Kemal SÖBE
Emperyalizm, günümüz gelişmiş ve sanayileşmiş ülkeleri olan Avrupa, ABD ve Japonya gibi ülkelerdir. Bu ülkeler, kapitalizmin en üst aşaması olan emperyalizme ulaşmış bulunuyorlar. Bu ülkelerin, dünyada, politik ve ekonomik olarak ellerinin ulaşmadığı yer ve ülke kalmadı. Dünya politikasını son yüzyıldır, adı geçen ülkeler belirliyorlar. Hatta Rusya ve Çin’i bile, sosyal emperyalist ülkeler olarak bu saydığımız ülkelere dahil edebiliriz. Emperyalist ülkelerin, sömürge ya da yarı sömürge ülkeler olarak adlandırabileceğimiz ülkelerle öyle normal bir ekonomi-politik bir ilişkisi yok. Emperyalist ülkelerle sömürge ülkeler arasındaki ilişki, tam bir sömürge ilişkisidir. Başka bir deyişle, köle-efendi ilişkisidir diyebiliriz. Değişen çağ ve zamana göre, emperyalist ülkeler değişmiştir. Değişen zaman ve çağa göre hangi ülkeler siyasi, askeri ve ekonomik olarak güçlüyse, o ülkeler, dünya üzerinde egemenlik kurup, dünya siyasetine yön veriyor, etkili oluyor.
Feodal çağda, güç olmanın ölçüsü toprak genişliği ve askeri olarak güçlü olmaktı. Sanayileşmeyle beraber, güç olmanın ölçüleri değişti. Günümüzde, Hollanda, Belçika, İsveç, Norveç ve İsviçre gibi çok küçük topraklara sahip ülkeler, imparatorluk olarak görülüyorlar. Çünkü sanayileşmiş zengin ülkelerdir. Sanayileşmiş Avrupa ülkelerinin hepsi emperyalist ülkeler olup 2. dünya savaşı sonrası, NATO şemsiyesi altında toplanmış ve dünya üzerinde hegemonya kurmuş durumdalar. Afrika’nın tamamı, Asya’nın büyük bir bölümü, Latin ve Orta Amerikan ülkeleri, esasen sömürge durumunda olan ülkelerdir. Ancak, Ortadoğu, emperyalizm için can alıcı bir bölge olup, sömürge ülkelerinin başında gelmektedir. Tabi ki Ortadoğu’nun tarihsel olarak da önemi var. İlk medeniyetin, ilk devletlerin ve dinlerin geliştiği bölge olması yönüyle, gelişimin bir nevi her çağda ve dönemde kültürel olarak beslendiği bir alan olma rolüne sahiptir. Ortadoğu’ya egemen olmak, dünyaya egemen olmak anlamına gelir.
Günümüzün en güyük enerji gücü olan petrol ve doğal gazın, daha çok bu bölgede bulunması da, bu bölgenin önemini daha çok arttırmaktadır. Aynı zamanda, Asya ile Avrupa arasında bir köprü işlevine de sahiptir. Yani Ortadoğu her bakımdan bir çekim merkezidir. Yüzlerce yıl önce, Ortadoğu, feodal emperyalizmin bazı imparatorluklarla, devletlerle hakimiyet kurduğu bir coğrafyaydı. Son yüzyıllarda sanayileşmeyle beraber, Avrupa, ABD ve Japonya bu rolü, günümüze kadar oynuyor. 1. dünya savaşı sonrası, Ortadoğu, Avrupa’nın, 2. dünya savaşı sonrası da, ABD’nin etkisi altına girdi. Ama aslında İngiltere’nin hala Ortadoğu’da büyük bir etkisi var. ABD, sonradan İngiltere’nin yanında buna dahil oldu. İngilteresiz bir ABD’nin Ortadoğu’da fazla bir etkisi olmaz. İngiltere’nin Ortadoğu üzerinde siyasi olarak etkisi çok büyüktür. Ortadoğu’da günümüz geleneksel siyasetinde bütün sorunların kaynağı emperyalizmdir denir.
Bir bakıma öyledir. Yani bütün siyasi güçler, yaprak kımıldamasının bile sorumluluğunu emperyalizme mal ediyorlar. Pekala, emperyalist ülkelerin hepsi, Ortadoğu’da her bakımdan çekip gitseler, Ortadoğu’da sorunlar bitecek mi ya da sorunlar çözülecek mi? Emperyalizmin Ortadoğu’ya etkisi yokken de, Ortadoğu’da dağ gibi sorunlar vardı. Emperyalizmin, bölge ülkelerine dolaylı etkisi var ama bu ülkelerin içişlerine, çok önemli olmadığı sürece, doğrudan müdahale etmiyor, karışmıyor. Ortadoğu halklarını ezenler, aslında yerel emperyalist güçlerdir. Emperyalizm sadece dışarıdan gelen güçler değildir. Emperyalizm, egemenlik kurabilen, sömürebilen her güce denir. Avrupa ve Amerika, Japonya global büyük emperyalist güçlerdir. Bu büyük güçlerin gölgesinde duran ülkeler de bölgesel ya da yerel emperyalist güçlerdir. Yani her kapitalist ülke, gelişim gösterebilirse, emperyalistleşebilir, emperyalist olabilir. İran, Ortadoğu bölgesinde emperyalist bir güçtür.
Türkiye de hakeza bölgesel emperyalist bir güçtür ama büyük abilerinin ayağına dolaşmadığı ve çıkarlarına engel olmadığı sürece, rolünü oynamasına müsaade ederler. Avrupa ve Amerika’nın ,İranla zaman zaman kriz yaşamasının nedeni işte bu emperyalist rekabettir. İran, Şahlık döneminde kısa süreli bir bağımlılık rejimine sahipti. Molla rejimiyle, bu bağımlılık dönemi bitti, bölgesel güç olma hatta mümkünse, tarihsel gücünden de güç alıp, global bir emperyalist güç olmanın peşinde koşuyor. Bunu tek başına yapabilecek güçte olmadığı için, Rusya ve Çinle beraber hareket etmek zorunda kalıyor. Ortadoğu rejimleri, son yüzyıldır emperyalizmin egemenliği altında olsa da, binlerce yıldan süregelen devletçi-sınıflı sistemin ağır etkilerini yaşıyor. Yani Ortadoğu’daki rejimlerin getirdiği ağır toplumsal bunalım ve krizlerin nedenlerini sadece yüzyıllık Batı emperyalizmine mal edemeyiz. Binlerce yıllık devletçi sistemin etkilerini ve tortularını, alışkanlıklarını nereye koyacağız?
Avrupa ve Amerikan devletleri bile, devlet kültürünü Ortadoğu tarihsel devlet kültüründen alıyorlar. Ortadoğu gerçekliği, tarihsel devletçi sistemin ve günümüz emperyalist sistemin bir ürünüdür. Emperyalizmin bölgede egemenliği olmasa da, Ortadoğu’da halklar, binlerce yıllık devletçi ve sınıflı sistemin son ürünleri olan ulus devletlerin ve modern krallıkların kurbanı olmaya devam ederler. Ha dışarıdan gelen emperyalizm ha içeride ortaya çıkan ve kendi halkına kan kusturan yerel emperyalizm. Ortadoğu ülkelerinin devletleri-yönetimleri hepsi kapitalist sistemi ve kapitalist ilişkileri iliklerine kadar yaşıyorlar. Yani kapitalizm, sonradan Ortadoğu’da, dışarıda gelmedi. Binlerce yıldır zaten vardı ama son yüzyıldır sanayileşmş ülkelerin emperyalist sistemiyle beraber hareket ediyorlar. Emperyalizmin en tehlikelisi içeriden çıkandır, dış emperyalizmle işbirliği yapandır. Dolayısıyla, emperyalizme darbe vurmak, yerel işbirlikçi emperyalizme darbe vurmakla mümkündür.
Yüz defa kahrolsun Amerikan emperyalizmi desinler, içerideki komprador yani yerel işbirlikçi burjuvazi yenilgiye uğratılmadıktan sonra, Amerikan emperyalizmi kahrolmaz. Daha Amerika diye bir ülke yokken, Avrupa yoksulluktan kırılırken, Ortadoğu’nun tamamında halklar eziliyordu, yoksullardı. Ortadoğu’da halkları ezenler, Ortadoğu zalim rejimleridir. Bu zalim rejimler ve diktatörlükler var oldukları sürece, dış emperyalizm, sahip olduğu teknolojik güce dayanarak, bu alanda egemenlik kuracaktır. En büyük emperyalizm, sınıflı sistemdir. Global emperyalizm, sahip olduğu güçle, her alanda etkili olmak ister. Ortadoğu da bu alanlardan biridir. Ancak, global emperyalizmin etkili olması, yerel sınıflı sistemin sağladığı işbirliğiyle oluyor. Emperyalizm neden Küba’da, Kuzey Kore’de, Vietnam’da etkili olamıyor? Çünkü yerel işbirlikçi yönetimler bulamıyor. Yani kukla rejimler bulamıyor. Ama Ortadoğu’da bu işbirlikçileri, kukla rejimleri bulabiliyor.
Çünkü Ortadoğu’daki rejimlerin hepsi, halk karşıtıdır. Sömürü rejimleridirler. Sınıflı rejimlerin en korkuncu Ortadoğu’da yaşanılıyor. Ortadoğu’da en büyük sorun, halkların iktidarına dayalı devrimci-demokratik sistemlerin kurulmasıdır. Bunun yolu da, devletçi-sınıflı rejimlerin ve bunun günümüz temsilcilerinin yıkılmasıdır. Kapitalizmin bir eseri olan katı ulus devletler ve milliyetçilik, ancak demokratik ulus paradigmasıyla aşılır. Demokratik ulus paradigması ve komünalizm, ulusları kaynaştırır, kapitalizmin, ulusların arasına koyduğu suni sınırları anlamsızlaştırır, ortadan kaldırır. Uluslar, demokratik ulus paradigmasıyla ve sosyalizmle kaynaştıkça, kardeşlik gelişir. Sosyalizmin enternasyonalize olması, ulusların kardeşliği geliştirmesiyle mümkün olur. Enternasyonalize olmayan bir sosyalizm, tek bir ulusun dar sınırları arasında kalır ve gelişim gösteremez. Demokratik ulus paradigmasıyla sosyalizm iç içe gelişim gösterir, et ve tırnak gibi birbirini besleyerek halkları kaynaştırır, komünizme hazırlar. İnsanlık ancak komünalizmle kurtuluşa kavuşur.