Erkek egemenlikli sistem tecavüzcüdür…

0
1404

Kadın etrafında gerçekleştirilen toplumsal dejenerasyon ve iradesizleştirme şimdi dünyanın her yerinde en temel sorun haline gelmiştir.

Toplumu, yaşamı, insanı, ilişkileri, siyaseti, bilimi, duyguyu, düşünceyi, ruhu ve hatta fiziki varlığı dahi bitiren erkekçilik ideolojisinin en somut ifadesi olarak tecavüz kültürü doğru bir analize tabi tutulmadan, çözümlenmeden ve irdelenmeden aşılamayacak bir gerçekliktir. İçerdiği ideolojik anlamlar itibariyle tecavüz kültürü toplumsal, siyasal, sosyal ve ekonomik gerçeklikte nasıl toplumsal dokunun doğal parçaları haline getirilmektedir ve toplumun bireylerinin hücrelerine sızdırılmaktadır bunun çözümlenmesi özgürlükçü mücadelelerin başarıya ulaşması için stratejik bir değere sahiptir.
Çokça sanıldığı gibi tecavüz kültürü kadına ve onun bedenine indirgenebilecek bir olgu değildir. Tecavüz kültürü erkek egemen sistemin en temelde üzerinde oluştuğu ve geliştiği yapılanmadır. Tabii bu kültür salt cinsel içeriği itibariyle ele alınamaz onunda ötesinde ideolojik bir içeriği vardır. Ve esas olan da bu yönünü tanımlayarak mücadele edebilmektir. Tecavüz ve tecavüzcülük erkek egemenlikli sistem tarafından kadının her şeyinin bedeninden başlayarak, ruhunun, duygularının, düşüncelerinin, emeğinin ele geçirilmesi ve kadının da savunmasız bir biçimde buna mahkûm edilmesi sürecidir. Tecavüz kültürünün oluşum ve gelişim süreci içinde çok büyük hilelerin, komploların hatta katliamların var olduğu bir süreçtir. Bu süreç bir avcının avı yakalamak için kurduğu tuzağa benzeyen erkek egemenlikli uygarlığa geçişle birlikte başlamıştır. Bu tuzağa düştükten sonra ise kadın soyu cinssel, kültürel, ideolojik, siyasal ve sosyal bir kırılma yaşamıştır.
Doğal, organik toplumun temel dinamik gücü, temsilcisi ve esas yürütücü gücü olan kadın aşılmadan yeni bir toplumsal sistem geliştirilemez. Bu nedenle erkek egemenlikli sistemi kurmanın ilk adımı kadını, kadınlığı anlamak, çözmek ve aşmak amacıyla kadın üzerinde otorite kurmak olmuştur. Bu durum planlı, programlı analitik zekânın gelişmesiyle sağlanmıştır. Dolayısıyla tarihi, tesadüflerle açıklamak yeterli ve doğru olmayacaktır. Doğal toplumun kurucusu olan kadını aşmak, kadınlık özelliğini çarpıtarak ve kadını cins kölesi haline getirerek kullanmak erkek egemenlikli sistemi oluşturan temellerdir. Ki bu temelin kurulması verilen mücadeleden ataerkil sistemin kazanarak çıkması kadının, kadınlığın kaybedilmesi şartına bağlıdır. Kadının köleleştirilmesi zamanla kadın kavramının direkt köle, kullanıma açık, zayıf, güçsüz sıfatı olarak algılanmasına yol açmıştır. Ve bu durum kadında fiziksel ve zihinsel bağımlılık yarattığı gibi duygu ve düşünüş biçiminde, giyim ve konuşma sitilinde duruş ve hareket tarzında bir kültür bir bağımlılık yaratmıştır. Dışa göre, erkeğe göre, şekillenmeyi, ona ait kılınmayı getirmiştir. Kırılmalar ardından kadın ideolojik olarak hiçleştirilmiş, kimliği yok edilerek yok sayılma derekesine düşürülmüştür. Özünde bu tecavüz kültürünün gelişmesidir. Gelişen tecavüz kültürüyle kadının mallaşması özünde elindeki tüm değerlerin çalınması, gasp edilmesi ve toplumun kurucu öğesi olan kadınlık olgusunun içinin boşaltılarak nesne konumuna getirilmesidir. Özne-nesne ikileminde nesne olarak ele alınan, edilgen bir toplumsal gölge haline getirilen kadının her yönden erkeğe muhtaç kılınması, siyasal olarak geri bırakılması, ekonomik olarak erkeğin eline bakmasının sağlanmasıdır. Erkek egemenlikli sisteme geçişle birlikte kadın bedeniyle, ruhuyla, düşüncesiyle, duygusuyla ve emeğiyle tecavüze uğramıştır.
Tecavüz kültürü çok daha yakıcı ve çarpıcı bir biçimde insanlığın beşiği Ortadoğu’da gerçekleşmiştir. Erkek egemenlikli sistem hep en iyinin, en güzelin kendisine ait olmasını istemiş ve bu amaçla tarihsel olduğu kadar güncel olarak da Ortadoğu’nun değerlerini çalarak tarihin en büyük hırsızlığını gerçekleştirmiştir. Bu konuda tecavüzcü ve işgalci mantıklarını dile getirmekten de çekinmemişlerdir. ABD eski başkanlarından Truman bir konuşmasında
“ Gözlerimizi Yakındoğu’ya çevirdiğimizde vahim meseleler arz eden bir bölgeyle karşılaşıyoruz. Bu bölgede geniş tabii kaynaklar vardır. En işlek kara, hava, deniz yolları buradan geçmektedir. Bu bakımdan bölgenin büyük iktisadi ve stratejik önemi vardır. Fakat bu bölgedeki ülkelerin hiçbiri ne yalnız ne de birlikte kendilerine yöneltilecek bir tecavüze karşı koyabilecek kadar güçlü değillerdir.” sözleriyle erkek egemenlikli sistemin tecavüzcü ve işgalci mantığını açık bir biçimde dile getirmiştir. Bunlar karşısında Ortadoğu’da bulunan ülkelerde birlik olamama ve içsel gücünü açığa çıkararak öz ideoloji ve kurumlara sahip olamama, devletçi-iktidarcı mantığın derinliği ve katılığı yaşanan kaos durumunun aşılamamasına neden olmaktadır. Kapitalist modernite Ortadoğu’yu ve giderek insanlığı yeniden kendi yaşam tarzıyla oluşturmak istemektedir. Ortadoğu’da uygulanmak istenen proje, Arap devletlerinin tamamını içine alan sahada entelektüel düzeyin değişimi ve niteliğinden tutalım bu coğrafyada kadının konumunun değiştirilmesi ve liberal ekonomik rejimlerin oturtulmasına kadar birçok alanda köklü sarsıntı ve değişimleri içeren özelliklere sahiptir. Bunlar 2010 yılına kadar Ortadoğu’da okur-yazar oranının %50 arttırılması, batılı klasiklerin Arapça’ya çevrilmesi, kadınlara girişimlerde bulunmaları için beşyüz milyon dolar yardım yapılması gibi maddeleri içermektedir. Bugün uygarlık sistemi Irak’ta hegemonyasını zor uygulamasının yanı sıra yaşam tarzını oturtarak da kurmaya çalışmaktadır. Ancak tüm bunlar Ortadoğu’daki kaosu çözüme kavuşturmaktan ziyade derinleştirmektedir.
Avrupa modernitesinin pozitivist ideoloji ve bilimleri Ortadoğu uygarlığını doğru tanımlayamamaktadır. Çünkü bu Ortadoğu’nun gerçekliğinde vardır. Kendi özsel gerçekliğine uygun olmayan her çözüm direnişle karşılanmakta ve Ortadoğu’daki kaosu çözememektedir. Kaosu en fazla derinleştiren ve içinden çıkılmaz bir hale getirende toplumsal cinsiyetçiliğin özgürleştirilmesi problemine yaklaşımda saklıdır. İktidarın şifresi buradadır. Zira bugün Ortadoğu’da ve tüm dünyada kadınların giriştikleri özgürleşme edimleri, erkekleri ve devletleri oldukça korkutmaktadır. Hiyerarşik devletçi toplum, eril iktidarın bir ürünüdür ve kadının özüne en uzak olgulardan biridir. Bu yüzden devlet odaklı iktidar güçleri, kadını her zaman muhalif olarak görmekte ve mutlaka denetim altına almak istemektedir.
Bu nedenlerle kadını iradesizleştirmek, tanımsızlaştırmak ve anlam yitimine uğratmak için her türlü yöntemi denemektedirler. Ortadoğu’da kadın sünneti, töre ve namus cinayetleri, aile içi şiddet ve cinsel istismar bu nedenle yoğun bir biçimde görülmektedir.  Adeta kadın katliamı yaşanmaktadır. Kadınların intihar etmediği, öldürülmediği, tecavüze uğramadığı bir gün bulmak zordur. Kadın sünneti cinsel hazzın kadında yok edilmesi amacıyla hala kız çocuklarına uygulanmaktadır. İslam hukukuna göre cinsellik erkek için bir hak iken kadın için sadece görevdir. Ortadoğu toplumlarında cinsellik kadına yönelik en önemli tehdittir. Aile içinde emeğinin ve cinselliğinin sömürülmesini istemeyen kadın kamusal alandaki cinsel sömürüyle ve sokağa atılmayla tehdit edilmektedir. Evin içinde, özel alanda ise cinsel obje haline gelmek doğaldır. Kadın kocası ne zaman isterse onunla cinsel ilişkide bulunmak zorundadır. Genel fahişelikten korkan kadın evlilikle özel fahişe konumuna getirilmektedir. Kocasının isteklerini karşılaması Allahın emridir.
Kadını cinsellikle özdeşleştiren mantık, toplumun ahlakını korumak için kadını ve bedenini denetime almaktadır. Erkek, kadının namusunun bekçisidir. Devlet de toplumun namusunun bekçisidir. Toplumun namusunu bozacak potansiyel suçlu kadındır. Bu yüzden kadınlar sokağa çıkarken kocaları yanlarında değilse erkek kardeşleri çok küçük yaşta da olsa tedbir amaçlı olarak yanlarına verilmektedir. Kadının namusunu koruyacak olan beş yaşında da olsa bir erkektir. Devlet de istediği zaman bekâret kontrolü yapma hakkına sahiptir. Ne de olsa o da toplumun namusunun bekçisidir. Kadınlar babalarının, erkek kardeşlerinin, kocalarının ve devletin mallarıdır. Kadın, kendi bedenine bile sahip değildir. İran ve Afganistan’da kılık kıyafet yasağına uymayan kadınlara ağır cezalar verilmektedir. Kadınların davranış biçimleri, sesleri, giyimleri kontrol altındadır. Ortadoğu’da kadının eksiksiz bir insan olduğunu ortaya koyma sorunu vardır. İslami cemaat düzeninde cinsler arası eşitsizlik sorgulandığında, toplumsal cinsiyetçilikte dönüşüm arayışına girildiğinden sistemin tümü tehlikeye düşmektedir. Sistem sürekliliğini cinslerarası eşitsizliğe dayandırmaktadır.
Kadının kocasına itaatsizliği aynı zamanda ailenin ve toplumun namus bekçilerine itaatsizlik anlamına geldiğinden İslami hiyerarşiyi tehdit etmektedir. Kadın bu durumda salt kocasına değil cemaate, cemaatin oluşturduğu akla ve düzene itaatsizlik yapmıştır. Kadının kendi farkındalığını algılayabilmesi, topluluktan farklı düşüncelere sahip olması, cemaatçi düşünce ve yaşam tarzı açısından korkutucu anlamlarla yüklüdür. Devletçi-iktidarcı mantığın hâkim olduğu yerlerde bireyden söz etmek mümkün değildir.
Ortadoğu’da kutsal devlet anlayışından kaynaklı birey devlet için vardır. Ve bireyin yaşam hakkı da dâhil tüm hakları her zaman için devlete feda edilmiştir. Birey, devlet karşısında silikleşmiş ve cüceleşmiştir. Bu Ortadoğu’da ikincil cins konumunda olan kadınlar için çok daha fazla böyledir. Batı uygarlıklarında etkili olan paradigmayla, bireyin yaşadığı çelişkiler uzlaştırılarak sınıfsız, cinsiyetsiz, ulussuz bir toplum gerçekliği açığa çıkarılmak istenmektedir. Ancak dini ideolojinin ve her şeye kadir olan devlet anlayışının egemen olduğu bir toplumda en fazla ezilenler ve denetim altında olanlar, kadınlar, çocuklar ve sisteme muhalif olanlardır. Ortadoğu’da toplum üzerindeki baskı kimi zaman devlet çıkarları, kimi zaman da toplumsal ahlakı koruma adına meşru görülmektedir. Toplumsal ahlakı koruma ve devlet çıkarları adına en kolay vazgeçilebilecek olanlar ise kadınlardır. Devlet özellikle de ahlaksızlık, cinsel sapkınlık ve yozluktan oluşan bir imge kurgulayarak kendi baskıcı ahlak kurallarını ve cinsiyet ayrımcılığını meşrulaştırmaya çalışmaktadır.
Kadınlara atfedilen roller devletle modern bir biçimde devam etmektedir. Artık kadınlar için doğru olan davranış kalıplarını belirleyen din ya da gelenek değil, bunları kendi potasında eriten devlettir. Sistemler değiştikçe devletin kadına yaklaşımında da biçimsel değişikler görülmekte ancak bu cinslerarası uçurumu gidermekten ziyade derinleştirmektedir.
Bir yandan ataerkilliğin etkileri diğer yandan modernite arasında kalınıp sorun tam bir çıkmaz halini almaktadır. Hiyerarşi ve devlet gelişirken kendilerini daha uzun süre yaşatabilmeleri ve kalıcı kılabilmeleri için toplumun tüm kurumlarını kendi zihniyetini besleyecek ve sömürüyü gizleyecek biçimde yönlendirmektedir. Kadın, devlete bağlılığın ve resmi ideolojinin bir bileşeni haline getirilmekte ve tanrı-devlet-baba üçlüsünün mutlak egemenliği kadına iyi bir anne ve iyi bir eş olmanın sınırlarını çizmektedir. Ataerkil devletçi iktidarla en iyi uyum içinde olan kadın kabul edilecek olan kadındır. Bu kadında fedakâr bir anne iyi bir eştir. “Yuvayı dişi kuş yapar, her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır.”sözleri kadının gönlünü hoş etmek için uydurulan safsatalardır. Bu sözlerle kadına yuva yapma ve erkeğin arkasında olmak hak görülmüş ve kadının da bunlarla gururlanması sağlanmıştır. Bu, kadının tüm enerjisini mutlu bir yuva, iyi bir koca imajı yaratmaya harcayıp boşa gitmesidir.
