Feminizmin kendini örgütsel yapılandırması da tanımı gibi farklı farklı gelişim aşamaları yaşamıştır. Birçok farklı feminist akım ve 1., 2., ve 3. dalga olarak değerlendirilen bir feminist mücadele tarihi vardır. Liberal feminizm, Marksist feminizm, anarko feminizm, varoluşçu feminizm, eko feminizm vs. biçiminde birçok akım ortaya çıkmıştır. Bu akımlar genel ideolojik bakış ve örgütlenmelerin kadına uyarlanması ve kadın mücadelesinin bu temelde geliştirilmeye çalışılmasını ifade etmektedir. Bu anlamda kadını kendi özgünlüğü içinde ele almak, kadının doğasından yola çıkarak bir mücadele teorisi ve örgütlülüğü geliştirmek eksik kalmıştır. Mevcut genel ideolojik bakış açıları kadın doğasını tanımlama, gerçeğini kavrama konusunda sorunludur. Feminizmde kadına bu kadar parçalı bakış açısı aynı zamanda kadın olmanın ne demek olduğu konusunda ortak bir bakış açısının olmadığını göstermektedir. Bu anlamda sistemin kadının kim olduğu konusunda muğlaklaştıran, kadını görünmez kılan, kadını sosyal bir varlık olarak ele almayan politikaları aşılamamıştır.Feminizm kadın sorununa bir bakış açısıdır. Kendini mevcut uygarlık sistemine alternatif olarak tanımlamaktadır. Ancak mevcut bakış açısı ve pratikleri ile feminizm alternatif olmayı güçlü bir şekilde yaşamamıştır. Çıkış yeri batı coğrafyasıdır. Feminist hareketler kendilerini yüz yıllardır bu coğrafyada örgütlemişlerdir. Bakış açısı olarak batı eksenli pozitif bilimlerden etkilenen yanları olmuştur. Kendini bu kadar parçalı tanımlaması ve örgütlenmesi bu parçalı tanımlar üzerinde kurması, yine sınıfsal yaklaşımları tam olarak aşamaması, bundan kaynaklı kendi çerçevesini daraltması mevcut bilimciliğin sınırlarını yeterince aşamadığını göstermektedir. Feminist hareketler kadın gerçekliğini sadece biyolojisiyle açıklayan, kadın köleliğini de bu biyolojik farklılıklar üzerinden kuran pozitivist bilimin sınırlarını aşamamışlardır. Çözüm olarak ortaya konulan ve etrafında oluşturulan örgütsel yapılar cinsel kimliğin kısmi anlamda aşılmasından öteye gidememektedir. Bu durum kadının tarihsel, sosyal, ekonomik, kültürel, siyasal olarak da ele alınışında yarımlıklar ortaya çıkarmaktadır. Bilimciliğin yaratmış olduğu bu muğlak ve yanlış propagandalar yüklü kadın kimliği karşısında, kadını bir sosyal varlık olarak ele almak, kadın doğasını bu eksende tanımlamak feminist hareketler açısından en gerekli olan konuların başında gelmektedir. Çünkü kadının toplumsal gerçekliğini bir yana bırakmak kadını dar bir sınıra hapsetmek olur. Jineolojinin temel çıkış noktalarından biri olan kadın doğasının ele alınış tarzı, feminizmin bütünlüklü bir kadın bakış açısı ve özgür kadın karakterinin ölçülerinin belirlenmesi açısından çıkış yaptırabilecek nitelikte olmaktadır.
Feminizm açısından ele alınması gereken bir diğer konu ise sistem içi olmaktan kendini kurtaramayışıdır. Bunun birçok sebebi vardır. Feminist hareketler mücadelelerini ilk olarak hukuksal ve siyasal alanda kadının da erkekle eşit düzeyde yer alması üzerinden yürütmüşlerdir. Ekonomik alanda ise kadın özgürlüğünü erkeğin bulunduğu konuma göre ele almışlar, tüm kamu alanlarında kadının erkekle aynı düzeyde yer almasını kadının kurtuluşu olarak tanımlanmışlardır. Burada ortaya çıkan özgürlük düzeyi erkeğin bulunduğu konum olmaktadır. Mevcut erkek gerçekliğinin de sistemin bir nesnesi, kölesi haline getirildiği gerçekliği göz ardı edilmektedir. 1. dalga feminizmin mücadele esasları ve çerçevesi bu şekildedir. Aynı durum sonrasında gelişen 2. ve 3. dalga feminist hareketler içerisinde de yaşanmaktadır. Ortaya çıkan durum sistemin yarattığı sorunların güçlü bir tahlili ve çözümünden öte var olan iyileştirme, kanser olan bir hastaya aspirin ile tedavi uygulamadır. Feminizm içerisinde radikal ve köklü bir çözüm zemininin oluşamamasının sebebi kendini sistemin argümanları ekseninde yapılandırması, sorunun sadece görünen yüzüyle ilgilenmesi, tarihsel ve güncel bağların birbirinden koparılmasıdır. Feminist hareketler sistemin zihinsel argümanları ile sistem karşıtı bir mücadele yürütmüşlerdir ve sonuç olarak radikal bir dönüşümü yakalayamamışlardır. Örneğin; sosyalist feministlerin toplumsal eşitsizliklere ilişkin, sınıfların oluşumuna ilişkin, ataerkilliğe ilişkin önemli tespitleri olmuştur. Ataerkil kapitalizm kavramını geliştirmişlerdir. Ancak netice itibariyle kadını dar bir sınıfsal kapsamda değerlendiren, ekonomik olarak proleterya eksenli kurtuluş teorilerinden kurtulamayan genel Marksist teorinin çerçevesinden uzağa gidememişlerdir. Kaldı ki Marksizmin kadını ele alış biçimi de sadece ekonomik düzlemde olmakta, proleterya kadın özgür kadın olarak lanse edilmektedir. Kadının etrafında geliştirilen sosyal, siyasal, kültürel kölelik statüsü çok sınırlı ele alınmaktadır. Diğer feminist akımlar açısından da benzer sorunlar ve sonuçlar vardır.
Bunlarla beraber feminist hareketlerin iktidarı temsil eden egemen erkek aklını ve uygulamalarını değiştirme konusunda kendini sorumlu görmemesi, kurtuluşu sadece bir cinsin kurtuluşuna bağlaması, bu açıdan sistemin yaptığını bu sefer kadın eksenli yapmaya çalışması da bilimciliğin yansımalarından biri olarak değerlendirilebilir. Mevcut bilim de toplumun yarısını görünmez kılmış, tanımsız bırakmıştır. Kadının kurtuluşunu sadece kadın ile sınırlandırmak ayakları havada bir özgürlük anlayışı, bireysel özgürlük anlayışının bir cinste ifadelendirilmeye çalışılmasıdır. Ki radikal feministlerin en çok dayandıkları argüman da bu olmaktadır. Bu gün köleleştirilen bütün toplumdur, bunun sorumlusu da egemen erkek akıldır, bu aklın dönüşümü olmadan kadının özgürleşeceğini düşünmek, toplumsal özgürlüğü de bunun üzerinden kurgulamak liberalizmin ölçülerinin dışına çıkmamak olacaktır. Toplumsal özgürlük kadın ve erkeğin birlikte özgürlüğü ile gelişebilir. İlk köleleştirme bu bütün parçalanması sonucu oluştuğuna göre, gerçek özgürlük kadın öncülüğünde bu bütünün yeniden oluşturulması ile sağlanabilir. Bu açıdan feminizm kendine bireysel özgürlük ölçülerine değil, kolektif özgürlük ölçülerini esas alabilmelidir.
Feminizm açısından eleştirilmesi gereken bir yan da feminist hareketlerin kapitalizme, endüstriyalizme, ataerkilliğe, sınıflaşmaya, milliyetçiliğe karşı eleştirileri ve karşıtlıkları olmasına karşı tüm bu saydıklarımızın vücut bulmuş hali olan ulus devlet yapılanması karşısında teoride eleştirileri olsa da, bu eleştirilerin yaşamsal-pratik sahalarda net bir tavra kavuşmamasıdır. Hâlbuki kadının mevcut sorunlu durumunun başlangıcı iktidarlaşma ve beraberinde devlet örgütlenmesinin ortaya çıkmasıyla bağlantılıdır. Sadece kadını değil beraberinde toplumu da bir kafese kapatan ulus devlet örgütlenmesi iktidarın en faşist, en cinsiyetçi, en bilimci, en anti toplumsal yanı olmaktadır. Şaha kalkmış ataerkilliği temsil etmektedir. Ancak feminist hareketlerin bu gerçekliği yaşamsal ve pratik olarak radikal bir şekilde eleştiren, ulus devletin yaşam anlayışını reddeden ve bunu kadın öncülüklü toplumsal örgütlenme zeminlerini oluşturma çalışmalarına dönüştüren program ve stratejilerinin olmayışı en yetersiz yanlarından biri olmaktadır. Kadın mücadelesi sadece bir sivil toplum örgütlenmesi içerisinde yer alamaz. Bu anlamda feminist hareketler sistemin uysallaştırdığı sivil toplum örgütlenme mantığından kendini kurtarmalı ve toplumun temel dönüştürücü gücünü ortaya çıkaracak olan kadının örgütlü zemininin temel oluşturucu güçlerinden biri olmalıdır.
Feminist hareketlerin dolu dolu bir mücadele tarihi vardır. Birçok kadının özgürlük için canlarını feda ettiği, toplumdan dışlanmayı, teşhir edilmeyi, açlık grevlerini göze aldığı bir mücadele mirasına sahiptir. Rosa Lüksemburg gibi düşünceleri ve yaptıkları uğruna vahşice katledilen, Olympe de Gouges gibi korkusuzca idam sehpasına giden, Emily Davison gibi gözünü hiç kırpmadan Kral V. George’un arabasının önüne atarak eylemini gerçekleştiren büyük öncüleri vardır. Feminizm kadın direniş tarihinin bir parçasıdır. Hem tarihsel açıdan, hem güncel açıdan, hem kadın doğası ve varlığı açısından önemli bir yere sahiptir. Ekonomi, ekoloji, demografya, politika, sağlık, eğitim yani jineolojinin kapsamı içerisinde yer alan her bilim disiplini içerisinde feminizmin de önemli bir yeri vardır. Sadece feminizm değil bütün kadın mücadeleleri ideolojileri, pratikleri, plan ve programları bir jineoloji alanıdır.
Bu durum jineolojinin kendini bir toplum ve yaşam bilimi olarak somut düşünce ve pratik yapılanmalardan yola çıkarak, kendini toplumun içinde örgütlemeye çalışan karaktere sahip olmasından kaynaklıdır. Pozitif bilimlerin en çok eleştirdiğimiz yanı toplum üstü, toplumu nesne gören, toplumu laboratuvarlık bir inceleme konusu gören yanıdır. Jineoloji için toplum nesnel bir inceleme konusu değildir, araştırmaları, soruları, ilgi alanları olacaktır, ancak bunu karşısındakini bir nesne olarak gören bir bakış açısı ile yapmayacaktır. Ötekileştirmek kadın doğasının dolayısıyla jineolojinin karakterine terstir. Ötekileştirmek olgusu feminizm içerisinde de eleştirilen, kabul edilmeyen bir durumdur. Jineolojik bakış açısıyla geliştirilecek olan bir feminizm düşüncesi bütün ötekileştirmeler karşısında evrenin farklılıklarını bütünlüğün bir ifadesi olarak gören, düalistik hakikatini açığa çıkarma gücünü oluşturabilecektir. Bu açıdan feminizm ve jineoloji birbirine karşıt iki alan değildir, birbirini besleyen, büyüten iki alandır. Kadın hareketlerinin mücadele düzeyleri aynı zamanda jineolojinin somut yaratımları olacaktır. Jineolojinin somut uygulayıcıları, kadroları kadın hareketleri olmaktadır. Kadın hareketlerinin içerisinde yer alan her kadın, her militan, her akademisyen, her kadro, her siyasetçi, her savaşçı, her sanatçı, her eğitmen, her doktor, her ekolojist, her kültür çalışanı aynı zamanda jineolojinin uygulayıcısıdırlar. Hem düşünsel olarak hem de uygulama olarak jineolojinin somut yaratımlarını açığa çıkaran kesimler olmaktadırlar. Kadın hareketleri kadınların örgütlülüğünü ifade etmektedirler. Kendini güçlü bir örgütlü zemine kavuşturan bu hareketler toplumun jineoloji yapması konusunda öncü sorumluluğa da sahiptirler. Bu açıdan kendini doğru tahlil eden, sorunlarını cesaretlice eleştiren, radikal çözümler geliştiren feminizm jineolojik bakış açısının hem zihinsel hem de pratik uygulayıcılarından biri olabilir.
Jineoloji mevcut sorunları gündemleştirirken ve çözümünü geliştirmeyi temel hedef yaparken kadın hareketlerinin temele mücadele perspektiflerini, hem teorik-düşünsel olarak hem de plan, program için ihtiyaçlarını karşılayan bir alan kapsamına ulaşmak durumundadır. Bu jineolojinin temel sorumluluklarından ve çıkış nedenlerinden biridir. Mevcut hareketlerin, kadın sorununa köklü çözüm bulamayışlarının bir sonucu olarak da jineoloji açığa çıkmıştır. Jineoloji kadın hareketlerinin mücadele sebeplerinden biri olma gerçeğini taşımakla birlikte mevcut hareketlerin içinde bulundukları konumlarının ortaya çıkardığı bir sonuç da olmaktadır. Günümüz açısından var olan sorunlara müdahale niteliğini taşıyan jineoloji bilimin sorunları aşan gerçeğinin ifadesi olma iddiasındadır. Bilimin çıkışı, karakteri bilinmeyeni bilmek, sorun olanı çözmek üzerindendir. Bilim toplumsal bir pratiktir. Bu açıdan jineoloji eksenli kadın hareketleri bilimsel açıdan da, toplumsal açıdan da çözüm üretme dinamikleri olacaklardır. Bu aynı zamanda bilimin etik kazanması, ne için bilim yapıldığının bir ölçüsü olacaktır. Böylece bilim toplumun kolektif üretim alanlarında biri olacaktır.
Sonuç olarak jineoloji tüm dünya kadınları, kadın hareketleri, feminist hareketler için yeni bir dönemi, aşamayı ifade etmektedir. Kadın hakikatin toplumsallık gücüdür, günümüz de bu kadar sorunlu kılınan toplumsallık açısından jineoloji bir çıkış gücüdür. Bu güç kadınların kendilerini jineoloji içerisinde bulması ile anlam ifade edecektir. Feminizm de bu anlamın bir parçasıdır. Önderliğimiz bu gerçeği şu şekilde ifade etmiştir: “Feminizmi de kapsayan kadın bilimine dayalı kadının özgürlük, eşitlik ve demokratik hareketi, açık ki toplumsal sorunların çözümünde başat rol oynayacaktır. Yakın geçmişteki kadın hareketlerinin eleştirisiyle yetinmeden, daha çok kadını yitik kılan uygarlık ve modernite tarihine yüklenmek gerekir. Eğer sosyal bilimlerde kadın konusu, sorunu ve hareketleri neredeyse yok derecesindeyse, bunun esas sorumlusu uygarlık ve modernitenin hegemonik zihniyeti ve maddi kültür yapılanmalarıdır. Dar hukuki ve siyasi eşitlik yaklaşımlarıyla belki liberalizme katkı sunulabilir. Fakat sorunun çözümü şurada kalsın, olgu olarak çözümlenmesi bile sağlanamaz. Mevcut feminist hareketlerin liberalizmden kopuk, sistem karşıtı güçler haline geldiklerini iddia etmek kendini yanıltmak olacaktır. Feminizmin baş sorunlarından birisi söylendiği gibi radikalizmse, o zaman öncelikle köklü liberal alışkanlıklarla, düşünce ve duygu tarzları ve yaşamlarıyla ilgisini koparıp, arkasındaki kadın düşmanı uygarlığı ve moderniteyi çözümlemesi gerekir. Bu temelde anlamlı çözüm yollarına yüklenmesi gerekir.”
Jineolojik bir bakış açısıyla yenilenen feminizm demokratik modernitenin öncü inşa gücü olan kadınlar açısından ortak mücadele zeminlerinin ve pratiklerinin gelişiminde başat bir rol oynayabilir.
Armanc SARYA