Fetih süresini haykırarak gittiler kanayan torba içinde dönüyorlar – Ahmet KAHRAMAN

0
816

Yukardaki başlık, komşu toprağını hırsızlık zulası, “ganimet avlağı“ olarak gören yurt hırsızlarının resmidir. Arka sokakların alavere, dalaverelerinden süzülerek gelmiş, din üstüne mugalata, yalan ve dolanla yükselmiş, zır değil, zırzır cahil bir lümpenin sefaleti…

Başka bir izahı yok, bu sözlerin.

Zırzır cahil, Suriyelileri de Kürtler gibi “çakar-almaz“ tüfekliler sanıp İdlib’e dalmışlardı. Bombalar, füzelerle tepelerine bineceğini hesaplamışken, tersiyle karşılaştı. Ve şaşa kaldı.

O şaşkınla, savaştığı Putin’in eteğine sarılıp “ver elini öpim abi“ diye yerlere yattı. Mesele budur. Suriyelilerin Kürtlerden farkı, silahlarıdır. Başka bir şey değil.

Baştan alırsak eğer, bu “kulanışlı zırzop“ olarak sahneye çıktı. Avrupa ve Amerika ardına geçip pohpohladılar. Kürt kırımı ve Kürdistan‘ın yeniden işgaline destek verdiler. Sonra Rusya ile İran’ın payandalığı ile anaları ağlatma süreci başladı.

Batı’nın, Ortadoğu’yu yeniden düzenleme projesinde, ona rol biçildi. O da, şarkıda söylendiği gibi, direnenlerin “mezar taşlarını koyun“ sanmaya başladı. Amerikan Başkanının, boynuna astığı “Ortadoğu’yu yeniden düzenleme projesi“nin ikinci başkanı payesiyle, Afganistan’dan Çeçenistan, Özbekistan, Bosna, ta Çin’den (Uygur) “Müslüman Kardeş“ akınına kapı açtı. Bunlar kiralık katillerdi. Sabıkalı hırsızlar, tecavüzcü, yol kesen haydutlardı. Ama İslamı da kimseye bırakmıyorlardı.

Bütün benzerleri gibi Allah’ı kendilerine yardımcı sanıyorlardı. İnsan keserken, hırsızlık, tecavüzcülük yaparken, esir kadınları pazarda satarken de “Allahu ekber“ diye bağırıyorlardı.

Ve bunlar Suriye’de insanlık yangınını başlattılar.

Sınırın beri yanında ise mülteci kampları inşa ediliyor, haydutların aileleri barındırılıyor, beri yandan videoları yayımlanarak, “gel Suriyeli kardeşim, sen de gel“ propagandası yapılıyor, nüfus aktarımı yapılıyordu.

Bu arada, Suriye’de ele geçirdikleri ganimet ile hırsızlık ve soygun malları beri tarafa nakledilerek, Antep pazarlarına aktarılıyor, pahada ağır olanlar ise İstanbul’da dolara çevriliyordu.

Türk yönetimi açısından kazanç iyi, keyifler müemmendi. Boşaltılan bankaların varidatı, sökülen fabrika edevatına ek olarak, Suriye’nin buğdayı, petrolü, zeytini bu tarafa aktarılıyor, tarihi yağmalanıyordu.

Bu süreçte, patlak veren dünya ekonomik bunalımı, “ek akar“ sayesinde yalnız Türk devletinde “teğet geçiyor“du.

Ve mülteciler el üstünde tutuluyordu. Kimsenin aklından, “gün gelecek, bunlar mülteci yığınağını, Avrupa’ya karşı şantaj olgusu olarak kullanıp haraç alacaklar“ fikri gelmiyordu. Beklenmiyordu, bu soy bir şantaj. Ama çok geçmeden, beklenmeyen oldu ve “para vermezseniz, mültecileri üstünüze salarız“ tehditleri başladı. Avrupa Birliği’nin 6 milyar Euro harç sözüyle, bu olay tatlıya bağlandı.

Bundan sonra, tehditleri ardı kesildi. Ama “Fetih“ marşıyla İdlib’e gönderilen Türk askerleri, ceset torbası içinde geri gelmeye başlayınca, şantaj tazelendi.

 “İdlib’de bana yardım etmezseniz, arkası gelecek“ sözüyle sığınmacıları sınıra yığdılar.

Bu haydutlaşma, ama yeni değildi. Haydutluğun en vahşi darbelerini, yakın zamanda Kürtler yediler. Onlar esir ve dahi rehineydi. Şehirleri, köyleri yıkılıyordu. İnsanlar topluca diri diri yakılıyor, bebekler, ihtiyarlar maksat terör olsun diye, kuş misali kurşunlanarak avlanıyorlardı. Yüzbinlerce Kürt, yeri-yurdundan ediliyor, ama Batı dünyası, şantaj yeniği olarak kör, sağır, dilsiz bakıyor, bakmakla da kalmıyor Kürtlerin katillerine silah sevkiyatı yapıyorlardı.

Rojava, Amerika ile Rusya ve anlaşarak, Kürt katillerine ikram edildi. Rojavalılar bugün, çalınmış ülkenin insanları, mal ile mülkleri talan edilmiş, sürgün bir halktır.

İdlib’e gelince: Rusya ve İran anlaşarak, Birleşmiş Milletlerin terörist ilan ettiği İslamo Faşist çetelerle, Türklerin ortaklığına sunuldu. Kürtlerin yenilgiye uğrattıkları tekmil IŞİD’çiler burada toplandı. Amerikalıların bir baskınla öldürdükleri çetebaşı Bağdadi de, bu güvenli alana yerleşti.

Ama anlaşmaya göre, Türkler haydutları silahsızlandıracak, o toprakları Suriye yönetimine verecekti. Ama söz, ipe un sermekti, bunların dünyasında. Bir önemi, onursal tarafı yoktu. O nedenle tersini yaptılar. Türk devleti, İslamo Faşistlere bekçi durdu. İşgal topraklarını da, savunma kuleleriyle korumaya aldılar.

Rusların üstelemesi üzerine de, ta Kıbrıs’tan, Irak Kürdistanı, esir Kuzeyden güç aktarmasıyla, işgal takviye ettiler. Zırhlı araç dedikleri teneke, demir yığınlarını oraya naklettiler. Kiralık IŞİD’çiler ve Türk ordusunu Kuran’daki Fetih suresi ile İdlib’e yığdılar.

Ruslar, bunun üzerine aldatılıp dolandırılmış ve yüz üstü bırakılmışlığın acısıyla Suriyelileri öne sürdüler. Türkler orada işgalci değil, hak sahibiymiş gibi davranmaya başlayınca ortalık kızıştı. Birinci Dünya savaşı sırasında Hicaz çölleri, Akabe ve Filistin’de, Osmanlı ordularını darmadağın eden Arap ruhu adeta dirildi.

Atatürk’ün komuta ettiği Yıldırım Ordularının, pabuçlarını da bırakarak kaçtıkları İdlib’de, “Fetih suresi ile gelenler, kanlı ceset torbalarında geri döneceklerdir“ sözü gerçeğe dönüştü. Bir vuruşta onlarca Türk askeri öldü.

Recep Tayyip şaşkındı. Avrupa’yı, NATO, Amerika, hatta Birleşmiş Milletleri yardıma çağırdı. Ama nasihatten başka bir şey almadı.

Bunun üzerine, “ver elini öpüm“ durumuna düşmüş hallerde, Putin’e döndü. Saplandığı bataklıktan kurtulmak için, dünün dostu, bugünkü düşmanından yardım dileniyor.

Daha düne kadar, baharda garana salınan boğa gibi yeri eşeleyip tehditkar böğürtüler koparan diktatör, şimdi ona buna yalvararak “medet“ diyor.

Ne yapacaksın ki, yapma etme dünyası. Her diktatörün de sonunda vardığı nokta, bu…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz