AKP-MHP’nin dinci milliyetçi politika ile sürdürdüğü Kürt soykırım saldırısının teşhir olmasının ardından Kürt soykırımını dinci Kürtler üzerinden götürme kararı verdiği belirten PKK Halklar ve İnançlar Komitesi Üyesi Cihan Eren, “Başur’da ve genel dünya kamuoyunda KDP’nin gördüğü işlevi şimdi Bakur’da Hüda-Par’a oynatmak istiyorlar. AKP’nin Hizbullahçılar, kimi tarikat çevreleri ve KDP ile ittifakını böyle anlamamız gerekiyor. KDP’nin Hizbullah ile ittifakı da bu amaç için kurulmuştur” dedi.
PKK Halklar ve İnançlar Komitesi Üyesi Cihan Eren, AKP-MHP, Hüda-Par ve KDP’nin geliştirdiği ittifakın yarattığı tehlikelere ve Alevilere yönelik kültürel saldırılara ilişkin ANF’ye konuştu.
Türk devletinin, Bakur’da Hizbullahçılığa siyasi parti süsü vererek daha önce kontrgerilla taktiğiyle yaptığını bu defa siyasi parti görüntüsü altında yapmaya çalıştığını belirten Eren, “Bunlara geçmişte suikast, domuz bağı işkencesinin nasıl yapılacağı, insanları arkadan satırlarla katletmenin yöntemlerini öğretilirdi. O zaman polis karakollarında, askeri garnizonlarda korunuyorlardı. Şimdi dincilikle Kürtler nasıl aldatılır, İslam kullanılarak Kürtler demokratik ulus mücadelesinden nasıl uzaklaştırılır konularında eğitiliyorlar. Artık aleni olarak medreselerde, camilerde, gasp edilmiş belediyelerde oturtuluyorlar. Diyanet camilerin önemli bir kesimini bunlara devretmiş.
Yurtsever alimlerimiz, AKP pratiğinden yola çıkarak Türk egemenlerinin Kürt halkına karşı dini nasıl kullandığının tüm ayrıntılarını halkımıza anlatıp bilince çıkmasına yardım etmelidir. Bu yurtseverliğin asgari görevi olarak görülmelidir. İbadet yerlerimizin aynı zamanda toplumsal dayanışmayı, direnişi örgütleyen, büyüten tarzda ele alınması gerekiyor. Toplumsal dayanışma, örgütlülük geliştirilirse devletin saldırıları çok kolaylıkla boşa çıkacaktır. AKP-MHP devleti çok teşhir olmuş bir devlettir. AKP ve MHP’nin bu saatten sonra Kürt halkına, Türkiye halkına, Müslüman halklara söyleyebileceği tek bir şeyi yoktur” diye konuştu.
PKK Halklar ve İnançlar Komitesi Üyesi Cihan Eren’in değerlendirmeleri şöyle:
Son seçimlerde Türkiye’de yeni ittifaklar kuruldu. AKP-MHP ittifakı, yanına dinci ve milliyetçi tüm grupları alarak seçimlere girdi. Bu politika halk ve inanç kimlikleri açısından ne tür tehlikeler barındırıyor?
Bu soruya cevap verebilmek için önce bu ittifakın neden ve nasıl ortaya çıktığına bakmak gerekiyor. Türk devleti son seçimde kendince bir iç düzenlemeye gitti. Derin devletin tüm unsurlarını karanlık köşelerden gün ışığına çıkarmak zorunda kaldı. İşte Hizbullah Kurdistan’daki kontrgerilladır. Hakan Fidan bir Kürt devşirmesi olarak Özel Harp Dairesinin yetiştirmesidir. Ve tabi diğer tüm eleman ve kendilerine bağlı birimler, hep birlikte hükümet oldular.
Kimdir bunlar, hangi tarihi kökene dayanıyorlar? Siyasal çizgileri nereden geliyor? Neden böyle bir ittifaka ihtiyaç duyuldu?
Bu ekip İttihat ve Terakki’nin özellikle de Teşkilatı Mahsusa adlı örgütün uzantısıdır. Tabi sadece bunlar değil. Türkiye’de devlet ve rejim krizi yaşanıyor. Yeni, kapsayıcı ve sorunları çözecek tek bir söylemi ve politikası olmadığı için de İslami deyimle biraz daha selefileşerek, “atalarına” döndüler. Kriz derin olduğu için de derin devletin tüm klik ve ekipleri bir araya gelip tam teşekküllü bir özel savaş hükümeti kurmak zorunda kaldılar. Bunlara Osmanlı bürokrasisinin 1. Dünya savaşında yenilmiş, kaçacak yeri de kalmamış her türden dinci ve milliyetçilerin artıkları demek de mümkündür.
Bunlar 1950’lerden sonra sol sosyalist, yurtsever demokratik harekete karşı Seferberlik Tetkik Kurulu adı altında örgütlendirilmiş NATO’nun Türkiye’deki karanlık birimleri de oluyorlar. Bu güruh ayrıca 1970’lerde Apocu hareket Kudistan ve Türkiye’de mücadeleye başlayınca Kürt soykırımını tamamlamak için özel görevlendirilmiş, uluslararası küresel sistemin desteğini almış, Kürtleri Türk, Kurdistan’ı da Türkiye yapmanın Kürtleri yok etmekten geçtiğine inandırılmış Kürt devşirmeleri ve diğer devşirme unsurları da kapsıyor. Tüm bunların Türk-İslam sentezi ideolojisiyle 1980 askeri darbesiyle devlete yerleştikleri ve adım adım kendilerini kurumsallaştırdıkları da biliniyor. Bunlar, “tanrının nimeti” dedikleri 15 Temmuz 2015 Fethullahçı darbeden sonra, AKP-MHP adı altında sadece sol ve sosyalistlere, Kürt ve Alevilere karşı değil, Kemalist çizgidekilere karşı da çok daha cesaretli bir biçimde ittihatçı söylem ve sloganlarla kendilerini ortaya koymaya başladılar.
