Duran Kalkan: 15 Ağustos’tan sonrası düşmanın kaçmak zorunda kaldığı bir süreç olabilir

0
317

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, her yerde Kürtlere saldırdığını, Kürt düşmanı olduğunu hatırlatarak, bunu karşı yanılgılı ve zayıf şaklarımdan sıyrılmak gerektiğini söyledi. “Kendini örgütleyeceksin, eğiteceksin, tanıyacaksın, mücadele edeceksin, elini kolunu kırıp sana saldıramaz hale getireceksin düşmanı” diyen PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, şunları altını çizdi: “O sana nasıl saldırıyor, düşmanlık yapıyorsa en az onun kadar sen de ona saldıran pozisyonda olacaksın, mücadele edeceksin. Bu dünya böyle, böyle yaşanıyor. Kendimizi böyle bir eğitim ve örgütlenmeden geçirmeli ve mücadeleyi böyle anlamalıyız. Elimizi kolumuzu tutan mı var? Birileri bizi vuruyorsa bizim niye vurma hakkımız olmasın? Ne bizi bağlayabilir? Meşru savunma mıdır, değil midir? Sanki bir uluslararası hukuk var. Sanki dünyada adalet var da hukuk-adaletle kendimizi sınırlandırmaya çalışıyoruz. Bunlar uydurma durumlar. Kürtlerin hiçbir şeyde kendini sınırlandırılacak bir şeyleri yok.”

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Medya Haber TV’deki ‘Özel Program’da soruları yanıtladı. Kalkan’ın, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi eksenli gelişmelerle ilgili geniş kapsamlı söyleşideki değerlendirmeleri şöyle:

38. YILA DAHA GÜÇLÜ GİRDİK

Büyük atılımın 38. yılına, yani 38. Özgür Kürt Yılına, özgürlük mücadelesi yılına Hareket ve halk olarak etkili bir biçimde girdik. Önemli bir zirve oldu. Bu temelde ben tekrar Önder Apo’nun ve halkımızın Ulusal Diriliş Bayramı’nı kutluyorum. Özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürüten herkese üstün başarılar diliyorum. Başarılı da olacağız. 38. yıl birçok yeni gelişmeye açık aday, gebe görünüyor. Gіrіş de bu temeldedir. Coşku, heyecan güçlüydü. Her alanda kutlamalar, eylemler oldu dört parça Kürdistan’da, yurt dışında. Kürtler kadar dostları, kadınlar, gençler, çok değişik halklardan devrimciler, demokratlar, 15 Ağustos’un yıl dönümünü çok daha anlamlı ve derin kutladı. Güçlü açıklamalar yaptılar. 15 Ağustos’un ne kadar çok yayıldığı, dünyada tüm ezilenlere ulaştığı bir kere daha görüldü.

15 Ağustos etkinlikleri/kutlamaları, Dem Dema Azadiyê Ye hamlemizi gerçekten de doruğa çıkardı. İmralı işkence ve tecrit sistemine karşı bir büyük mücadele oldu. Evet tecrit sürüyor, baskılar yoğun. İmralı’da büyük bir mücadele var. Bu mücadelenin dışarıda çok daha fazla anlaşılır hale geldiği, sahiplenildiği, Önder Apo’nun duruşunun sahiplenildiği, Önder Apo’nun duruşunun bütün halkımız dostlarımız tarafından benimsenerek, bu temelde Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadelenin daha çok yükseltildiği ortaya çıktı. Hukuki mücadelenin yanında kitle mücadelesi ve eylemlilikler var. Dünyanın dört bir yanında bu mücadele sürüyor. Büyük başarı umutlarını ortaya çıkarıyor. Gerçekten de 38. savaş ve direniş yılına daha güçlü, daha umutlu girdik. Heyecan ve coşku doruktaydı. Önder Apo, ‘umut zaferden daha değerlidir’ diyor. Gerçekten de 38. yıl umudu çok büyük. Heyecanı fazla. Bu umut ve heyecan büyük zaferler, gelişmeler yaratacak. Buna inanıyoruz. Bu temelde mücadeleyi sürdüreceğiz. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü temelinde İmralı işkence ve tecrit sistemini parçalamak, dolayısıyla AKP-MHP faşizmini yıkıp Kürdistan’ı özgür, Türkiye ve Ortadoğu’yu demokratik yapmak için 38. 15 Ağustos yılını her zamankinden çok daha büyük, kapsamlı, derinlikli bir özgürlük ve demokrasi mücadelesi yılı haline getireceğiz. Kararlıyız ve başaracağız.

GERİLLANIN SELAMLAMA EYLEMLERİ DAMGA VURDU

Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen hemlemizde bir zirve oldu. Bu zirveye damgasını gerillanın 15 Ağustos Atılımı’nın 38. yılına girişi selamlama eylemleri oluşturdu. Aslında esas belirleyici bu oldu. Bu oldukça önemliydi, anlamlıydı. Her yerde eylemler oldu. Sadece işgal edilmeye çalışılan Medya Savunma Alanları’nda değil; Kuzey Kürdistan’ın hemen bütün temel eyaletlerinde Gever’de, Botan’da, Serhat’da, Dersim’de, Amed’de, her yerde eylemler oldu, ağır darbeler vuruldu. Bilançolar merkez karargahımız tarafından kamuoyuna duyuruldu. Hepsi de başarılı eylemlerdi. Gerçekten umut veren, heyecan veren 38. yılın daha büyük mücadele, gelişme, zafer yılı olacağını en açık gösteren aslında gerilladaki bu eylemsel çıkış, gelişme. Bunu böyle görüp anlamamız gerekli.

Hiçbir şey bedelsiz olmuyor. En zor koşullarda büyük mücadeleler yürüterek, bedeller ödenerek bu kazanımlar elde ediliyor, savaş yürütülüyor. Öyle basit bir durum değil. Herkes bunu bilmeli zaten. Merkez Karargahımız da bilançoları verdi, durumu açıkladı. Geçen sefer de belirttik; aslında AKP-MHP faşizminin 2021 planlaması yenilgiye uğratılmıştır, başarısız kalınmıştır. Bu görülüyordu. İpuçları ortaya çıkmıştı. Bu geçen süre bunu daha çok kanıtladı. Neler kanıtladı? Kuzey Kürdistan’ın hemen bütün temel eyaletlerinde başarılı gerilla eylemleri oldu. Kentlerde mücadele sürüyor. AKP, MHP faşizmine darbeler vuran mücadele. Savaş her yere yayıldı. Gerilla her yerde. Bakur’da bitti, şu oldu, bu oldu, diyorlardı. Nasıl bitti, bu kadar ağır darbeler vuran eylem yapıyor gerilla. Hem de hiç beklenmeyen, hesap edilmeyen yerlerde. Gerillanın nerede ne zaman nasıl ortaya çıkacağı belli değil. Nasıl vuracağı belli değil. Her yerde her an çıkabilir. Nefesi faşizmin soykırımcıların ensesindedir. Bunu herkes görüyor, onlar da yakından hissediyor.

YENİ BİR EYLEMLİLİK SÜRECİNİN BAŞLAMASI

Diğer yandan 23 Nisan’dan bu yana savaş cephesi olarak Metîna, Zap, Avaşîn alanlarında direniş sürüyor. Heftanîn, Xakurkê buna ekleniyor. Xakurkê’den Gever’e, Şemzînan alanında gerçekten etkili eylemler oldu. Daha güçlü eylemler de yapacaklar. Önümüzdeki süreç, aslında bizim askeri olarak da başlatılan hamleleri daha çok eylemselliklerle geliştireceğimiz bir süreç olacak. Sadece bu 15 Ağustos eylemlerini bir selamlama değil, aslında planlaması başarısız kılınmış, boşa çıkartılmış AKP-MHP faşizmine karşı yeni bir darbe vurucu, çökertici gerilla eylemlilik sürecinin başlaması olarak da değerlendirebilir. Öyle bir süreç gelişecek, bu görülüyor.

DÜŞMANIN TARZI VE PLANLAMASI BOZULDU

Düşman hakim olamıyor bir defa. Aşırı karadan zorlanınca hava saldırılarına başvuruyor. Kimyasal gaz benzeri şeyler kullanıyor. Bunlar açıklandı. Buna rağmen gerillayı belli bir mıntıkadan sökemiyor yani. Gerilla her yerde. Her an ortaya çıkıp düşmana darbe vurur ve vuracak pozisyonda. Zaten eylem görüntüleri yayınlanıyor. Ne haldedir düşman? Perişan halde. Çoğu yerde kendini koruyamıyor, saklanıyor, gizleniyor. Sonuçları, Türkiye kamuoyundan gizleniyor. AK-, MHP faşizmi doğru bilançoları vermiyor. Hesaplarına geleni açıklıyorlar, kullanıyorlar, gelmeyeni gizliyorlar. Durum böyle. Bu temelde bir süreç var artık. Bu 15 Ağustos’tan sonrası daha büyük askeri gelişmelerin olduğu, işgalcilerin daha çok zorlandığı, darbeler yediği, belki de kaçmak zorunda kaldığı bir süreç olabilir. Buna açık bir pozisyon var. Böyle bir gelişme durumu olabilir. Biz bu kadar tecrübe edinmiş, en zor durumu yenmiş bir gerillanın işgali kıracak bir hamle yapma gücünü göstereceğine inanıyoruz. Bu konuda, yani düşmanın tarzı önemli ölçüde bozulmuştur. Planlaması da başarısız kılınmıştır.

KDP OLUMSUZLUKLAR YAPMAZSA

Gelişme gerilladan yana olacak, gerilla eylemlilikleri yaygınlaşacak. Tabii KDP olumsuzluklar yapmazsa. O cephe hala tehlikesini sürdürüyor. Karargahımız açıkladı. Bizim ekleyeceğimiz bir şey yok. Tekrarlamamız da gerekmiyor. Tehdit ve tehlike devam ediyor. KDP’nin sorumsuz pozisyonu sürüyor. İşgalcilerin daha ağır darbe yiyip işgalin kırılması biraz buradan engelleniyor aslında, bunu herkes bilmeli. Zaten açıklanıyor. Eğer bu engel daha fazla olmazsa önümüzdeki gelişme, süreç işgalcilerin daha ağır darbe yediği bir süreç olacak.

PKK HER ZAMAN ÊZÎDÎLERİN YANINDADIR

AKP-MHP faşizmi, Şengal’e saldırmayı, 15 Ağustos’un yıl dönümünde saldırı yapmayı bir alışkanlık haline getirmek istiyor. Aslında nasıl zorlandığının, darbe yemiş olduğunun bir göstergesi de oluyor. Şengal saldırısıyla, 15 Ağustos Atılımı’ndan yediği darbenin psikolojik etkisinden kendini kurtarmaya çalışıyor. Bu vahşice bir saldırı. Hastane vuruldu. TC sınırlarıyla ile hiçbir alakası yok. TC yönetimiyle hiçbir ilişkisi olmayan yerde, Şengal’de Êzîdî Kürt toplumu vahşi saldırılara maruz kaldı, kalıyor. Bu dünyanın gözü önünde. İşte bu son saldırılar, hastane, hastane öncesinde de gerçekten Şengal’in iradesi, özgür iradesi, yiğit evladı, büyük bir Kürt yurtseveri ve devrimcisi Seîd Hesen’i katlettiler, güvenliğiyle birlikte. Mam Zeki’yle en fazla birlikte çalışandı. DAİŞ soykırımının önlenmesinde, Şengal’in demokratik özerklik temelinde özgür bir irade kazanıp bugüne kadar gelmesinde en çok katkısı olan bir insandı. Gerçek bir halk önderiydi. Şengal Êzîdî Kürtlerinin lideri, iradesiydi. Bütün toplumu, demokratik özerklik iradesini temsil ediyordu, resmiyeti vardı. Böyle bir kişi tabii çok bilinçli, planlı bilinerek hedef yapıldı ve katledildi. Seîd Hesen bir 15 Ağustos şehidi oldu. Tıpkı Mam Zeki gibi. Bu büyük şehidi PKK yönetimi adına saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Ailesi, yakınlarına başsağlığı dileklerimi ifade ediyorum. Halkımızın acılarını paylaşıyoruz. Her zaman şunu ifade ettik; PKK ve bütün Kürtler her zaman Êzîdîlerin yanındadır. Özgür iradelerini esas almaktadır. Şartsız bir biçimde her zaman bu özgür duruşa, iradeli duruşa destek vereceklerdir. Bu bilinmeli yani. Hiçbir güç, PKK’yi ve Kürtleri böyle bir tutumdan ve desteklemekten alıkoyamaz. Bu açık bir durum.

MESELE BİZİM NE YAPACAĞIMIZ

PKK’nin görüşlerinin doğruluğu bir kere daha kanıtlandı. Şengal’deki Êzîdî Kürtlüğü, Şengal halkları demokratik özerklik temelinde özgür olmalılar. Kendi kendilerini yöneten ve kendilerini savunan konumda olmalılar. Olmazlarsa ne olur? 16-17 Ağustos katliamı gibi olur. Bu netleşti. Şimdi bazıları, yönetiminizi, savunma güçlerimizi feshedin, diyor. Niye yapsınlar? TC’nin vurup kırması, yakıp yıkması, yok etmesi için mi yapsınlar bunu? Buna ihtiyaç yok deniliyordu. Peki ihtiyaç yok diyenler neredeler? Türk uçakları hastaneyi vururken nerdelerdi? Ne yaptılar buna karşı? Hiçbir şey. Dolayısıyla artık kimsenin hiçbir şeyi söyleyeceği kalmamıştır. Gerçekten ortada bir Irak var mı? Irak devleti var mı? Bağdat’ta bir yönetim var mı? Sorgulanır bu durum yani. Var ise nerededir? Êzîdîlere karşı bu kadar laf söyleyenler, Türk uçakları hastaneyi vururken, Êzîdî toplumunun komutanını, diplomatını cadde ortasında katlederken nerdelerdi? Bu toplum nelerine inanacak bunların daha? Hangi söze inanacak? Dolayısıyla durum netleşmiştir, açığa çıktı. Her şey alavere dalavere, çıkar gereği. Denebilir ki herkesin kendi çıkarını yürütür, ne diyebilirsiniz? Evet, biz de öyle yapmak istiyoruz. Her şey göz önünde. Ben şu şöyle yaptı, bu böyle yaptı demiyorum, demek istemiyorum da. Biz ne yapacağız? Mesele oradadır. Geçen sefer de bunun üzerinde durmuştuk hatırlarsanız. Tehlike görünüyordu çünkü. Şimdi daha fazla durmalıyız.

DÜŞMANI OLMAYAN KÜRT İŞ BİRLİKÇİSİDİR

Türkiye niye vuruyor, Amerika niye sessiz, Irak niye korumuyor, bilmem KDP niye böyle işbirlikçilik yapıyor? Bunları söylemeye gerek yok. Yaptılar, tabii herkesin parmağı vardı. Seîd Hesen’in düşmanları vardı. Kim olduğunu biz de biliyoruz. Düşmanları da kendilerini tanıyorlar yani. Vurdular, vurdurdular. Hiç kimse demesin ki biz sorumlu değiliz bundan ya da hiçbir şey bilinmiyor. Her şey biliniyor. Mesele şurada: AKP-MHP faşizmi/TC devleti, soykırımcıdır, Kürt düşmanıdır. Bu sadece TC sınırları için geçerli değil. Dört parça Kürdistan’da, dünyanın dört bir yanında; nerede Kürt varsa bu devletin düşmanıdır. Düşman olmayan Kürt ondan yanadır, iş birlikçidir. Bu kadar, ötesi yok. Bu, bu kadar netleşmiş. Şimdi şunu burada tavsiye etmemiz lazım: Bu devlet topyekun faşist, soykırımcı, özel savaş konseptiyle Kürtlüğü dört parça Kürdistan’da, dünyanın dört bir yanında yok etmek için saldırıyor. Düşman yani. O halde bir saldırı varsa bize karşı biz de bu saldırıya karşı kendimizi savunmak durumundayız. Biri bize düşmanlık yapıyorsa, onun tehlikelerini önleyecek, zararını önleyecek kadar bir duruş göstermeliyiz. Biz de biraz ona düşmanlık yapmayı bilmeliyiz. Burada zayıf kaldık. Burada zayıf kalıyoruz. Bunu artık aşmak lazım. Yani bunun için devrimci halk savaşı stratejisinden söz ettik. TC devleti ve AKP-MHP faşizmi ile bütün Kürtler savaş halindeler. Hem de ölüm kalım savaşı. Bunun şurası burası yok. Her yerde bu savaş var. AK-MHP faşizmi öyle yapıyor. İşte Şengal’de nasıl bu vuruşları yapabilir? Ne alakası vardı TC devletiyle? Sınırlarda zaten her tarafını kuşatmıştı. Şengal’de ne arıyordu? Demek ki nerede Kürt varsa düşmanıdır. O halde ben Kürt’üm ve de yurtseverim diyen herkes, bu AKP-MHP faşist yönetimine karşı savaş halinde olmak zorunda. Kendini ondan korumak zorunda. Ona karşı mücadele etmek zorunda. Hem de topyekun direniş temelinde. Devrimci halk savaşı stratejisi temelinde mücadele etmeli, mücadele pozisyonu almalı. Kendi güvenliğini sağlarken de mücadele ederken de. İşte biz bunu yapamadık, yapamıyoruz. TC devleti her yerde vuruyor. Bir çok alanda bizi vurmaz, işte TC sınırları içinde değiliz gibi bir yanılgı yaşanıyor. Kürt’sen vurur seni. O sınırın içindeki Kürtlere değil, bütün Kürtlere düşman. O halde sen de bu Kürt toplumunun, ulusunun bir parçasıysan sana da düşman.

DEVRİMCİ İNTİKAM TEMELİNDE MÜCADELE EDİLMELİ

Düşmanına karşı nasıl durulursa öyle duracaksın. Yani tedbirini ona göre alacaksın, mücadeleni ona göre yapacaksın, yapabilmek lazım. Biz yaparız demeliyiz. Herkes mücadele etmeli, herkes imkanlarını devrimci intikam savaşı temelinde bu faşist soykırımcı saldırıları yapanlara karşı mücadele etmeli. İntikamını almalı tabii Mam Zeki’nin, Seîd Hesen’in. Şengal’de neredeyse YBŞ öz savunma ordusunun bütün komutanlarını vurdu. O seni vuruyor, sen peki ona karşı ne yapacaksın? Bir şeyleri olmalı. Biz bu konuda tutum, tedbir geliştirmede zayıf kaldık, tutum almakta zayıf kaldık. Onun için tedbir de geliştiremiyoruz, zaten mücadele etmede zayıf kalıyoruz. Şimdi bu olaylar ders çıkartmamızı sağlamalı. Esas olan bu. Mücadele ile ayakta kalınıyor, savaşarak ayakta kalınıyor. Mücadele etmeliyiz. Êzîdî Kürtlüğü kendi demokratik özerk yaşamını kendisi örgütler, yaşar. Birisi onlara vermez. Biri bize versin, şu bize şunu sağlasın, şunların içine girelim dememek lazım.

BİRAZ YANILGILAR, ZAYIFLIKLAR OLDU

Kendini örgütleyeceksin, eğiteceksin, düşmanlarını tanıyacaksın, mücadele edeceksin, elini kolunu kıracaksın düşmanın. Sana saldıramaz hale getireceksin. O sana nasıl saldırıyor, düşmanlık yapıyorsa, en az onun kadar sen de ona saldıran pozisyonda olacaksın, mücadele edeceksin. Bu dünya böyle, böyle yaşanıyor. Kendimizi böyle bir eğitim ve örgütlenmeden geçirmeli ve mücadeleyi böyle anlamalıyız. İşte burada biraz yanılgılar oldu, zayıflıklar oldu. Tedbir, tutum geliştirmede zayıf kalıyoruz saldırılara karşı. İşte isabet aldı. Gerçekten de ağır. Hiçbirinizin kaldıramadığı, hazmedemediğimiz bir düzeydi. Diğer yandan ise imkanları faşizmi yıkma mücadelesine seferber etmede zayıf kalıyoruz. Sadece açıklama yapılmakla oluyor. Niye? Elimizi kolumuzu tutan mı var? O bize bir vuruyorsa biz ona iki vuralım, en azından bir vuralım. Vurmak hakkımız değil midir? Birileri bizi vuruyorsa bizim niye vurma hakkımız olmasın? Ne bizi bağlayabilir? Meşru savunma mıdır, değil midir? Bazı kavramların içine girilmiş. Bunlar uydurma durumlar. Kim çıkardı bunu bilmiyorum. Sanki bir uluslararası hukuk var. Sanki dünyada adalet var da hukuk-adaletle kendimizi sınırlandırmaya çalışıyoruz. Kürtlerin hiçbir şeyde kendini sınırlandırılacak bir şeyleri yok. Bu dünya Kürtlere ölümden başka bir şey vermiyor ki ne isteyecek onlardan? Akıllı olmamız lazım. Biz böyle mücadele edersek, yani düşman elini kolunu kırarız. O kadar şeyi yoktur. Fakat işte bu biraz zayıflıklarımızdan faydalanıyor. Çökme noktasına gelmiş AKP-MHP faşizmi, bu kadar teşhir olmuş, gerilladan bu kadar darbe yiyor. Bakın işte böyle bir noktada vuruyor. Ya nereden gidiyor o bilgi? Nasıl biliniyor orada? Yani deniliyor ki bilmem ajanlar oluyor, ihbarlar. Peki oradakiler ne yapıyorlar? Bu ne biçim yaşam, ne biçim duruş? Bence herkes biraz daha öz eleştirel yaklaşmalı, doğru ders çıkartmalıyız.

Olup bitenleri doğru anlamalıyız ve her şeyi mücadeleyle kazanacağımızı bilmeliyiz. Kendimizi eğiteceğiz, örgütleyeceğiz, mücadele edeceğiz, kendi öz gücümüze güveneceğiz. Kendi meşruiyetimiz kendimizedir? Kendi resmiyetimiz kendimizedir. Onunla bununla zaman geçirmeye gerek yok. Öyle bir şey de yok ortada. Yani sanki sağlanabilir, elde edilebilirmiş gibi. Bu bakımdan yani bu çok ağır, acı bir durum ama önemli dersleri var. Bu dersleri kesinlikle çıkarmalıyız. Mam Zeki’nin ve Seîd Hesen’in anısına doğru bir duruş çizgi, doğru bir örgütlenme ve mücadele etmeliyiz. Ne olacaksa olsun. Yetersiz mücadele durumuyla böyle sonuçlarla karşılaşacağımıza yiğitçe mücadele edelim. Hareket olarak, halk olarak, tüm Kürt yurtseverleri olarak, yani sonucu ne olursa olsun hiç olmazsa savaşarak, düşmanımıza vurarak yaşamış ve şehadete ulaşmış oluruz. Başka türlüsü olmaz. Tutum, çizgi kesinlikle bu olmalı. Böyle de olacak. İnanıyorum ki; bütün Kürtler, başta Şengal’deki Êzîdî Kürt halkımız olmak üzere dört parça Kürdistan’da, yurt dışında bu olaydan doğru ders çıkaracaklar. Şu yapmadı, bu niye yapmadı diye, ondan bundan bеklеуеn değil de kendi öz güçleriyle kendilerini savunmak durumunda olduklarını bilip anlayarak, kendi eğitilmiş, örgütlenmiş, mücadele eden güçlerine güvenecek. Öz güçlerine güvenecekler. Öz savunmalarını bu temelde pratikte somutlaştırarak geliştirecekler ve faşist soykırımcı düşmanın saldırılarını boşa çıkartıp ona darbe üzerine darbe vuracaklar. Bu temelde Mam Zeki’nin de Seîd Hesen’in de intikamı mutlaka alınacak. Hem de misliyle birlikte.

AFGANİSTAN DÜNYANIN MERKEZİ GİBİ

Afganistan, dünyanın merkezi gibi bir şey. Her zaman bir çelişki ve çatışma etkeni. Bu geçmişten beri böyle. Bu durum aşılmış değil. Bu anlamda Afganistan’da çok yönlü bir mücadele var. İçteki çeşitli kesimlerin, siyasi güçlerin kendi iç çelişki ve çatışmaları var. Diğer yandan ise dış çıkar, çelişki ve çatışması çok fazla. Dünyanın tüm güçlerinin eli Afganistan’ın içinde. Yoğun bir dış müdahale var. Böyle bir çatışma etkeni. Bu son gelişmeler de bu durumun sonucu olarak gelişiyor.

SOVYETLER’İN ÇÖKÜŞÜNDEKİ ETKİSİ

Ben kendi yaşamımdan hatırlıyorum. İran’da Şubat 1979’da şahlık yıkıldı. Kasım’da da Afganistan’da darbe oldu. Darbe yöntemiyle iktidara el konuldu. El koyanlar, Sovyetler Birliği yanlısıydı. Sovyetler Birliği, Afganistan’ı etkisi altına alıyor diyorlardı. Sovyet orduları Afganistan’a sevk edilmişti. Buna karşı yoğun bir karşı duruş, karşıt güçlerin mücadelesi oldu. 10 yıl sürdü bu savaş. Taliban ve diğerleri böyle bir savaş içinde ortaya çıktı. Aslında Sovyet etkisine Afganistan’ın girmesini engellemek için Amerika ve NATO, darbeyle yönetim olanlara karşı her türlü savaş durumunu sevk etti. 10 yıl sürdü o yönetim herhalde. O yönetimin başkanı da şimdiki Eşref Gani gibi bırakıp kaçtı. Darbeci yönetim düştü. Afganistan bir kargaşa içerisine girdi. Sadece Afganistan yönetimi düşmedi, Sovyetler Birliği de çöktü. Sovyetler Birliği’nin çözülüş ve çöküşünde Afganistan’daki mücadelesi çok önemli bir rol oynadı. Ondan sonra işte o 90’lı yıllarda Taliban çıktı, yönetim oldu. Zaten mücadele içindeydi ve bu güçlerin hepsini ABD ve NATO destekliyordu. Bundan sonra 11 Eylül 2001 olayı oldu. Bunun üzerine ABD savaş açtı El Kaide’ye ve Afganistan yönetimine.

SOVYETLER’İN BENZERİNİ NATO YAŞIYOR

20 yıldır ABD ve NATO, Taliban’ı engellemek, Afganistan’ı Taliban’dan almak, ayrı bir yönetim kurmak için çalışıyorlar. İşte en son Temmuz’daki NATO toplantısında açıklama yaptılar. Amerika bir süredir açıklıyordu. Devletimizi kurduk, ordumuzu eğittik, yeni bir yönetim oluşturduk, kendini savunacak güce geldi ve biz çekiliyoruz, diyorlardı. Geçen bir ayda her şey tersyüz oldu, perperişanlar şimdi. Güçlerini bile çekemiyorlar, elçiliklerini bile koruyamaz hale geldiler. 89’da Sovyetler Birliği ne yaşadıysa şimdi benzer bir durumu NATO da yaşıyor. Böyle bir durum var. Bazıları, NATO yeni bir vizyon kazandı, dünyayı yeniden kuracak, kimse NATO karşısında duramaz, diyordu. NATO’nun vizyonunun ne olduğunu gördük. Afganistan’da perişan hale geldiler. Şu an tam bir perişanlığı yaşıyorlar.

NATO’NUN ERDOĞAN’A VERDİĞİ ROL

Bilmem Tayyip Erdoğan’a büyük rol verildi. Şu edildi, bu edildi deniliyordu. Verilen rolün ne olduğu ortaya çıktı. Neymiş rol? Taliban’ın önünden 20 yıldır örgütledikleri ajanları kaçırabilmek, kurtarabilmek için Tayyip Erdoğan’dan sevkiyat istemişler. Git havaalanını tut da biz yandaşlarımızı, işbirlikçilerimizi buradan kaçıralım diye. Yani bu insan kaçıran, göçmen kaçıran tacirler var ya Tayyip Erdoğan yönetimine NATO, Temmuz’daki toplantıda bu rolü vermiş. Tayyip’e ne kadar büyük rol verildi, şu görüşüldü, bu görüşüldü, deniliyordu. Verilen rol bu. Rol mol yok ortada. Daha Tayyip Erdoğan’ın gönderecekleri, Ankara’dan çıkmadan havaalanını da her yeri de Taliban aldı.

DÖRT BAŞLIKTA TALİBAN VE DERSLER

 Bir sürü fiyasko yaşanıyor. İşte bu açıdan yani bu durumlar değerlendirilebilir. Şöyle satırbaşları çizebilir biliriz;

* Afganistan böyle bir yer, çelişki ve çatışmalar çok. Dış müdahaleler çok. Yeni süreç nasıl gelişecek bu bilinmeli, öyle basitçe ele alınmamalı. Taliban gerçekten de ABD tarafından yaratıldı, NATO destekledi. Sonra NATO savaştı 20 yıl. Sonunda da anlaştılar. ABD, aslında Afganistan’a götürdüğü her şeyi sonunda Taliban’a teslim etti. Nasıl ki Musul’da, Reqa’da DAİŞ’e teslim ettiler 2014’te. Benzer biçimde çok daha ağır olarak büyük bir imkânı, gücü, askeri, silahları, her şeyi Taliban’a teslim ettiler.

* Taliban bir Afgan gücü, onu öyle görmek lazım. El Kaide gibi, DAİŞ gibi değil, yani nereye gideceği, ne olacağı belli olmayan, ortalıkta dolaşan bir çete gücü değil. ABD ve NATO’dan destek aldı ama bir Afgan gücüdür. Hep Afganistan’da oldu. Afganistan’da yönetim olmak için savaştı, bedeller ödedi. İdeolojik duruşunu, siyasetini beğenirsin beğenmezsin ama bir gerçekliği var böyle. Taliban’ı daha iyi tanımak lazım.

 * Dış müdahale çok fazla. Gerçekten dış müdahaleye karşı çıkmak lazım. Afganistan olur, Ortadoğu’nun neresi olursa olsun dış müdahaleden yanaymış gibi bir tutum almamak lazım. Dış müdahalelerin kazandıracağı bir şey yoktur. Sovyetler Birliği de Kızıl Ordu’yla gitti, bir şey kazandırmadı. NATO da tüm gücüyle gitti bir şey kazandıramadı. Çatışma, kaos, savaş, krizden başka, ölümden başka bir şey vermediler. Bu halde böyle dış güçler, dış müdahaleyi reddetmek lazım. Bu kadar dış çıkar, çelişki ve çatışmasına karşı çıkmak lazım. Onlar demokrasi götürüyorlarmış gibi, sanki Eşref Gani yönetimi iyiymiş gibi olmamak lazım. DAİŞ’e karşı ABD’ye iş birlikçilerin, Eşref Gani’nin yönetiminden yana olmamak gerekiyor. Onun demokrasiyle şunla bunla alakası yoktu. Tam bir uşak, iş birlikçiydiler, ajandılar. Yani öyle demek daha doğrudur. Onun için de zaten tutunamadı. Kurşun bile sıkamadılar. Bir defa bu dış müdahaleye karşı olmak lazım.

* Dış müdahale gücünü demokrasi sayarak ya da kapitalist modernite ölçülerini, Avrupa’nın ölçülerini, ölçüymüş gibi alarak, özgürlükmüş gibi alarak Taliban’a karşı çıkmamak lazım. Öyle yaklaşılırsa Taliban’a karşı etkili mücadele edilemez. Taliban daha yerel ve yerli kalır. Dolayısıyla Taliban’ı doğru değerlendirmek ve Taliban’a karşı doğru bir mücadele yöntemi belirlemek lazım. Bu da ne demektir? Tabii Ortadoğu’nun, Güney Asya’nın, Orta Asya’nın kültürel, siyasal, toplumsal özelliklerini esas almak, özgürlüğü ve demokrasiyi burada görmek lazım. Kapitalist modernite liberalizminin uydurma demokrasisine aldanmamak gerekli. Onunla Taliban geriletilemez. Yenilgiye uğratılamaz. NATO, ABD onu başaramadı ki birileri yapsın. Bu bakımdan mücadele ederken de dikkatli olmak lazım. Doğru çizgi tutturmak gerekli.

NE TALİBAN NE DE NATO TARAFI

Bir anlaşma var, ABD ve NATO’yla. Anlaşmayla çekildiler. Taliban fırsat bildi ele geçirdi. Şimdi görüşüyorlar hala. Aralarında bir süre yeni bir yönetim şekli de kurabilirler. Afgan toplumuna, kadınlarına, gençlerine daha çok görev düşüyor tabii. Gerçekten de toplumsal özgürlüğü direnişleriyle, iradeleriyle çıkarmalılar ve doğru bir mücadele hattı tutturmalılar Taliban’a karşı. Bunu böyle, ABD ve NATO’dan destek alarak yapacaklarını sanmamalılar. Doğru bir çizgi tutturmak lazım. O çok önemli. Şu yaklaşım yanlış; mevcut durumda Taliban bir sistem dışı güç değil. Yani DAİŞ de sistem dışı bir güç değil, öyle bir şey değildi. Yani sistemin iç çatışmalarının bir devamı, bir parçası bu. Böyle görmek gerekiyor. Dolayısıyla Taliban’ı sistem dışı ya da işte bu kapitalist sisteme karşı ayrı bir sistemmiş gibi görmek gerekiyor. Evet, bazı çelişkileri var ama aradaki çelişki nedir? Ortadoğu’nun, Asya’nın daha çok devletçi, iktidarcı, kendi modernitesiyle yeni devlet olmuş ve ABD’nin, kapitalizmin modernitesi arasındaki bazı çelişkiler. Sistemin özü aynı iktidar ve devlet sistemi bir bütün yani. O bakımdan, yani sanki Taliban’la sistem arasında tam bir karşıtlık varmış da şiddet ve buna göre taraf olmak diye bir şey olamaz. Ne Taliban tarafı olunabilir ne NATO tarafı olunabilir.

ZOR BİR DENKLEM VAR

İkisi de aslında zaten uzlaşmayla yürütüyorlar. O halde kendi çizgisini geliştirmesi lazım halkın, emekçilerin. Kadınlar mücadele ettiler, tepki gösteriyorlar. Oldukça önemli, haklılar. Kadın duruşunu, mücadelesini değerlendirmek gerekli. Fakat kadın duruşu da Taliban’ın erkek egemen zihniyet siyasetine karşı çıkarken bunu kapitalist modernitenin mankenle ettirici çizgisinde yapmamalılar tabi. Gerçekten toplumsal özgürlüğü, kadın özgürlüğünü esas alan bir duruşla yapmalılar. O zaman etkili olabilirler. Çeşitli toplumsal kesimler var, hala karşı çıkıyorlar. Afganistan’da Taliban ağırlıklı yönetim oldu, önceki yönetim devrildi ama Taliban her yere hakim olmuş değil. İç çatışma durmuş değil, kendi iç çatışmaları daha sürer. Kolay değildir Afganistan’ın hepsine hakim olmak. Öncesinden de çok olunamadı. Yani Ortadoğu’ya dönük çete pratiklerini, İslam’ı kullanan güçleri biraz teşvik edebilir mi? Çok sanmıyoruz. Taliban çok onlardan yana değil aslında. Çevresini etkileyecek. Bazıları diyor Soğuk Savaş çıkacak; bazıları diyor, İran’a karşı çatışma olacak. ABD anlaşıyor. Rusya’ya Çin’e karşı kullanacaklar bunları. Artık kendi iç şeylerdir. Zor bir denklem mevcut durumda. Birçok olasılık var. Durum netleşmemiş.

Elbette Taliban’ı iyi tanımak, Afgan toplumunu iyi tanımak, Asya’da Ortadoğu’ya dönük, gerçekten de özgürlükçü, demokratik ama toplumculuğu esas alan bu iktidar ve devlet sistemine, erkek egemen zihniyete karşı çıkan bir mücadele çizgisini örgütleyip geliştirmek lazım. Bunun için de zeminin güçlü olduğu söylenebilir. Çünkü o toplum gerçekten yıllardır savaş halinde. Hareketli. Kadınlar savaş halinde. Bilinçlendiler yani. Öyle biraz yoksul görünüyorlar, onu aldanmamak lazım. Kadınlar çarşaf giyiyorlar ama çok bilinçsiz görmemek gerekli. Büyük bir yaşam tecrübesi var, direngenler. Özgürlükçü, demokratik tutumlar gelişebilir. Taliban’a karşı bir mücadeleye de dönüşebilir. Taliban diğer güçlerle, iktidar güçleriyle henüz egemen olamamış farklı güçlerle nasıl bir ilişki ve çelişki yaşayacak ona da bakmak lazım.

TAYYİP’U KURTARACAK KAPI AÇILMADAN KAPANDI

Afganistan’ı değerlendireceğiz ama bu vesileyle Tayyip Erdoğan yönetiminin durumuna bakmak iyidir. Çok istekliydi, misyon biçilmişti. Tayyip’i kurtaracak yeni kapı Afganistan’dı. Kapandı, daha açılmadan iflas etti. Temmuz’daki NATO toplantısında Biden’in Tayyip Erdoğan’a hangi görevli verdiği açığa çıktı. İşte Afganistan’daki güçleri sıkıştığında onları Türkiye üzerinden kaçırmak. Bu görevi de şimdi yürütüyor, uyguluyor. Bunu uygularken, İran sınırına ördükleri duvar çarptı göçmenlere. Şimdi duvardan geçemiyorlar. Geçemeyince duvar açığa çıktığı. Bir utanç duvarı. Soykırım duvarı. Bütün Kürdistan’ı bölen, Kafkasya’dan, Ağrı Dağı’ndan, Efrîn’e kadar olan sınırın hepsine utanç duvarı çiziyor. Soykırım duvarı. Bunu herkesin görmesi lazım. Boşaltıyor her tarafını, duvar çizmiyor, çekmiyor sadece. Kürt’ü boşaltıyor, Kürt soykırımı uyguluyor. Boş arazi yaratıyor, tampon bölge deniliyordu, iki tarafta. Olmazsa başkaları göçmenler getiriyor, diyorlardı. Şimdi göçmen getirirken bu açığa çıktı, tartışılıyor. Bunları Avrupa’ya karşı da yeniden pazarlık olarak kullanmaya çalışıyor. Şunu söyleyebiliriz; 20 yıldır Karzai ve Eşref Gani yönetimine ABD her şeyi verdi. Sonu Birleşik Arap Emirlikleri’nde bitti. 20 yıldır aynı ABD, Tayyip Erdoğan’a da aynı desteği veriyor. Eşref Gani’nin darısı Tayyip Erdoğan’ın başına diyelim. O kendi yerini hazırlasın. Zamanı yaklaştı.

BEŞAR ESAD’IN AÇIKLAMALARINA İLİŞKİN

Beşar Esad’ın açıklamalarını izledik, takip ediyoruz basından. Önemli, anlamlı bulduk. Böyle olması gerektiğini çeşitli defalarca yönetimimiz değerlendirdi zaten. Basında tartıştık. Politik tartışmalarda ortaya koyduk. Olması gereken buydu. Şimdi böyle bir açıklama özellikle son gelişmelerle de ilişkili olabilir. Afganistan ve Ortadoğu’daki durumdur. Yani Suriye yönetimi, Beşar Esad yönetimi bundan ders çıkartıyor olabilir.

Gerçekten zaten Suriye kurulurken de merkezi değildi. Bölgeler yönetiminden oluşmuştu. Suriye’yi böyle ağır bir merkezi yönetimi yapmak, coğrafi açıdan da toplumsal açıdan da mümkün değil. Farklılıklar çok fazla. Şunu söyleyebilir insan; merkez dayatması Suriye’yi işte bu 10 yıllık çatışmaya götürdü. Daha fazla da götürür. Böler Suriye’yi. Ben açık söyleyebilirim. Eğer merkezilik dayatılırsa böler Suriye’yi. Ademi merkeziyetçi bölgesel yönetimlerin güçlü olduğu bir yönetim tarzı, Suriye’nin birliğini sağlar. Bu kesinlikle böyle. Biz siyasi olarak doğrunun böyle olduğuna inanıyoruz. Niye? Çünkü herkes kendini özgürce ifade edebilir, kendi kendini yönetir hale gelebilir. Suriye bütünlüğüne sahip çıkar. Dayanışma içerisinde kendi öz yönetimini oluşturursa o dayanışma kendisini güçlendirir. Karşı çıkmaz, parçalamaz. Niye karşı çıksın, parçalayıcı olsun? Bu önemli. Bunlar görülmüş olmalı diye düşünüyoruz. Çünkü bir çok dini, milli, etnik gruplar da var. Özellikle Kürtler ve diğer halk toplulukları var. Öz yönetimleri önemli tabii. İşte farklı mezhepler var. Onları gözetmek lazım. Kentler gelişti, Suriye’nin bölgeleri var. Biz de tanıyoruz yani. Geçmişte de bölgesel yönetimler oldu. Osmanlı, önceki yönetimler içerisinde de hep öyle. Çok böyle merkezi bir yönetim yoktu. Umut ediyoruz bütün bunlar değerlendiriliyordur. Başka çare de kalmadı. Artık geç kalma da olmamalı. Şimdi çatışmalar da belli bir noktaya gelmişken çözüm aramak lazım. Yoksa zaman geçerse çözüm fırsatları ortadan kalkabilir. Bütün bunların bir sonucu olmasını diliyoruz. Olabileceğini de düşünüyoruz. Önemli, anlamlı bulduk, takip edeceğiz. Biz özellikle gerçekten de yerel ve bölgesel yönetimlerin geliştirilmesi, demokratik özerklik dediğimiz bir sisteminin geliştirilmesi temelinde Suriye’nin bütün bu sorunlardan kurtulacağını, birliğini koruyacağını söyleyebiliriz. Buna inanıyoruz. Yani işte Rojava’daki Kürt halkımızın böyle hareket edeceğine inanıyoruz zaten. Programları böyledir. Bu temelde defalarca açıklamaları oldu. Yoğun çabaları da var. Değer biçecekler. Biz de genel Kürdistan Özgürlük Hareketi olarak böyle bir çözüm arayışını, yeni bir demokratik sistem kurmayı destekleyeceğiz. Buna etkimiz, bu yönünü kullanırız, kullanacağız. Bunu herkes bilmeli. Gerçekten bir demokratik Suriye’nin gelişmesi, yerel ve bölgesel yönetimlerin, özgünlükleri özerklikleri de koruyacak şekilde daha etkili hale gelmesi çok çok önemlidir.

Suriye’yi bölgede bir çözüm modeli de yapabilir. Hem birlik içinde tutar hem de bir çözüm modeli yapar, öncü kılar, güçlendirir. İnanıyoruz ki; dar ve yüzeysel yaklaşılmaz, içi doldurulur ve sonuç çıkar.

DOĞA İNTİKAMINI ALMASINI BİLİR

Doğal felaketler konusunda bizim birey olarak da örgüt olarak da özeleştiri vermemiz lazım. Özeleştiri vermemesi gereken, baştan değerlendiren, doğru yaklaşan, herkesi uyarmış olan Önder Apo’dur. Bu açığa çıktı. Doğa incelemesini kesinlikle bunun üzerine kurdu ve şu şunu söyledi: Doğa intikamını almasını bilir. Kendine yapılanları affetmez. Kendi yöntemleriyle yapar. Gerçekten doğrulandı önder Apo, şimdiden doğrulandı. Ekolojik devrim üzerinde neden bu kadar yoğun hassas durduğu daha iyi anlaşıldı. Demokratik toplumun, demokratik devrimin, demokratik konfederal rejimin iki temel ideolojik ayağı olarak; kadın özgürlüğünü ve toplumsal ekoloji, ekolojik devrimi almış olması bugünkü duruma bakılarak çok daha iyi anlaşılır hale geldi. Ne kadar haklı olduğunu ortaya koydu. Hareket olarak kadın özgürlüğü yönünde bir yoğunluğumuz, kadınların örgütlenmesi, mücadeleleri, kadın özgürlük devrimi, özgürlük mücadelesinde kadını öncülüğü gelişti. Bu kadın özgürlüğünü ifade eden ideolojik ayak belli bir gelişme, örgütlülük kat etti ama ekolojik devrimi öngören ayak öyle olmadı. Ekolojik eğitim, bilinç, örgütlenme, pratik geliştirmede yetersiz kaldık, zayıf kaldık. Böyle adeta arada bir söуlеуеn ama nasıl örgütlenecek, nasıl pratikleşecek, bu demokratik özerklik mücadelesinde, Demokratik Modernite Devrimi’nde önemi, yeri nedir? Her an nasıl geliştirilir? Bunlar üzerinde çok yoğunlaşmadık. Özeleştiri dediğim bu. Bugünkü durumu görerek yoğunlaşmamız gerekiyor. Başka türlü olmaz kesinlikle. Tehdit büyüktür. Bu yıl yaşananlar korkunç. Bir taraftan kuraklık, bir tarafta sel, tüm dünyayı götürüyor. Her taraf yanıyor; cayır cayır 50 derece olmuş. Küresel ısınma gerçekten ciddi boyutta. Bu yıl ormanlar yanıyor. Gelecek yıl insanlar da yanar, bütün canlılar yanabilir bir tufana gidebilir. İş bu noktaya gelmiştir. Doğa cezalandırıyor, doğa uyarıyor, doğa imdat çağrıları yapıyor.

SORUMLU OLAN DEVLET SİSTEMİDİR

Peki bunlar doğadan mı oluyor Tayyip Erdoğan’ın söylediği gibi. Değil, Tayyip Erdoğan’ın yönetiminden oluyor, içinde yer aldığı sistemin yönetiminden oluyor. Kesinlikle bu durumun ortaya çıkmasından sorumlu olan iktidar ve devlet sistemidir. Esas olarak da kapitalizm onun endüstriyalizmi, yani azami kar için nasıl insanı köleleştiriyor, katlediyorlar, boğazlıyorlar. Bakın saraylarda yaşayabilmek, biraz daha fazla para kazanabilmek için yapmadıkları kötülük kalmıyor bireyler, toplumlar, kadınlar üzerinde. Daha fazlasını doğa üzerinde yapıyorlar. Hiçbir kural, ölçü, ahlak, doğa ilkesi tanımıyorlar. Daha çok kar nereden geliyorsa onun için her şeyi yapıyorlar. Bunu yapa yapa bugün kölelik temelinde insanlığı çürütür, doğayı tüketir hale geldiler. Çürütülen insanlığı yeniden kazanmak için kadınlar ayağa kalktı. Kadın özgürlüğü kesinlikle bunu ifade ediyor. Doğanın bitirilmesine karşı da gerçekten de ekolojik bilincin ayağa kalkması lazım. Direnmesi gerekli. Bunu önlemesi gerekiyor. Kapitalist modernitenin dünyayı kıyamete götürdüğü, felakete götürdüğü açıktır. Hiçbir şey kendiliğinden olmuyor. Hepsini bunlar yarattılar. Artık bu sistem sürdürülemez. Bu sistem toplumun üzerinde de çürütücü, yok edici bir sistem, doğa üzerinde de. Kurtulmak lazım bu kapitalizmden. Böyle bir bilinçlendirme yapmak gerekiyor.

Bunun üzerinde durmalıyız. Çok daha fazla bilinç, örgütlenme ve eylem üretmemiz lazım. PKK olarak, Kürt Özgürlük Hareketi olarak bunu kesinlikle yapmalıyız. Önder Apo’nun düşüncelerini doğru anlamak ve pratikleştirmek ancak böyle olur. Demokratik moderniteyi doğru anlamak öyledir. Kadın özgürlüğünü, devrimini zafere götürmek, kadın özgürlüğü temelinde toplumsal özgürlüğü yaşanır hale getirebilmek için de böyle bir ekolojik devrime, devrimci gelişmeye ihtiyaç var. Ekolojik devrimle birlikte yürümezse kadının özgürlük devrimi de yalnız başına toplumsal çürümeyi, doğanın tüketilmesini önleyemez. Bu halde demek ki doğru ve bütünlüklü yaklaşım gerekli. Mücadeleci duruş gerekli. Biz bu vesileyle bunu da gördük. Bu temelde de aslında tüm yoldaşları, halkımızı olup bitenleri de doğru anlamaya ve ekolojik devrimi doğru anlayıp bu temelde gerekli mücadeleyi yürütmeye davet ediyorum.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here