Emevileşmiş İslam’ın günümüzdeki sonuçları

0
206

Kemal SÖBE

İslam, bir devrim ve değişim hareketi olarak doğdu. Ancak, bir süre sonra doğduğu topraklara gömüldü. İslam’ın doğuşu, köleliği ortadan kaldırdı, bir dizi reformlar yaptı, toplumu ıslah etmeye çalıştı. Ama tam gelişim sürecindeyken, İslam öncesindeki İslam karşıtı güçlerin denetimine girdi. Kerbela katliamı, İslam’a vurulan son darbe oldu. Kerbela katliamından sonra, İslam, İslam olmaktan çıktı, saray ve saltanat dini haline getirildi. Halifelik babadan oğula geçti, İslam öncesi kölelik düzeni, İslam maskesi altında farklı şekillerde devam etti. İslam’ın özü barış olduğu halde, İslam ülkelerinde her gün insanlar öldürülüyor ve İslam ülkeleri kan katran içindedir. İslam’da yalan büyük suç olduğu halde, yalan, yaşamın bir parçası olmuş durumda. Hırsızlık, yolsuzluk, yasak olduğu halde en başta yönetenler yolsuzluğun, hırsızlığın daniskasını yapıyorlar. Emek sömürüsü yasak olduğu halde insan emeği her gün sömürülüyor. Kul hakkı yemek en büyük suçlardan biri olduğu halde insan hakkı ayaklar altına alınmış durumdadır. 

İnsanın insan karşısında eğilmemesi gerektiği halde insan adeta insanın kulu kölesi olmuş durumdadır. Kerbela katliamı, basit bir iktidar hesabından kaynaklanan bir katliam değildi. Kerbela katliamı aslında insanlığın katledilmesiydi. Hz. Hüseyin ve yanındakilerin şahsında, insanlık hunharca katledildi ve bundan sonra, Emevi hanedanlığı kuruldu ve böylece İslam dini sadece görüntüden ibaret kaldı. Başta Emeviler olmak üzere, Abbasiler, Eyyubiler, Memlükler, Osmanlı ve son yüzyıldır, Arap Şeyhleri ve kralları, Türkiye, İran, Afganistan, Pakistan ve diğer İslam ülkeleri, İslam’ı afyon olarak kullanıp, kendi halklarını modern köleler gibi kullanıyorlar. Adı geçen sözde İslam ülkelerinde halklar esaret hayatı yaşıyorlar. İslam ülkelerinde halklar yoksulluk yaşarlarken, küçük bir kesim, yönetenlerde, saraylarda ve yalılarda süper lüks bir saltanat sürdürüyorlar. İslam, sadece şalvar, baş örtüsü, sakal, namaz ve oruçtan ibaret bir din haline getirildi. İslam’ın en önemli ilkeleri yok edildi.

Gerçek İslam’ın yaşanıldığı bir ülkede, halk barış ve refah içinde yaşar. İslam’da savaşlar yoktur. İslam’da maddi imkanlar herkesin ihtiyacına göre paylaşılır ya da herkese iyi şartlarda yaşayabilecek kadar mülk verilir ama bir insana ihtiyacından yüzlerce misli fazla maddi imkan verilmez. Gerçek İslam’da ihtiyaçtan fazla maddi imkan, ihtiyacı olana verilir. İhtiyacından fazlasını vermek demek, ZEKAT vermek demektir. ZEKAT, Arapçada, fazla olan şey demektir. Yani ihtiyacından fazlasını ver demektir. İslam’da mal, mülk, para ve altın biriktirmek yasaktır ve suçtur. Zaten ZEKAT veren birisi, para ve altın biriktiremez. Çünkü ihtiyacından fazlasını veren biri, birikim yapamaz, çünkü paylaşıyor. ZEKAT, aslında paylaşmak demektir. Paylaşan biri, para biriktiremez ve servet sahibi olamaz. Ki günümüz İslam ülkelerinin zenginlerine baktığımızda hepsi de milyoner değil, milyarderler. Hz Muhammed, toprak bir evde sade bir hayatı yaşıyordu ve maddi imkanları paylaşıyordu. 

Ve 1400 yıl önce, saltanatı yasaklamış, seçimlerle seçilen HALİFELİK sistemini geliştirmiş. HALİFE, seçilen ve toplumu yöneten kişidir. Yani günümüzün başbakanıdır. HALİFELİK, siyasi kurum olarak, günümüzde cumhuriyet rejimlerinde, halkın seçtiği yöneticidir. Halef ve Selef kavramları, giden ve gelen anlamına gelir. Yani gidenin yerine gelen, geçen demektir. Siyasetçiler arasında bu kavramlar sıkça kullanılır. Benim selefim ve halefim diye. Pekala, ne oldu da HALİFELİK, babadan oğula geçti? Çünkü İslam, saltanat dini haline getirildi. Hanedanlık kuruldu. Toplum feodal bir sistemle tekrar köleleştirildi. Feodalizmde, fiziki kölelik yok ama marabalık var. Yani köleliğin biraz modernleşmiş hali. Günümüzde ise bu köleliğin sınırları biraz daha genişleyip, daha modern olan kapitalist ücretli modern köleliği başladı. 1300 yılı aşkın bir zamandır İslam ülkeleri ve halkları, zulmün ve baskının en koyusunu yaşıyorlar. İslam dini, modernliğe ve çağdaşlığa açık bir dindir. İslam’da sabit belli bir kıyafet yoktur. 

İnsan toplulukları, ilk medeniyetten günümüze kadar farklı koşullarda ve çağlarda farklı kıyafetler giymişlerdir. Yani zamana ve çağa göre, modaya uygun giyinmişlerdir. İnsan toplulukları her bakımdan gelişim gösterirken, kıyafette geri kalmaları düşünülemez. Ancak, İslam’da en önemli ilke, barış, adalet ve eşitliktir. Yani barış, hak, adalet ve paylaşım, İslam’da olmazsa olmazlardır. Barışın, paylaşımın, adaletin ve hakkın olmadığı bir İslam olmaz. Olsa olsa, ezenlerin dini olur. Ki İslam, ezilenlerin ve mazlumların dinidir. Halk ise genelde mazlumlarda ve ezilenlerde oluşur. Yani İslam, halkçıdır, toplumcudur. Gerçek İslam’da toplumun-halkın çıkarları gözetilir. İslam’da küçük bir elit tabaka, toplum üzerinde paranın gücüyle egemenlik kuramaz, halkı ezemez. Hangi İslam ülkesinde bu saydıklarımız uygulanıyor? İslam ülkeleri, son yüzyıldır Avrupa ve Amerika’nın egemenliği altına girerek, kendi halklarını, afyonlaşmış Emevi diniyle uyutuyorlar. 

1950 sonrası, soğuk savaş döneminde, İslam ülkelerinde olası bir antikapitalist-antiemperyalist mücadelenin gelişimini engellemek için, siyasal İslam adıyla birçok dini örgütlenmeler yaptılar ve İslami savaşçılar olarak kullandılar. Bu dini örgütlerden bazıları, Taliban, El Kaide ve son yıllarda ortaya çıkan İŞİD, bu örgütlerden bilinen en vahşileridirler. Bu tip vahşi dini örgütleri kullanıp, sosyalizmin İslam ülkelerine girişini engellediler. Bu tür dini örgütleri sürekli devrede tutup, İslam ülkelerinde, sosyalist bir hareketin doğuşu da böylece engellenmiş oldu. İslam ülkelerinde, sosyalist hareketlerin gelişimini önlemek için, Amerika ve Avrupa, NATO adlı örgütlenmeyle, yüzlerce milyon Dolar paralar harcadılar. Dikkat edilirse, Türkiye’de 1980 darbesi sonrası, dinci cemaatler ve çeşitli tarikatlar ortaya çıktılar. Siyasal İslam’ın iktidar olmasının önü açıldı. Toplum adeta sindirildi. 1980 öncesi, memleket sorunlarıyla ilgilenen, toplumsal ideolojilerle uğraşan bir toplumsal gerçeklik vardı. 

Bu sosyal gerçeklik, egemen kesimleri korkutuyordu. Darbe sonrası, SOL GÜÇLER ezildiler, mültecileştiler. Siyasal İslam’ın önü açıldı, cemaatlerle ve tarikatlarla, toplumun beyni felç edildi. Türkiye de dahil, İslam ülkelerinde, emperyalizmin-kapitalizmin hizmetinde olan ve gerektiğinde her yerde kullanılan YEŞİL KUŞAK denilen bir dinci nesil yetiştirildi. Günümüzde Türkiye’de cemaatler ve tarikatlar her tarafa mantar gibi yerleşmişler. Bu dini örgütlenmeler, öyle kendiliğinden ortaya çıkmadılar, büyük global sermaye kesimleri tarafından çıkarıldılar. Türkiye’de diyanete ayrılan bütçenin üç bakanlığa ayrılan bütçe kadar olduğu anlaşılırsa, dini kullanmanın kapitalistler için ne kadar önemli olduğu anlaşılır. Afganistan’da TALİBAN denilen, dünyanın en barbar en vahşi ve en çağ dışı dini örgütü, kapitalizmin-emperyalizmin, yıllarca Sovyetlere karşı kullandıkları bir maşasıdır. Emperyalistler için, İslam ülkelerinde TALİBAN ve El KAİDE, İŞİD gibi dini örgütlerin olması ve iktidarda olmalarının önemi var. 

Çünkü İslam ülkelerinde, sosyalist bir hareketin çıkmasını bu dini örgütlerin eliyle önlüyorlar. 1950’den günümüze kadar, siyasal dini örgütlerin oynadıkları rol bu şekilde olmuştur. 1983’de, dönemin başkanı Ronald Reagen ve Taliban’ın liderlerinin beraber çektirdikleri resimler var. BEYAZ SARAY, bunu nasıl açıklayacak? Amerika ve Avrupa’nın, bu dinci örgütlere karşı savaşması palavra ve yalandır. Sadece İngiltere’den, İŞİD’e yaklaşık bin kişinin katıldığı biliniyor. Avrupa genelinde binlerce kişi, Türkiye üzerinden İŞİD’e katıldılar. İslam ülkeleri büyük bir kara cehaletin pençesindeler. Emperyalizm ve yerli işbirlikçiler, bunu bilerek ve isteyerek yapıyorlar. Cahil ve eğitimsiz toplumlar, daha kolay kandırılırlar, kullanılırlar. İŞİD ve TALİBAN’ın içindekilere bakın, ne kadar geri ve ilkel kaldıkları görülüyor. Kalkıp oturmasını ve yemek yemesini bile bilmiyorlar. Yani tanımı çok zor yaratıklar olarak değerlendiriliyorlar. TALİBAN ve İŞİD türü vahşi dini örgütler sadece Afganistan ve Arap ülkelerinden ortaya çıkmazlar, Türkiye’ de de ortaya çıkarlar. Sivas’ta 37 aydın insanı, Maraş’ta 500 insanı, TALİBAN ve İŞİD gelip yakmadı, katletmedi. 

Türkiye’deki TALİBAN ve İŞİD zihniyetli sakallı şalvarlı şeytanlar, katlettiler, yaktılar. Yani Türkiye’deki cemaatler ve tarikatlar, TALİBAN ve İŞİD zihniyetlidirler. Zihniyet, kıyafet ve yaptıkları katliamlar aynı olduktan sonra, nereli oldukları hiç fark etmiyor. Vahşi kapitalizmin, faşizmin ve sömürünün olduğu bütün İslam ülkelerinde bu tür vahşi kesimler her zaman, potansiyel olarak vardır. Yani iktidar odakları, bu kesimleri, sosyalistlere karşı,  her zaman kullanmak için, devrede tutarlar. Bunun önlenmesi, ancak güçlü bir demokrasi mücadelesini geliştirmekle, halkı bilinçlendirmekle, afyonlaşmış Emevi dinini yıkmakla olur. Topluma, gerçek islam’ın ne olduğunu öğretmek gerekiyor. İslam’ın barış ve adalet olduğunu insanların bilmeleri gerekiyor. Toplumda demokrasi ve saygı kültürünün gelişmesi gerekiyor. Yani İslam ülkelerinin büyük bir aydınlanma yaşamaları gerekiyor. Ancak güçlü bir RÖNESANS, Ortadoğu’yu aydınlatır, halkları bu karanlıktan kurtarır.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here