Ben sizler gibi ana sıcaklığını duyarak kendimi yaşatmadım. Veya ana kucağında olmayı, çok erken yaşta, fazla yakışıklı bulmadım. Nitekim, bu annenin de -öbürlerinin de- “işte dizimde büyütmek istiyordum, ama hiçbir zaman dizimin dibinde durmuyordu” diye bir söyleşisi de vardı. Tabii bu böyledir diye, ben bir anneyi küçümsemiyorum. Erken yaşlardan itibaren ana kucağında büyümeyi biraz hoş bulmadım. Bütün çocuklar, uzun süre annelerine çok hasretle sarıldıkları halde, kucağında büyüdükleri halde, ben bunu fazla kendime yedirmedim. Veya bu durumu yakalayamadım. Kadın da gerçekten kontrolüne almak istiyordu. Ve değerlendirmelerde de söylediğim gibi, erken yaşlarda çatışma yönü ağır basan bir ilişki vardı.
Biliyorsunuz, ailede kölecilik özellikleri esas olarak ana-baba tarafından aşılanır. Bunlara da ana-babalar tarafından aşılanmış. Bunun da yadırganacak bir yönü yok. Biz ilk devrimimizi aile ocağında geliştirmeye çalıştık. Ailenin beklentilerine göre değil, anne ve babanın beklentilerine göre değil, biraz da kendimize göre, özgürlük sayabileceğimiz yöntemleri yaşamaya çalıştık. Ve tabii bu oldukça şiddetli bir çelişmeye ve aile içinde hır-güre yol açtı. Hatırlıyorum o günleri tabii. Özellikle ilkokul sonuna kadar, hayli kargaşalı, çatışmalı -tümüyle böyledir demiyorum ama, bu yönü ağır basan- bir yaşam vardı. Şimdi bir kadın için, ne anlama gelir bu? Tabii o, bizi iyi niyetle ve kendine göre kollamak istiyordu. Kendine göre bir düşmanlık anlayışı vardı. Köyde, çelişki anlayışı vardı. Ona göre büyütmek istiyordu.
Benim daha farklı bir anlayışım gelişti. Yine kendime göre, memurluk yaptım. Maaşımızdan işte, yararlanmak istiyordu. Tabii buna da tepkiliydim ve “benden yarar göremezsiniz” biçiminde bir cevap veriyordum. Velhasıl, onlar ne bekliyorduysalar, ben biraz daha böyle toplumsal, ulusal diyebileceğimiz biçimlere ilgi duyuyordum. Dolayısıyla, bu yüzden sıcak bir atmosfere sahip olamamıştık. Ben umduğumu bulamadığım gibi, onlar da benden umduklarını bulamıyorlardı. O ömrünün sonuna kadar, aslında kendisi açısından böyle geçti. Yani, oğlundan umduğunu bulamayan (bazı beklentileri vardı). İşte ideolojisi, dediğim gibi, aile çerçevesinde ve kendini biraz rahatlatacak düzeyi aşmıyordu. Ama son zamanlarda biliyorsunuz, o DEP’in kongresine kadar getirmişlerdi. Ve son zamanlarda biraz mücadeleye ilgisi vardı, biraz anlamaya çalışıyordu.
Bunlar önemli değil, her ailenin yaşadığı gibi bir durumdur. Ama benim, aslında gerek annelere, gerek kadına, gerek bütünüyle aileye ilişkin geliştirdiğim çözümlemelerin tabii ki, bu kadınla da bir ilişkisi vardır. Yaşadığımız çelişkili ilişkili süreç, kadın sorununda bizi erken yaşlarda düşünmeye zorlamıştır. Yani bazıları işte “ayrılmayacak kadar çok severiz” filan derler. Biz de, kolay kolay bir arada yaşayamayacak kadar çelişkiliydik. Ama bu tabii inkar anlamına gelmiyor. Daha iyi kabul edilebilir bir yaşam arayışına yol açtı. Bir annenin çelişkili durumu, oldukça geri koşullarda yetiştirilmesi, ailede sorunlara çözüm bulamaması, fakat çok tepkili, kavgalı gerçeği bizim üzerimizde son derece etkiliydi. Özellikle temel mücadele kurallarına dikkat etmemizi, bu kavgalı kişilikle de izah etmek mümkündür.
