Ferman padişahın, dünya bizimdir! – Aryen RONî

0
956

Koçerlik Mezopotamya ve kısmen de Anadolu halkları için en köklü yaşam kültürüdür. Yüksek yaylalarda, dağlarda özgür yaşamak ana soylu düzenin kadim halkları için olmazsa olmazdır. Uygarlık değmemiş alanlarda varoluşlarını korumak, varlık dinamikleriyle yaşamak ve bu dinamikleri nesilden nesile aktarmak, özgür ruhlu toplumlar için bir yaşam kültürü olagelmiştir. Bunun karşısında devletli yerleşik düzenin müdahalesi de hiç bitmemiştir. Kürdistan’da özelde Botan ve çevresinde Koçerlere yönelik baskı ve zulüm, yerleşik hayata zorlama yüzyıllardır devam etmektedir. Anadolu’da Yörüklere, Avşar boylarına yapılan da bir benzeridir. İktidarlar bilinmezden, kendisinden olmayandan, mekânla sınırlandırılmamışlardan ölesiye korkmaktadır. Bu sebeple geçmişte Fırka-i İslâhiye, Islahat planları bugünse geçişe yasak bölgeler, yayla yasakları vb. kanunlarla toplumun ‘denetim dışı’ hareketleri kontrol altına alınmaya çalışılır. Esas mesele tek başına devletli alanların dışında yaşamak değildir. Fermanın, buyruğun sesinin ulaşamayacağı mekânlardır yüksek yerler… Tanınmazdır, bilinmezdir, sürprizlerle doludur. Yolunu bilenlere dost, bilmeyene en amansız düşmandır. Dilinden konuşmaz, kültüründen yoğrulmazsan sonuç ölümcüldür. Tersi ise sonsuz yaşam olanağı ve güvenliktir. İktidarların, kendilerini sınırlarla güvenceye alan devletlerin bu zihniyeti kabullenmesi yok oluşuna imza atması anlamına gelir. Bu sebeple özelde Kürtler olmak üzere doğanın sınırsızlığından şerbetlenmiş tüm halklar, devletin sürekli hedefi olagelmiştir.

 Buna karşı özgür ruhlu toplumlar ne zaman denetim altına alınmaya kalkışılsa, eğer işbirlikçiliği seçmemişlerse, iktidardan ve devletlerden uzaklara çekilmeyi bir öz savunma biçimi olarak seçmişlerdir. Dağlar bu sonsuz direniş ve varlığını koruma öyküsünün en korunaklı mekânları olagelmiştir. Tarihten, Hurrilerin çıkışından bugüne, mekân tanımazlık, sınırlandırılmış alanlardan kaçış, buna karşı başkaldırı çok temel bir yöntem olarak benimsenir. Dağlar bu amansız savaşımın şifresidir. Bu şifreyi çözenler, evrenin sınırsız öyküsüne kâmil olurlar. O öyküye ne buyruk, ne ferman, ne kanun ne de çöktürme planları işlemez. Hatta ne erkek egemenliği, ne milliyetçilik, ne dincilik ne de laboratuvar bilimciliği işlemez. Orada doğayla yaren olmuş toplumsal ahlak konuşur. Bu ahlakın dışında seyredenler, doğadan dışlanır ki bu da yok oluşla eş değerdir. 18. Yy. ’da Dadaloğlu’nun Fırka-i İslahiye kanunu karşısında Anadolu Koçerlerinin meramı olmuş dizeleri bu tarihsel akışı özetlemektedir:  Hakkımızda devlet etmiş fermanı, Ferman padişahınsa, dağlar bizimdir.

Hakkında devlet fermanı olanların sesi, 18. Yy’den, öncesinden ve sonrasından beslenerek bugüne kadar hiç kesilmedi. Bu ferman katletti, tecavüz etti, asimile etti, yaktı yıktı, talan eyledi, fakat en nihayetinde kendi fermanı iktidarın özgür ruhlu toplumlara dair yarasına derman olmadı. Bu geleneğin çocukları büyüdü, dağları avuç içleri gibi mekân eyledi ve tarihin en etkili toplumsal ve devrimsel muhalefeti olarak çığlarca büyüdü. Dağlar bu kutsal yolculuğun en etkili mekânları oldu. Kürdistan gerçeğinde dağın ve yüksek yerlerin efsanesi, özgürlük hareketi gerçeğinde zirveyi gördü. Dağlar hala iktidarların korkulu rüyası olmaya devam ediyor. Bu artık mekânsal bir durum değil, ideolojik bir duruştur. Dağ bir ideoloji yaratmıştır, bir duruş inşa etmiştir. Bugün direnen Kürdün karakteri, bu ideoloji ve duruştan beslenmektedir.

İdeoloji ve duruşta gerçekleşen karakter, tüm dünyaya yayılma kudretindedir. Bugün özgürlük mücadelesinin sonsuzluğunda somutlaşan bu karakterdir. Merkezi hegemon güçlerin desteklediği AKP-MHP faşist ittifakı, bu karakteri anlamaktan uzaktır. İşbirlikçilerinde desteğiyle, hatta desteğin de ötesinde bizzat ortaklığıyla, gerçekleştirdikleri sınır ötesi operasyonlarla, Güney Kürdistan’da gerillanın yurdu haline gelmiş mekânları işgal ederek zafere ulaşacağını sanmaktadır. Xakurke, Xınere, Heftanin işgalleri ve en son Zînê Wertê hedefi bunun işaretidir. Evet, jeopolitik hedefleri doğru okumak, Misak-i Milli hayalleri ve faşizmin talancı karakterini iyi analiz etmek gerekir. Lozan miadını doldurmaya doğru giderken, TC’nin yeni hedefi, Güney ve Batı Kürdistan’dan hatırı sayılır ölçüde pay almak, işgalci varlığını kalıcı ve yasal hale getirmektir. Fakat faşizmin tek hedefi bu değildir. Aynı zamanda özgür ruhlu Kürdistani toplumların garantörü olmuş bir karakter hedef alınmaktadır. Dağın kudreti, ihtişamı, yarattığı ideolojik gücü ve duruşu ortadan kaldırmak ve mekân tanımazları, sınırlarla belirlenmiş, bilinen ve denetime alınmış mekânlara çekmeye çalışmaktadır. Direnişin, savunmanın kırılmasının buradan geçtiğine inanmaktadır.

Fakat faşist şeflerin ve onların uluslararası destekçilerinin planlarını bozan çok temel bir nokta vardır. Dağlı karakter, dağdan şerbetlenmiş direnişçi ruh artık her yerdedir. Mekân üstü yaşamaktadır. Kürdistani halklar için bu karakter, nerede olurlarsa olsunlar bir yaşam dili haline gelmiştir. Şehirler, ovalar, çöller… Sokaklar, işyerleri, okullar, hapishaneler… Karakter mayasını sağlam tuttu mu nerede yaşadığı ve savaştığı önemini yitirir. Sapsarı çölün ortasında karakterini iradesiyle ispatlamış Maxmur halkı bunun en somut örneklerinden biridir. Faşizmin zindanlarında ölümüne direnen siyasi tutsaklar, şehirlerde dilini, kültürünü ve karakterini koruyan, dirençle asimile olmayan Kürt anaları, Nusaybin’de sokakta oynayan çocuklar, erkek ve devlet şiddetine karşı canı pahasına direnen kadınlar ve daha niceleri… Bu dağın kudretinden beslenenlerin duruşudur. Ve elbette son dönemlerde faşizmin ve işbirlikçilerinin korkulu rüyası haline gelen Ateşin Çocukları… Dağın bilinmezliğinden, gücünden, sırrından beslenenlerin ardılları… Ne zaman, nasıl, nerede ortaya çıkacakları; kimden, ne şekilde intikam alacakları bilinmeyenler… Duruşunu, cesaretini, gücünü, yaratıcılığını dağın ideolojisinden alanlar…

Demek ki dağların yolunu kesmek, toplumsal ve tarihsel mirası ve kültürü yasaklamak, yasalar çıkarmak, güvenli bölgeler ilan etmek yetmiyormuş. Tekniğin, işbirlikçilerin, ajanların namertliğine sığınmak da yetmiyormuş. Dadaloğlu’na atıfla, dağlar hala bizimdir elbette, fakat dağların karakterini kuşanarak şehirler, ovalar, sokaklar, caddeler de bizimdir. Ferman padişahınsa, Dünya bizimdir…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz