Metin ASLAN
Kemal’i anlatacaksam eğer, sanırım onunla nerede? Ne zaman? Ve nasıl? Tanıştığımdan başlamalıyım.
Ben Kemal PİR ile Tuzluçayır’da 1975 yılının Mayıs’ında tanıştım. Tanışmamız bir tesadüf değildi. Biz bir grup arkadaş örgütsüz devrimciydik. Bir çoğumuz Denizlerin ve Mahirlerin örgütleri olan THKKO ve THKP/C’ye sempati duysak da onların ardından bu hareketleri temsil ettiklerini söyleyenlerin güven vermemesi nedeniyle kendi yolumuzu kendimiz çizmek, neyin doğru neyin yanlış olduğunu arayarak bulmak istiyorduk. Bunun için bize bilimsel sosyalizmi herhangi bir örgütün süzgecinden geçirmeden, yorumsuz kavramamızı sağlayabilecek bir eğitmene ihtiyaç duyuyorduk. Zira farklı farklı hareketlerin çıkarttığı ve bizim merakla okuduğumuz her dergi bize doğru geliyordu. Bunda bir yanlışlık, gariplik olduğunun farkındaydık. Hepsi doğru olsaydı ortalıkta bu kadar farklı ve çok sayıda örgüt olamazdı. Kusurun veya yetmezliğin bizde olduğunun gayet farkındaydık. Bu nedenle samimi bir eğitmen arıyorduk. Levent isminde birisiyle tanışıp sorunumuzu tartıştık. Mahallemizin Topal Veli’si vardı. Aktaş Meslek Lisesinde okuyordu. O bize Levent’i önermiş ve yanında getirip tanışmamızı sağlamıştı. Levent ile daha ilk görüşmemizde anladık ki, o da bizim gibiydi. Bizden daha donanımlı, bize eğitim verebilecek düzeyde değildi. Bunu Levent’in kendisi de ilk buluşma ve tartışmamızda anlamıştı. Ama bize yardımcı olmak da istiyordu. ‘Ben aradığınız kişi değilim, ama bir arkadaşım var. O çok yetkin birisi, isterseniz sizleri onunla tanıştırabilirim’ dedi. ‘Belki beklentilerinize o cevap olabilir’ demeyi de unutmamıştı. Tamam dedik ve anlaşıp randevulaştık.
Sanırım Mayıs’ın ilk haftasıydı. Randevu günü, bizim arkadaş grubumuz merakla ara sokaklarda tartışarak volta atıyor, gelecek önemli eğitmenimizi merakla bekliyorduk. Geldiğinde ona soracağımız soruları, kendisinden neler beklediğimizi nasıl izah edebileceğimizi netleştirmeye çalışıyorduk.
Levent ile sözleştiğimiz gibi gelişti her şey. Tam saatinde Erenler kahvehanesinin köşesinden iki kişi çıktı. Birisi daha önce görüştüğümüz Levent’ti. Yanındakinin üstünde eski bir ceket ve bacağında koyu renk kadife bir paltolun vardı. Levent’ten biraz daha kısa idi. Yere sağlam bastığından emin olmak istercesine öne doğru adeta abana abana adımlarını atarak ilerleyen, pos bıyıklı, kumral bir genç adamdı. Yaşça hepimizden büyük olduğu bulunduğumuz mesafeden anlaşılabiliyordu.
Yakınlaştık, yüz yüze geldik. Levent ‘Size sözünü ettiğim arkadaş bu. Adı Kemal’ dedi. Dil Tarih Coğrafyadan olduğunu da söylemişti. Dayım da aynı okuldan yıllar önce mezun olmuştu. Orada arkeoloji okumuştu. Şimdi Sivas müzesinde müdürlük yapıyordu. Bu fakültede devrimci öğrencilerin her zaman baskın olduğunu ilkin ondan duymuştum. Bu bende Dil Tarih Coğrafya fakültesine gizli bir sempati besletirmişti. Aynen ODTÜ’ye karşı hissettiğim gibi.
İlk tokalaşmayı sanırım biz yaptık. ‘Merhaba arkadaşlar tanıştığımıza memnun oldum’ dedi. Demesine dedi ama, bu öyle bir deyişti ki hepimizi adeta çarptı. Hançeresinden çıkan berrak, ahenkli pürüzsüz davudi ses insana güven veren renkteydi. Türkçesi çok düzgündü. Temiz bir Türkçeydi. Bana bir sesin bu kadar tok ve aynı zamanda bu denli berrak olabilmesi sanki mümkün değilmiş gibi gelmişti.
Henüz selamlaşma bitmiş bitmemişti ki arkadaşlarla göz göze geldik. Herkesin gözündeki ifade aynen şöyleydi; ‘Tam aradığımız hoca. Nihayet aradığımızı bulduk’!
Topluca yürüyerek, bir çoğumuzun mezun olduğu ilk mektep olan Tuzluçayır İlkokulunun arkasına gidip çember oluşturarak oturduk. İlk intiba en sağlam en iyi intibadır derler. İnsanlar üzerinde bıraktığınız ilk etkinin gücünü sakın hafife almayın. Yanıltsa da doğrultsa da…Yanıltan da doğrultan da bu ilk intibadır. Size yön veren o ilk gözlemdir.
İlk tanışma toplantımızda kendisinden ne istediğimizi çok açık ifade ettik. ‘Biz sizden bize bilimsel sosyalizmi yorumsuz, yalın, katıksız, katkısız öğretmenizi istiyoruz. İstediğimizi almamıza yardımcı olun, tek tek biz hepimiz kendi yolumuzu kendi özgür kararımızla kendimiz çizeceğiz. Eğer kafamıza yatan, doğru ya da doğruya çok yakın bir hareket bulamazsak kendi örgütümüzü kendimiz kuracağız’ dedik. Donanımını yoklamak için o zamanlar çok güncel olan ve dünya sosyalist hareketinin bölünmesine neden olan sosyal emperyalizm, üçüncü dünyacılık konusunda bireysel düşüncelerini sorduk. Aldığımız cevaplar tatmin ediciydi ve hoşumuza gitmişti. Arkadaş grubumuzdaki herkes reel durum ne olursa olsun kendi devrimlerini yapmış ülkelere saygılıydı. Saygısızca ve ölçüsüzce yapılan eleştirilere, nitelemelere sıcak bakmıyorduk. Sosyal emperyalizmci üçüncü dünyacılara ‘Hele siz önce kendi ülkenizde bir devrim yapın, ondan sonra iri laflar edersiniz’ ayarında bir karşı duruşumuz vardı. Ben bu ayarın biraz ilerisinde duruyordum. Dünya sosyalist sistemi içerden çökertmek için ABD emperyalizminin geliştirdiği bir beşinci kol hareketi olarak görüyordum. Eğer Kemal sosyal emperyalizmcilerden birisi olsaydı heralde anında ondan soğurdum.
Kemal ile tartıştığımız ilk konu eğitimin nasıl olacağına dairdi. Biz düzenli ve sistematik bir eğitim istiyorduk. Eğitimin düzgün yürüyebilmesi için Kemal’in yanımızda kalması gerekiyordu. Ondan çok şey istediğimizin farkındaydık. Onun okulu vardı, kendisine ait bir yaşamı vardı. Biz yaşamını bize göre yeniden düzenlemesini istiyorduk. Bu çok fazlaydı. Ama başka türlüsü mümkün gözükmüyordu. Kemal’e önerimiz, kirasını bizim karşılayacağımız küçük bir gecekondu tutmak, onun buraya taşınmasını sağlamaktı. Yok demedi. Tamam olur dedi. Aynı gün bir arkadaşın ailesine ait gecekonduyu ayarladık ve ona eşyalarını getirmesini söyledik.
Kemal öbürkü gün Skoda marka bir pikapla geldi. Eşyaları çok az, eski hatta bugünün gözüyle bakacak olursak döküntü kabilindendi. Eşyalarının arasında pastan imanı çıkmış yaylı bir demir somya, somyanın pasının içine işlediği yüzü olmayan bir pamuk döşek, yine yüzü olmayan bir mitil, içi kitaplarıyla dolu büyük bir Samsun sigara kolisi, bir piknik tüp birkaç küçük çay bardağı, ezik büzük bir tava ve küçük bir alüminyum tencere ile çok eski bir kilim vardı. Bu evi döşemeye yetmezdi. Kalan eksikleri biz karşılayacaktık. Herkes bir veya birkaç eksiği tamamladı. Artık yerde üzerinde oturabileceğimiz minderlerimiz, sırtımızı yaslayabileceğimiz yastıklarımız, yeterli sayıda çay bardağımız, muhtemel yapabileceğimiz bekar yemekleri için tabak, çatal, kaşığımız da tamamdı.
Programımız önemli veya hatırı sayılır bir aksilik çıkmadığı sürece her gece çalışmaktı. Öyle de yaptık. Her günün gecesi okunan kitaplar üzerinden tartışmalar yürütülüyor, herkes her konuda kendi düşünce ve yorumunu ortaya koyuyordu. Kısa süre sonra medeni cesaret sorunu yaşayan hiç kimsenin kalmadığını fark ettik. Küçük de olsa bir topluluk önünde konuşma sorunu yaşayan kimsemiz kalmamıştı. Öğrencilerin sayısı her gün değişiyordu. Zaman zaman misafir veya konuk öğrencilerimiz de oluyordu. Kemal’in evinde yoğunlaşmanın olduğunu duyan ve merak eden ve bizimle merhabası olan herkes en az bir kere uğramaktan kendisini alamıyordu. Çoğu kez sabaha kadar süren tartışmalarımız o kadar hararetli, kıran kırana ve yüksek sesliydi ki, ev sahibimiz şörüklü Cemal’in babası Abdullah amca kendi yatak odasına bitişik olan gecekondumuzun duvarını yumruklayarak, ‘Yeter ulan yeter. Bırakın da karımızla yatalım. Sizin yüzünüzden iş tutamaz olduk. Sizin de devriminizin de …… Yatın uyuyun oğlum, yarın yaparsınız devrimi’ derdi.
Abdullah amcanın küfürleri gecelerimizin değişmeyen ritüeli olmuştu. Ama hakkını vermek lazım, her gün tamamen kendi damağının üretimi olan farklı ve yeni küfürlerle tartışmalarımızın ortasına dalardı. Biz, o duvarları yumrukladığın da birkaç dakikalığına fısıltıyla tartışmamıza devam ederdik. Ama bu fısıltılı fikri çekişme kendiliğinden yavaş yavaş tekrar yüksek sesli tartışmaya dönüşürdü. Sesimiz, o daracık ara sokak bile denilemeyecek çıkmazdaki bütün evlere kadar giderdi. İlk günler içer de kavga olduğunu sananlar bile olmuştu. Zamanla çıkmazın bütün sakinleri bize alıştı. Tartışmalarımızın yol açtığı gürültüye ilk defa tanıklık edenler endişeli şaşkın gözlerle etrafa bakınınca çıkmazın kadınları, ‘Bizim uşahlar devrim yapıyor, telaşlanacak bir şey yok’ diyerek onları yatıştırırdı.
Yoğunlaşmamız felsefeyle başlamıştı. Benim en çok sevdiğim dersti. Politzer’in Felsefenin Temel İlkeleri esas kaynağımızdı. Ama onunla yetinmezdi Kemal. Mao’nun Teori Pratiği, Marks-Engels’in Seçme Yapıtlarındaki felsefe bölümleri, yine Engels’in Doğan’ın Diyalektiği, Stalin’in Diyalektik ve Tarihsel Materyalizmi tartışmalarda sık sık başvurduğumuz, alıntılar yaptığımız kaynaklardı. Çok renkli, zengin ve gürültülü tartışmalarımız belli bir doygunluğa ulaştığı, artık tekrarın başladığı yerde Kemal son kez devreye girer ve konunun toparlamasını yapardı. İkna olmayan olmadığını söylerdi. Ama Kemal’in toparlamaları genellikle buna ihtiyaç bırakmazdı. Anlatımları her zaman tutkulu, heyecanlı ve çok sistematikti.
Pek çok insan Kemal PİR’in sadece bir eylem adamı olduğunu sanır. Kim bilir belki böyle olduğu kendilerine anlatılmıştır, belki de yaptıklarına bakarak bu sonuca varmışlardır. Ama Kemal entelektüel bakımdan birikimli, yetkin ve donanımlıydı. Yüksek bir ikna gücüne sahip olmasının ardında da onun bu güçlü donanımı yatıyordu.