Yani yaşam, öyle bildiğiniz gibi çok rahat geçmez, son derece kavgalı geçer. Kendini uyutmayacaksın, öyle sıcak havalara kaptırıp, gafil yanı ağır basan bir kişiliğin olmayacak. Sanırım bir de bu kişilikle bağlantılı. Yani tabii biz, daha sonraki süreçte, bütün ülkeyi bir ana gibi değerlendirmek durumunda kaldık. Bir anayı değil, bütün anaları düşünmek zorunda kaldık. Bütün anaların temel özlemi nedir, acıları nasıl giderilebilir; binlerce şehidin anasına bakarak, yine her gün acı çeken bütün Kürdistan kadınlarına, hatta dünya kadınlarına bakarak anlam vermeye çalıştık. Ve bilindiği üzere, kadın kurtuluşunda bazı etkili çabalar, sonuç alıcı çabalar ortaya çıktı.
Bu kadının emeğiyle ilişkisi olabilir mi? Bu söylediğim anlamda olabilir. Çünkü, bizim üzerimizde duruyordu. Çalışarak da olsa, herhalde rolü küçümsenemez. Fakat benim açımdan önemli diğer bir yönü; aileyi, kadını, anayı böyle özgün değerlendirmek. Onu dar aile, ana amaçları açısından değil, ters de gelse o zamanki beklentilerine uzun vadede, aslında kadının kurtuluşuna gidebilecek, onun ülke, halk kurtuluşuyla bağlantısını kurabilecek yönde ele almak gerekir. Sanırım bu kişiliğin öyle bir gelişmede yeri vardır. Daha doğrusu, bizim bu yaklaşımımızın böyle bir kişilik karşısında şekillenmesi, dikkate değerdir. Çok çözümsüz olması, mesela bendeki, şu anda gerçekten üstün çözüm gücüne ulaşma biçiminde bir karşılık bulmuştur. O büyük çözümsüzlüğü o çocuklukta yaşamasaydım, herhalde şimdiki -her konuda- yüksek çözüm gücüne ulaşamazdım.
En önemlisi de, yaşamın bir çelişkiler yumağı olduğunu, bu kişilikte bu kadar gözlemlemeseydim daha sonra toplumun çelişkili karakterine, özellikle Kürt toplumsal özelliklerinin bu kadar çelişkili olabileceğine, kendimi bir gözlemci olarak göremezdim. Ve çok yanlış büyürdüm. Yanlış büyüdüğüm için de çelişkileri çözme sanatında bu denli gelişemezdim. Nitekim, size bakıyorum, toplumun çok çelişkili yönlerini bile göremediğiniz için, çözüm gücünüz de son derece sınırlıdır. Bu konuda da yerini önemle belirtmek, daha doğruya yakındır. Özgücüne dayanarak yaşamayı da aslında, bu kişilik karşısındaki tavırlara borçluyuz. Sıcak bir ana kucağı veya annenin himayesinde bir çocuk gibi büyüme imkanı bulamadığımızdan ötürü, geriye ne kalır, özgücüne göre büyüyeceksin.
Erken yaşlarda özgücüne göre büyüme, sanıyorum bizim daha sonraki bağımsız düşünme ve eylemi gerçekleştirmede etkili olmuştur. Hele bizim aile koşullarında, ana kucağında son derece bağımlı kişilikler oluşur. Ve bu da ta on beş-yirmi yaşlarına, hatta ölüme kadar gidebilir. Ama bizim erken yaştaki kopuşumuz, çözümsüzlük kadar, bağımlı olmayı kendimize yedirmeyişimiz, bizi böyle hem bağımsız, hem de kendinde bulan bir kişilik biçiminde evrim göstermeye zorladı. Ve bu da daha sonra bilindiği üzere kendine son derece güvenen, oldukça tek başına da bağımsız bir ideolojik- politik çizgiye, eyleme gidebilen bir kişiliğe yol açtı. Erken yaşlarda biz böyle bir kopmayı yaşamasaydık, belki de ben bu kadar kendime güvenip de bağımsız-özgür yürüyüşün sahibi olamazdım.
Bence bu yönüyle de bu kişilikten bazı önemli dersler çıkarılabilir. Ben, anaların sıcak ilgisini göz ardı edelim demiyorum, değer vermeyelim. Hayır! Bu ilgiye verilecek en iyi karşılık bağımsız olmayı bilmektir. Ben böyle yapmakla, sanıyorum çok hayırsız, anasına hayrı olmayan birisi olduğumu herhalde kanıtlamadım. Tam tersine anaların köklü sorunlarına daha gerçekçi ulaşmayı becerdim. Zaten son süreçlerde de sanıyorum, o ananın kendisi de bunu anlamıştır. Çünkü, bizim bu mücadelemizin kendisine de onur getirdiğini bizzat gördü. Ankara’nın içine kadar gidip, o kadar ilgi görmek, aslında bir ananın da erişebileceği önemli bir onur ifadesi olduğu açık. Ve ondan sonra da herhalde bizim yaşamın ne anlama geldiğini öğrenmiştir.
Kaldı ki, bu yönüyle de zaten bir anadır. Hiçbir zaman oğlunu kötü görmek istemez veya düşmanlık yapmak istemez. Ama mühim olan mücadelenin de anlaşılmasıydı. Ki, o sonuca da gidildi diyebilirim. Kısaca çıkarılması gereken sonuçlar var. Bunun için bunu burada söylüyorum. İnsanlar, ana gerçeğini de doğru çözümlemelidir. İster sağ olsun, ister ölmüş olsunlar. Ben kendim, gerçekten düşünmedim de değil, kıymet vermedim de değil, sağ iken de, ölürken de hiçbir zaman göz yaşı dökmedim, ama düşünmezlik etme gibi bir sorumsuzluğu da hiçbir zaman yaşamadım. Bizim devrimimizin en önemli bir yönü de; o anaların son derece acılı, çok güçsüz durumlarına bir çözüm yolu bulmak içindir. Çocukları düşünürken, yaşlıları düşünürken, anaları da herhalde önemli oranda düşündüğümüzü rahatlıkla söyleyebilirim.
Herkesin kendi ana-babasına saygısını, yaşarken veya ölürken anmasını, böyle temel bazı sonuçlara ulaşma anlamında değerlendirmesinde yarar vardır. Günümüzde de söylenir “cennet anaların ayağı altındadır, analarınıza karşı son derece saygılı olun”. Belki biz görünüşte bunu tam gösteremedik, ama onun en anlamlı ifadesi olmayı en sonunda becerdik. Bugün yüzyıllardan beri, Kürdistan analarının gerçekten daha şimdiden de görülmüştür ki, yüreklerine su serpecek eylem, bizim eylemimizdir. Onların yücelmesini sağlayacak olan yol, bizim yolumuzdur. Ve bu anlamda da oldukça layık olmayı biz biraz sağlamış olduk. Anlayabilseydi, bir yoldaş gibi de davranabilirdim. Ama anlayamadığı için, gerekirse savaştım. Ama eylemimizle de en sonunda, halkın yolunda olan bir evladın da nasıl olması gerektiğini gösterdim.
Şimdi her militan kendisini böyle gözden geçirerek, aile kurumuna karşı, ana-babaya karşı saygı ifadesi haline getirebilir. Tabii doğru bir biçimde. Sanıyorum günümüzde de bunun tek doğru yolu, kolay kaybetmeyen bir militanı ve savaşçısı olmaktır. Analar, şimdi çocuklarını bir savaşçı olarak gönderiyorlar, hem de seve seve. Ama diğer bir istemleri de, gerçekten uzun vadeli savaşmalarıdır. Hiçbir ana bugün savaşa karşı değil; ısrarla istedikleri, uzun vadeli savaşmayı bilmeleridir. Bu yönünüz, bence analar karşısında eksiktir. Bir ana için, evladını kaybetmek çok zordur. Ama günümüzde kurtuluş mücadelesi yüceliğinin, yaşamla bağını o kadar derinden kavramışlardır ki; en değerli evlatlarını feda etmekten çekinmiyorlar. Oğul ve kızlarını, düğüne gönderir gibi gönderdiklerini hepiniz biliyorsunuz. Ama en temel istemleri de; gerçekten düşmanla -yaraşır bir biçimde- savaşarak şehit düşmeleridir. Bu temel de anaları da anıyoruz. Yaşayanlara da saygılarımızı ifade ediyoruz.
Parti Önderliği
11 Nisan 1995