Devletin tekelinde olan medya kuruluşları, uysal anne rollerinin yoğun işlendiği dizilerle topluma yeni dönemde kadının rolünün ne olması gerektiğini görsel iletişim araçları yoluyla empoze edilmiş hatta özendirilmiştir. Toplum içerisinde kadına biçilen roller ve statüler devlet tarafından belirlenmektedir. Kadınlar, eril iktidarla uyumu bozmadıkları sürece siyaset ve politikayla da ilgilenebilmekte hatta kendilerini kabul ettirmenin verdiği kaygıyla, devletten daha fazla devletçi olmaktadır. Kadınların, devlet içinde yer alabilmelerinin yolu erkekler gibi düşünmelerinden erkeklerden daha fazla erkek gibi yönetmelerinden geçmektedir.  
Ortadoğu da kadının cinselliği bir zamanlar tapınılması gereken bir gerçeklik iken şimdi ise toplumun ahlakını koruma amaçlı saç telinin bile dışarıda kalmasının tahrik unsuru sayıldığı bir konuma düşürülmüştür. İran’da kadının örtünmesi yasalara bağlanırken bu kurallara uymayan kadınlara ağır cezalar verilmekte, kadınlar işkenceden geçirilmektedir. Ancak kadının bunu aşma girişimleri görülmektedir. İranlı bir kadın sokağa saçlarını örtmeden çıkarak bu gerici anlayışa isyan ederek devrim niteliğine sahip bir çıkışa öncülük etmiştir.
Uygarlık toplumunun tecavüz kültürü ve şiddetle beslenme geleneği en alt birim olarak ailede daha da nefes aldırmaz düzeydedir. Ortadoğu kadını fiziksel, cinsel ve ruhsal olarak günlük tecavüze maruz kalmaktadır. Hatta kadına içerilmiş şiddetin güçlü etkisi kadında oluşturulmuş korkudan da anlaşılabilecek düzeydedir. Cinsel şiddete uğrayan kadının ne giydiği, nasıl davrandığı ilk etapta sorgulanarak mağdur olan kadında teşvik-tahrik unsuru oluşturulacak öğeler aranmaktadır. Eril bakış açısı direkt kadına potansiyel suçlu gözüyle bakmakta ve çoğu zaman bunu “hak etmiş” biçiminde sonuca bağlamaktadır.
Tecavüze uğrayan kadınlar Pakistan’da tecavüzü ispatlayamayınca zinayla suçlanacağı korkusuyla sessiz kalmakta ya da intihar etmektedirler. Ortadoğu ülkelerinde recm ve kırbaçlanma hala yoğun olarak sürmektedir. Ve tecavüze uğrayan kadının tecavüz edenle evlenmesi yoluyla erkeği cezadan kurtarma yaklaşımlarıyla karşılaşıp intihara yönelmekte, dayak yiyerek aşağılanmakta ve bunun sonuçlarını kendi içinde derinleştirerek büyüttüğü çocukları aracılığıyla topluma yaymaktadır. Devlet güçlerinin uyguladığı fiziki, cinsel, ruhsal şiddet, işkence, tecavüz, cinsel hakaret, bekâret kontrolü biçiminde gelişmekte ve hak arama mücadelesinde kapılar genelde kadının yüzüne kapatılmaktadır. Bu konuda günümüzde belli arayışlar gelişmiş, kimi adımlar atılmış olsa da sorun henüz çözümlenmekten çok uzaktır.
Türkiye’de kadının cinsel meta olma konusu vergi rekoru düzeyine varmıştır ve fuhuş bir sektör olarak değerlendirilmektedir. Fuhuşa konu olan kadınların uğradığı şiddet ve tecavüz genelde haklı görülmektedir. Tecavüze uğrayan kadının fahişe olmasının failin cezasını azaltması gibi geri zihniyet yansımaları yasalarla korunmaktadır. İsrail’in Filistin’e yönelik saldırılarında en çok zararı kadınlar ve çocuklar görmektedir. Müslüman Ortadoğu ülkelerinde hala şeriat yasalarına göre idam uygulanmaktadır ve en çok da buna kadın maruz kalmaktadır.
Savaşlarda en çok zarar görenin kadın olması da göze çarpan ama engellenemeyen diğer bir husustur. İşgalci, işgal ettiği toprağın malına, mülküne el koyarken insanına özellikle kadına da mülk gibi yaklaşıp el koymakta ve ona her şeyi yapmayı kendine hak görmektedir.
