AKP faşizminin 17 yıllık iktidarının ilk birkaç yılını çıkardıktan sonra geriye kalan, yaklaşık 14 yıllık iktidarı boyunca mazlum edebiyatıyla başlayıp, hile, aldatma, adam kayırma, çalma, baskı, işkence, zindan ve elbette en çok da kanla Türkiye halklarına haksız savaşları dayatarak toplumu teslim almaya çalıştılar. Şimdi de nereden çıktığı belli olmayan Korona (Covid-19) virüsüyle toplumu açlığa, işsizliğe ve korkuya boğarak teslim almaya çalışıyorlar. Bu yönüyle AKP tam bir özel savaş aygıtına dönüştü.
Niye mi?
İktidarları sallantıya girdi de ondan. Bu nedenle devlet içinde ayakta kalmak için başlarında Cumhurbaşkanı baş danışmanı ve SADAT’ın kurucusu Adnan Tanrıverdi olmak üzere, MİT başkanı Hakan Fidan ve MİT Özel Faaliyetler Daire Başkanı Kemal Eskitan gibi isimlerin içinde yer aldığı bir özel savaş ekibini kurdular ama kurdukları özel ordu yetmeyince, bu sefer de 1947’de TSK içinde yapılanan 16 derin devlet mensubuyla birlikte ABD’ye gidip eğitim alıp dönen ve siyasetin içine yerleştirilerek Milliyetçi Harekat Partisini kuran Alpaslan Türkeş’in partisiyle ittifaka gitti. Ancak buna rağmen sistemini inşa edemedi. Bu nedenle suç ve çıkarlarda kader birliği ettikleri Ergenekoncuları da yanlarına aldılar. Eh bir de bunların yanına içerden çıkardıkları Alaattin Çakıcı’yı monte edecekler her halde.
Türkiye bugün bir bütün olarak özel savaş rejimiyle yönetilmekte. Bu rejime sadece faşist ya da diktatör demekle bu iktidarı tanımlayamayız. Bu iktidarın önemli yerlerinde duran bürokratların büyük bir bölümü bu özel savaş rejiminin elemanları. Yani Cumhurbaşkanı sekreteri İbrahim Kalın’dan tutun da, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya kadar hepsi Özel savaş rejiminin hizmetinde. Bugün devlet kurumlarının tümü AKP, MHP ve Ergenekoncular ya da Avrasyacılar tarafından işgal edilmiş durumda. İslamcılık, milliyetçilik ve ulusalcılık ise inançlarından ziyade çıkarlarını korumanın temel argümanı olarak kullanılmakta.
Bu özel savaş rejimine karşı anayasa, kanun veya yasalarla mücadele edilemez. Çünkü bu gibi kurumların başlarında Özel Savaş Rejimine bağlı, onlar tarafından atanan kişilerden müteşekkil. Bir avuç özgür basın dışında bunların ahlaksızlıklarını, suçlarını dile getiren zaten yok. Onlar da büyük bir baskı altında. Siyasetçiler deseniz atışmanın dışında ortada çok da yapabilecekleri bir şey kalmadı. Yapmak isteyenleri de zindanlara tıkarak ölümü meşru hale getirdikleri korana virüsüne terk etmişler. Muhalefet ise ortak değerler etrafında örgütlenip halkı ayağa kıldırabilirlerse bu iktidarı rahatlıkla alaşağı eder.
Örnek olarak Bertelsmann Vakfı’nın yayınladıkları ‘Dönüşüm Endeksi’inde (BTI) Erdoğan rejimini ‘otokrasi’ olarak tanımladı ve bu yapıyı fili diktatörlük olarak değerlendirdi.
Otokrasi, kanunlardan ve toplumsal denetim mekanizmalarından kendisini muaf tutmuş siyasal yapılanmalara deniyor. Eh bir de çıkar çoğunluğuna dayalı fiili diktatörlük olduğunda hangi meclisle ya da yasayla bu özel savaş rejimiyle baş edilecek? Çünkü kanunlardan muaf.
Bugün AKP-MHP özel savaş rejimi etrafında oluşan çıkar grupları her şeyi talan ediyor. Bunları durduracak bir yasa da yok. İktidarı ele geçirip kendilerine meşruluk oluşturup hukuku isteklerine göre değiştirip bir zulüm makinesine dönüştürdüler. Muhalefette yer aldığını söyleyen hangi siyasi parti bu özel savaş rejiminin böyle olmadığını söyleyebilir. Şayet söylenenler doğruysa o zaman bu zalim özel savaş rejimine karşı direnmek, onlara boyun eğmemek insan olmanın, toplum olmanın ve doğal hukukun en temel gereği değil midir? Bunu yapmaz isek inanın insan olmaktan çıkacak, onurunu yitiren ve sadece karın tokluğuna çalışan bu özel savaş rejiminin modern köleleri olacağız.
Düşünün gündüz ortası saf temiz gençler şehir eşkıyasına dönüşen polisler tarafından kurşunlanıyor. Analara çocuklarının kemikleri koli içinde gönderiliyor. Mezarlıklar bombalanıp, bir gece yarısı kabirler parçalanıyor. Kadınlar eril sistemin canavar erkekleri tarafından kurşunlanmakla kalmıyor, bedenleri lime lime edilip derin sularda kayıp ettiriliyor. Çocukların sadece bedenleri değil, zihinleri de söz de dini vakıfların insafına ter edilerek tecavüz ediliyor. Gündüz ortası muhalifler kaçırılarak bilinmez çiftliklerde işkencelere tabi tutularak katlediliyor.
Sadece bu korona virüsüne karşı yapılanlara baktığımızda bile bu özel savaş rejiminin ne kadar zalim olduğunu görmemize fazlasıyla yetiyor. Zenginler sırça köşklerinde otururken, İşçiler, yoksullar çalıştırılarak ölüme terk ediliyor. 1 Mayıs’ı bile kutlamalarına izin vermiyorlar. Toplumu bölerek birbirine karşı karşıya getirerek iktidarlarını sürdürüyorlar. Sosyal medya da bir eleştiri yapanı dahi içeri tıkıyorlar. O da yetmemiş gibi, aklı özel savaştan başka bir şeye çalışmayan Bahçeli, “sosyal medyaya herkes kimlik numarasıyla girsin” diyor. Böylece en küçük itirazın bile önünü kesmek istiyorlar. Topluma nefes alacak bir alan bırakmak istemiyorlar. Peki çaresiz miyiz? Elde mücadele edecek bir şey kalmadı mı?
Geriye elbette çok şey kalıyor. Büyük çoğunluk. Ahlakın ve vicdanın gerçek sahipleri. Asıl değerleri üretenler yani toplumun kendisi. Çünkü bu topraklar. Bu yaşam bizim. Yaşamımıza, canımıza, emek ve değerlerimize, kardeşliğimize ve doğamıza kast edenlere karşı bizim de anamızın sütü gibi hak olan direnme hakkı vardı. Bu hak varoluşsal bir haktır.
Bu özel savaş rejiminin oluşturduğu Osmanlı ocaklarından ülkü ocaklarına, Alperenlerden DAİŞ çetelerine ve ele geçirdikleri devlet gücünün dev orduları, sayısız silah gücüne karşı elbette bizim de fikirle, kalemle, her türden direnme araçlarıyla, korkmadan hakkını savunmaya odaklanmış insan yüreğiyle bir araya gelip örgütlendiğimizde bu rejimin kaçacağı yer olamaz. Bu rejimden nemalanan ensesi kalınların, emeğimizi sömüren patronların, değerlerimizi kirletip çalan hırsızlar ve katiller sürüsünden hesap sorabiliriz.
İnsanlar Türkü söylemek için ölümüne direniyorsa, bizim de direnmek için daha fazla nedenimiz var. O nedenle ayrılıkları, küskünlükleri bir yana bırakarak ateşin çocuklarının yaktığı ateşi gürleştirebiliriz. Mesela neden bu zulüm sisteminin daha fazla baskı yapmasına imkan veren vergileri ödeyelim. Hayır, artık hiçbir şeyin vergisini ödemeyelim. Askere gitmeyelim. AKP’li olanlardan alışveriş yapmayalım. Hatta selam dahi vermeyelim. Televizyonlarını seyretmeyelim, gazetelerini almayalım. Elimizden, dilimizden, yeteneklerimizden ne geliyorsa onları ayaklandırıp bu suç şebekesinin üstüne yürüyelim. Unutmayalım bizim kaybedecek bir şeyimiz yok.
İşçi ve Emekçinin Günü olan 1 Mayıs’ınız kutlu olsun….