyor. Kürdistan’ın ve insanlığın en değerli bireyleri, kahramanca direnerek şehit oluyorlar, ölümsüzleşiyorlar. Bu yaşanan büyük acılar, bir yönüyle özgür yaşamımızı daha anlamlı kılmanın gerekçesi olurken, aynı zamanda bu düzeyde Savaşan Halk Gerçekliği’ni yakalamış olmanın da büyük moral ve heyecanını, duygu ve düşünce gücünü açığa çıkarıyor. Önder Apo’nun, “Savaşan özgürleşir, özgürleşen güzelleşir, güzelleşen sevilir” belirlemesi, Kürdistan’da yaşamanın ve savaşmanın temel felsefesi, ruhu oluyor. Bu nedenle, büyük bir aşkla bu mücadeleyi yaşamın her alanında ve anında yaratıcı tarzda geliştirmemiz ve devrimimizi başarıya ulaştırmamız, devrimci ve yurtsever olmanın da gereğidir.
Birey ve halk olarak PKK öncülüğündeki Özgürlük Mücadelesi ve savaşıyla varolduk ve özgürlüğümüzü, nefes nefese bir savaş içinde korumaya, sağlamaya, geliştirmeye çalışıyoruz. PKK öncülüğü ve gerilla mücadelesi, savaşı olmadan Kürdistan’da değil özgürce yaşamak, Kürtlükten ve Kürdistan’dan, onurdan, özgürce yaşamdan bahsetmek bile mümkün değildir. Bu nedenle PKK öncülüğündeki savaşın Kürdistan halkı için olduğu kadar, tüm ezilenler açısından özgürleştirici anlamını ve değerini çok iyi görmeliyiz.
Önder Apo yıllar önce zafer kazanmış bir halk değil, savaşan bir halk gerçekliğini açığa çıkarmanın esas olduğunu belirtti. Bu esas için, Önder Apo’nun nasıl olağanüstü bir mücadele ve Önderlik gerçekliğini açığa çıkardığını, kahraman şehitlerimizin bu çizgide insanlık için nasıl büyük değerler yarattıklarını çok iyi anlamamız ve görmemiz gerekir.
Devrimimizin bu gelişim diyalektiği iyi anlaşılmadı mı, ciddi yanılgılara ve sapmalara düşmek, etkisiz kalmak ve tasfiye olmak kaçınılmaz olur. Tasfiyeci anlayışların geçmişte gerilla güçleri içinde geliştirdiği bu tür yanılgılı anlayışları Önder Apo, “Erken zafer sarhoşluğu” olarak kapsamlıca çözümleyerek aşmak için büyük mücadele yürüttü. Buna rağmen farklı boyut ve biçimde de olsa Bakur ve Rojava’da, yine mücadelenin yürüdüğü kimi alanlarda benzer anlayışların yaşanması, mücadelemiz açısından ağır sonuçlar doğurdu.
Bu nedenle Türkiye ve Kürdistan şehirlerinde gelişen bu devrimci intikam eylemleri, özünde orta sınıf yaklaşımı olan bu tür yanılgılı anlayışlarla birlikte rahat ve basit yol-yöntemlerle mücadele etme yaklaşımının kırılması ve Savaşan Halk Gerçekliği’ne göre yaşayıp, mücadele etme çizgisinin doğru anlaşılmasında büyük bir netleştirme gücü oluyor. Bu netleşme ve mücadele tarzının gelişmesiyle birlikte, Kürdistan ve Türkiye halkının, devrimci ve demokratik güçlerinin, faşizme karşı birikmiş öfke ve tepkisinin, toplumsal direniş ve eylemliliklerle daha da gelişip büyüyerek faşizmi 2020 yılında yıkacağını, bunun da Kürdistan ve Türkiye halkları kadar tüm Ortadoğu ezilenleri açısından büyük bir devrimsel gelişmeye yol açacağını görerek, şehirlerdeki intikam eylemliliklerini daha da geliştirip büyütmek esas olduğu kadar tarihsel görevlerimizin de başında gelmektedir.
Devrimci Halk Savaşı Stratejisi ve şehir intikam eylemleri
Savaşan Halk Gerçekliği anlayışına göre yaşayıp mücadele etmek kadar, Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’ne göre savaşın tarzını, taktiğini geliştirmek de zorunludur.
1 Haziran 2010’da Dördüncü Stratejik Hamle Süreciyle birlikte Devrimci Halk Savaşı Stratejisi temelinde her alanda topyekûn bir mücadele yürütüyoruz. Onbirinci yılında kesintisiz sürdürülen bu hamle ve stratejiyle düşmanın tüm imha ve tasfiye siyaseti boşa çıkarıldığı gibi büyük devrimci gelişmeler de açığa çıkarılmıştır.
Fedai çizgisinde, her alanda kahramanca direnişe rağmen devrimimizin tam sonuca ulaşamaması ve AKP-MHP faşizmini tümden yıkamamış olmamızda bu 1 Haziran 2010 Hamlesiyle gerçekleştirilen stratejik değişimin, dolayısıyla Devrimci Halk Savaşı Stratejisi temelinde yürüyen mücadele gerçekliğinin yeterince anlaşılarak, her alanda bu strateji temelinde mücadeleyi yaratıcı tarz ve yöntemlerle yürütememenin önemli rolü vardır. Bu konudaki yanılgılı ve eksik yaklaşımlarımızı iyi görüp aşmak, bu nedenle son derece hayatidir.
Önder Apo Kürt sorununun eşitlik ve özgürlük temelinde çözümünün anlayışını, yol ve yöntemini çok kapsamlı çözümlemiş, bizleri aydınlantmıştır. Bu aydınlanmış çizgi, mücadele etmede ve direnmede en büyük gücümüz ve değerimizdir.
Kürt sorununun demokratik çözümü, paradigma değişimimizin esasıdır. Ulus devlet çigisinin tümden aşılarak Demokratik Ulus çözümünün alternatif olarak geliştirilmesi büyük bir devrimsel gelişmedir. Önder Apo, Kürt sorununun demokratik çözümünün iki yolunu şu şekilde belirlemiştir: Demokratik diyalog ve müzakere, bu olmazsa devrimci mücadele ile Demokratik Ulus ve Özerkliği inşa etme! Şimdi bu noktada; hem bu paradigma değişiminin açığa çıkardığı büyük devrimsel gücü yeterince özümseyememek hem de demokratik çözümden sadece demokratik yol ve yöntemleri anlamak, ciddi bir yanılgıyı ifade etmektedir.
Önder Apo’nun 1993 yılından itibaren Kürt sorununu diyalog ve müzakere yöntemleri ile çözme konusundaki büyük çaba ve emeğini halkımız çok iyi biliyor. Yine İmralı gibi bir işkence ve tecrit sisteminde bile bu konudaki büyük mücadelesi, çabası ve geliştirdiği çözüm projelerinin halkımızda olduğu kadar Türkiye emekçilerinde nasıl büyük bir moral, umut ve mücadele düzeyini açığa çıkardığını çok iyi biliyoruz. Bu yönlü tarihsel çabalar, AKP faşizminin ve şefinin gerçek yüzünü teşhir edip, özel savaş yöntemlerini boşa çıkardığı gibi, Türk devletinin her seferinde inkâr ve imha ile tasfiye ve teslimiyeti dayatması, 1 Haziran 2010 hamlesiyle Dördüncü Stratejik Dönem ve Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’ni yeniden temel mücadele yöntemi olarak esas almamızın nedeni olmuştur.
Devrimci Halk Savaşı Stratejisi; bir bütün halkın ve toplumun seferberlik halinde, Savaşan Halk Gerçekliği’ne göre düşmana karşı mücadele etmesini, onu darbelemesini ve işlemez kılarak yenilgiye uğratmasını ifade ediyor. Tüm yaşamın, günün yirmi dört saatinde devam eden savaş ve mücadele gerçekliğine göre örgütlendirilmesi anlamına geliyor. Bu nedenle sadece öncü bir gücün ve profesyonel devrimcilerin, militanların savaşı değil, topyekûn yediden yetmişe bir halkın mücadelesi ve savaşı oluyor. Düşman sadece bir alanda ve bir güçle soykırımı uygulamıyor, her türlü yol ve yöntemi, elindeki tüm devlet imkân ve olanaklarını Kürt’ün inkârı ve katliamı için seferber etmiş bulunuyor. Her türlü teknikle en ölümcül silah gücünü devreye koymak kadar, toplumda kadınlara, gençlere, çocuklara her türlü kırımı ve teslim almayı dayatıyor, doğamızı kırıma uğratıyor, tarihsel-kültürel değerlerimizi yok ediyor, mezarlıklarımıza bile saldıracak kadar düşkünce kirli bir savaş yürütüyor. Ekonomiyi, sanatı, kültürü, basın-yayını bu yönlü tam bir özel savaş aygıtı olarak kullanarak özgürlük anlayışımızı ve değerlerimizi çürütmeye, asimile etmeye, yok etmeye çalışıyor. Halkımızın büyük emeklerle açığa çıkardığı her türlü değere, insanlığın her türlü mirasına büyük bir kin ve öfkeyle saldırıyor. Bu nedenle Devrimci Halk Savaşı, düşmanın özgürce yaşam imkânlarının ve potansiyelinin olduğu her alana, bu topyekûn saldırısına karşı, varlığımızı ve özgürlüğümüzü her alanda, her anda ve meşru her türlü yol ve yöntemle savunmak, bu saldırıların intikamını almanın da temel mücadele çizgisi ve stratejisidir. Bu mücadele gerçekliğimizden dolayı, tüm çalışma alanlarının, kadroların, militan, sempatizan ve bir bütün yurtsever halkımızın tüm yaşam ve çalışmalarını Devrimci Halk Savaşı Stratejisi esaslarına göre yürütüp geliştirmesi, savaşın kaderini belirleyecek temel husus oluyor.
Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’nin diğer önemli bir yönü de, dağ-ova-şehir birlikteliğidir. Kürdistan Özgürlük Mücadelesi, PKK tarzında, Türkiye ve Kürdistan şehirlerinde, devrimci şiddet ve mücadele ile başlayıp sonrasında dağda gerilla mücadelesiyle sürdürmesi ne kadar doğru ve tarihsel önemdeyse, günümüzde de dağda büyüyüp gelişen devrimci şiddet ve mücadeleyi, Türkiye ve Kürdistan şehirlerine çok daha güçlü taşırmamız aynı derecede doğru ve tarihsel değerdedir.
Bu nedenle de şehirlerdeki devrimci intikam eylemleri, bu gerçekliğin daha iyi anlaşılması, mücadelenin Devrimci Halk Savaş Stratejisi esasları temelinde yürütülerek topyekûn bir halk savaşı düzeyini yakalamasında, dağ-ova-şehir birliğinin kurulmasında büyük bir tarihsel rol oynuyor ve hiç kuşkusuz mevcut süreç, daha da büyütülüp geliştirilmesini zorunlu kılıyor.
Şehirlerde intikam eylemlerini geliştirmek, düşmanı şehirlerde darbelemek kadar bunun imkân ve olanakları kalmadığında, gerillaya, gerilla mücadelesine katılmak düşmanı yenmenin ve özgürce yaşamanın biricik yoldur.
Düşmanı vurmak ve yenmek için onu iyi tanımak gerekiyor
Böylesine tarihi bir savaş süreci içinde olmamıza, bizzat bu savaşın yürütücüleri, devrimcileri, yurtseverleri olarak her türlü fedakârlığa ve zorluğa katlanarak fedaice direnmemize rağmen, duygu ve düşüncemizi, yaşam ve mücadele anlayışımızı, tarzımızı savaş gerçekliğine göre yeterince oluşturamamak, bu konudaki yanılgı ve zayıflıklarımızı yeterince aşamamak en temel yetersizliklerimizin başında geliyor.
Bu durum; mücadelemizin açığa çıkardığı büyük özgürlük değerlerinden, öz gücümüzden yeterince beslenmeyi zayıflattığı kadar, düşman gerçekliğini doğru anlama ve dayattığı soykırıma karşı devrimci mücadelemizi daha etkili geliştirmeyi de zayıf bırakıyor.
Bu nedenle hem yarım asra varan mücadele gerçekliğimizi iyi özümsememiz, devrimci mücadelemizin açığa çıkardığı sonuçları iyi kavramamız ve yarattığı değerleri daha güçlü sahiplenmemiz hem de savaştığımız düşman gerçekliğini daha iyi anlayıp tanımamız gerekiyor. Öfkemiz ve intikam duygularımız kadar düşman gerçekliğini her yönüyle çözümleyerek halkımıza uyguladığı soykırım ve katliamların intikamını alacak yaratıcı ve sonuç alıcı mücadele tarz ve yöntemlerini daha fazla geliştirmemiz zorunludur.
Soykırımcı faşist Türk devleti Ermeni, Süryani, Helen halklarıyla birlikte Kürtlerin katliamı ve soykırımı temelinde kurulmuştur. Bu devletin kuruluş yasası budur. Fakat Kürt halkına, -arasında farklılıklar olsa da- 19. ve 20. yüzyılda yani iki yüz yıldır uygulanan soykırım -Yahudiler de dahil- diğer halklara uygulanan soykırımdan çok daha özel ve sinsice örgütlenerek, yürütülen bir soykırım türüdür. Önder Apo Kürtlere uygulanan bu soykırımın biricikliğini yani tarihte eşi benzeri olmayan kültürel soykırım türü olarak kapsamlıca çözümlemiş, Kürdistan halkının direnişini ise varlık ve özgürlük mücadelesi olarak ifadeye kavuşturmuştur.
Kürt soykırımını başarıya götürmeden, kendi iktidar ve devlet varlıklarını sürdüremeyecekleri düşüncesi, Türk iktidar ve egemen güçlerinin temel yaklaşımıdır.
Kültürel soykırım, içinde her türlü katliamı ve kırımı da barındıran bir soykırım türüdür. Kürdistan halkının varlığı, faşist Türk ulus devleti içinde tümden eritilip ortadan kaldırılamadığından, günümüzde AKP-MHP-Ergenekon faşizmiyle kültürel soykırımla birlikte, fiziki varlığına yönelik katliamları da devreye koyarak soykırımı tümden sonuca götürmek istiyor. Bu anlamıyla yürüyen savaş, varlık ve özgürlük savaşıdır. Yani hem varlığımızı korumak hem de özgürlüğümüzü sağlamak için hiçbir bedeli ödemekten kaçınmayan büyük bir mücadele kararlılığı, temposu ve tarzıyla mücadeleyi zafere ulaştırmak durumundayız.
AKP-MHP faşizmi bu nedenle Kürdistan halkına yönelik yüzyıllık soykırımı sonuca götürmeyi kendisinin ve Türk devletinin ‘beka sorunu’ olarak ele alıyor. Tüm yaşanan sorunlara, krizlere, çürüme ve çözülüşe rağmen AKP’nin halen iktidarda olmasının bu devlet ve iktidar zihniyeti ve siyaseti ile birebir bağını iyi görmek gerekiyor.
Kürdistan halkına yönelik geliştirilen bu soykırımcılığı sadece Türk devleti ile sınırlı görmek, devletçi sistem ve erkek egemen iktidarcılıkla, onun günceldeki hegemonik güçleriyle bağını, ilişkisini yeterince kuramamak da etkili mücadele önündeki temel sorunlardan biridir.
Komployla, darbeyle iktidara gelen devrimci mücadeleyle gider
Önder Apo savunmalarında, Türk devletinin kurgulanış ve kuruluşunu kapitalist modernite sistemi ve onun hegemonik güçleri tarafından Ortadoğu’ya yönelik son iki yüzyıllık politika ve uygulamaları kapsamında son derece kapsamlı ve derinlikli çözümleyerek, Türk devletinin kapitalist modernite sisteminin tahkim edilmiş kalesi olduğunu belirtir.
Türkiye nasıl ki kapitalist modernite sisteminin tahkim edilmiş kalesi ise, İmralı sisteminin oluşturulmasında da aynı ortaklık söz konusudur. Bu nedenle Önder Apo’ya yönelik Uluslararası Komplo, kapitalist sistem ile Türk devleti arasındaki ilişkinin anlaşılması ve doğru mücadele tarzının geliştirilmesi açısından temel almamız gereken tarihsel olguların başında geliyor.
Önder Apo’ya yönelik Uluslararası Komplo ile AKP ve faşist şefinin Türkiye’de iktidara getirilmesi aynı küresel planlama ve uygulamaların sonucudur. AKP öyle göründüğü gibi seçimle değil, başını ABD’nin çektiği komplocu güçler tarafından, Uluslarası Komplo’yu sonuca götürmek ve ABD’nin bölgesel politikalarını hayata geçirmek için iktidara getirilmiştir. Hareket olarak fedaice direnişimize rağmen, devrimci mücadeleyi Önderlik tarzında yetkince yürütemememizle birlikte, esas olarak AKP’nin 19 yıldır iktidarda kalmasının temel nedeni budur. Bu nedenle AKP faşizmi ve Erdoğan, soykırımcı Türk devletinin Kürt soykırımını sonuca götürmede elinde kalan en son kozu olduğu gibi küresel hegemonik güçlerin de 200 yıllık Ortadoğu’ya yönelik politikalarında elindeki kılıç olmaktadır. Elbette AKP ve Erdoğan’ın iktidardan düşmesine, Kürdistan ve Ortadoğu’nun tüm sorunlarının aşılacağı ve zaferi tümden sağlayacağımız gibi abartılı yaklaşmamak gerekir. Ama bunun Önder Apo ve Kürdistan halkının özgürlüğünün sağlanmasında, Türkiye ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesinde büyük devrimci bir gelişmenin önünü açacağını iyi görmeliyiz.
AKP-MHP faşizminin bütün katliam ve saldırılarının, güçlü oluşlarından değil, çözülüşü yaşadıklarından ve savaşı geliştirmek dışında bir seçeneklerinin kalmamasından kaynaklandığını ifade ediyor olmamız bu nedenden dolayıdır. Hem 20 yıla yakındır iktidarda oluşları hem de savaşı bu düzeyde geliştirmeleri, hegemonik sistemin Kürdistan ve Ortadoğu devrimci gelişmesine dayatacığı daha etkili bir özel savaş aracının olmamasından kaynaklıdır.
Erdoğan, Kenan Evren’in başaramadığını başarmak için iktidara getirilmiştir
Türkiye’de 12 Eylül faşist askeri darbesi, ABD’nin Sovyetler Birliği ve Ortadoğu’ya yönelik politikaları ile esas olarak da PKK’nin çıkışıyla birlikte 20. yüzyılın başlarından itibaren Kürt halkına yönelik geliştirilen soykırım politikasını boşa çıkaracak devrimci dalganın önünün alınması için gerçekleştirilmiştir. Kurulan birinci cumhuriyetin bu başarısızlığı ve çözülüşü, emperyalizmi 12 Eylül faşist darbesiyle ikinci cumhuriyet tarzında yeni bir soykırım sistemini inşa etmeye yöneltmiştir.
Marks, tarihte olayların ilkinde trajedi ikincisinde komedi olarak tekerrür ettiğini söyler. Erdoğan, Kenan Evren’in başaramadığını başarmak için iktidara getirilmiştir ve 20 yıla yakındır da iktidarda tutuluyor. Daha genel olarak da; aslında 1920’lerde başlatılan ve Önder Apo ile PKK’nin çıkışıyla engellenmeye başlanan soykırımı sonuca götürmeye çalışıyor. Bu nedenle bir yönüyle tüm özel savaş yöntemlerinin toplamı olduğu kadar, diğer yönüyle de tam bir komediye, maskaralığa dönüşüyor. Yalanın, iki yüzlülüğün, şirretliğin adeta dip noktasını oluşturuyor. Bu durum aslında dünya ulus devlet sistemi ve iktidar güçlerinin tümü için geçerli oluyor. Dünya ulus devlet sisteminin, iktidarının halklara ve ezilenlere liberalizm kisvesi altında sunacakları yeni bir şeylerinin kalmamasından, artık işleri tamamen kapalı kapılar ardında, komplolarla, gizli pazarlıklarla, entrikalarla, yalan ve hillelerle geliştirmeye çalışmalarından kaynaklanıyor.
Bu nedenle devam eden Üçüncü Dünya Savaşı içinde küresel güçlerle, bölgesel ulus devlet güçleri arasındaki ve kendi içlerindeki çelişki ve çatışmayı iyi görmek, bunlardan yararlanacak yaratıcı taktik-politik tutumu geliştirmek ne kadar önemliyse, bu çelişki ve çatışmaları stratejik çelişki ve çatışmalarmış gibi görüp değerlendirmek, bunları temel siyaset haline getirmek, bunlardan çözüm beklemek de büyük bir yanılgıyı ifade etmektedir. Bu yanılgı, özgüce dayanan mücadelemizi zayıflatmaktadır.
Egemenler arasındaki iktidar savaşlarından, tepişmeden ezilenlere özgürlük çıkmaz. Ezilenler daha fazla eziliyor ve bu iktidar savaşının tüm sonuçlarını ezilenler büyük bedeller ödeyerek yaşamak zorunda kalıyor. Bu nedenle iktidar savaşlarına karşı devrimci direnişi ve mücadeleyi geliştirmek dışında başka bir yol bulunmuyor. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının bu gerçekliği, Üçüncü Dünya Savaşı için çok daha fazla geçerlidir.
Faşist şef Erdoğan ve AKP basını takip edilirse; ABD için emperyalist kavramını kullanarak kendini anti-emperyalist göstermeye çalışıyor; kimi dönem ABD’yi, kimi dönem Almanya, Fransa’yı, kimi dönem Rusya’yı hedef alıyor. Bu bir özel savaş yöntemidir. Kendisini bu güçlere daha fazla pazarlamak, onlardan Kürt soykırımına daha fazla destek almak için yapıyor. Bunlara aldanmamak gerekir.
Soykırımcı Türk devleti, tarihinin en zayıf dönemini yaşıyor. Zayıfladıkça Kürt düşmanlığı ve katliamcılığında daha fazla saldırganlaşıyor. Bu nedenle düşmanın zayıflamış olması onu hafife almamıza yol açmamalı, mücadeleyi kolay yoldan kazanacağımız yanılgısına götürmemelidir. Geçmişte bu konuda yaşanan ciddi yanılgı ve yetersizliklerin sonuçları mücadelemiz açısından çok ağır oldu. Halen de bu konuda yanılgılı yaklaşımlar ve kolay mücadele yöntemleriyle sonuca gidileceği algısı tümden aşılmış değildir. Bu konuda Kürdistan Devrimi’nin özelliğini ve özgünlüğünü, yarım asırdır yürüyen mücadeleyi, bu mücadelede Önderlik ve PKK öncülüğünü, anlayışını, tarzını, temposunu ve üslubunu iyi özümsememiz, sonuçlarından büyük dersler çıkarmamız zorunludur. Dolayısıyla düşmanı ne gözümüzde abartmalı ne de hafife almalıyız; ciddi yaklaşmalıyız. Zayıf yanlarını, yönlerini iyi tesbit edip, buna göre en zayıf olduğu anda ve yerde darbelemek, daha hızlı sonuca ulaşma açısından son derece önemlidir.
Bunları belirtmek, demokratik siyasetin rolünü yadsımak anlamına gelmiyor. Demokratik siyaset, yarım asra varan büyük mücadelemiz sürecinde açığa çıkmış ve tarihsel anlamı olan büyük bir mücadele alanıdır. Günümüzde geliştirmiş olduğu direniş, yürütmüş olduğu mücadele Özgürlük Mücadelemiz açısından son derece tarihsel rol oynuyor. Bu alandaki mücadeleyi daha da büyütüp geliştirmek ne kadar önemli ve tarihselse, sadece demokratik siyasetle sonuç alınacağını sanmak, bu alandaki mücadeleyle, Özgürlük Mücadelemizin geneli arasındaki diyalektik ilişkiyi yeterince oluşturamamak da o kadar aşılması gereken ciddi yanılgı durumdur.
Kürdistan ve Türkiye kentlerindeki ajan-işbirlikçi yapıların tasfiyesi faşizmi yıkmak için gereklidir
Bütün çözülüşüne ve çürümesine rağmen AKP-MHP faşizminin halen iktidarda olması bir yönüyle küresel hegemonik güçlerin gardiyanlık rolünü oynamasından, diğer yönüyle de Kürt işbirlikçiliği ve ihanetçiliğini mücadelemize karşı çok kirli tarzda kullanmasından, bu işbirlikçi ve ihanetçi güçleri yedeklemesinden dolayıdır. Bu her iki koltuk değneği de, Üçüncü Dünya Savaşı içinde Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin ve halkların direnişiyle son derece çürümüş olduğundan AKP-MHP iktidarı ve dolayısıyla soykırımcı Türk devletinin çözülüş ve yıkılışını hiçbir gücün engellemesi mümkün olmayacaktır.
Türkiye’de, Kürtleri yanına almadan iktidar olunamıyor, Kürt halkını katliama uğratıp, Türk ulus devleti içinde eritmeden de iktidarda kalınamıyor. Soykırımcı, sömürgeci, faşist Türk devletinin kuruluş ve varlığını sürdürdürmesinin çelikten yasası budur.
Kürt işbirliği ve ihanetinin, soykırımcı Türk ulus devletinin kuruluşu ve Kürt soykırımını sonuca götürmede nasıl kullanıldığını, bu ilişkinin tarihsel boyutu ve güncel özel savaş politikaları ile bağını görerek kavramamız gerekiyor.
AKP faşizminin, bu işbirlikçi ve uşak egemen Kürt kesimleri, mücadelemize karşı nasıl her alanda kullanmaya çalıştığını, Bakur’dan Başûr’a, Rojava’dan tüm alanlara kadar özgür Kürt anlayışını ve yaşamını katletmeye çalıştığını çok iyi görmeli ve buna karşı etkili mücadele etmeliyiz. Yine bu işbirlikçi ve uşaklığa dayanarak bir bütün Kürdistan ve Türkiye’de ajanlığı, ihbarcılığı derinleştirmeye çalışarak, her türlü özel savaş yöntemleri ve çeteleriyle toplumsal değerlerimizi çürütmeye çalıştığını iyi görmeliyiz. Kürt işbirlikçi ve ihanetçiliğiyle AKP kader birliği yapmış durumdalar ve birinin tasfiyesi diğerinin de tasfiyesi anlamına geliyor.
Faşist Türk sömürgeciliğine uşaklık temelinde koltuk değneği olan bu işbirlikçi ve ajan yapıları Kürdistan ve Türkiye’de işlemez kılmak, tasfiye etmek mücadelemizin başarıya ulaşması açısından zorunludur. Bu nedenle de Türkiye ve Kürdistan şehirlerinde bu işbirlikçi, uşak, ajan yapılara karşı geliştirilen devrimci intikam eylemleri, tarihsel rol oynuyor ve giderek daha fazla gelişeceği görülüyor.
Kürt soykırımını geliştirmede özel savaş ekonomisi düşmanın en etkin kullandığı silahtır
Türkiye ekonomisi, kuruluşundan itibaren başta Kürt halkı olmak üzere diğer halklara ve Türkiye emekçilerine, devrimci-demokratik güçlerine karşı tam bir özel savaş aygıtı olarak örgütlenmiş ve kullanılmıştır. Kürdistan’ı boydan boya yağma ve talan edip, Kürdistan halkını açlığa mahkum ederek, en tortu işlerde karın tokluğuna çalıştırarak, değişik özel savaş kurumlarıyla, fonlarla dilencilik, sadaka kültürünü geliştirerek, yaşam ve direniş iradesini kırmaya, teslim almaya yönelik özel savaş uygulamaları, AKP ve faşist şefi eliyle günümüzde çok daha fazla derinleştirilmiştir.
Kürt soykırımını başarıya götürmek için Kürt işbirlikçiliğini, ihanetçiliğini, uşaklığını geliştirmek kadar küresel hegemonik güçlerin desteğini almada da Türkiye’nin ve Kürdistan’ın tüm toplumsal değerlerini pazarlamakta da AKP iktidarı en ustalaşmış özel savaş hükümeti durumundadır.
