EMEK, TOPLUMU VAR EDEN ESAS DEĞERDİR -1

0
444

1 Mayıs işçi ve emekçilerin birlik ve dayanışma günü olarak kutlanılmaya çalışılırken, bugüne bu 1991’de vermemiz gereken anlam hiç şüphesiz sosyalizm sorunlarını kavramaya ve emeğin sahiplerinin çıkarması gereken sonuçlarin neler olmasi gerektigini belirtmek yerinde olacaktir.

Son bir kaç yildir sosyalizmin üzerine büyük bir saldiri yöneltilirken, sosyalizmin yapması gereken neydi? Neden sahip çıkmak gerekir? Nasıl sahip çıkılır? Bunca saldırılara uğramasının nedenleri nedir? Bünyesindeki zayıflığı, yanlışlığı nedir? Tekrar çıkış için neler yapılmak durumundadır? Bu sorular sorulup ve cevaplar geliştirilirse, güne de gereken anlamlı yaklaşım gösterilmiş olur.

Sosyalizm, insanlık tarihiyle birlikte kendini gittikçe bilimselleştiren bir ütopya olarak gelişir. Sosyalleşme, yani toplumsallaşma, insan türünün çıkışıyla birlikte başlayan bir varlık şeklidir.

İnsanlar sosyalleştikçe kendi türlerini kanıtlarlar.

Bir anlamda insanlaşma, toplumsallaşmayla başlar, sosyalleşmeyle başlar. Sosyalizm de bu, sosyalleşmenin daha bilimsel iifadesi olma iddiasındadır. Dolayısıyla sosyalizmden kuşku duymak, insandan kuşku, onun sosyal varlığından kuşku duymaktır ki, bu da mümkün olamaz. İnsanın varlığı, sosyal varlığı var oldukça, geliştikçe, sosyalizm de var olacak, gelişecektir. Ve tabii bu da gelişmenin dönemeçlerine göre giderek daha da zenginleşecektir. Insanligin kaderi kendi emeğiyle yazdığı yazgısıdır. O, nereye kadar giderse, neye el verirse, sosyalizm de bir o kadar onun aydınlanmış ifadesi olacaktir.

Sosyalizm durağına tarih boyunca kolay gelinmemiştir. Çok büyük mücadelelerin sonucu olarak onun bilimsel ifadesine yaklaşıldığını biliyoruz. İnsan toplumunun şekillenmesinde, toplumsal mücadele sürekli bir motor rolünü oynuyor. Yine bugüne baktığımızda bile mevcut saldirinin altında da şiddetli bir toplumsal mücadelenin icra edildiğini görürüz. Son tahlilde ulusal ve uluslararası çerçevedeki mücadele toplumsaldır. Sosyalizmin bir mücadele kozu olarak buna katmak istediği daha bilimsel olmaktır. Biz burada sosyalizmin veya toplumsal mücadelenin tarihini çizecek durumda değiliz. Buna hiç gerek yoktur. Çoğunuzun da artık bizzat inceleyebileceği bir konudur.

Son yillarin sosyalizmi bulaniklaştirici, hatta inançtan düşürücü gelişmelerini degerlendirmek daha yerinde olacaktir. Bu bizim açimizdan önemli. Çünkü gerçekten bir saldiri var ve sosyalizmi savunmak, hatta ilerletmek neredeyse ayipli bir duruma gelmiştir. Reelsosyalizmin sorunlarini bütünüyle sosyalizmin sorunlari olarak ortaya koyma hatasi çok yaygindir. Ve hatta bu sosyalizmin etkisi altindan ne kadar kendimizi kurtardigimizi bile kestiremeyecek durumdayiz. Sosyalizmin özünü bütünüyle kavrama düzeyimiz hayli sinirli. Bu sadece bizim gibi çok geri toplumsal özelliklerde seyreden bir halk için degil, dünya genelinde öyle anlaşiliyor ki, sosyalizmin teorisi geliştirilemedigi gibi, uygulamasi da çok çarpik ve hatta özüne ters yansiyacak biçimlere kadar varmiştir. Yine öyle anlaşiliyor ki, reelsosyalizm, yani gerçekleşen sosyalizm, sosyalizm için belki de kapitalizmden daha tehlikeli bir hasim durumuna gelmiştir. Buna nasil gelindi? Çok üzerinde duruldu, durulacak da.

Sosyalizmin özüyle çelişen hatalar nelerdi, yanlişliklara nasil başlanildi, nasil gelişti? Öyle anlaşiliyor ki yogun bir eleştiriyle yönelinecektir. Sosyalizmi sadece MarksistLeninist kavram içine sigdirmak onu daraltma olur. Marks’ı da, Lenin’i de sosyalizmin gelişmesinde bir durak olarak degerlendirmek daha yerindedir. Ve eger sosyalizm bir düzen olarak gelişiyorsa, bu bilimde çeşitli duraklarin da temsilcilerinin olmasi gerektigini anlamak zor degildir. Herhangi bir bilim dali, sadece bir usta tarafindan temsil edilemez. Bilim ekolleri çok çeşitli bilim adamlarinin çabalariyla ve daha günümüzde de bitmemiş bir biçimde sürüp gitme özelligindedir.

Bir toplumsal bilim dali olarak sosyalizm de çeşitli aşamalarin pratigine bagli olarak kendini geliştirecektir. Teorisini ve pratigini sik sik gözden geçirerek ki toplumun bilimsel ifadesini, bir kimyanin bilimsel ifadesinin çok daha degişik ve hatta kesinlikten öteye, olasiliklarla,  olasiliklara daha fazla yer birakan bir özellikte oldugu için  kesinlikten kaçinilacak, böylece giderek daha fazla iç olasiliklarina göre bu temelde kendini geliştiren, dolayisiyla da bir çok dönemde bir çok temsilciyle veya bunun teorisi ve pratigiyle ugraşanlarca ilerletilecektir.

Burada mühim olan insanlik tarihi boyunca bir sosyal mücadelenin varligidir. Giderek sosyalizm karşisinda olanin, toplumun üstünde dolayisiyla toplumsal emegin üstünde kendine bir yer edinmek isteyenin ve her zaman tarihte karşimiza egemensömürücü simalar olarak çikanlarin, bunu inkar etmek istedikleri, bunun yerine başka teorilerle veya uyuşmalarla sosyal mücadelelerinde hep sosyalizmi ret etmişlerdir.

Bir toplum gerçekten emege dayali olarak gelişen bir organizmadir. Muamma türüdür. Emegin türleri vardir. Hiç şüphesiz bilimsel emek, siyasal emek, ekonomik emek kategorilere ayrilabilir, ama mühim olan toplumsal gelişmenin öyle kendiliginden toplum üstü kuvvetler tarafindan olmadigi, talihle, kazara toplumun içinden bazilarinin gelişine yol açmadigidir.

Toplumu toplum yapan, çalişanlarin emeginin sonucudur.

Sosyalizmin esasi da budur. Emperyalizm, günümüzde öyle noktalara saldiriyor ki sanki bunlar yerle bir edildikçe sosyalizm de yerle bir edilecektir. Ve hatta toplumsal mücadeleler bir daha asla vücut bulamayacaktir. Hayir, toplum içinde ileriyi hak etmedigi, emeginin üstünde kendine bir yer ayirmak istediginde burada toplumsal bir mücadele başlamiş demektir. Emeğiyle orantılı olmayan ekonomiden tutalim, sanat, hukuk, siyaset her alanda yer işgal etmek istiyorsa ve burada devlete dayaniyorsa, çeşitli yöntemlerle kendini güçlü konuma getirme çabasi içine girmişse orada bir toplumsal mücadele vardir. Ve dolayisiyla başkalarinin emegi üzerinde, ister yüzyillardan beri üretilmiş degerler olsun, ister günlük olarak üretilen degerler üzerine olsun, bir çekişme varsa, bu çekişmede taraflar vardir ve bu taraflar arasinda da bir mücadele vardir. Bu sosyal mücadeledir ve günümüzde bu mücadele biraz daha bilimsel, öngörülü yapilmak isteniyorsa bu, sosyalizm mücadelesi olur.

Öyle anlaşiliyor ki günümüzde sadece insanlarin emegi üzerine degil, bütünüyle yaşamin objektif temelleri üzerine, doga üzerine de görülmemiş bir çullanma olduguna göre, bu sosyal mücadele gelişecek ve sosyalizm her zamankinden daha fazla kendi varlik nedenini savunmaya çalişacaktir. Dünyanin bugünkü durumundan çok büyük şikayetler vardir. Toplumsal çevre denilen doga kirlenmesinden tutalim, toplum içi kirlenme  ki bu daha büyük bir tehlikedir  hiçbir dönemle kiyaslanmayacak kadar kirlenmiştir. Toplumun dogal çevresi veya çevre kirlenmesiyle iç, yani onun maddi ve daha çok da ruhi kirlenmesinin vardigi boyutlar bazi kentlerde, hatta bir çok ülkede gelişmiş ve yaşanmaz bir durum yarattigini her gün izlemekteyiz.

Iklimin bozulmasindan tutalim, doganin bozulmasina ve daha çok da insanin muazzam bir biçimde ruhunun baski altina alinmasi, büyük ölçüsüzlükler, özellikle günümüzdeki insana yönelik saldiri araçlariyla,  nükleer silahlardan tutalim, basinyayin araçlarina kadar  yöneltilen büyük tehlikeleri göz önüne getirdigimizde her zamankinden daha fazla bir sosyal mücadele veya onun bilimsel ifadesi olarak sosyalizm mücadelesine şiddetle ihtiyaç duyulacagi açiktir.

Bugün eleştirilmesi gereken sosyalizmin çikmazi veya sosyalizmin anlamsizligi, gereksizligi degil, tam tersine, bu muazzam sorunlara karşi kendini yeterince hazirlayamamasidir. Insanligin karşisina çikan dev gibi sorunlara sosyal mücadele adina, sosyalizm adina yeterli cevaplarin verilmemesidir. Sosyalizm adina, reelsosyalizm adina verilen cevaplarin yetmedigi gibi, sorunlari daha da agirlaştirmasidir. Budur görülmesi gereken esas. Sosyalizm bilimsel ifadeye XIX. yüzyil ortalarinda her zamankinden daha fazla kavuştugunda, kapitalizmin bir olgunluk döneminden geçtigi söylenir. Bu dönemin sorunlari gerçekten bugünkü kadar degildir. Aşiri düzeylerde işçi sinifinin sömürüsü vardir. Belki de günde on dokuz saat çalişir, çok zor işlerde çaliştirilir ve çok az bir ücret verilir. Saglam egitim olanaklari yoktur, sinirlidir.

Dolayisiyla o zamanin sosyalizmi yalin kat aşiri bir proleterleşme veya aşiri yoksullaşmanin sosyalizmidir. Bunun için işte ‘Kapital’ yazılır. ‘Kapital’in esas olarak ispatlamak istediği artıdeğerdir. Artıdeğerin oluşumu ve nasıl vakfedildiğidir. Ve bu da daha çok neyi halletmek istiyor? Gözler önünde çok yoğun bir sömürü vardır. Bu da nasıl ifade edilir? İşte çok yoksul bir işçi sınıfı, dolayısıyla işçi sınıfı ve sosyalizm ikilemi kurulmaya çalışılır. İşçi sınıfının ekonomik mücadelesi, onun giderek siyasi mücadelesinin nasıl olması gerektiğine dair çözümler aranır.

Dolayısıyla o dönemin halletmek istediği sorunlar daha çok da Marks, Engels döneminin sorunları, teorik ve pratik olarak biraz teoriktir ve sendikaldır. Teorik olarak, artıdeğer ve onun sızdırılması, yine pratik olarak sendikalar geliştirilir ve belli bir ekonomik mücadeleyi vermesi bu amaçladır. Bu da bildiğimiz gibi XIX. yüzyıl sonlarına kadar belli bir gelişme kaydeder. Teorisi biraz geliştirilir, sendikalar güçlenir, hatta siyasi mücadeleyi biraz geliştirirler. Parlamentolara kadar, burjuva parlamentolarına kadar girerler, partiler kurulur. Ama temelde henüz düzenin sınırları dışına çıkılmamıştır.

Burjuva demokrasisi veya cumhuriyeti ya da iktidarları dahilinde bir hak mücadelesi söz konusudur. İşçi sınıfının kendi sınıf kimliğini ideolojik, siyasi olarak ifade etme, kendini diğer sınıflardan ayırma, kendi partilerini kurma, kendi önderliklerinde siyasi mücadeleyi ekonomik mücadele ile birleştirme gibi bir çaba söz konusudur bu dönemde. Yerindedir, gereklidir ve bu dönemin temel ilerleme aracıdır. Özellikle yüzyılın ikinci yarısı ağırlıklı olarak böyledir. Daha önce de sosyal mücadeleler ve sosyal mücadele teorileri vardır. Değer üzerine, ekonomipolitika üzerine ‘EkonomiPolitik’ oldukça geliştirilir. Onun felsefik ifadesi, hatta tarihi incelemeler içinde ele alınmıştır

Marks’ın yaptığı, ekonomipolitiği, diyalektik yöntemi ve ütopik sosyalizmi inceleyip hepsinden bilimsel bir sosyal ifadeye, sosyalizm ifadesine geçmektir ki, ütopik sosyalizmi de incelersek, kökenleri daha önceki tarihlere uzanır. Ekonomipolitik ilk çağlara kadar uzanır. Yine diyalektik ilk çağlara kadar uzanır. Sosyalizm, bilimselsosyalizm olarak bütün bunların senteziyle ifade bulur. XIX. yüzyılda en güçlü bir ideoloji olarak kendini kabul ettirir. İşçi sınıfının eylem silahıdır. Eylem kılavuzudur. Ayağa kaldırır, halk mücadelesine iter. Bunun için örgütlenme gereğini önüne koyar. Gelişmek için bazı sonuçlara da ulaşılır.

Buna Lenin’in yaptığı katkıyı da biliyoruz. Lenin’in yaptığı katkı, o dönemin sınırları dışına çıkmak, mevcut burjuva iktidarları, burjuva demokrasilerini aşmak, düzen içi bir hak mücadelesinden düzeni yıkarak, bir iktidar mücadelesine, onun diktatöryasına ulaşmak gibi bir sonuca da götürür. Leninizm’in de esas katkısı buradadır. Leninizm, sosyalizmin tarihinde emekçi sınıfın mücadelesini sadece ideolojik, ekonomik olarak sınırlamaz. Hatta siyasi olarak da düzen sınırları dahilinde siyasi hak, siyasi yönden hakları geliştirme olarak da kabul etmez. Daha da ilerleterek mutlaka iktidarı, mevcut iktidarı parçalayarak yerine emekçilerin iktidarını kurmayı esas alır. Ayırdedici özelliği budur ve bu da kapitalizmin emperyalizm çağına denk düşüyor.

Dolayısıyla Leninizm, kapitalistemperyalist teorinin işçi sınıfı açısından çözümlenmesi ve onun aşılması çabası olarak karşımıza çıkar. Lenin’in bu konudaki gerek öngörü, yani teorisi ve gerekse pratiği yani iktidar, parti ve iktidar mücadelesine ilişkin geliştirdikleri Ekim Devrimi’nde güçlü bir uygulamaya kavuşuyor.

Sovyet deneyimine yol açiyor. Bu deneyimin agirlikli olarak Rusya içinde gerçekleşmesi söz konusudur. Bir sosyalizm türü bulunur. Lenin’in yönetemediği, yani kurucusunun yönetemediği, bir sosyalist inşadır bu. Devrimin karşıdevrim tarafından ezilme sürecinde Lenin olmakla birlikte ki, o dönemde de Bolşevik Partisi içinde şiddetli tartışmalar vardı, tasfiyeler vardır, fakat inşa döneminde bu çok daha şiddetlidir, fakat o süreçte Lenin yoktur.

Bildiğimiz gibi Stalin önderliğinde bir sosyalizmin inşası süreci başlatılır. Ekonomik inşaya gidilir. Devlet iktidarı, işçi sınıfı diktatörlüğünün inşa edilmesi, ekonomik ve siyasi iktidarı güçlü bir çabaya tanıklık eder. Bugün bu çok tartışılıyor. Sovyet deneyimi topa tutuluyor adeta. Özellikle Stalin pratiği topa tutuluyor. Bunu biraz daha iyi anlamak gerekir. Stalin deneyimi nedir? Leninizm ile bağlantısı nedir ve hatta bugün, Gorbaçov reformları denilen gelişmelerle ilişkisi nedir?

İnsanlar genel olarak güncelliğin ağır etkisi altında bulunurlar. Güncel olarak yaşanan gelişmelere mutlak bir gelişme, son söz değerinde bir yer vermek isterler. Bu darlık kesindir! Ortaya çıkan her din kendisini en son din ilan ettiği gibi, her peygamber de kendini en son peygamber ilan eder. Veya her teori ortaya çıktığında sahipleri onun en son teori olduğunu söylerler, en son doğru sözün artık bu olduğunu söylerler. Bu insanların özelliğidir. Sosyalizmde de buna benzer bir şeye rastlanır. Her dönemin en ileri sosyalizm teorisi ve uygulanması kendini biraz da mutlak gibi sunma ihtiyacını hisseder. Öyle anlaşılıyor ki, Stalin döneminin pratiğinde  hatta bunu Lenin dönemiyle de kapsamlaştırabiliriz. Lenin, Stalin’le özdeşleştirilemezse de  kendini oldukça mutlaklaştirdigi söylenebilinir. Büyük bir subjektivizm yaşandigi da anlaşiliyor.

Özellikle emperyalizmi yikmaya ilişkin bir abartma olmazsa ve o gün için bazi gerçekleri ifade etmeye çalişsa da, sonrasini görememe gibi bir durumun yaşandigini biliyoruz. Yine Sovyet deneyiminde işçiköylü diktatörlügü, o gün için çok önemli bir ihtiyaç olarak karşimiza çiksa da daha sonrasinin sosyalizmle baglantisinin zor kurulabilecegi de kendini günümüzde kanitlamaktadir. Sovyet deneyimini kavramak açisindan belirtmek gerekir. Sosyalizm, özünde devletin sönmesini, devletin giderek tasfiyesini öngören bir ideolojidir. Sosyalizmde devlete tapinma, devleti mutlaklaştirma çok zayiftir, yoktur!

Şimdi öyle anlaşiliyor ki, yine devlet olgusunun dogru ele alinmasi mevcut kargaşayi veya mevcut yanlişligi görmenin de en uygun yolu olacaktir. Sosyalizm ve devlet meselesi kavrandikça günümüzü de dogru kavramak kolaylaşacaktir. Bir anlamda devlet olgusu gereklidir. Bir çok gelişmeye yol açar, ama bir çok kötülügün de kaynagidir. Feodal devleti çok geri bulan, ona savaş açmiş olan burjuvazi, demokrasi getirdigi iddiasindaydi. Ama bugün burjuvazinin geliştirdigi devlet aygiti bir ahtapot gibi toplumu sarmiştir.

Faşizmde ifadesini bulmuş insan soyunu en tehdit eden bir aşamaya gelip, dayanmaktadir. Sosyalizmin yapmasi gereken devleti daha da güçlü kilmak olmamaliydi. En temel hata burada işlenmiştir. Sosyalizmin yapmasi gereken, burjuvazinin özellikle faşist biçimi itibariyle, insanligin artik taşiyamaz, altinda iniminim inledigi bu baski aracini nasil ortadan kaldiririz, bunun yerine nasil daha iyisini koyabiliriz degil, nasil zayiflatiriz biçiminde olmaliydi.

Faşizmle mücadele ederken veya burjuva demokrasisi ile mücadele ederken, buna bütünüyle bir Sovyet devleti veya işçi sinifi, işçiköylü diktatörlügü biçiminde daha da çok gelişmiş bir aygitla cevap vermek, herhalde burjuvaziye karşi en yerinde bir cevap olmayacaktir. Öyle anlaşiliyor ki, devlet sanatindan geçmiş siniflar, yani egemen sömürücü siniflar bu sanatta çok daha yetkindirler. Kalkip sosyalizm adına; işçi köylü temsilciliğinde, daha gelişmiş bir devletle buna karşilik verilmesi, herhalde en hatali ve bir çok yanlişligi içeren cevap verme olacaktir.

Genelde Stalin’in eleştirisi geliştirilecekse, devlet aygitini burjuvaziye taş çikartircasina geliştirme biçimindeki aşiriligina yüklenilir. Çünkü daha o dönemde de görülmemiş bir durum degildir. Bürokrasi şu kadar gelişiyor diye eleştirilir. Troçki’nin geliştirdigi eleştiriler vardir. Yine proletar demokrasinin sorunlari tartişilir; “demokrasi yoktur” denilir. Fakat bir sonuca baglanmaz ve bunun nedenini de çok iyi biliyoruz.

Karşida faşizmin gelişmesi vardir. Yapilmasi gereken amansiz bir Sovyet deneyimini geliştirerek, sosyalizmi kurtarmaktir. Acaba sosyalizm, sosyalist anavatan kurtarilir mi, yoksa içinden boşaltilir mi? Bugün dahi çok düşündürüyor. Öyle anlaşiliyor ki düşündürmeye de devam edecektir. Büyük ihtimalle incelemeler, araştirmalar daha ileri giderek gösterecektir. Sovyet deneyimi büyük bir sapma olarak karşimiza çikabilir. Devlet olgusuna verdigi agirlik, sosyalizmin savunmasini bütünüyle devlet savunmasi biçiminde düşünmesi, devleti öncü kilmasi, hatta partiyi bile günümüzde neredeyse anlamsiz kilmasi en ciddi hatalardan birisi olarak karşimiza çikiyor.

Devlet biçiminde toplumsal düzenlenmenin acaba sosyalizm midir, degil midir, tartişmasi bugün en belirleyici bir tartişmadir. Eger serbest piyasa adi altinda sosyalizme saldiri son hizla devam ediyorsa bunun altinda biraz da şu vardir; sosyalizmin bütün sorunlarini devlet düzeyinde ele almak, çözümü tamamen bu çerçevede görmek, çok yanliş bir zeminde ve özüne de çok ters gelebilecek bir biçimde mücadele içinde tutmak olacak ki, sosyalizm bundan zarar görür. Bu Sovyet deneyiminde nelere kadar varmiştir. Bir sistem olarak ifade edilmeye çalişildigini görüyoruz.

Biz de bu deyimleri çok kullandik. Sosyalist sistem denildi, kapitalistemperyalist sistem denildi, aralarinda kaf daglari inşa edildi. Sözüm ona çok farkli dünyalar oldugu vurgulandi. Ama bugün bakiyoruz adeta, kapitalistemperyalist sisteme imdadimiza gel de bizi kurtar denilecek noktaya veya bir teslimiyete gidiliyor. Burada teslimiyete gidenin sosyalizmin sakat bir devlet olarak örgütlenmesi, her şeyin devletle halledilmesi,  ki, bu da demokrasi degil, bürokrasidir  bunun nefes alamaz duruma getirilmesidir. Bir anlamda çok kötü bir araç olarak savunma yeteneklerini sosyalizm adina kaybetmesidir.

Sovyetler bu deneyimden nasil saglam çikacaktir? Öyle anlaşiliyor ki Sovyet deneyimi bugün tarumar oluyor. Aslinda bu bir anlamda olumludur. Kapitalistemperyalist sistem karşisinda ama ayni zamanda da toplumun başinda sömürücü, baskici bir güç olan bu sosyalizmin, daha dogrusu sosyalizmi tikayan bu sistemin aşilmasi veya paramparça olmasi çikiş için ilk gereksinimlerden birisi olarak kendini dayatir. Dolayisiyla yikilan sosyalizm degil, bilakis sosyalizmin kendini geliştirme, kendini savunmasinin önüne dikilen engelin, aygitin, aracin ta kendisi oluyor.

Eger sosyalizm çikiş yapacaksa, her şeyden önce önündeki bu devlet engelinin veya devletin, sosyalizm adina her şeyi ele aliş, her şeyi hallederim dedigi noktadan başlayacaktir. Sözüm ona sosyalist insan, sosyalist topluma tabii olmaktadir! Hiçbir şey düşünemez duruma gelmiş, her şeyi devletten bekler bir konuma getirilmiştir. Bir kapitalist toplumdaki bireyin inisiyatifi, sosyalist toplumdaki bireyde yoktur. Girişkenligi, atilimciligi, yaraticiligi gelişmemiştir veya ket vurulmuştur. Ulusal çapta da bu böyledir. Sosyalist uluslar neredeyse ütopik uluslar durumuna gelmişlerdir. Hayatla baglarini oldukça koparmişlardir. Bu ciddi bir sapmanin veya engelin varligina taniklik eder.

Sosyalizmin varacagi yer bu olmamaliydi. Bir defa kapitalizme veya özellikle kapitalizmin, emperyalizmin gerçekten toplumsal dişiliga ne kadar yer açtigi, toplumun üzerine nasil çullandigi, doganin tahribatini nasil geliştirdigini göz önüne getirdigimizde, sosyalizmin kaderi olmamaliydi. Oldukça gelişmiş açilimlara, çözümlemelere mutlaka ulaşmasi gerekirdi.

Ama öyle anlaşiliyor ki yine Sovyet deneyimi sosyalizm deneyiminden öteye, sosyalizmden esinlenerek, hatta içinde çok degerli sosyalistlerin de mücadele ederek, sonuçta millisosyalizm biçiminde veya sosyalizmin geri toplumlarda dönemine göre henüz tam kapitalistleşme imkani bulamamiş, fakat kapitalistleşmek isteyen sosyal gelişmenin veya sinifsal gelişmenin bir ifadesi olmuştur. Öyle ki bireysel yolla kapitalistleşmenin, emperyalist koşullarda fazla mümkün olmamasi ve bazi toplumlarin kapitalistleşmeyi Bati Avrupa’da veya Batı sistemindeki gibi gerçekleştiremeyişleri onları sosyalizm etiketli bir yönteme, yani devletçiliğe yöneltiyor. Bu günümüzde daha iyi anlaşılmıştır.

Devletçiliğin sosyalizm olmadığı  ki, başta bu söyleniyordu  bizzat Lenin tarafından da söylenir. Devlet kapitalizmi bizim için gereklidir, kaba sosyalizm değildir. Gelişen de devlet kapitalizmi oldu. Bireye dayalı kapitalizm mümkün olduğu gibi, devlete dayalı kapitalizm de mümkündür. Türkiye Cumhuriyeti’nin oluşum döneminde bireysel yolla kapitalizm geliştirilemiyordu, kapitalist ortaya çıkmıyordu. Türk devletçiliği bile ancak kapitalizmin devlet eliyle geliştirilebileceğini gösterir. Bu, aslında bu dönemin benzer bir çok ülkesinde kendini ortaya çıkaran bir durumdur. Yaratıcı kapitalist yok, dolayısıyla kolektif bir kapitalizme ihtiyaç vardır, o da devletçiliktir. Sovyetler bunun en önde gelen önderliğini yaptı. Sovyet deneyimi öyle anlaşılıyor ki, içinde her ne kadar sosyalizm de olsa, sosyalist inşanın ağır bastığı bir dönem var. Mesela bir Stalin dönemi önemli oranda sosyalizmin ağır bastığı bir dönemdir. Fakat kapitalizm de vardır.

