Evren, doğa yasalarının temelini teşkil eden çelişkiler yumağı üzerine kuruludur. Bilimsel olarak bakıldığında, toplumsal yapılar da, bu çelişki ve çatışmalar ekseninde işlemektedir. Cins çelişkisi bunlardan biri olsa da, tali konumda olmayıp temel çelişkilerdendir. Dolayısıyla ataerkil sistemin ilk şekilleniş sürecinden bu yana, farklı evrelerden geçerek, erkek egemenliği ekseninde varlığını etkin bir şekilde sürdürmeye devam ediyor. Çağımız dünyasında bilim, teknoloji ve iletişimde devasa gelişmeler yaşanırken ve uzayda yaşam arayışları sürerken, cinsiyetler arasında yaratılan eşitsizlikte, olumlu yönde kayda değer bir değişiklik yaşandığını söylemek zordur. Uygarlıklar tarihinin bu kör döngüsünü tersine çevirebilecek karşı duruşların her dönem zayıf kalması, insanlık mücadelesi açısından trajik bir durumdur.
Yakın zamana kadar, sınıfsal veya sosyal temelde gelişen mücadele süreçlerinde, cinsler arası eşitsizlik sorunu temel bir çelişki olarak görülmedi. Devrim mücadeleleri tarihine baktığımızda, hiç bir hareketin, devrim süreçlerinde etkin yer alan kadının konumunu değiştirecek ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini aşacak gelişmelere yol açamadığı tespitinde bulunmak, yanlış olmasa gerek. Ne yazık ki, kadınlar, hep genel mücadelenin yedek gücü olarak ele alındı. Fransız ve Rus devrimleri pratiğinde yaşananlar bunun en somut göstergeleridir.
Eşitlik, özgürlük, kardeşlik şiarıyla yükselen 1789 Fransız burjuva devriminde ön saflarda yer alan Olympe De Gouges, devrim sonrası yayımlanan Evrensel İnsan Hakları Bildirgesin’de kadınların insan ve yurttaş kategorisinde görülmemesi karşısında, devrime olan inancını kaybeder. Çünkü, monarşinin yıkılmasıyla ilan edilen cumhuriyet, cinsiyet eşitsizliği gerçeğini değiştirmemiştir. De Gouges ortaya çıkan bu duruma şiddetle itiraz etmiş, devrimin, kadın mayasıyla büyütülmesini söyleyerek, devrim içinde devrimi savunmuştur. Böylece kadınsız devrimi giyotine benzeterek, Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ni yayınlanmasını sağlamıştır. Devrimin ana omurgasını oluşturan ve sürükleyici gücü olan kadınların yok sayılması karşısında, “Kadına darağacına çıkma hakkı tanınıyor; öyleyse kürsüye çıkma hakkı da olmalıdır” diyerek, kadının kendi adına siyasi irade olması gerektiğini savunmuştur. Ancak Jakoben iktidarına karşı mücadelesinin bedelini, giyotine gitmekle ödemiştir.
Fransız Burjuva devrimi sonrası kadının düşürüldüğü konum, reel sosyalizm sürecinde de yaşam bulmuştur. Kadınların, sadece ihtiyaç duyulduğu için, erkeklere ait olarak görülen siyasal ve askeri alanlarda geçici bir dönem konumlandırılmalarını, bir özgürlük yanılsaması olarak algılanmasının ötesine geçilememiştir.
Rus Bolşevik devrimi sürecinde, Rosa Luxemburg ve Clara Zetkin gibi birçok sosyalist feminist, ideolojik anlamda erkek egemen sistemi ve cinsiyetçi ideolojiyi çözümlemelerine, kadın özgürlük mücadelesine yönelik devrimsel nitelikte çıkış yapmalarına rağmen, sosyalist sistemin inşa süreci sonrası, erkek egemen cinsiyetçi politikaların yeniden hortlamasını engelleyememişlerdir. Cinsel özgürlüğü, sınıfsal özgürlüğe endekslemeleri, proletaryanın özgürlüğünü bütün ezilenlerin, kadının, ulusların özgürlüğünün teminatı olarak görme yanılsamasına düşmeleri, kadın özgürlük mücadelesini büyük bir çıkmaza sürüklemiştir. Oysa reel sosyalizm pratiği, bütün devrim tezlerini yerle bir ediyordu. Bolşevik devrimi sürecinde, ön saflarda ‘erkekle omuz omuza’ mücadele veren kadınların, devrim sonrası tekrar geleneksel erkek egemen sistemin burgacına sürüklenmesi, bu çıkmazın acı bir göstergesidir. Tüm bunlardan çıkarılan önemli sonuç, kadın kendi özgücüyle, özgün örgütlenmesini yaratmadığı sürece özgürleşemeyeceği gerçekliğidir.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, bu çelişki ve çıkmazı gören bir noktadan hareketle, cinsiyet eşitsizliği sorununun çözümlenmesi doğrultusunda, yeni bir perspektifle Kadının Kurtuluş İdeolojisini geliştirdi. Bu perspektif doğrultusunda, erkek egemen zihniyetin, binlerce yıllık tarihsel süreçlerde kadın üzerinde sürdürdüğü hegemonyanın, kadınla erkek arasında derin eşitsizlik yarattığını çözümledi. Buna göre, insan ruhu bilinçli ve sistemli bir şekilde, cinsiyetler arasında yaratılan eşitsizlik girdabında şekillendirilmiş, kadın kölelik statüsüne sürüklenmiştir. Kadının Kurtuluş İdeolojisi, kadına kölelik statüsünü dayatan erkek egemen zihniyetin köklü sorgulanması, cinsiyetler arası eşitlik temelinde değişim dönüşümün yaratılması yönünde, yeni bir mücadele perspektifi ortaya koymaktadır. Bu devrimsel dönüşümün ise kadının kendi gerçekliğinin bilincine vararak, kendi özgücüyle oluşturacağı bir kopuşun yaşanmasıyla mümkün olabileceğini savunur. Böylece kadın özgürlük mücadelesi, Jineoloji kadın bilimi ışığında, ataerkil cinsiyetçi sisteme karşı ideolojik, taktik, stratejik mücadele yöntemlerini içeren çok boyutlu bir eksene oturtuldu.
Bu bağlamda geliştirilen Cinsiyet Özgürlükçü Paradigma, özgürlükçü bir toplumsal yapılanmanın inşasında, kadın merkezli toplum modelini esas almaktadır. Böylece güçlü bir ideolojik zemine oturtulan Cinsiyet Özgürlükçü, Ekolojik Demokratik Toplum Paradigması, kadının özgürlük mücadelesinde yeni bir çığır açtı.
Kürt Özgürlük Hareketinin son kırk yılda yarattığı büyük siyasal ve toplumsal dönüşüm ve gelişmeler, kadın dinamizminin temel eksen olarak belirlenmesinin yansıması oldu. İşte böylesi bir ideolojik mücadele ekseninde yükselen Kürt Kadın Hareketi, Kürt toplumunu temelden dönüştüren bir toplumsal özne haline gelmiş, geleneksel devrimsel süreçlerde görülen kadının yedeklenmesi anlayışından paradigmasal bir kopuş gerçekleştirmiştir.
Kürt kadınlarının Cinsiyet Özgürlükçü Paradigma ekseninde yükselttikeleri mücadelelerinin temel hedefi, yalnızca kadınlara kamusal alan içerisinde yer açmak değil, kamusal alanı kadın değerleri doğrultusunda dönüştürmek, erkek egemen yapıyı yıkmak ve kadınları kadınlık bilinciyle eğitmek olmaktadır. Gerek silahlı mücadele zemininde, gerekse toplumsal yaşamın bütün alanlarını etkileyen bağımsız bir politik güç olarak ortaya çıkan bu dinamizm, özellikle belediyelerde, sivil toplum kurumlarında, siyasi partilerde ve yaşamın tüm alanlarında eşit temsiliyet ve eşbaşkanlık sistemini hayata geçirmesi, dünya kadın mücadelesi bakımından da bir çok ilklere kaynaklık etmektedir.
Kürt Kadın Hareketinin son otuz yılda yükselmesiyle birlikte, gerek Türkiye ve Ortadoğu, gerekse dünya kadın hareketlerini etkileyen yeni gelişmelere tanıklık edilmektedir. Bugün dünyada gittikçe yükselen kadın mücadelesi, özellikle Kürt Kadın Hareketi’nin hem özel, hem de kamusal alanda yer almak ve bu alanları dönüştürmek için verdikleri mücadeleyi büyük bir ilgiyle izlemekte, sahiplenmektedir.
Kadın öncülüğünde gelişen Rojava Devrimi, Dünya Kadın Hareketlerince örnek model olarak benimsenmektedir. Zilanlardan, Beritanlardan, Sakinelerden devraldığı özgürlük bayrağını yükselten Arîn Mîrkanların, tecavüzcüler çetesi DAİŞ saldırganlığına karşı ortaya koydukları büyük kahramanlık sonucu elde edilen zafer, artık eşitlikçi bir toplumsal yaşama dönüşmüştür.
Bir 8 Mart’ı daha karşılarken, tüm dünya kadınlarının, kadın öncülüğünde gelişen cinsiyet eşitlikçi, özgürlükçü bir toplumsal sistemin sembolü Rojava Devrimini, ruhlarında, yüreklerinde hissederek, dayanışma içinde olmaları dileğiyle 8 Martlarını kutluyorum.