Son seçimi kazanmadılar. Kemalist çizgiyi yendiler demek daha doğru olur. Türkiye’deki seçim partiler arası seçim değildi. Üç siyasi çizgi arasındaki seçimdi. Üçüncü çizgi olan devrimci, demokratik yurtsever çizgi varlığını korudu. Ancak CHP çizgisi denilen çizgi kaybetti. Böylece Türkiye’de dinci faşistler ile sol ve demokratik yurtsever çizgi olmak üzere temel iki siyasi çizginin olduğu netleşmiş oldu. Devlet dinci ve milliyetçilerin hakimiyetinde olduğu için, hükümetleri her zamandan daha tehlikelidir. Devlet hükümete, hükümet devlete çalışıyor. İstediklerinde devlet, işlerine geldiğinde ise hükümet gibi davranabiliyorlar. Tanrının nimeti bu bukalemun gibi renkten renge giren siyaseti kolay yapmaları olmalıdır.
Faşist AKP-MHP ittifakı, yol açtığı derin ekonomik krizi, ırkçılıkla ve din istismarı ile idare etmeye çalışıyor? Din istismarı ve ırkçı söylemden içeride ve dışarıda ne umut ediyorlar?
Dinci ve ırkçı söylemin dışarıyla bağı yok denecek kadar azdır. Örneğin artık ne Araplarda, ne de Avrupa’da kimse Türklerin ne dediğine pek bakmıyor. Bahsettiğiniz söylem içe dönüktür. O zaman şu soru akla gelmelidir, Türkiye’de iktidar ve sistem içi muhalefet neden din istismarı yapıyor, milliyetçilikte ve ırkçılıkta birbiriyle yarışıyor? Propagandasını bu söylemler üzerine kuruyor? Tabi ki Kürt soykırımını tamamlamak için. Kürt soykırımı devletin sadece askerini ve polisini saldırtarak sonuç alacağı bir saldırı değildir. Türk devleti, Kürtler hem halk olarak, hem de tek tek bireyler olarak baskı altına alınır, tutuklanır, işkence görür, korkutulur, dilini konuşamaz duruma getirilir, stranını söylemeyecek duruma düşürülürse sonuç alabilir diye düşünüyor. Bunun için de Türk halkının din istismarıyla aldatılması, milliyetçilikle de Kürt halkına düşman yapılması gerektiğine inanıyor. AKP-MHP aynı zamanda dini ve etnik değerleri sömürme ittifakıdır.
İttihat Terakkiciler 20. yüzyılın başında Ermenileri, Asuri-Süryanileri, Balkan halklarını ve Arapları soykırıma tabi tuttuklarında Osmanlı devletini yıkımdan kurtaracaklarını, kaybettikleri toprakları yeniden işgal edebileceklerini sanmıştı. Sonuç Türklerin alnında izi tarih boyunca silinmeyecek kara bir leke yapıştırmak oldu. 21. yüzyılın ittihatçıları ise Kürt soykırımı yaparak T.C’yi yıkımdan kurtaracaklarını, Neo-Osmanlı hayallerini gerçekleştireceklerini hesaplıyorlar. İşte AKP-MHP’nin gerçekte ittihatçı bir yöntem olan dinci-milliyetçi söyleme başvurması, bunu pratik politikaya dönüştürmesindeki asıl amaç Kürt soykırımına içeride destek yaratmaktır. Öldürdükleri Kürtlerin sayısı ile övünen bu katiller, ayakta kalabilmek için toplumu dincilikle aldatıyor; milliyetçilikle de motive ediyor. Tüm uğraşlarına rağmen bu yöntemle aldattıkları kişi sayısı toplumun yarısı bile değil. Bu kesim daha da azalacaktır. Demek ki mevcut T.C için Kürt soykırımını tamamlamak hayati bir meseledir. Soykırımı sonuçlandırmak için Kürtlerin tecrit edilmesi, kuşatılması gerekiyor. İşte Rêbêr Apo’ya yönelik tecrit saldırısı bu tecrittin ve kuşatılmışlığın zirvesi, en stratejik olanı oluyor.
Kürt soykırımı sadece fiziki soykırım değil, daha şiddetli olarak kültürel soykırımdır. Kültürel soykırımda inanç değerlerini yozlaştırmak da vardır. AKP-MHP’nin Kürt soykırımını tamamlamak istediğini belirtiniz. Peki bu saldırısında T.C inancı, özelde de İslam’ı Kürtlere karşı nasıl kullanıyor?
Osmanlı’nın Arap egemenlerinden halifeliği almasıyla İslam’da ilk defa siyasal üstünlük Türk egemenlerine geçmiş oldu. II. Abdülhamit zamanında bu siyasal üstünlüğe milliyetçilik de eklendi. Böylece Kürtler Osmanlı’nın hem iktidar İslam söyleminin, hem de milliyetçi dinci söyleminin etkisiyle asimile olmaya başladılar. Bu etkilenme öyle bir sonuç ortaya çıkardı ki bir kesim Kürt, Kürt etnik değerlerini İslam’la yan yana getirmeye günah demeye başladı. Bu kesim, tarihi Kürt hafızasındaki “inançlı olmak iyi insan olmaktır, iyi insan inançlı insandır” ilkesini saf ve temiz duygularla inanan Müslüman Kürtleri aldatmak için kullanarak, Türk egemenlerine bağlamaya başladı. Bu durum 20. yüzyılın başında gelişen ulusal kimlik ve kendi kaderini tayin hakkını kullanma sürecinde Kürtleri politikasız, mücadelesiz bırakarak, bir kez daha Türk egemenlerine muhtaç hale soktu.
