Furuğ’u hatırlamak ve ‘beşiklerin utançtan mezara sığındığı’ günler

0
2257

Savaşlar ve kan yatağının ortasında; çocuk bedenini lime lime tartışan ve erkeklik pazarına süren bu zamanlarda hatırlamalı en çok Furuğ Ferruhzad’ı. Ataerkinin, kadınlığı üzerinden her türlü hakaret sıfatı ile saldırmasına aldırmadan, toplumun ikiyüzlü ahlakının kadına ve çocuk bedenine biçtiği elbiseyi dizeleriyle yırtarak ters yüz etmişti 20. yüzyılın ortasında. “…Ellerimi bahçeye dikeceğim, çiçekleneceğim…” diyerek umudun, “…Kuşlar ölür sen uçuşu hatırla…” dizeleriyle özgürlüğün sesi olan Furuğ, şiirleri ve ‘kehanetleri’ ile “…Beşiklerin utançtan mezarlara sığındığı…” dünyayı anlatıyor hala. 

….. küçücük bir kıvılcım

bu cansız sessiz topluluğu

ansızın içten parçalıyordu,

ve onlar birbirlerine saldırıyorlardı

adamlar birbirinin gırtlağını

bıçaklarla yarıyorlardı

ve kan yatağı ortasında

ergenleşmemiş kızlarla

yatıyorlardı…

Yeryüzü Ayetleri isimli kitapta erkek dünyanın kan ve savaşlarla birbirini yok edişini, çocuk bedeninin bu erkeklik savaşında nasıl istismar edildiğini bu dizelerle anlatmıştı ’20. yüzyılın en büyük şairlerinden’ olarak bilinen Furuğ Ferruhzad.

Bu günlerde yine kan ve savaş isteyen erkek dünyası, çocuk ve kadın bedeni üzerinden ‘erkekliği’ni var etmek için yasalar hazırlıyor, savaşlara giriyor Furuğ’un coğrafyasında.

Kanlı savaşların ortasında kadını sözünün gücü ve kadınlığın tüm güzelliklerini keşfetmek için bu günlerde yeniden okumalı Furuğ’u yeniden anlamalı, anlatmalı….

Dibe çekilen inat kadının isyanı

O’nun derdi ilk icatlarıyla varoluşu yarattığı coğrafyada dibe doğru çekilen kadın ve kadınlıktı. Ülkesi İran’da şiirleri fazlaca ‘müstehcen’ bulunsa da, çok umursamadan kadınlığının tüm incelikleri ve duygularını dışa vurdu dizelerinde.

Şiirlerinde kadının başkaldırısı vardı ve İran’da kitapları yayınlandığı dönemde, devlet-erkek ikilisinin ‘bu kadarı da fazla” cinsinden parmak sallayan eleştiri ve tehditlerine maruz kaldı. Aldırmadan yazdı Furuğ ve onun için kadın olmak hali birinci derecede ele alınması ve karşı duruşa da oradan başlanması gerekiyordu.

Esin kaynağı kendisiydi en başta

İçinde yaşadığı toplumda kadınların en güçlü başkaldırı silahı Furuğ’un dizeleriydi ve evlendirilen çocuklar, savaş aygıtı haline getirilen kadın bedeni, tutkusunu söylemesi ‘ayıp’ görülmüş kadınlık, aşık olması ‘yasak’ kadının duygularıydı şiirlerinde anlattığı. Furuğ yaşadıklarını ve tanık olduklarını imgesel bir  anlatıyla paylaştı, kız kardeşleriyle.

Esin kaynağı en başta kendisiydi. Çünkü Furuğ’un yaşamı da toplumsal cinsiyet rolleriyle biçimlendirilmeye çalışılmıştı ve buna karşı durduğu için dışlanmış çeşitli sıfatlarla sık sık toplumsal lince maruz bırakılmıştı.

Işığın naif telaşı

Adının anlamındaki ‘Işık’ gibi bu dünyadan geçerken telaşlı ve naif duruşunun arkasında hayal kırıklıklarını hep yaratım zamanlarının bir parçası haline getirdi, film çekti, tiyatro yaptı ve o muhteşem dizelerini yazdı. Kendi yaşamının sonunu dahi önceden anlatır gibi ‘Kuşlar ölür sen uçuşu hatırla’ dediğinde yani 32 yaşında öldüğünde ise arkasında İran ve Ortadoğu şiiri için ‘Furuğ’dan önce Furuğ’dan sonra’ miladını bıraktı.

Yaralarını da biliyordu kim olduğunu da

O’na ‘Kızıl kor’ diyenler de oldu, “Zamanın yolcusu” diyenlerde, Fars edebiyatının en güzel şiirlerini yazdı, şair oldu, yazar, oyuncu, ödüllü bir yönetmen, ressam, eş, anne, tutkulu bir âşık…

Hayattan aldığı tüm yaralarla oluşan kırgınlıklarına karşın, kim olduğunu bilemesin diye konulan bütün kuralları alt edecek kadar da güçlüydü.

