Amed PİRAN
Uzun bir süreden bu yana AKP-MHP özel savaş rejimi uyguladığı despotik faşizan uygulamalarla Türkiye toplumunu artık nefes alamaz duruma getirdi. Zaten halkın kendisi de “nefes alamıyorum” diyor. Yani bıçak kemiğe dayanmış durumda. Cılız da olsa insanlar artık itirazlarını ve seslerini yükseltmek için bedeli ne olursa olsun deyip yollara dökülüyor. HDP’nin darbeye karşı demokrasi ve özgürlük yürüyüşünden sonra, barolar da adalet ve savunma yürüyüşü gerçekleştirdi ve Meclisin önünde itirazlarını sürdürüyorlar. Bunlar önemli ama yetmez. Herkesin kendi sorunundan doğru değil de her birimizin sorunu hepimizin sorunudur deyip ayağa kalkan, faşizm karşısında ortak bir duruşa ihtiyaç var. En önemlisi de yaşananları doğru tespit eden, buna göre toplumu yönlendiren, örgütleyen öncülük ederek halkı arkasında sürükleyen, cesur halk kahramanlarına ihtiyaç var.
HDP yürüdü ama sanki bir tek HDP’nin darbeye karşı itirazı var. Demokrasi ve özgürlük sorunu sadece HDP’yi ilgilendiriyor. Yine barolar adalet ve savunma için yürüyor ama sanki adalet ve savunma sadece baroların ihtiyacıdır. Oysa her ikisi de ve daha onlarca sorunda hepimizi ilgilendiriyor. O halde HDP’nin yürüyüşüne katılmaktan neden kendimizi alıkoyuyoruz. Baroların yürüyüşüne katılmaktan neden kendimizi alıkoyuyoruz? Oysa olması gereken Türkiye halklarının çıkarına olan, AKP-MHP faşizminin karşıtı olan her yürüyüşe katılabilmektir.
Biz katılmadıkça, bölük parça durdukça onlar daha fazla toplum karşıtı, halklar karşıtı, Kürt düşmanlığı siyasetini daha fazla yürürlüğe koymaktadırlar. AKP karşıtı olan tüm kurumları birer birer azaltarak, köşeye sıkıştırarak bitirmek istiyorlar. Bunun böyle olmadığını kimse söyleyemez. Dönüp geriye bakıldığında HDP’ye atanan belediye kayyımlarına itirazı ortak yükseltilseydi, milletvekilliklerin düşürülme ve tutuklanması izin verilmeseydi, DTK’nın kapatılmasında ayağa kalkılsaydı, mezarlıklar bombalandığında bütün bir toplum kalkan olsaydı, Şehitler kaldırıma gömüldüğünde kıyamet koparılsaydı, Güney Kürdistan’ı işgale kalktıklarında sokaklara dökülünseydi ve daha onlarca yapılması gerekene itiraz ortak yükseltilseydi AKP-MHP faşizmi bu kadar güçlenemezdi.
Oysa biliyoruz ki sabah akşam siyasi partiler her konuda demeç veriyorlar. İşsizlikten tutunda zamlara, baskı ve işkenceden tutun da adaletsizliklere, bekçi polis şiddetinden tutun da, uçaklarla sivil insanların katledilmesine, mezarlıkların bombalanmasına, kadına dönük şiddetten tutun da çocukların istismarına, doğamıza, insanlığımıza her şeyimize baskı işkence uygulanıyor ve bunlara ilişkin açıklama ve demeçler veriliyor. Demek ki onlarca konuda partiler, STK’lar ve toplum aynı fikirde. O halde neden bir araya gelinip bu faşizan sisteme dur denilemiyor. Bir avuç AKP-MHP’li dışında bu sistemi savunabilecek kim kaldı?
AKP-MHP faşizmi her gün biraz daha azaldığının farkında. Kendisine karşıt olan, topluma öncülük yapabilen, halkı örgütleyebilen, sözü ve eylemi olan herkesi ya tutukluyor, ya sindiriyor ya da katlederek devre dışı bırakmak istiyor. Partileri, sivil toplum kurum ve örgütlerini, basını, oda ve baroları ya kapatıyor ya ceza veriyor ya da yasalarla oynayarak bölüp parçalayıp güçsüzleştirerek pasifleştiriyor. Kendisinden başka hiç kimseye siyaset hakkı tanımıyor. Nihayetinde herkes buna darbe diyor, faşizm diyor, despotizm veya başka bir şey diyor. O halde bu tespitler doğruysa böylesi bir faşizme karşı ortak mücadeleden başka da bir çare yok. Kimse tek başına buradan demokrasi ve özgürlükleri inşa edemez. Olması gereken ayrılıkları bir yana bırakıp toplumun özgürlük ve demokrasi isteminde hep birlikte ayağa kalmak.