Kürt yurtseverliğini geliştiren, ulusal bilinç veren edebiyat, dini söylemler de Kürt Müslümanların bir kesiminde güçlü yaşanıyordu. Bu nedenle Kemalistler iktidar İslamcılığın Osmanlı biçimini yasaklayınca, Kürt yurtseverliğinin, dil ve edebiyatının yaşatıldığı, geliştirilmeye çalışıldığı medreseleri, tekkeleri de kapattılar. Fakat Osmanlı’dan itibaren devletle işbirliği içindeki kimi Kürt tarikat çevrelerini ise adeta görmezden geldiler. Şêx Said gibi yurtsever alimlerin temsil ettiği kültürel İslam, isyancıdır denilerek tasfiye edilince ortam tümüyle işbirlikçilere kalmış oldu. 20. yüzyılda Kürtler içinde bu işbirlikçi çevreler beslendi. Propagandası yapıldı. Bunlar eliyle halk kontrol altında tutulmaya çalışıldı. Örneğin üyeleri sürekli milletvekili olan bazı tarikat aileleri var. Septioğlu, Taşkesenlioğlu gibi. Kurdistan özgürlük mücadelesi Kürt halkında demokratik ulus bilincini geliştirdi ve bu soykırımcı politika çöktü. Devletle siyasi ve ekonomik ilişki içinde olan Kürt Nakşi çevreler özellikle de AKP iktidarında çok amaçlı kullanılıyorlar. Son seçimde bunların yanına Ergenekoncuların örgütlediği Hizbullah da takviye edildi. Zaten devlet, AKP’yi bu Kürt çevreleri daha iyi kullanmak, onlardan azami derecede faydalanmak için iktidarda tutuyor. Mücadelemiz AKP eliyle 2002’de startı verilen bu saldırı yöntemini yenilgiye uğratınca 2023 seçimlerinde yeni bir stratejiyi devreye koymak zorunda kaldılar.
AKP’nin sonuç vermediği için yerine yenisini devreye koyduğu stratejide ne tür politikalar var?
Bu stratejinin içinde Müslüman Kürt halkının, Kürt kılıklı ve Müslüman geçinenlerce hedeflenmesi vardır. AKP’nin şimdiye kadar propaganda ettiklerini bu defa başta Hizbullah’ın siyasi partisi Hüda-Par olmak üzere diğer işbirlikçi Kürt devşirmelere söyletme, bu stratejinin özünü teşkil ediyor. Çünkü AKP’nin faşist olduğunu, en büyük Kürt soykırımcı güç olduğunu, Rêbêr Apo’ya en büyük düşmanlığı bunların yaptığını, Kürt halkının ezici çoğunluğu çok iyi anlamıştır. Dolayısıyla bu dinci faşistlerin din istismarcısı söylemi artık Kürtleri etkilemeyeceğinden bu hain ve devşirme takımını sahaya sürdüler. Bu politika, devlet adına konuşan zevattan birilerinin “sonuçlarını on yıl sonra göreceksiniz” dediği plandır. Bu planda T.C’nin Kürtleri kendisine kurban etmesi vardır. Ortadoğu’da yaşanmakta olan değişimin ve dönüşümün dışında tutarak bir kez daha kimliksiz, statüsüz, yurtsuz bırakmak vardır. Kürtleri kontrgerilla üreten dincilik sınırında tutmak vardır, Kürt halkının evlatlarının DAİŞ ile mücadelede insanlık değerlerini koruması, Müslüman halkları iktidar İslam’ın en çirkin, kirli ve soykırımcı saldırısından kurtarmasının dünyada Kürt halkı için yaratmış olduğu sempatiyi tersine çevirmek vardır. Yani bir kez daha Kürtleri karanlık zihniyet içine hapsetme, iç sorunlara boğarak politikasız bırakma stratejisidir bu.
T.C, dincilikle Kürtleri aldatıp oyalayarak gerici bir konuma sürüklemeye çalışıyor. Aynı saldırıyı Arap halkına dönük de yapıyor. İşte Suriyelilerden devşirdiği çeteler, Arap çocuklarını asimile etme saldırıları… Bunun Kürtlerdeki karşılığı da korucular, KDP ve Hüda-Par’dır. Son seçimlerden sonra yaşanan gelişmelere bu pencereden baktığımızda, T.C’nin Kürt ve Arap halkının değişim ve dönüşümüne, demokratik ulus sistemini inşa etmesine karşı olduğu çok net görülüyor. Bunu özellikle Suriye üzerinden yapmaya çalışıyor. Suriye topraklarını işgal ediyor. Suriye’de Kürt-Arap çelişkisini ve çatışmasını yaratmaya çalışıyor. İşgalciliğini, faşistliğini, iktidar İslamcılığını sanki Kürtler yapıyormuş gibi lanse ediyor. Halklar arasında fitne çıkarıp çatıştırarak, savaştırarak amaçlarını gerçekleştirmek istiyor. Türk egemenleri en az 300 yıldır, Kürt ve Arap halkını çağın gelişmelerinden kopararak kendini üstün konumda tutma stratejisi izliyor. Osmanlı bilimsel gelişmelere kafir icadı diyerek halklarımızı çağın gelişmelerinden koparmıştı. AKP-MHP ise günümüzde demokrasi düşmanlığı yaparak halklarımızı bu çağın gelişmelerinden mahrum bırakmak istiyor.
14-28 Mayıs seçimlerinde AKP-MHP ittifakının Hüda-Par’ı yanına almasındaki amaç bu kontra yapıyı yeniden kullanmak mıdır, bu kullanma ne tür tehlikeler barındırıyor?