Boşandığı için çocuğunu bir daha göremedi

Furuğ, 5 Ocak 1935 yılında Tahran’da asker bir baba ile terzi bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Mahalle mektebinde 9. sınıfa kadar devam ettikten sonra ‘iyi bir eş’ olması için kız sanat okuluna gönderildi. Burada resim, dikiş-nakış ve el sanatları öğrendi, toplumun ondan olmasını istediği şeyi göstermelik olarak yaparken, bir yandan ise şiirlerini yazmaya başladı.

16 yaşına geldiğinde İran’ın ünlü simalarından Pervez Şapur ile evlendirildi. Eğitimine evlendirildiği kişinin yanında Ahvaz’da devam etti. Bir yıl sonra tek çocuğu olan Kamyar’ı dünyaya getirdi. “Tutsaklık yıllarım” dediği evlilik hayatına iki yıl sonra bitiren Furuğ’un çocuğunun velayeti “ayrılmaya anne karar verdiği” için İran yasalarına göre babaya verildi ve Kamyar’ı bir daha hiç göremedi.

İlk kitap: Esir

Evliliği süresince şiir yazmayı sürdüren ve yaşadığı kadınlık hallerine kaleme alan Furuğ, boşandıktan sonra Tahran’a döndü ve şiirlerini yazmaya devam etti. İlk şiir kitabı ‘Esir’ yayınlandığında kıyametin ilk habercisi gibi kadınların isyan ve tutkularını dile getirirken, sistem için ise büyük bir tehdit oluşturmaya başlamıştı bile.

1958 yılında Avrupa seyahatine çıkan Furuğ’un şiirlerinde bu dönem özlem ve yeniden varoluşu keşfetme süreci ağır bastı. 8 ay sonra İran’a geri döndüğünde ‘Duvar’ ve ‘İsyan’ isimli şiir kitaplarını yayınladı ve sanatın bir başka anlatım biçiminde sinema deneyimi dönemi başladı. Toplumun ötekileştirdiği cüzzam  hastalarını ve onların sorunları ile ilgili olarak ‘Kara Ev’ isimli filmi çeken Furuğ, bu dönemde cüzzamlılar evinde tanıştığı Hüseyin Mansur isimli çocuğu evlat edindi. Ömrü boyunca Kamyar’ını bir daha görememesine karşın bu çocuk onun için yalnızlığını paylaştığı sığınak oldu.

Kadın şairlerin ilham perisi

Tiyatro eserleri yazan, filmler yöneten Furuğ için şiir her zaman dizelerden akan benlik anlamına geliyordu ve 1963 yılında ‘Yeniden Doğuş’ isimli kitabını yayınladı

13 Şubat 1967’de ölümünden sonra yayınlanacak olan ‘Yeryüzü Ayetleri’ kitabını bitirmeden geçirdiği trafik kazasında henüz 32 yaşında yaşamını yitirdi. Sadece İran değil yaşadığı coğrafyada birçok şaire -özellikle kadın şairlere- ilham olan Furuğ’dan geriye ölümsüzlüğe yol alan eserler kaldı.

‘…şiir benim Tanrım’dır’ diyordu

Kalın siyah kaşları, başı hafifçe yana eğik, bazen mağrur, bazen mağdur, bazen deli deli bakan gözleriyle Furuğ, onu hiç önemseyen ve reddetmiş olan babasına yazdığı mektupta meydan okuyordu bir türlü kabullenemediği dünyaya: “…şiir benim Tanrımdır… siz benden vazgeçin, siz bırakın ben sizce mutsuz ve aylak  olayım, ancak ben hiç bir yaşadığımdan yakınmayacağım…”

Kimsenin istediği kadın ol(a)madı

Ailesinin istediği gibi bir kız çocuğu, beklendiği gibi bir eş olmadı, evcilleşmedi. Ataerkin sevgisini kazanamadı aslında kazanmakta istemedi, verili sisteme hep üzüntü ve öfkeyle baktı. Bildiği gibi yaşadı, döneminin kültürel kutuplaşmalar, isyanlar çalkantısındaki İran’ına “karanlık bir ayet” gibi inen “varlığıyla”; yazanın da, okuyanın da içini yakan şiirlerini bıraktı.

Işığın kehaneti

İki yüzlü ahlak anlayışının; düşük ahlakla, fahişelikle, yuva yıkıcılıkla suçlamalarına aldırmadı, kadınca şiirler yazdı, politik baskılara, yoksulluğa yokluğa ötekileştirmeye dünyanın tüm yaşanmamışlık ve olmamışlıklarına içine çekercesine yazdığı şiirleriyle hala ‘Işık’ oluyor dizelerini okuyanlar için… Aradan geçen onca yıldan sonra, şiirleri ve kehanetleri ile Furuğ, “… su sesinin doğruluğuna inanmayı…” istediğimiz ve “beşiklerin utançtan mezarlara sığındığı” sanki bu günleri anlatıyordu.

Bahçeye dikeceğim ellerimi,

Çiçekleneceğim,

biliyorum, biliyorum, biliyorum

Ve bembeyaz yumurtalarını bırakacak

kırlangıçlar

Avuçlarımın mürekkep lekeli

çukurlarına

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz