Tarihte toplumların en ilkel gelişme basamaklarından tutalım günümüzdeki gelişme aşamalarına kadar yer yer büyük sıçramalar halinde yol aldıklarını görürüz. Biz bu sıçramalara devrim diyoruz. Özellikle de geriliğe mahkum edilmiş, yaşamın kendisi için en dayanılmaz kılınmış halkların böyle devrimsel sıçramalardan başka bir ilerleme etkeni kalmamışsa, çoğunlukla bu halkların büyük devrimlerin mayalandığı, devrimlerle kendini çok güçlü kıldıkları ve hatta insanlığa en çok iz bırakanların da böyle halklar olduğu göz önündedir.
Büyük bir devrim için ne gerekiyorsa, düşüncede, bunun bilinç yoğunlaşmasında olduğu kadar, irade keskinliği de bir halk savaşına, büyük bir halk devrimine önderlik etmenin sorumluluk duygusu kadar, çizgi gereklerine geniş bir devrim için her türlü olanaklarla donanarak oldukça kararlı bir yürüyüşe hazır görünüyor.
Halkımız ve Partimiz açısından gerçek kendini ısrarlı bir biçimde böyle belirlerken, uluslararası devrim ve karşı-devrim çekişmesinde de üzerimize düşen rol; bu yılı daha net ve onurluca bir yere oturmamız gerektiğini ortaya koyuyor. Bugünler, bu süreç uluslararası devrimin önemi açısından da gerekli olduğu bir girişimimizin kanıtı oluyor. Bölgemizin uluslararası alandaki sıcak konumu, emperyalizmin yeni düzenine en az girilecek, buna en az aldanacak, buna en kapsamlı bir devrimci gelişmeyle karşılık verecek halklar manzumesinde ısrar ederken, bu halklar içinde Kürdistan halkı devrimin en katıksız, sonuna kadar bağımsızlık ve özgürlük için kendini onurlu bir role de daha şimdiden yükümlü hissediyor.
Kürdistan’da her şeyin en iyisi, en doğrusu, en güzeli devrimle başlayacak, devrimle sürecek, devrimle sonuçlanacaktır
Tarihte toplumların en ilkel gelişme basamaklarından tutalım günümüzdeki gelişme aşamalarına kadar yer yer büyük sıçramalar halinde yol aldıklarını görürüz. Biz bu sıçramalara devrim diyoruz. Özellikle de geriliğe mahkum edilmiş, yaşamın kendisi için en dayanılmaz kılınmış halkların böyle devrimsel sıçramalardan başka bir ilerleme etkeni kalmamışsa, çoğunlukla bu halkların büyük devrimlerin mayalandığı, devrimlerle kendini çok güçlü kıldıkları ve hatta insanlığa en çok iz bırakanların da böyle halklar olduğu göz önündedir.
Halkların, toplumların devrim çıkışlarında gerçekleştiği biliniyor. Biz baştan beri kendi devrimimizin de bu nitelikte bir devrim olacağına inandık. Tek kişinin kendine inanmak istemediği, bırakalım dost umduklarını, kendisinin bile varlığına değer biçmediği, çok karanlık ve sisli ortamda bile biz onun da aydınlanmasına büyük değer biçtik ve bundan sonra da böyle ele almak gerekiyor. Böyle düşünen, böyle yola çıkanların da başlangıçtaki sayı, yük nedir? sorusunu kendine mesele yapmaksızın esas doğru olması gerekeni, yaşama doğru karşılığın ne olması gerektiği tespitine bağlı olmayı bilenlerin, kendilerini saptırmazlarsa, doğrultularına amansız bağlı kalırlarsa her gün artan çabalarla bu doğrultuda yol alırlarsa -ki, sayı ne olursa olsun, başlangıçtaki destekleri de ne kadar az olursa olsun- gelişmelerin onlar tarafından belirleneceği ortadadır. Bugün geldiğimiz noktada bütün önemli soylu yürüyüşlerin gerçekleşmesi gibi, bizim için de çok kısa bir sürede gerçekleşenin bir yürüyüş olduğu da ortaya çıkmıştır.
Gerçekçi yanı kadar, irade yanı, ruhu, coşkusu da böyle olabilir. Devrim içinde yer alanların dürüst olduğu kadar, söz gücüyle, eylem gücüyle, cesaret, duyarlılık, fedakârlık yanlarıyla güçlü olmaya doğru gitmeyi bilen kişiliklerin de boy verdiği olaylardır. En acılı söz, en güçlü eylem, en yiğit nefes, soluk alma, en iyi yaşam tarzı hep böyle olaylarda filizlenir. Yaşadığımız toplumsal gerçeklik göz önüne getirildiğinde görülecek ki yaşamın her yönüyle karartıldığı, normal düzen sınırları dahilinde tek bir onurluca sözün söylenemediği bir ortamda yaşamaktayız. Kürdistan’da her şeyin en iyisi, en doğrusu, en güzeli devrimle başlayacak, devrimle sürecek, devrimle sonuçlanacaktır. Bu bizde ispatlanmıştır. Biraz daha onurunu kazanmaya doğru yüz tutmuş bir yürüyüşün oldukça hız kazanmış bir atılımına doğru yönelirken, neyi amaçlayan, amaca nasıl yürüyen kişilikte olduğumuza bakmalıyız.