Bu özel savaş ekonomisi olmazsa, Kürdistan halkına yönelik saldırılarını bir gün bile yürütmesi mümkün değildir. Erdoğan’ın domatesin fiyatını soranlara, kurşunun kaç para olduğunu sorması boşuna değildir.
Bu özel savaş ekonomisinden beslenen tam bir uşak, asalaklar sınıfını işlevsiz kılıp dağıtmak, faşizmin topluma dayattığı açlık-teslimiyet ikilemini kırmak açısından da zorunludur. Zaten şehirlerdeki devrimci şiddetin ilk etapta bu özel savaş ekonomisine ve bunu geliştiren işbirlikçi kesimlere yönelmiş olması, giderek daha fazla gelişmesi bu nedenden dolayı son derece önemlidir.
Devrimci intikam eylemleri Erdoğan-Bahçeli faşizmini yıkacaktır
2015-2016 kışında geliştirilen Özyönetim Direnişleri, ödenen büyük bedellerle birlikte nasıl ki bir AKP hükümetini düşürmüşse, 2020 yılında giderek büyüyüp gelişen şehir devrimci intikam eylemlilikleri de kesinlikle Erdoğan ve Bahçeli’yi yıkacak, faşizmi yerle bir edecektir.
Bu nedenle Özyönetim Direnişi’nin kahraman şehitlerini bir kez daha saygı ve minnetle anarak, anılarını gerçekleştireceğimiz sözünü yeniliyoruz.
Davutoğlu bir süre önce, “2015-2016 yılın da yaşananları anlatırsam Erdoğan insan yüzüne çıkamaz” demişti. Kendisinin başbakanlıktan istifa ettirilmesini bu şekilde anlatmaya çalışıyor gibiydi. Özünde Erdoğan iktidardan düşmemek için darbeyle Davutoğlu’nu görevden almış, Özyönetim Direnişleri karşısında yaşadığı yenilgiyi gizlemeye çalışmıştı.
Sadece iktidar değil, bir bütün Türk özel savaş ordusu ve polisi de büyük bir yenilgiyi yaşamış, tümden iradesizleşmişti. Yaşanan bu sendrom farklı biçimlerde de olsa kamuoyuna yansımış, içte büyük bir çözülüşe yol açmıştı. Hem Türk özel savaş ordusunun, polisinin hem de faşist özel savaş iktidarının Özyönetim Direnişleri karşısında yaşadığı bu çözülüşü ve yenilgiyi, vahşi katliamlarla, yoğun psikolojik savaşla tersine çevirme yaklaşımı, özellikle orta kesim anlayışından kaynaklı toplumu da bazı yönleriyle etkilemişti.
Türk devletinin 2015 Temmuzu’nda yürürlüğe koyduğu ‘Çöktürme Planı’, Özyönetim Direnişleriyle başarısız kılındığı gibi kendileri çökmekle yüzyüze kalmışlardır. ‘Çöktürme Planı’na karşı gelişen son beş yıllık olağanüstü direnişe bu anlamda Cizîr, Sur, Nisêbîn başta olmak üzere Kürdistan kentlerinde ve ilçelerindeki Özyönetim sürecinin kahraman genç erkek ve kadınları öncülük ettiği gibi, şehirlerde gelişen devrimci intikam eylemlilikleri de bu öncülük sonucunda açığa çıkmıştır.
Bu çizginin gücü ve başarısını en iyi bilenlerin başında Erdoğan geliyor. Şehir intikam eylemlerinin daha ilk gününde, “Dağdaki terör kadar şehirlerdeki teröre de boyun eğmeyeceğiz” demesi boşuna değildir. Bu ifade, Özyönetim Direnişleri karşısında yaşadıkları çaresizliğin ve çözülüşün, korkunun bu eylemlerle birlikte daha da büyümesi anlamına geliyor. Yaşadıkları korkunun ecele fayda etmediğini, büyüyen şehir devrimci intikam eylemleriyle hep birlikte göreceğiz.
Erdoğan-Bahçeli’nin en büyük korkuları savaşın Türkiye kentlerine taşırılmasıdır
Devrimci mücadeleyi Türkiye’de de geliştirmenin birçok nedeni olmakla birlikte üç temel özellikten dolayı da son derece önemlidir.
Bunlardan ilki; Ortadoğu’nun, Kürdistan’ın ve Türkiye’nin tarihsel-toplumsal gerçekliğiyle ilgilidir. Kürdistan’daki toplumsallaşmanın, kültürel gelişmenin ve halklaşmanın diğer halklarla, toplumlarla, kültürlerle iç içe, bir birini etkileyerek gelişmesi ve Ortadoğu halklar kültürünün, birlikteliğinin en kadim gelişmesini ifade ediyor olmasından kaynaklıdır.
Önder Apo’nun, Haki Karer, Kemal Pir başta olmak üzere Türkiyeli devrimci önderlerle ilk gruplaşmayı oluşturması ve mücadeleye başlaması, PKK’yi bu ilk çıkış özelliklerine göre şekillendirmesi, bu tarihsel-toplumsal gerçekliğin Önder Apo tarafından dahiyane kavranışı ve güncellenmesi anlamına geliyor. Bu nedenle Kürdistan Devrimi ile Türkiye devrimi iç içe geçmiş oluyor. 12 Eylül faşizmine karşı Önder Apo’nun, Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi’ni örgütlemeye yönelik büyük arayış ve çabası da bu tarihsel gerçekliklerden dolayıdır. Başta HBDH olmak üzere günümüzde gerçekleştirilmiş olan bu tür Kürt-Türk mücadele birlikteliklerinin bu nedenle tarihsel anlamını, önemini iyi görmemiz ve daha da büyütmemiz gerekiyor.
Türk-Kürt egemen işbirlikçiliğine karşı başta Türk-Kürt halkları olmak üzere Arap, Asuri, Ermeni, Süryani-Keldani halklarının, emekçilerinin, kadın ve gençlerinin birlikteliğini esas almak, bu tarihsel toplumsal gerçekliğimizin ifadesi olarak ilkeseldir. Demokratik Ulus anlayışımız bu tarihsel-toplumsal gerçekliğin felsefesi, ideolojisi ve güncel siyaset tarzıdır. Bu nedenle ‘Türkiyelileşmek neyimize’ diyen ilkel milliyetçi-liberal anlayışların yaklaşımını iyi görüp, aşmalıyız.
İkincisi; kapitalist modernite sisteminin, emperyalizmin son iki yüzyıldır başta Kürdistan halkı olmak üzere Ortadoğu’ya dayattığı böl-parçala-yönet siyasetini, stratejisini, komplosunu boşa çıkarmak, etkisiz kılmak için de halkların, ezilenlerin en geniş birlikteliğini sağlamamız ve geliştirmemiz zorunludur.
Tek ülkede sosyalizmi korumanın, özgürlüğünü geliştirmenin mümkün olmadığı büyük 17 Ekim Devrimi’ne rağmen Sovyet deneyimiyle çok iyi görüldü. Ulus devlet milliyetçiliği Batı kapitalist sisteminin halkları bir birine kırdırarak, sömürgeleştirmesinin en temel silahıdır. Bu nedenle Arap toplumu 22 parçaya, Kürdistan 4 parçaya bölünmüş, Üçüncü Dünya Savaşı’yla birlikte halklar daha da bölünüp parçalanmaya çalışılmaktadır. Ortadoğu halklarına dayatılmış bu komplo ve karşı devrimci saldırıyı boşa çıkarmak için en geniş halklar-emekçiler birlikteliğini sağlamak bu nedenle de stratejiktir. Kürdistan Devrimi’ni Türkiye ve Ortadoğu devrimi olarak geliştirmenin en etkili yolu budur.
Güncelde ise; Türk özel savaş rejiminin Kürdistan halkına yönelik geliştirdiği soykırımı Türkiye dışında yürütme stratejisini boşa çıkarmak için de savaşı, devrimci mücadeleyi Türkiye’de daha da büyütüp geliştirmek, savaşın kaderini belirleyecek düzeyde önemli diğer husus olmaktadır.
Faşist AKP-MHP iktidarı bu özel savaş siyasetinden dolayı bir bütün Kürdistan’a yeni işgal seferleri düzenliyor, Libya’dan Suriye’ye kadar Ortadoğu’nun bütün toplum dışı unsurlarını çeteleştirerek, DAİŞ türü oluşumlarla her türlü katliam ve insanlık suçunu işliyor. Kürdistan’ın bütün parçalarını işgal ederek Kürt varlığına ve özgürlüğüne son vermek, Ortadoğu’daki devrimci gelişmeleri karşı devrim güçleri ile bastırmak istiyor. Buna karşı Kürt özgürlük gerillasının başta Heftanîn olmak üzere Kürdistan’ın tüm alanlarında yürüttüğü ihtişamlı savaşı, devrimci mücadeleyi Türkiye kentlerine daha güçlü taşıyarak, sırça saraylarını başlarına yıkmak en temel dönemsel devrimci görevlerin başında geliyor. Türkiye metropollerindeki devrimci intikam eylemlilikleri bu nedenle de dönemin en temel devrimci mücadele anlayışı ve tarzı oluyor. Bu çizginin geliştirilmesi ve tarzın yetkinleştirilmesi kesinlikle soykırımcı, sömürgeci, faşist zihniyeti parçalayarak yerle bir edecek, Önder Apo’nun ve Kürdistan’ın Özgürlüğü, Türkiye ve Ortadoğu’nun Demokratikleşmesi hedefimizle başarıyı getirecektir.
Cemal AMED