Erkek egemenlikli sistemin siyasal, sosyal, ruhsal ve bedensel tecavüzüne uğrayan kadın kendine özsaygısını yitirmekte, özgüvenden yoksun olmakta, şiddet, kadındaki direnişçi özü tahrip etmekte ve kadının sistem içi mülk-köle konumunu derinleştirmektedir. Ve özellikle kadın evlilik belgesiyle erkeğe tapulu mülk haline getirilince, erkeğin eline kendi mülkünü nasıl kullanacağına dair bir tercih serbestîsi verilmektedir. Bu nokta sistemin erkeği kullanma biçiminin en kurnazıdır. Bu yolla erkeğin insafına bırakılan kadın giderek cinsinin öz kimliğinden hatta insanlığından uzaklaşmakta ve kendi varlığından utanır hale gelmektedir.
Ortadoğu’da yaşanan intiharların ağırlıklı sebebini burada aramak gerekmektedir. Aşiretin, ailenin namusu gerekçesiyle kız çocuklarının, kadınların bastırılması, şiddete maruz kalması ya da katledilmesi bugün henüz aşılmaktan uzaktır. Olayı magazinleştiren, köklü çözümü geliştiremeyen, üstten gelişen yaklaşımlar mevcut durumu sürekli reklâm konusu yaparak bir yandan yaşanan gerçekliği açığa çıkarmaktadır ama diğer yandan da mevcut durumu meşrulaştırmakta, sorunun çözümünden uzaklaşmayı getirmektedir.
Şiddetin toplum üyelerinin hücrelerine içselleştirildiğini, inançla yoğrularak buna boyun eğdirildiğini, bunun en çok kadın üzerinde uygulandığını Ortadoğu toplumunun günlük yaşamına dair kesitlerinde görebiliriz. Türkçe dilindeki kimi atasözleri incelendiğinde, ataerkil kültürün kadın üzerinde şiddeti ne kadar gerekli ve öngördüğü belirginleşir. “Kızını dövmeyen dizini döver, kadının sırtından sopayı karnından sıpayı eksik etmeyeceksin, başıboş kalan kız ya davulcuya ya zurnacıya gider, kancık yalanmazsa itte dolanmaz, at-avrat-silah …” şeklinde sıralayabileceğimiz sözler şiddetin yüceltilmesi ve kadın üzerinde kullanımının topluma içerilmesinin günlük örnekleridir. Arapça’da buna ilişkin “en özgür kadın kocasına en iyi köleliği yapan kadındır” sözü aynı içeriktedir. 
Şiddet, aile içinde öğrenildiğinden onu aşmak, şiddetten uzaklaşmak ve Ortadoğu’nun kendi ilksel özü olan yaratıcı, kadın merkezli yaşamı yaratan insan tipini açığa çıkarmak da bu konuda zihinsel bir uyanışı kendinde yaratmakla ve yeni nesilleri bu aydınlanmış zihniyetlerle yetiştirebilmekle gerçekleşecektir. Tecavüz kültürünün merkezi şiddettir. Şiddetin merkezi kadındır. Bunun, genelde uygulayıcısı olan erkeğin kendindeki şiddet eğilimini çözebilmesi, kendindeki şiddetin ne zaman, ne kadar aktifleşebileceğini analiz edebilmesi kadar, şiddet karşısında nasıl yaklaşması gerektiğine dair yaşam ilkelerini belirleyebilmesi özgürleşme yolunun temel adımlarındandır.
Kadının da özellikle “öteki” olma konumundan kendini kurtarması ve yaşamın yabancısı, nesnesi değil özgür yaşamın yaratıcısı olduğunu kendisine, birlikte yaşadığı ortama ve kadının köleliği üzerinden yükselen eril zihniyete gösterebilmesi bir zorunluluktur. Kendini özgür gerçekleştirmenin ve özgür yaşamanın temel koşullarında biri de bu sorunu çözümleyip aşabilmektir. Sorunun özünde bir zihniyet sorunu olduğu, eğitimlerle ve bilinç yoluyla çözümlenebileceği bir gerçektir. Kadın ve erkeğin kendileri hakkında bilinçlendirilerek mevcut durumlarından rahatsız olmalarını sağlamak, özgür bir Ortadoğu yaratmanın ve Ortadoğu toplumunu o yaratıcı özüne dönüştürebilmenin en önemli adımlarından olacaktır. Aile olgusu küçümsenmeden, toplumsal sorunların arkasına atılmadan doğru bir çözümlemeyi ve yeni zihniyet gelişimiyle birlikte yeniden düzenlenmeyi beklemektedir. Kadın ve erkeğin iradi gelişimleri ve birey olarak kendilerini gerçekleştirebilmeleri, cinslerin özgürleşmelerinin koşuludur. Bu doğrultuda “Nasıl yaşamalı?” sorusunu sormak bir başlangıç olacaktır. Mevcut olanın sorgulanması onu aşarak yeniye ulaşmanın ilk adımıdır. Yarım bilgiyle, eksik bilinçle aynı modeli tekrar tekrar oluşturmak çözüm olmayacağı gibi özgür bireyin gelişimini de engelleyecektir. Özgür bireylerden, özgür ve yenilenmiş bir toplumsal organizasyondan oluşan yeni yaşam, “Nasıl yaşamalı?” sorusuna yenilenmiş bir zihniyetle verilecek cevaplarla oluşturulacaktır.
Toplumsal cinsiyetçiliğin özgürleştirilmesi problemi sadece konjoktürel durumlarla, güncel politikalarla ya da kendi güdülerine yenilen erkeklerin saldırganlığıyla açıklanamayacak kadar kapsamlıdır. Tecavüz kültürünün en çirkin ve barbarca biçimi kişinin istemi dışında zorla bedenine yönelim olsa da bu kültür salt bedensel saldırıyla ele alınamayacak kadar yapısal ve köklü bir sorundur. Tecavüz kültürü erkek egemenlikli sistemin ontolojik gerekçesidir. Kadının özgürlük sorunsalı beşbin yıllık tecavüz kültürünün ürünüdür. Dolayısıyla tecavüz kültürünün aşılması erkek egemenlikli sistemin aşılması anlamını taşımaktadır. Erkek egemenlikli uygarlığın aşılması da salt kampanyalarla gerçekleştirilemez. Kampanya sadece bir adım olabilir, mücadeleye bir ivme kazandırabilir, süreklileştirebilir. Bu nedenle “Özgürlük mücadelesini yükseltelim, tecavüz kültürünü aşalım” kampanyası aslında sistemin ontolojik gerekçelerini hedeflediğinden radikal ve köktenci bir mücadeleyi gerektirmektedir.
Ataerkil sistem kendini yaşamın en küçük ayrıntılarına kadar sızdırdığından kaynaklı böylesi kapsamlı ve bütünlüklü bir gerçeklik karşısında yürütülecek olan mücadele de çok yönlü olduğu kadar ideolojik, siyasal, kültürel ve özsavunma boyutlarıyla da bütünlük arz etmelidir. Çünkü neresine bakarsak bakalım toplumsal yozlaşma, iradesizleştirme, kimliksizleştirme, insan pazarlama, her türlü hakka tecavüz özellikle kadın üzerinden gerçekleştirilmektedir. Ki, bu da kadın soyuna yapılan ve yapılabilecek en büyük hakarettir. Kadın evinin içinden tutalım da sokakta, işte, okulda her yerde erkek egemenlikli sistemin korkunç baskılarına, fiziki ruhsal şiddetine maruz kalmaktadır.
Kadın etrafında gerçekleştirilen toplumsal dejenerasyon ve iradesizleştirme şimdi dünyanın her yerinde en temel sorun haline gelmiştir. Ve kadın hareketlerinin mücadelesi gelişme gösterdikçe bu tip olaylar daha fazla gün yüzüne çıkmaya, tartışılmaya ve aşılmaya çalışılıyor. Yapısal olarak ataerkil devletçi sistemi aşmayı hedeflemek kadar tecavüz kültürünün güncel örneklerine karşı da kadın hareketlerinin gündem yaratıp birlikte ortak tavır geliştirmeye çalışmaları oldukça anlamlıdır. Bu sosyal sorunları kadın mücadelesinin gündeme sokması örgütlü bir güç olarak ataerkil sisteme karşı mücadele etmesi sadece kadına bazı haklar kazandırmaz aynı zamanda o toplumsal yapının zihniyetsel değişiminin de önünü açar. Yine sisteme ait mevcut tek taraflı gelişen siyasi iradeyi, merkezileşen iktidarı, insan ilişkilerini hatta aile ilişkilerini yeniden ele almayı gerektirir ki bu da ataerkil sistemin zihniyetinin aşılmasında çok belirleyici önemdedir.
Siyasete, gelişmelere, toplumsal sorunlara kadınca bakmaya başladığımızda, kadının emeğinin, mücadelesinin görülmek istenmese de önemli değişim ve dönüşümleri yarattığını görmekteyiz. Bu konuda yaşanan örgütlenme zayıflığı egemen sistemi güçlendirirken örgütlenmede bir başarı kaydetmek ise egemen sistemi zayıflatır, gereksizleştirir. Zaten sistemin kadın emeğini, söylemini ve eylemini küçümsemesi de bu korkudan ileri gelir.