Bürokrasi kapitalizm demektir.

Gereksiz yere artan bürokrasi, artan kapitalizmdir

Bu da artan burjuvazidir. Emeğin de kendini burada örgütlemesi var. Kendini devlet içinde güçlü tutması vardır ama, bürokrasi de vardır. Bildiğimiz gibi bunlar şimdi daha şiddetli çekişiyorlar. Bugün 1 Mayıs’ta SovyetRusya’nın başı Yeltsin ile Sovyetler’in başi Gorbaçov işçilere bir şeyler anlatma ihtiyacini duyuyorlar. Bunlar bürokrasinin temsilcileri iken işçilerde grevlerde bunlarin istifasini istiyorlar. Demek ki, bir mücadele var, bürokrasiyle işçilerin arasinda için için giden bir mücadele var. Sovyet örnegine ilişkin olarak daha fazla söylenecek şeyler vardir. Bunlar millisosyalizm adina, bir de millikapitalizm olarak degerlendirilmelidirler.

Bugün tepeden, liberal kapitalizme veya serbest piyasaya dayali kapitalizme yol aldirilmak isteniliyor. Bu da şunu gösterir: Devlet eliyle geliştirilen bir kapitalizm artik belli ölçüde tikanmiştir ve artik devlet kapitalizmine daha fazla yol aldirtmak mümkün degildir. Sovyet deneyimini yalniz kapitalist deneyim olarak görmüyoruz. Sovyet deneyiminin hem dönem itibariyle, hem de nicelik itibariyle önemli oranda sosyalizmi yaşadigini ve halen de yaşayacagini söylüyoruz ama, bunun için de kapitalizmin ögeleri, kapitalizmin temsilcileri, kapitalizmin sektörü diyebileceklerimizin de az olmadigi, olmayacagidir. Aslinda Sovyet deneyimi ve bunda işçiköylü diktatörlügü diye tabir edilen devletin kendisi bir yerde sinif mücadelesidir, tepede devlet bünyesinde yogunlaşmiş ve kilitlenmiş bir mücadeledir. Parti içinde çok iyi bildigimiz gibi 1930’larda bu çok gelişti.

Sovyetler Birligi Komünist Partisi’nde 1940’lara kadar verilen büyük bir mücadele vardır. Bu mücadelede gerçekten çok büyük tasfiyeler gerçekleşmiştir. Stalin’in sanırsam 1935’te seçtiği bir merkez komitesi vardır. Yarısından fazlası tasfiyeye uğramak zorunda kalır. II. Dünya Savaşı’na değin geldiğimizde bu yıldaki  kongrede seçilen merkezin yarıdan fazlası ve hatta partinin de üyelerinin yarısı tasfiyeye uğramaktan kurtulamaz. Bu büyük bir mücadeledir. Stalin ne kadar haklı, ne kadar haksız tartışması bir yana, fiilen büyük bir mücadelenin verilmiş olduğunu gösteriyor. Daha önce de vardır; 1928’lerde de, 1925’lerde de vardır. Bizzat Lenin döneminde bu mücadeleler çok şiddetlidir. Daha 1900’lerin başlarinda Menşevikler bir hizip olarak ortaya çiktiginda Bolşeviklerle şiddetli çatişirlar. Sosyalistdevrimciler giderek uzlaşirlar ve bu, 1940’lara doğru geldiğimizde bir sonuca bağlanır. Aslında orada sonuca bağlanan parti içindeki sınıf mücadelesidir.

Parti içinde sınıf mücadelesi Stalin tarafından kesiliyor, donduruluyor. Bu, devlete taşırılıyor, devlet olarak ifadesini buluyor. Buna bir de Hitler tehlikesini eklersek parti artık dondurulacaktır. Parti içi mücadeleler kesilecektir. Devlet eliyle sosyalizmin kendini savunma dönemine geçileceği açıktır. “Büyük anavatanın savunulması” denilen bir sürece giriliyor. Ölümkalım yıllarıdır aynı zamanda. Parti içinde dondurulup devlet içine taşırılan bir mücadele, devlet içinde de dondurulan bir mücadele. Stalin de daha tam sonucunu görmedi. Tabi bu mücadele bir kişinin şahsıyla sınırlı değildir. Ondan sonra yeni bir döneme girilen bir mücadele söz konusudur.

KruşçevBrejnev dönemi denilen mücadele, bir anlamda parti içinde sınıf mücadelesinin yozlaştırılması veya dondurulması, devletin ciddi bir engel olarak artık sosyalizmin önüne dikilmesidir. Kapitalist öğe özelliklerinin daha da vücut bulması, bürokrasinin ve böylece bir bürokrat kuşağın egemenliğine yol açılmasıdır. Bu, aynı zamanda devlet kapitalizminin oldukça güç kazanmasıdır. Gorbaçov türü bir gelişmenin objektif koşullarının olgunlaşmasıdır.

KruşçevBrejnev dönemi biraz da budur. Stalin dönemi üzerine çok şey söylenebilinir. Zaten çok tartışılıyor. Daha da tartışılacak. Öz olarak ifade edilirse; Stalin dönemi sınıf mücadelesinin, parti içinde burjuva öğelere karşı çok kaba yöntemlerle, yetersiz yöntemlerle de olsa ve kendi özgüllüğü içinde, kendi dönemi itibariyle işçiköylüler adına, emekçiler adına bir sonuca bağlanmasıdır. Devletin abartılmasına, partideki sınıf mücadelesini antidemokratik yöntemlerle kesip devlete dayanma, devletin gücünü öne çıkarma, devletle artık sonuca gitme  ki o da, “büyük anavatan savunması” diye bir dönemin adıdır  hedeflenmiştir. Zorunludur denilir. Emperyalist kuşatma, faşizmin saldırısı, büyük Hitler saldırısı.. vb. nedenlerle artık bir anlamda devletin abartılması, devlet gücünün azamileştirilmesi, partideki mücadelelerin anlamsız bir biçimde sekteye uğratılması, durdurulması, o bildiğimiz sorunların kaynağını oluşturur.

Bundan burjuvazi bürokratik güç kazanır. Gorbaçov dönemi, devlettekelciliği temelinde günümüzde gelişen devletbürokrasisi, veya bir burjuva türünde buna daha da yol açmak istiyor. Biraz daha yaşamını güvenceye bağlamak istiyor. Aslında Sovyet deneyimi, ulusal kurtuluş mücadelelere, sosyal mücadelelere verdiği destek var. Şimdi Gorbaçov’un birden bire bu destekleri kesmesi anlaşilmaz degildir. Sovyetler’deki bürokrasinin çikarlarinin bir geregidir.

Diger ulusal kurtuluş mücadeleleri, sosyal mücadeleleri destekleme geregi duymaz. Kendisine gerekli olan bürokratik temeldeki sinifsallaşmayi biraz daha geliştirmektir. O da emperyalist burjuvaziyle uzlaşmayla mümkündür. Bu da genelde burjuvaziyi, küçükburjuvaziyi geliştirmeyle mümkündür. Içerde özel mülkiyete taninan ayricaliklar, dişarida emperyalist burjuvaziyle girişilen ilişkiler, Sovyet bürokratik burjuvazisini palazlandirmak, ona nefes aldirmak, onu iktidari içinde güçlü tutmak içindir. Tamamen böyle olmasa da agirlik yönü böyle olan bin gelişmedir. Bu bir defa şiddetli çekişmelerle karşi karşiya olan bir modeldir.

Yeltsin örneginde Ruslar “bizim kaynaklar daha zengindir” diyorlardi. “Biz daha hizli liberal ekonomiye gitmek istiyoruz, kaynaklarimiza sahip çikmak istiyoruz, ordumuza sahip çikmak istiyoruz” diyorlardi. Bu, büyük Rus şovenizmine kadar götürdü. Zaten daha önceki küçük uluslarin şovenizmi de bastirilmişti. Bundan da güç alarak o da gelişir. Bildigimiz gibi işte daha şimdiden gelişen milliyetçiliktir veya bir burjuva, küçük uluslarin burjuvasidir. Bunlarin milliyetçilige sarilmasidir. Hepsi, sözüm ona dişariya açilmak istiyor, birbirleriyle yeniden ilişki ariyorlar. Burada “her şeyi burjuvazi mi tayin ediyor?” denilir. Hayir. Sovyet deneyimi tamamen bir burjuva deneyimi midir? Hayir, ama belli ki mesafe alinmiştir. Güç kazanilmiştir. Bitmemiş bir mücadeledir.

Burada da şimdiden daha şiddetli bir sosyalulusal mücadelenin için için geliştigini görmek zor degil. Burada Sovyet deneyimi bahane edilerek geliştirilen antisosyalist hücumlar kesinlikle burjuva karakterli ve sosyalizmden zarar gören bütün çevrelerin, siniflarin saldirisidir. Sosyalizmin burada kendisini savunmada zorlanmasi, gerçekten teorik olarak, pratik olarak kendini geliştirmemesinde aranmalidir. Güçlü önderler bu dönemlerde yetişmemiştir. Sosyalizm bu nedenle günümüzde kendisini savunamiyor. Dogu Avrupa ülkelerindeki deneyimler, koca bir bürokrasinin şişmesinden başta bir şey degildir. Sosyalizmle de fazla alakalari yoktur.

Milliyetçilik temelinde bir devlet kapitalizmidir.

Milliyetçi devlet kapitalizmi ile bir yere ulaşmak istediler. Yikilan budur. Sovyetlerde bugün yikilan bu olacaktir. Yerine neyi koyacaklar? Işte, yerine bir şey koyamiyorlar. Zaten Gorbaçov’un bir türlü gidememesinin nedeni de budur. Yerine bir şey konulamiyor. Neden konulamiyor? Sosyalizm adina söylenmesi gerekenin, yapilmasi gerekenin söylenip yapilmamasidir. Sancisi çekilen budur. Öyle anlaşiliyor ki geçen yil sosyalizm daha fazla saldiriya ugruyordu. Daha fazla tukaka ediliyordu, ama şimdi Sovyetler içinde bunun çikiş yolu olmadigi anlaşiliyor. Ve bugün her zamankinden daha fazla bunalim vardir. Bu son bir yil içinde gerçekten siyasi kaos, ekonomik kaos oldukça gelişmiştir.

Bu, şunu gösteriyor; Gorbaçov reformlarinin Sovyetleri kurtaramayacagini, daha dogrusu kapitalizme yönelmenin kaosu geliştirmekten başka bir sonuca yol açmayacagini gösteriyor. Bu çok önemlidir. Kapitalizme yönelme Sovyet deneyimini çözemeyecek veya ona çözüm yolu olamayacaktir. Bu anlaşiliyor. Sonuna kadar kapitalizme evet denildi. Serbest piyasa, özel mülkiyet ve kapitalizmin diger bütün kurumlari kabul edildi. Gorbaçev istedigi her şeyi kanunlaştirdi. Fakat gelişen, hem ekonomide, hem devlet bünyesinde agirlaşan bunalimdi. Daha fazla kapitalizme yönelelim dendi. Öyle anlaşiliyor ki, çok büyük bir toplumsal patlama olacaktir ve daha şimdiden bunun ipuçlari vardir.

Dünyanin bile altindan çikamayacagi bir bunalimdan bahsediliyor. Şimdi burayi da iyi anlamak gerekiyor. Sovyet deneyimi sosyalizmde yogunlaşmiştir. Tekelcilik biçiminde kapitalizmde yogunlaşmiştir. Kapitalist ögeler, kendi temsilcileri vasitasiyla ABD’ye sığınıyorlar, Avrupa’ya sığınıyorlar, Almanya’ya sığınıyorlar, “bize gelin yardım edin” diyorlar. Şimdi ABD’nin, Avrupa’nın, Japonya’nın kendi kapitalizmlerini bile ilerletme olanakları sınırlıdır. Sovyet kapitalizminin sorunlarını nasıl halledecekler! Bu sorunlarının daha da ağırlaşması anlamına gelir ve nitekim de öyle olmaktadır.

Ayrıca, sosyalizmin yoğunlaşması vardır. Sosyalizmin yoğunlaşması böylesine bir gidişatın patlamayla sonuçlanmasına yol açar. Sovyet insanı yalnız Sovyetler Birliği sınırları dahilinde değil, bütün Doğu Avrupa’da, hatta mevcut Asya’da, Afrika’da, Latin Amerika’da kurulan bütün bu deneyimler, belli bir yaşam standardina alişmişlar. Yaşam alişkanliklari var. Kolay kolay vazgeçemezler. Mesela basina sik sik şunlar yansiyor; Sovyet insani için “gözleri hemen nerede yiyecek gördüler mi” diyor, “hepsi adeta kapişiyor. Hepsi yiyecege saldiriyor.” Bu ilginç bir gelişme aslinda!

Ben önce bir propagandadir, diyordum. Ama öyle anlaşiliyor ki, bir gerçekmiş. Korkunç! Gözlerini basit bir meyveye, basit bir tüketim eşyasina dikiyorlar. Aç insanlar gibi saldiriyorlar. Aslinda aç degiller. Yani üç günde bir et yiyorlar. Meyveleri de var. Aslinda bizim standartlarimiza göre çok ilerdedir. Onlarin toplumsal durumlari gelişmiştir. Fakat yine de gözleri doymuyor. Işte hastaligin özü burada. Burada sosyalizmin çok kötü bir kuruluşu, ahlaki söz konusudur. Tamamen ekonomik insan yaratmişlar. Yani işigücü yemeiçmeden ibaret bir sosyalizm yaratmişlar. Daha fazla yemek, daha fazla tüketim maddeleri. Sagasola bakarken hep yiyecek ariyorlar. Manevi degerlermiş, hatta siyasi degerlermiş, demokrasi degerleriymiş, hiç umurlarinda degil. Faşizm de olsa, yeter ki biraz fazla yiyecek versin. Bu, sosyalizmin ölümü demektir. Bu insanlar bir şey yapamaz.

Dogu Almanya’nın çözülüşünü gördük. Doğu Almanya’nın çözülüşünü sağlayan Batı Berlin’deki emperyalizmin sunduğu geniş tüketim maddeleridir. Gidiyorlardı tüketim maddelerini görüyorlardı, gelip kendi Doğu Almanyalar’ında sosyalizmi yıkmaya çalışıyorlardı. Biz sosyalizmin tüketim maddesi olduğuna inanmıyoruz. Kendini bu kadar demokrasinin dışına, insanlığın dışına atan ve sadece bir kaç yiyecek peşinde koşan insan ilk çağda bile yoktur. O dönem bile insan tanrıyı arar, ahlakı arar, devleti arar, manevi kuvvetleri arar. Onunla kendini biraz doyurmaya çalışır.

Sovyet ülkelerindeki insanların durumu; nasıl ki vahşilik veya ilkel dönemlerdeki insan tanrı kuvvetini ararsa, manevi kuvvetlere sığınarak biraz yaşamın sancılarını hafifletirse, işte bu da tıpkı vahşi insanlar gibi biraz daha fazla gıdaya sarılarak, tüketim maddelerine sığınarak, bir nevi vahşi sosyalist insan gibi o da öyle tatmin olmak istiyor. Vahşi sosyalizm dediğimiz olay budur. Bu, sosyalizm değil ama, ortaya çıkan biraz da bu oldu. Şimdi bu insanlığı doyurmak mümkün değil, dünyayı yedirsen onları doyuramazsın. Kaldı ki kapitalist toplumlarda bile insan böyle tatmin de edilmez. Yani paraları çok olan da bu yöntemle mutlu olamayacağını çok iyi biliyor. Ne biçim bir mutluluk anlayışıdır ki, tamamen mutluluğu böyle maddi değerlere saldırıda görsünler! Hiç şüphesiz bunun temelleri derindir. Yani kabamateryalizm devletin, bireyin inisiyatifini kesip, sınıf mücadelesini dondurmuş, insanlara sahayı kapatmış. Geriye ne kalıyor? Bireysel olarak yaşayabildiğin kadar yaşa. Kapitalizmin bile çok daha gerisinde bir insan kalıbının ortaya çıkarılmasıdır.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın değerlendirmelerinden derlenmiştir.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here