Kelam PİR ile sayısı sürekli olarak artıp eksilen, kimilerinin çok düzenli kimilerinin düzensiz katılımıyla yürütülen yoğunlaşmalarımız dokuz ay kadar sürdü. Bu süre içinde Kemal etüt edilmedik önemli bir konu başlığı bırakmamıştı. Felsefe, İnsanlık Tarihi, yani Toplumlar Tarihi, Kapitalizm, Emperyalizm, Sosyalizm, Komünizm, Ulusal Sorun, Ekonomi Politik gibi en temel konular üzerinde bizleri yoğunlaştırdı. Bazen Kemal’in katılamadığı günler de olurdu. Zamanla bu işi kendi başımıza da yürütmeyi becerir olmuştuk. Kim bilir belki de Kemal bilerek bizi kendimizle baş başa bırakıyordu.
Kemalsiz tartışmalarımızda netleştiremediğimiz konuları kendisine aktarır, ne düşündüğünü sorardık. O bizim öğretmenimizdi, kılavuzumuzdu. Ama kuşkuculuğumuz, sorgulayıcılığımız daha işin başından beri bizimle birlikteydi. Neden, nasıl gibi sorularımız her zaman hazırdı. Merak kadar itirazımız da cebimizdeydi. Hemen her başlık altında yürütülen tartışmalarda ortalığa sayısız soru ve itiraz saçardık. Kemal düşüncelerine itiraz etmemizden, karşı düşünce belirterek eleştiri yapmamızdan hiç rahatsız olmazdı. O, 1974 affıyla dışarıya çıkmış o dönemin Türk solunun bilinen adamları gibi, sözünün üstüne söz söyletmeyen sözde devrimcilere hiç benzemiyordu. Bizi ona iten veya onun bizi çeken en belirgin özelliği belki de bu idi.
İtirazlarımızı dinledikten sonra ‘aslında meseleye bir de şu açıdan bakılabilir’ diyerek yaptığı girişin ardından ortaya koyduğu argümanlara genellikle ikna olurduk. Olmayanlar daha sağlam doğrularla gelmek zorunda kalırdı. Yani bizi araştırmaya iterdi. Duruşu ve üslubuyla, tartışma konusu olan teorik meseleyi yanlış ele alanlarımızı konuyla ilgili kaynaklara yöneltir, tezimizi destekleyen argümanlar bulmaya ya da ikna olmaya sevk ederdi.
Grubumuz çok renkliydi. En entelektüelimiz Hasan Şerik’ti. Anlama, kavrama bakımından grubun en iyilerindendi. Şehit Doğan Kılıçkaya en hararetli tartışmacılardandı. Şehit Ali Doğan Yıldırım’ın ondan aşağı kalır yanı yoktu. Ama sözünü dinletmeyi başaranlarımızdandı. Tartışmaya girdiğinde tartışmanın odağına otururdu. Mümin Ağcakaya hep dinlerdi. Tartışmaya katıldığını hiç hatırlamıyorum, ama iyi bir dinleyiciydi. Şehit Şahin Kılavuz’un damardan soru sormada üstüne yoktu. Rıza Altun çok fazla katılmazdı. Birkaç kez geldiğini hatırlıyorum. Ama çok parlak bir pratik zekâya sahipti, çelişkileri çok iyi yakalardı. Buna rağmen teorik yoğunlaşmadan çok onu cezbeden pratikti.
Yoğunlaşma çalışmamıza katılan, kendisine Arap diye hitap ettiğimiz bir arkadaşımız daha vardı. O hariç kimsenin yanılgısında o kadar inadına ısrar ettiğini hatırlamıyorum. Diğer arkadaşlar ya ikna olmuştur ya da ikna etmiştir. Arap ikisini de yapamazdı. Kendisini severdik, ama bilmemeyi ayıp saydığı için kendisini sık sık zor durumda bırakırdı. Onun sözlüğünde ya da dağarcığında ‘bilmiyorum’ yoktu. Bilmediğini bilmiyordu, bilmediğini bilmek istemiyordu, bilmediğini kabullenmek ona çok ağır geliyordu. Bizim yaptığımızın tersine Kemal yine de bir günden bir güne, onu bir kerecik olsun bozmamıştır, kırmamıştır.
Devam edecek…