Bize düşen görev; çok köklü olan tarih bilincinden, olay-olgu, ilişki özelliklerinden bihaber olmayı aşmak, net tanımlara ulaşmak ve böylelikle kusursuz, ikirciksiz, aydınlanma kadar iradenin eylemine de tümüyle devrim lehine vurma şansı kazandıracak tarzda olması, yürüyüşün, savaşın, onun ordulaşmasının böyle olmasına hiçbir engel tanımaksınız olası sorunlara en yerinde cevabı vererek gerçekleştirmeyi bilmektir. Bin defa yenilmiş, bin defa kirlenmiş, karanlıklara gömülmüş olanların öyle kolay adam olamayacaklarını, insan sıfatına yaraşır olamayacaklarını her zaman söyledik. Ama bu böyledir diye bunu bir kader olarak karşılayamayacağımızı, yapılması gerekenin, amansızca üzerine yürüyerek aydınlığa yol açmayı, yaşamaya yol açmayı bilmek olduğunu, bunun bir PKK tarzı olduğunu hep vurguladık……
Dönemin en temel oluşumu ordulaşma olduğu, yönetmenin bu olduğu, emrin bu olduğu, disiplinin bu olduğu ve ordulaşmanın bu demek olduğudur. Madem söz veriyorsunuz, madem esas yaşam tarzı olarak benimsediniz, o halde yanılma, unutma, düşme-düşürme, ittifak eri olmaya çalışın. Yüzyılların o çok kötü kalıpçısı olan ve halen de günlük olarak düşmanın körüklediği etkilerden tutum ve davranışlardan sakının. Seni her yönüyle yaşatacak olan, senin şahsında halkını yaşatacak olan, yoldaşlarını yaşatacak olan tutumu esas alın. Bunda milim sapma, saptırma!
Şimdiye kadar çok eleştirdik, çok özeleştiriler yaptık. Bu kadar süre, bu kadar açıklıktan, bu kadar söz ve karar vermelerden sonra yapılması gereken sapa sağlam kesin bir uygulamadır. Oluşum adına pratik dediğimiz, gerçekleştirme dediğimiz, ilkenin somutlaşması dediğimiz olaydır. En temel bir sorumluluk alanında yer almış birisi olarak bunun anlam ve önemini böyle vurgularken, üzerinde gerçekten bunu gerçekleştirmeyi bilmeyi, varlığımızdan da öteye, her şeyden de öteye varlık nedenimiz olduğu tartışmasızdır…….
Tarihin büyük zorbalarının, işgalci, istilacı güçlerinin, tüm o hain işbirlikçilerinin hiçbir halkın bağrında yerleşmediği kadar bizim halkımız içinde yerleştiğini, işbirlikçilerin çeşitli hile, entrika düzenbazlıklarıyla halkı bu duruma getirdiklerini anladık….
Ne mutlu bu yolun yolcularına, bu fırsatı yakalayanlara, bugünleri görenlere
Nasıl ki insanlık burada beşikte büyüdü, bir kez daha böyle büyüyecek. Biz yeniden beşikte büyümeyi kendi topraklarımızda gerçekleştirebiliriz. İşte böylesine büyük oluşumların ordulaşması diyoruz buna. Esas itibarıyla amaçladığımız, amaçlarımız uğruna kendimizi adadığımız yaşam gerçeğimiz budur. Başka türlü yaşayıp düşünmeye hakkımızın olmadığını bilmelisiniz. İlk söz de böyleydi, son söz de böyle olacak! Bin yıl öncesinde de yapılması gereken budur; bin yıl önce yapılmazsa da bin yıl sonra da yapılması gereken bu olacaktır. O halde en eski söz kadar, gelecekte de eğer yaşayacaksak, insan soyunun bir parçasıyız diyebilecek bir ülkeden vazgeçmeyeceksek bunu şimdi gerçekleştirelim diyoruz. Ordulaşma andı budur, şans budur. Aslında geçmişte de yaşanılması gereken en doğrusu buydu. Geleceği de kuşatacak, belirleyecek yaşam budur. Bunu değerlendirip doğrusunu tayin etmek kadar, gerekirse yürüyüşümüzde kendimizi yeniden yeniden yaratmasını bileceğiz. İşte yürüyüş ancak bu temelde güzel olabilir. Şüphesiz bu yürüyüşün yolcusunun güzel, askerinin ve komutanın da görkemli olması, adeta parıldaması gerekir. Böylesine kutsal bir yolda başkası yakışmaz, başkasına onay verilmez. Bu anlamda diyeceğiz ki, ne mutlu bu yolun yolcularına, bu fırsatı yakalayanlara, bugünleri görenlere!
Dolayısıyla sizlere daha iyiyi, daha doğruyu, daha güzeli yakalamanın bu öngününde böyle seslenirken, tekrar tekrar bundan sonraki adımları böyle atmayı bilmenizi, bunun dışında hiçbir şeye mahal vermemenizi, ordu ilkesinin tek yaşam ilkesi olduğunu da bilerek yürümeyi esas almanızı bekliyoruz. Sorumluluk diyorsanız sorumluluğunuzun gereğini, önderlik diyorsanız önderliğinizin gereğini, ricadan anlayan varsa ricanın gereğini, emir denilen olaydan bir şey anlayan varsa emrin gereğini bilmelerini, böyle yürümelerini, mutlaka kazanmalarını ve başarmalarını diliyorum.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 3 Mart 1992 tarihli çözümlemesinden alıntılardır