Türk devleti, Bakurê Kurdistan’da Hizbullahçılığa siyasi parti süsü vererek daha önce kontrgerilla taktiğiyle yaptığını bu defa siyasi parti görüntüsü altında yapmaya çalışıyor. Bunlara geçmişte suikast, domuz bağı işkencesinin nasıl yapılacağı, insanları arkadan satırlarla katletmenin yöntemlerini öğretilirdi. O zaman polis karakollarında, askeri garnizonlarda korunuyorlardı. Şimdi dincilikle Kürtler nasıl aldatılır, İslam kullanılarak Kürtler demokratik ulus mücadelesinden nasıl uzaklaştırılır konularında eğitiliyorlar. Artık aleni olarak medreselerde, camilerde, gasp edilmiş belediyelerde oturtuluyorlar. Diyanet camilerin önemli bir kesimini bunlara devretmiş. Devlet özellikle de gençleri hedef alarak eroinle, fuhuşla, hırsızlıkla yozlaştırıyor. Aynı zamanda Türkiye’deki ekonomik buhran büyük bir yoksulluk yaratmıştır. Devlet bütün bu tahribatları Hizbullah üzerinden gideriyormuş gibi yaparak Hizbullah’la toplumu yeniden yan yana getirmeye çalışıyor. Yani halkın gözünde Hizbullahçıları, yardım yapan, toplumdaki yozlaşmayı, çürümeyi engelleyen Müslüman bir hareket yapmaya çalışıyor. Bunu özellikle de medreseler, camiler, belediyeler, Kuran kursları yoluyla yapıyor.
Bu yapının Kurdistan’da saldırdığı bir diğer özgürlükçü gelişme ise Kürt kadın mücadelesi ve bu mücadelenin yarattığı toplumsal gelişmedir. Çünkü bu gerici ittifak, en başta kadın düşmanı bir ittifaktır. AKP-MHP, Hüda-Par’ı Kürt kadınlarına karşı da çok daha tehlikeli saldırılar için kullanacaktır. T.C, kadın özgürlük mücadelesinin açığa çıkardığı gelişmeleri engellemek için bu din tüccarlarını, kontra yapıyı sahaya sürecektir. Son aylarda Kurdistan kentlerinde kadın intiharları, erkekler tarafından öldürülen kadınların sayısı artmış durumda. Tüm bu olaylar, yaşanan siyasi gelişmelerden kopuk değildir.
Türk devleti bu saldırıları sadece Bakurê Kurdistan’da mı yapıyor?
T.C. bu yolla hem Kürt soykırımı yürütüyor, hem de Kürtleri 21. yüzyıldaki gelişmelerden kopartmak istiyor. Bunu çok iyi görmemiz gerekiyor. Bu saldırı sadece Bakurê Kurdistan’da yapılmıyor. Rojava’da da, Başur’da da çok ciddi dinci saldırılar var. Örneğin Başur’da Selefi gruplar adı altında çok ciddi bir hareketlenme var. Başurê Kurdistan’da kendisini siyasi parti, dernek, yardımlaşma kurumu adı altında örgütlemiş, ama gerçekte Türkiye’nin anlatmaya çalıştığımız bu dinci saldırısına paralel ve onlara bağlı çalışan gruplar var. Yani bunlar MİT’e çalışıyorlar. Zaten Hizbullah son 2-3 yıldır Başurê Kurdistan’a yerleştirilmiş. Barzani ailesiyle de ittifak kurarak birçok maddi imkan elde etmeleri sağlanmış. Bunların iş adamları var Başur’da. Para kazanacakları imkanlar verilmiş. Bunlar Başur halkını sömürüyor, halkımızın değerlerini gasp edip Bakur’da Kürt soykırımı için kullanıyor.
Başur’u bu kadar hedef etmelerindeki amaç nedir?
Birçok nedeni var. Birincisi; Medya Savunma Alanları’nda süren savaş karşısında Başur halkını tepkisiz bırakmak, böylece KDP’nin işbirlikçiliğine halkın tavır almasını engellemektir. İkincisi; DAİŞ’e karşı savaşta Başur halkında gerillaya karşı geçmişe göre çok daha büyük bir ilgi, sempati ve güven oluşmuştur, bu sempati gençlerin daha yoğun katılımına yol açıyor. Gerillaya katılımı engellemek içindir. Üçüncüsü; Başur’da özellikle 1991’den beri görüntüde de olsa seküler bir yerel hükümet var. Bu imajı yıkmak istiyorlar. Kürtlerin DAİŞ’e karşı savaşta kazandığı başarının yaratmış olduğu sempatinin Başur payına düşen kazanımını engellemeyi dördüncü bir olarak neden saymak mümkündür. T.C. Kürt kazanımlarını KDP’nin de desteğiyle ortadan kaldırmaya çalışıyor. Aynı zamanda KDP’yi dinci yapılanmalar eliyle de korkutuyor, kendine bağlıyor ve daha ucuza kullanıyor. KDP, sömürgeci Türk devletinin soykırım saldırılarına asma yaprağı oluyor. Bununla da T.C’ye çok büyük hizmet ediyor. Bir de KDP T.C’ye Irak politikasında kullanacak argümanlar sunuyor.
1990’ların Hizbullah’ı şimdilerin Hüda-Par’ı, sadece Bakur’da değil Başur’da da yoğun çalışmalar yürütüyor dediniz. Kimi dinci kişi ve gruplarla yoğun ilişkiler de kurmaya çalışıyor. Hüda-Par’a nasıl bir misyon biçilmiş?
T.C yeniden şekillenmekte olan Ortadoğu’da Kürtlerin de bir yeri, statüsü, ülkesi olsun istemiyor. AKP ve MHP’nin son seçimde bir kez daha iktidara getirilmesinin temel nedenlerinden birinin de AKP-MHP’nin 2015’ten itibaren başlattığı soykırım saldırılarını sürdürmesine onay verilmesidir. Bu düzeydeki bir soykırımı ancak dinci ve milliyetçi bir zihniyet ve siyaset ile sürdürebilirler. AKP-MHP’nin dinci milliyetçi politika ile sürdürdüğü Kürt soykırım saldırısı teşhir olunca, devlet Kürt soykırımını dinci Kürtler üzerinden götürme kararı verdi. Başur’da ve genel dünya kamuoyunda KDP’nin gördüğü işlevi şimdi Bakur’da Hüda-Par’a oynatmak istiyorlar. AKP’nin Hizbullahçılar, kimi tarikat çevreleri ve KDP ile ittifakını böyle anlamamız gerekiyor. KDP’nin Hizbullah ile ittifakı da bu amaç için kurulmuştur.
Bu ittifakın Bakur ve Türkiye’ye yansımaları nasıl oluyor? Buna karşı verilen mücadele yeterli görülebilir mi?
Türk devletinin Kürt halkına dayattığı dincilik Kürt katili olanların dinciliğidir. Bunlar yurtsever Kürt alimlerini hunharca, vahşice katledenlerdir. Türk özel harp dairesinin cinayet şebekesi Hizbullahçıdır bunlar. Gerçekten de bunlarda herhangi bir din ya da dindarlık yoktur. Halkımız bunu çok iyi biliyor. Ancak tam burada din sömürüsünü, Kürt duygusallığını kullanmayı, parayı, erzak ve diğer yardım malzemelerini dağıtmayı, yozlaştırdıkları kişileri kurtarma adı altındaki taktiği devreye sokuyorlar. KDP’yi de Hizbullah dinciliği daha rahat Kürtçü görünsün diye yanına vermişler. Kurdistanlı ve Türkiyeli Demokratik İslam alimleri, sanatçılar, gazeteciler, aydınlar, bu gerçeği daha çarpıcı görüp teşhir edebilmelidir.
Kürt soykırım saldırı ittifakı, Türk halkına da çok büyük zarar veriyor. Hatta bu ittifakın zihniyeti modernist Türk egemenlerine bile zarar veriyor. Hizbullah’ı kullanan zihniyet, Türkiye’de derin ekonomik kriz, sosyal adaletsizlik, işsizlik, yoksulluk, büyük çürüme ve yozlaşma ortaya çıkarmıştır. Bu ittifak Türk toplumuna da büyük zararlar veriyor. Dikkat edilirse Türkiye’deki o tarikatlarda her gün yeni bir suç ortaya çıkıyor. Bunun nedeni AKP-MHP’nin kurduğu dinci milliyetçi ittifakın söylemi, pratik uygulamalarıdır. Bu ittifakın yaptığı din sömürüsü bu tür sonuçlara yol açıyor. Çünkü soykırım ittifakı içindekiler konuşunca kimi tarikat çevreleri, bu çevrelerle irtibatlı şahıslar kendilerine vazife çıkarıyorlar; akla gelmez derecede çirkinlikler yapmayı kendilerine hak görüyorlar.
Bu tür saldırıların Kurdistan’da da yaşandığına dair pek bir şey gündeme gelmiyor ama…
Doğrudur. Ama bu Kurdistan’daki o malum çevrelerde bu tür şeylerin olmadığı anlamına gelmiyor. Öyle anlaşılıyor ki bu tür çirkinliklerin Kurdistan’daki boyutları deşifre edilmek istenmiyor. Çünkü bu ittifak aynı zamanda Kurdistan’da ne kadar yozlaşma olursa o kadar iyi olur deme ittifakıdır. Çünkü Türk egemenleri en az 200 yıldır Kürt halkını kendine bağladığı dinciler eliyle yozlaştırıyor, toplumsal gelişmelerden kopartıyor. Kim Kürtleri daha çok yozlaştırır, akıldan ve vicdandan uzaklaştırırsa o kadar Türk efendisine hizmet etmiş sayılıyor. Bunlar yaptıkları iş karşılığında da o kadar değer görüyor, para alıyor, imkana kavuşuyorlar. Kurdistan’daki kimi tarikat grupları içerisindeki gayri ahlaki saldırıların üstünün kapatılması Türkiye’dekilerinse zaman zaman teşhir edilmesi bile kendi başına Türk devletinin Kürt soykırımını yaparken Kürt kılıklı dincileri, kontrgerilla gruplarını nasıl kullandığını gösteriyor.
Din kullanılarak yapılan saldırılara karşı yurtsever alimlere, demokratik İslam anlayışına sahip Seydalara düşen görevler nelerdir?
En başta alimler duyarlı olmalı tabi. Fakat tüm halkımız da bu konuda duyarlı olmalıdır. Kendi camisinde, mescidinde, sokağında, mahallesinde, kurumunda bu dinci saldırı yöntemini gündemleştirebilmelidir. Hizbulkontranın yaptıkları hatırlardadır. Unutmayalım ki Kürt toplumunu, gençlerini ve çocuklarını yozlaştıranlar da bunlardır. Bunu çok iyi bilmemiz gerekiyor. Kurdistan’da eroin sattıran, çocukları hırsızlığa, fuhuşa bulaştıran polistir, Türk istihbaratıyla ilişkili çete gruplarıdır. Devlet bu saldırılarla toplumda ahlaki sorunlara yol açıyor, arkadan da bu dinci yapıları gönderiyor vicdan ahlak propagandası yaptırıyor. Halk içinde PKK düşmanlığı geliştirin diyor. Bu yozlaşmanın dinden koptuğumuz, uzaklaştığımız için olduğunu söylemeyi de unutmayın telkininde bulunuyor. Bu saldırı taktiğine karşı bilinçli ve örgütlü olmak gerekir.
Yurtsever alimlerimiz, AKP pratiğinden yola çıkarak Türk egemenlerinin Kürt halkına karşı dini nasıl kullandığının tüm ayrıntılarını halkımıza anlatıp bilince çıkmasına yardım etmelidir. Bu yurtseverliğin asgari görevi olarak görülmelidir.
Yine savaşa harcanan milyarlarca doların baş nedeni olduğu derin yoksulluk var. Başından beri T.C Kürt halkını aç, yoksul ve işsiz bırakmak için özel politikalar geliştiriyor. Şimdi yoksulluk daha da derinleşmiştir. Bu sorunda da T.C, sözüm ona yardım adı altında Kürt soykırım saldırı ittifakı içindeki dincileri halka gönderiyor. Savaşa harcama yapılıyor, ormanlarımız, madenlerimiz talan ediliyor, sularımız bize karşı silah olarak kullanılıyor; halk yoksul bırakılıyor, sonra dincilere imkan sunuluyor Kürtlere yardım ediyorlarmış gibi bir görüntü veriliyor. Bu taktikle hedefledikleri şey, halkı etkilemek, Kurdistan özgürlük hareketinden soğutmak ve yapabilirlerse saflarına çekmektir.
Bu iki saldırı biçimine karşı her cephede bizim de mücadele vermemiz, kendimizi örgütlememiz, toplumsal dayanışmamızı büyütmemiz gerekiyor. İbadet yerlerimizin aynı zamanda toplumsal dayanışmayı, direnişi örgütleyen, büyüten tarzda ele alınması gerekiyor. Toplumsal dayanışma, örgütlülük geliştirilirse bu tür saldırılar çok kolaylıkla boşa çıkacaktır. AKP-MHP devleti çok teşhir olmuş bir devlettir. AKP ve MHP’nin bu saatten sonra Kürt halkına, Türkiye halkına, Müslüman halklara söyleyebileceği tek bir şeyi yoktur. Hizbul-kontranın Kürt halkına söyleyebileceği bir şey yoktur. Yeni nesillere bu yapı iyi anlatmamız da gereklidir. Bu noktada gençlik hareketine çok önemli görevler düşüyor. Günümüz gençliği Hizbul-kontranın geçmişte ne yaptığını bilmiyor olabilir. Dolayısıyla gençler içinde bilinçlendirme çalışmaları olmalıdır. Bugün genç olan birçok insanın annesi, babası, kardeşi, yakın akrabası bu Hizbullah tarafından katledilmiştir. Bu bilinç, Kurdistan gençlerine verilmelidir.
Türkiye halkına da Hizbul-kontranın nasıl bir yapı olduğu anlatılabilmelidir. Bu konuda Türkiyeli yurtseverlere, devrimcilere, demokratlara çok iş düşüyor. Burada da ortak mücadele platformları oluşturulmalıdır. Türk ve Kürt halkı AKP-MHP iktidarının kendilerine dönük başlatmış olduğu bu gericileştirme, yozlaştırma, çağdan kopartma saldırısına karşı birlikte, demokrat, yurtsever çizgide direnişini büyütebilmelidir. Ortak cephelerde yan yana gelebilmeli, alternatif yol ve yöntemler geliştirilmeli, bu iş için ittifaklar kurabilmelidir. Ortak mücadele zeminlerinde daha güçlü mücadele verebilmelidir.
Dinci-milliyetçi propaganda ve pratik uygulamalar, verilen kararlar Kürt halkını ve inanç olarak da Alevileri doğrudan hedefliyor. Bunun oldukça tehlikeli sonuçları da ortaya çıkmaya başladı. Kürtlerin yanı sıra Alevileri de hedef alan saldırılar hakkında neler söyleyeceksiniz?
AKP-MHP, Kürt halkının yanında bir de Alevileri, Alevi olmaktan çıkarmak istiyor. Yani Aleviliği de Alevileri de bitirmek istiyor. Özellikle de AKP, Alevileri iktidar İslam içinde asimile ederek ne kadar Müslüman olduğunu göstermeye çalışıyor. Erdoğan’ın gittiği Cem evlerini iktidar İslam çağrışımı yapan şekillerde düzenlenmesi, oralara tarikat havası vermesi, oturuş biçimi, yemesi, içmesi, duaları hep bu amaçla ayarlanıyor. Erdoğan ve şürekâsı, gerçekleri pek bilmeyen saf duygularla inanan Müslüman halk kesimini bir de Aleviler konusunda aldatıyor. Aleviler hakkında negatif bir algı yaratarak baskı altında tutuyor. AKP ve Erdoğan, dincilikle Kürtleri kandırmaya çalışıyor, Alevilere ise hakaret ediyor. Bir nevi şunu demeye getiriyor, “daha önce Şeyhülislamlarının yedisini öldürdüğümüzde cennete gideceğiz dediği kesimi Müslümanlaştırıyorum.” Bu ima ya da algı, oy aldığı kesimlere etkileyici bir mesaj oluyor. Bunlar bu tür pratiklerle motive oluyor, her daim AKP ve Erdoğan’ın emri altında duruyorlar.
Devlet kendi Alevisini yaratıyor söylemi son zamanlarda çok daha fazla dillendirilir oldu. Daha önce devletin Alevisi denilirken CHP’nin laiklik adı altında Alevileri ‘kandırması’ akla gelirdi. Ancak şimdi bunu dini istismar eden milliyetçi faşist bir parti yapmaya çalışıyor. Aleviler nasıl bu duruma geldi?
CHP siyaseti Alevileri takatsiz bırakmıştır. CHP’nin anti demokratik siyaseti, Kürt düşmanlığı kendisini de Alevileri de bitirme noktasına getirdi. CHP’nin Alevileri inkar siyaseti Alevileri her türden saldırıya açık hale getirdi. Geçmişte Aleviler CHP politikalarının kendi inançlarına hizmet ettiğini düşünürdü. DAİŞ saldırıları Alevilerde önemli bir bilinç yarattı. Aleviler kimin ve hangi ideoloji ve siyasetin kendilerini koruyacağını daha iyi gördü. Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına getirilmesiyle geçmiş inkar ve imha siyaseti değiştirilecekmiş gibi bir hava estirilmek istendi. Kılıçdaroğlu üzerinden devlet, hem Kürtlere, hem Alevilere mesaj vermeye çalıştı. Fakat Kürtleri Türk, Alevileri de İslamlaştırmak için çalışan siyasetin CHP’de güçlü olması, (niyeti ne olursa olsun) Kılıçdaroğlu’nun CHP üzerinden Alevi ve Kürtlere çekici gelmesini sağlayacak mesajlar vermesine izin vermedi.
Son seçimde devlet bunu da görerek AKP ve MHP’yi bir daha başa getirdi. Niye? CHP ile Alevi soykırımını yapamaz, Alevileri aldatamaz. Kılıçdaroğlu zaten devşirme, devşirilmiş bir Kürt’tür. Bu nedenle Kürtleri de çok fazla etkileyemez. Hacıbektaş’taki son uygulama bir kez daha T.C.’nin Alevileri kendi çizgisine çekmek ve Alevisini yaratmak için çok büyük bir saldırı içinde olduğunu gösterdi. Bu noktada Alevilere dönük saldırıları boşa çıkaracak en sonuç alıcı yol kesinlikle Alevi soy damarlarını esas almaktır.
Aleviler içinde devlet yandaşı bir kesim geçmişten beri zaten var. Buna rağmen devletin Alevisi denilmesiyle ne kastediliyor?
Bununla demek istediğimiz şudur; 1500’de Osmanlı’nın Balım Sultan ile Alevilere dönük başlattığı bir asimile etme saldırısı var. Bu saldırı Pîr Hace Bektaş Veli ismini kullanıyor. Pîr’in ismini de kullanarak hem Bektaşiliği istediği gibi şekillendiriyor ve yönlendiriyor, hem de Alevilik ile Bektaşilik arasındaki sınırı ortadan kaldırıyor. Örneğin Türkmen Aleviliğinin kimlik kazanmasında çok önemli rol almış olan Baba İshaklar, Baba İlyaslar unutturuluyor.
Osmanlı’nın Balım Sultancılığı, Cumhuriyet devletinde İttihat ve Terakkici Baha Sait çizgisine dönüştürülüyor. Bu saldırının temel hedefi, “Alevilik özbeöz Türk inancıdır. Alevilik özbeöz Anadolu Müslümanlığıdır” ilkesini yaşamsallaştırmaktır. Devletin Alevisi en başta bu ilkeye göre şekillendirilmiş olandır. Devletin Alevisi, Aleviliği devletin hizmetine sokan kişidir. Aleviliğin öz değerlerini temsil etmeyendir. Alevi inancını ve kültürünü, gösteriş için kullanandır. Kapitalist modernite kültürü ile Aleviliği birbirine karıştırandır. Yine siyaset bizim işimiz değil diyerek Alevileri demokrasi mücadelesinden uzaklaştıran, Alevileri bölen, Alevilerle Kürt halkı ve emekçi sınıflar arasına mesafe koyandır. Kadına yaklaşımı Can felsefesine ve ruhuna göre olmayandır. Kısacası Alevi inanç ve kültüründe bilinen temel değerleri unutup devletin değişik yol ve yöntemlerle kendisine sunduğu maddiyatı kapmak için Aleviymiş gibi yapandır.
Aleviler içinde baskı ve diğer sebeplerden ötürü belli bir parçalama demesek de farklı yerde durma yaşanıyor. Bu da daha çok Aleviler adına hareket ettiğini söyleyenler içinde yaşanıyor. Bu ve benzer duruşların Alevi mücadelesine ve Alevilere verdiği zararlar ve yarattığı tehlike hakkında neler söylenebilir?
Aleviler içinde bir kesimin halen de devlet hakkındaki düşüncesi net değil. Bunlar konuşur ve karar alırken ‘devlet iyi, AKP-MHP iktidarı kötü’ der gibidir. Bu kesim, ‘bundan sonra bir şey değişmeyecek en iyisi biz AKP-MHP ile aramızı iyi yapalım’ diye düşünüyor. İyi bilmek gerekir ki Türkiye’de devletin bir tarafı sol, sosyal demokrat, laik, bir taraf da dinci diye bir şey yoktur. Aleviler ve Kürtler söz konusu oldu mu, T.C’nin tüm siyasi oluşumları bir ve tektir. Devleti temsil eden siyasi yapılarının hepsi Aleviliği bütünüyle Türkleştirme ve İslamlaştırma refleksiyle hareket edip, bunu nihayete erdirmeyi temel görev sayıyorlar. İşte bu düşünce karmaşası içindekiler Alevileri tutum alırken kararsız kılıyor, en basit bir eylemde bile farklı farklı düşünceler ileri sürerek parçalanmalarına yol açıyor. Farklı düşünmek ayrı, çok somut ve net olan bir konuda değişik sebeplerle farklı düşünüyorum demek ayrı şeylerdir. Alevilerde bu ikincisini yaşayanlar az değil.
Alevilere zarar veren ikinci husus ise Aleviliğin kendisine yakın bulduğu İslami değerlerle kurduğu ilişkinin ele alış tarzında yaşanıyor. Alevilik İmam Hüseyin, Hz. Fatma ve Hz. Ali üzerinden İslam’ın devrimci, halkçı, eşitlikçi, adaletçi değerlerini kendisine yakın hissetmiş, bu değerleri kendi felsefesine göre yorumlayarak içselleştirmiştir. Bu kültürel yakınlığı ya çok yanlış ve abartılı ele alarak abartmak ya da yok saymak Aleviler içindeki fikri ayrılıklara yol açabiliyor. AKP-MHP-Hizbullah ittifakı bu zaafı da kullanarak kafa karıştırıyor. Bu da Alevilerde inançsal kimlik tanımlamasında sorunlara yol açıyor. Alevilerin bunu da aşması gerekiyor. Evet, Aleviler İslam’dan etkilenmişler ama bu etkilenme kendilerine göre bir etkilenmedir. Yoksa Ali Erbaş’ın, Erdoğan’ın söylediği gibi değildir. Bu noktada da Aleviler herhangi bir komplekse, zaafa düşmemeliler. Çünkü Kürt ve Alevi düşmanı cephe, Alevilerle Müslüman halkı karşı karşıya getirmeye çalışıyor. Aleviler bu konuda duyarlı olabilmelidirler. Devlet bir bütün Alevileri parçalamak, bölmek, kendi Alevi’sini yaratmak üzerinden Aleviliği bitirmek isterken bu tür zaafları da kullanarak Alevileri teşhir ediyor, saldırı için toplumda meşruiyet yaratmaya çalışıyor.
Alevilere dönük saldırılara karşı mücadele eden önemli bir kesim var. Alevi kurumları var. Yani Alevilerde belli bir örgütlü yapı söz konusudur. Ancak sürekli Alevi mücadelesi eleştiriliyor. Bu mücadelenin etkili olmadığı, birlik içinde hareket etmediği eleştirisi yapılıyor. Hangi yol ve yöntemle mücadele edilirse Alevilere dönük kültürel soykırım saldırısı etkisiz kılınır, sonuçsuz bırakılır?
Alevi kurumlarının bir süre önce kendi içinde başlattıkları bir tartışma vardı. Aleviler özellikle de 2022’de yaptıkları toplantı ve konferanslarda çok önemli kararlar aldılar. O tartışmalar ve alınan kararlar saldırılara karşı mücadelede sonuç alıcı olabilir. Bu nedenle en başta Alevi örgütlerinin aldıkları kararların gereğini yapmaları gerektiğini düşünüyorum. Burada bir kez daha can alıcı bir noktaya temas etmek istiyorum. Alevilere dönük kültürel soykırım saldırısının ana hedefi Alevilerin hepsini Türk yapmak ve Aleviliği de Anadolu Müslümanlığı dedikleri inanç yapmaktır. O zaman birincisi tüm Alevileri Türk yapan saldırıya karşı Kürt Alevilerinin kendi kimliğine sahip çıkmasını gerekli kılıyor. Yani Kürt Alevilerin etnik ve inançsal kimliklerine sahip çıkması yaşanan kültürel soykırım saldırısına karşı yapılacak ilk işlerden olmalıdır.
AKP-MHP-Hizbullah Alevi’si olunmak istenmiyorsa, o zaman Kürt Alevilerin kendi kimliklerine sahip çıkması gerekiyor. Kürt Aleviler hem etnik, hem de inançsal kimliklerine sahip çıkarlarsa bu saldırıların tümüne yakını boşa çıkacaktır. Kürt Aleviler inançlarını, ibadet ve ritüellerini Kürtçe yapmalılar. Böylece saldırının ana hedefi olan tüm Aleviler Türk’tür, Alevilik de Anadolu Müslümanlığıdır tezi boşa çıkmış olur. Bu esas alınırsa Aleviler çok rahat nefes alır. Yani sadece Kürt Alevilerin Kürtçe konuşması, Cemlerini Kürtçe tutması, Dua ve deyişlerini Kürtçe söylemesi yetiyor. Kısacası Türk İslam sentezi saldırısına karşı yıkılmaz barikat, alınmış yaraları iyileştirecek derman, Kürt Aleviliğinin özgünlüğüne, ülkesindeki Jiyarlarına, Ocaxlarına, özellikle de kadınların hem inanç değerlerine, hem de diline sahip çıkmasıdır. Alevilerin inanç kavramlarını doğru kullanmaları da saldırılara önemli ve etkili cevap olur.
Türkmen Alevilerinse en başta Balım Sultan ve Baha Sait’in Hacı Bektaş’ı ile Menteşlerin, Baba İlyas ve Baba İshakların Pîr Hace Bektaş-ı Velisini birbirinden ayırması gerektiğine inanıyorum. AKP-MHP Diyanetinin ve kültür bakanlığının pankart ve dövizlerindekinin önünde değil, Kadıncık Ananın dergahında hizmet etmiş Pîr Hace Bektaş Veli huzurunda dara durmalıdır. Diğer süreklerin de tarihsel kimliklerini, inançsal ve kültürel değerlerini dikkate alarak kendilerinden Aleviliğe kattıklarını bizzat kendileri yeniden ele alıp öyle tutum alması gerekiyor. Aleviler, devletle bağlantılı bazılarının ne söylediğine bakmaktan çok kendileri sözünü söyleyebilmelidir. Örneğin devletle bağlantılı eylem ve etkinliklere karşı tavır ya da yeni kararlar alabilirler. Devletin yaptıklarına karşı alternatif eylem ve etkinliklerinin olması da önemli bir savunma mücadelesi olacaktır.