Bu yönüyle Türkiye’de yaşanan sorunların hiçbiri diğerinden ayırılamaz. Bunu bilen özel savaş rejimi gerçekleri ter yüz etmekle kalmamakta, aynı zamanda hakikatin birliğinde bir araya gelebilecek toplumu parçalayarak karşı karşıya getirmek istemekte. AKP-MHP faşizmi sadece Kürt halkının değil bütün bir Türkiye halkının kaderini kendi elinde tutmak istemekte. Herkeste biliyor ki AKP-MHP faşist rejimi ne yaparsa yapsın Özgürlük Hareketi’nin 40 yıllık mücadelesinin kazandırdığı büyük tecrübeyle Kürtlerin idamını öngören 20. yüz yıl statüsü parçalanıp atılmaya mahkumdur.
AKP-MHP Kürtlerin özgürlük statüsü kazanmaması için Kürtlerin bulunduğu her yerde saldırı gerçekleştiriyor, Kürtlerin topraklarını işgal ederek, sivil yerleşim alanlarını bombalıyor, sivilleri katlediyor. Kürt düşmanlığında hiçbir sınır tanımıyor. Kürt halkının iradesini temsil eden her oluşuma saldırıyor. Milliyetçiliği ve ırkçılığı en üst noktaya taşıyor. Peki, böylesi bir düşmanlık kabul edilebilir mi? Buna karşı sessiz kalınabilir mi? Oysa herkeste biliyor ki Kürtler özgürleşmeden Türkiye’de demokrasi ve özgürlük asla gelişemez. Böylesi bir gerçek orta yerde dururken, Kürtlere karşı geliştirilen düşmanlığa karşı sessiz kalmak, Kürtlerle ortak hareket etmemek AKP-MHP faşizmine devam et anlamına gelir.
Çünkü faşizmi yürütenlerin kendisi ölüm ve kalım savaşı verdiklerini söylemekteler. Biliyor ki, halklar bir araya geldiğinde gidecek hiçbir yerleri olmayacak. İktidarları her gün daha fazla eridiğini çok iyi görmekteler. Bu nedenle toplumsal örgütlüklere saldırarak, dağıtarak ayakta kalabileceklerini biliyorlar. Fakat kendi gücünün farkına varan bir halkı asla yenemezler. Kürt özgürlük mücadelesinin gelişimiyle birlikte Kürt halkının bilincinde inanılmaz bir derecede yükselme olmuştur. Sömürgeciliği daha fazla tanır hale gelmiştir. Milliyetçi, ırkçı, şoven politikaların devlet eliyle geliştirildiğinin farkındadır. O nedenle AKP-MHP faşizminin tüm vahşetine rağmen ayakta kalmasını, Türk halkının devrimci, demokrat kesimleriyle alanlarda ortak mücadele içinde olmasını benimsemiştir. Alanlarda omuz omuza mücadele vermiştir.
Bu nedenle AKP-MHP faşizmi içerde ve dışarıda bilinçli olarak gerçekleştirdiği savaş stratejisiyle halkları birbirine kırdırtmak için elinden geleni yapmaktadır. Türkiye halklarını uçurumun kenarına taşımıştır. Halkların ortak gücünün iktidarına hayat hakkı tanımayacağını bilmektedir. Bir diğer gerçekte, çoğunluk olan demokrasi ve özgürlüklerden yana olanlar. Azınlık olan faşizmin kendisi. Korkması gereken biz değil, onlar.
Neden mi? Çünkü Şehirler şu an barut fıçısına dönmüş durumda. Şehirlerde gelişecek bir tepki her an çığ gibi büyüyebilir de ondan. 24 saatte AKP-MHP faşizminin alaşağı edebilecek, iktidarın seyrini değiştirebilecek bir kapasiteye sahip. O nedenle şehirleri açık hapishaneye çevirmiş durumdalar. İki kişinin bile bir araya gelmesinden korkuyorlar. Dolayısıyla böylesi dönemlerde toplumun parçalanmasının önüne geçmek, toplumu faşizm karşısında örgütleyerek birleştirmek ve ayağa kaldırmak siyaset sanatının en üst zirvesi olmakta. Tarihin seyrini değiştirecek, Türkiye halklarının makus talihini yenecek halk önderleri kitlelerin önüne geçtiğinde hiçbir gerici güç bu suyun akışını değiştiremez. Unutmayalım şehirlerde milyonlarca öfke örgütsüz ve halk önderlerini beklemektedir.
Bu vesileyle büyük bir halk önderi olan Vedat Aydın’ı şehadetinin 29. Yıl döneminde saygı ve minnet anıyorum.