Kadın mücadelesi dünyanın bazı yerlerinde önemli gelişmelere yol açtı, bazı yerlerinde de zayıf kalması nedeniyle gerek kadın gerekse de o toplumu zayıflattı. Dünyamızın geneli ve Ortadoğu şimdi bir dengesizliği yaşıyor. Dünyadaki kadın hareketleri dile geldiğinde batı merkezli eylemselliklerle bağlantılı olarak gelişen bilinç yükselmesi ve buna bağlı ortaya çıkan hareketlilikler ele alınmakta ve batı merkezli araştırmalar tarih sahnesine yerleşmektedir. Bu yaklaşım kadın özgürlüğünü köklerinden koparmak, kendi temelini yok ederek bina inşa etmek ve esasında doğuşun esas kaynağını incelememektir. Ortadoğulu kadınlar unutulmuş ya da köksel boyutta ele alınmamıştır. Ortadoğulu kadınlar olarak kendimizi anlamlandırmayı, bilmeyi ve tanımlamayı, özgürlük mücadelemizin dayandığı tarihi zeminleri kendi gündemimize yerleştirmeyi temel çalışma olarak ele almalı, özsel değerlerimize ve tarihimize sahip çıkmalıyız.
Kadın birlikteliğini yaratarak bu dengesizliği ortadan kaldırmak, kendilerine kadınım diyenlerin en temel görevlerindendir. Kadının özgürlük uğruna harcadığı en küçük bir emek bile, söylenmiş en kısa bir cümle bile çok değerlidir ve anlamlıdır. Dünyanın bu ağırlaşmış ve egemen erkek tarafından korkunç düzeylere getirilmiş yaşam gerçeğine karşı, kadın yüreğimizle, beynimizle ve cesaretimizle mücadele etmek, kendi kimliğimize ait değerlerle yeni özgür kadın, özgür yaşam, demokratik siyaset ve ilişki anlayışlarını geliştirmek çok önemlidir.
Diğer yandan kadının cins mücadelesi toplumsal, ailesel, şiddet boyutuyla yaşadığı sorunlar karşısındaki mücadelesi daha aktifleşen bir boyuta ulaşmıştır. Geçmiş süreçlerde bu boyut, her ne kadar kadın özgürlük ideolojisinin temeli olsa da çok da fazla fiili örgütlenme ve politika üretme biçiminde yaşamsallaşamamış, geri kalan bir boyut olabilmiştir. Ancak kadın özgürlük mücadelemizin gelişimi ile birlikte kadının toplumsal alanda yaşadığı sorunlara daha fazla giren, sorunlara girdikçe adım adım somut düşünce ve projeler geliştiren bir düzey kazanmaya başlamıştır. Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin 2008 yılında “kimsenin namusu değiliz namusumuz özgürlüğümüzdür”  şiarıyla gerçekleştirdiği kampanya bunun güçlü adımlarından biri olmuştur.  “ Özgürlük mücadelemizi yükseltelim, tecavüz kültürünü aşalım” şiarıyla başlatılan bu yıl ki kampanya kadın özgürlük mücadelesinde kararlılığı yükseltmede ve süreklileştirmede önemli bir diğer adımı ifade etmektedir.
Tarihin en zorlu ve karmaşık sorunlarından olan cinslerin özgürlük sorunu, bunu toplumda yer bulan bir özgürlük geleneğine dönüştürme sorunu, sürekli ve yoğunlaşmış bir emeği ve mücadeleyi gerektirmektedir. Toplumsal yaşamda çok yönlü cendereye alınmış kadına geniş bir yaşam alternatifini oluşturma, özgürlük soluğu haline gelme hususunda daha fazla mücadele gerekmektedir. Kadın mücadelesi boyutuyla verilen emeğin daha sonuç alıcı, genel tüm kadınlara ulaşacak, yaygınlaştırılacak bir düzeye ulaşması hayati önemdedir. Dünyanın her yerinde artık en temel sorun olarak toplumsal cinsiyetçiliğin özgürleştirilmesi problemi hemen her güç tarafından bir şekilde gündeme getiriliyor. Devletler, sivil toplum örgütleri, kadın örgütleri, sol, sağ, anarşist, ekolojist birçok çevre artık göz ardı edilemeyecek bu sorunu görüyor ve kendince arayışlar geliştiriyor. Hiçbir çabayı küçümsememekle birlikte, kadının özgürlük sorununu ideolojik, politik, örgütsel, meşru savunma, hukuki, kültürel, ahlaki, bedensel tüm yönleriyle bütünlüklü bir yaklaşımla ele alma fazla görülmemektedir. Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketimiz böyle bir komple yaklaşımı ideolojik olarak, yaşam ve mücadele anlayışı olarak geliştirme iddiasındadır. Ancak aşmamız gereken ataerkil devletçi sistem gerçekliğini dikkate aldığımızda kendi yetersizliklerimizi daha büyük bir cesaretle görerek ve gidererek pratikleştirmek durumundayız.
Toplumda yaşanan her türlü sorun karşısında kadın duyarlılığı ve özgürlüğe susamışlık ile yaklaştığımızda, toplumun yeniden özgürlük ve eşitlik esaslarında inşa edilmesinde kadın temel aktördür. Ama bunu yapmadan sadece kadın sorunuyla ilgilenen bunun toplumsal dönüşümle bağlantısını kurmayan bir yaklaşım sergilenilirse marjinalleşen bir kadın grubu olmaktan öteye geçilemez. Yine kadın sorununu direkt genel sorunların çözümüne bağlayıp özgün bir yaklaşım sergilemezsek, bu defa da özgünlüğümüzü yitirir genelin içinde eririz. Bu nedenle cins sorunlarından tutalım ulusal, politik, ekonomik, toplumsal, kültürel tüm sorunlarda kadın bakış açısıyla çözüm üreten, direkt kadın kimliği ile çözümün adı olan bir mücadele çizgisi toplumda geliştirilmek durumundadır. Yine egemen sistemin gerek kapitalist biçimde gerek feodal biçimde gerekse de savaş rantçılığının kirli bir politika olarak geliştirdiği kadın katliamlarına karşı da artık sesimizi daha fazla yükseltmeli ve özellikle Ortadoğu’da varolan tüm kadın seslerini birleştirmeliyiz. Yine bu tip olaylar karşısında birbirinin sahiplenen ve etten duvar haline gelerek kadını koruyan bir örgütlenme ağını geliştirmeliyiz. Hiçbir kadınımızı bu sisteme kurban ettirmeyelim, bizim örgütlenme zayıflığımız bu canavarlaşmış ataerkil sistemin kendisini güçlendirmesi anlamına gelmektedir. Kadını baskı altına alan hangi zihniyetse, hangi kurumsa, hatta hangi kişiyse bunları karşı özel politika üretip mücadele edelim. İşledikleri suça göre kendi ceza politikamızı geliştirelim. Bu zihniyetin böyle canının istediği gibi kendisini yaşatmasına asla izin vermeyelim. Kadının düşünsel kolektifliği, ortak aklı yaratıldığında muazzam yöntem zenginlikleri, mücadele biçimleri doğacaktır. Bu anlayışla klasik namus, töre anlayışlarına, yine sözde modernizm adına kapitalizmin parçalayıcı ve metalaştırıcı politikalarına karşı hiçbir kadını yalnız bırakmayalım. Örgütlenelim, örgütlenerek ortak bilincimizi ve ortak tavrımızı geliştirelim.
Nihayetinde mücadele gerekçelerimiz nettir, gerekçelere göre neye, kime karşı mücadele edeceğimiz de nettir. Kadın mücadelesi açısından artık en önemli ve stratejik nokta kadını eğitici, dönüştürücü, sistem karşısında koruyucu ve sisteme karşı tavır alıcı örgütlenme odaklarını yaygınlaştırma ve bu yaygınlaşan örgütlülüğü koordineli ve iletişimli kılabilmedir. İşte bu noktada komün örgütlülükleri oluşturmak çok önemlidir. Yani yaşamın en basit diyebileceğimiz bazı ayrıntılarına karşı mücadeleden tutalım da en siyasal boyutlarına kadar, ufak büyük demeden, neye ve kime karşı mücadele öngörülüyorsa oradan hemen örgütlenme ağlarını oluşturmak esas hedefimiz olmalıdır. Özellikle de kadına karşı şiddet karşısında böyle kalıcı örgütlenmeleri her yerde kurmalıyız. Yüzyılların kadın örgütsüzlüğünün acısını çıkarırcasına örgütlenme ağlarını oluşturmalıyız. Bu örgütlenmeler kısa süreli hedefler içinde olabilir, uzun süreli hedefler içinde olabilir. Hangi biçimde olursa olsun mutlaka ama mutlaka kadın örgütlülük ağlarını yaygınlaştırmalıyız. Özgürlük için bu çok önemlidir.
Kadınlar özgürlük bilinci ve aydınlığı ile harekete geçtiklerinde kendilerini yalnız hissetmeyecekler ve mücadele etmekten korkmayacaklardır.  Her yönüyle bizi baskı altına alan bu iktidarcı devletçi savaşçı egemen sisteme karşı örgütlülüğümüzü daha da büyütüp, sesimizi daha da yükseltmeyi ve kalıcı sonuçlar yaratmayı esas alalım. Ortadoğulu kadınlar olarak tarihimize, özgürlük kültürümüze ve birbirimize sahip çıkalım. Coğrafyamızın yaşadığı acıları her an yüreğimizin derinliklerinde hissederek özgürlük mücadelesinde ortaklaşalım.  Bu bizlerin Ortadoğu coğrafyasının ortaya çıkardığı emek değerlerine ve tarihte ortaya çıkan kadın mücadeleciliğine olan borcudur

Kaynak: Komünar/Şerda Mazlum

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz