Gerçekler Sosyolojisinde ana tema kadın özgürlüğüdür

0
334

Kadın konusunda yapılan tanımlar, tahliller, yorumlarla birlikte bu alanda gerçekleştirilen eylemler, kadın özgürlük tarihinde önemli kazanımlar oluşturmuş ve büyük özgürlük mirası ortaya çıkmıştır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın bu konudaki özgürleşme ve özgürleştirme arzusu kendisinin çocukluk yaşlarından itibaren adım adım gözlerimizin önüne serilmiştir.

Çünkü başka bir örnek yoktur ki, kendi kişisel deneyimlerini bir halkın görüşüne bu kadar açmış olsun, kendi yaşamının çözümlemesini derinlemesine yapmış olsun. Başka örnek yoktur ki ne yaşadığının ve nasıl yaşadığının tahlilini bu derinlikte gerçekleştirerek sayısı milyonlarla ifadelendirilen toplumuyla kendini özdeşleştirmiş olsun.

Kürdistan özgürlük mücadelesinin bağrına yerleşen kadının özgürleşme pratikleri, değerli kadın öncülerinin canları, ömürleri ve tüm inançlarını bedel ettikleri mücadele değerleri Kadın Kurtuluş İdeolojisi’nin ilanıyla birlikte kuramsal bir çerçeveye ulaşmıştır. Yaşamın süreğenliğiyle, akış hızıyla paralellik gösteren kadın konusu da geçen yıllar içinde önemli gelişmelere merkez olmuş, özgürlük tarihinde unutulmaz izler bırakmakla birlikte bu tarihin yaşayan ve bugüne kadar taşınmakla birlikte yarına taşınan temelini oluşturmuştur.

Toplum ve toplumu oluşturan bireyler olarak belli birikimlere ulaştığımızdan ve bunu bildiğimizden kimi soruları sormayız. Örneğin cevabının çok basit olduğunu bildiğimiz kimi soruları sormayız, çünkü sorduğumuz zaman basit olanın bilgisinden mahrum olmanın utancını yaşamak istemeyiz. Kadın nedir sorusu da bu sorulardandır. Pek fazla sorulmaz bu soru da. Çok basittir. ‘Su nedir?’ gibi bir sorudur belki de. Belki de evren nazarında daha başka değerler taşımaktadır. Ama ne yazık ki bu soru sorulduğunda verilecek cevaplar da pek fazla hakikate yakın durmamaktadır. Kadın nedir sorusunun cevabı, basit olduğu kadar en fazla karmaşıklaştırılan cevaplardan biridir. Öyle basittir ki sorulmaya gerek dahi duyulmaz. Belki de gerek duymamaktan değil de cesaret etmemektendir soramamak. Ne de olsa sadece istemediklerimiz değil gücümüzün yetmedikleri de vardır yapmadıklarımız arasında.

Ben neyim derken insan tanımından başlamaktayız. Evren içinde insanın konumu, evrenle ilişkisi ya da doğa-toplumla ilişkisi tanıma yaklaştırıyor bizleri. Bunun yanında insan tanımını biz kadınlar şahsında tamamlayan bir gerçek olan kadın tanımına ulaşma zorunluluğunu da fark ediyoruz. Neyiz biz, nelerden oluşuruz, görünen bizi bir formda toplayanın ötesinde neyiz, nasılız, nasıl duyumsarız!

Bir tutam saç

Bir tutam saç nerde olursa olsun bir kadını anımsatır, anlatır. Kadına ait bu imge erkeklerin saçlarını kesmeye başladığı zamanlardan bu yana oluşmuş bir imge olabilir mi? Aslında imgelerin oluşmaya başlamasının cinsler arasına giren uçurumla bağlantılı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Toplumsal şekillenişler algıları belirlemekte ve imgelere sıkışan algılar da insanları yönlendirerek hazır bilgiler, yargılar ve hedefler oluşturmakta, hatta merkezi hegemonyanın oluşturulup sağlamlaştırılmasında en büyük hizmet araçlarından biri haline getirilmektedir. Kadınların saçlarına ilişkin dinsel, toplumsal, sektörel kurallarla birlikte uğruna ne kadar kan döküldüğü, acı çekildiği, savaşların çıkarıldığı konularına ilişkin veriler de nesneleşen beden parçalarının yarattığı sonuçları göstermektedir.

İmgenin oluşması ortak anlamların inşa edildiğini anlatırken diğer yandan da ortak anlamlar kamuflesi altında nesneleşen soyutlamalara işaret etmektedir. Ortak güzellik duygusu, toplumsal iletişimin en anlamlı yanlarından biridir. Ortak ahlaki değer yargıları, ortak doğru ve estetik anlayışı da aynı biçimde kolektiflerin ifadesini oluşturmaktadır. Kişinin kendisi olarak varlığını duyumsamasının güzelliği ve kişide yarattığı anlam derinliği tartışmasızdır. Bunun yanında kendi topluluğunun diğer üyeleriyle birlikte duyumsadığı varlık ve anlamın kolektifliğinin, toplumsal yaşamda kişinin yerini oluşturduğu da bir gerçektir. Bu gerçek kişiyi bir tanımın sınırlılığına çeker. Kişi bu sınırlılığı kendisi olarak yaşayacağı formun kuralları olarak belirler ve bu belirleme anından itibaren bu belirlenmişliği idealleştirir.

Bu sınır kiminde kişinin sınırsızlık içinde yaşama ihtimali olan anlamsızlığı gidererek belirlenmiş bir form içinde anlam derinliği yaratmasına yardım eder. Bu durum, topluluğun, toplum olmanın ve bir arada yaşamanın gücünü gösterir. Kolektif ve komünal yaşamın güç kaynağı burasıdır. Kişilerin enerjilerinin evrenin sonsuzluğuna dağılması yerine topluluğun sonluluğunda disipline olmasıyla oluşur bu güç. Bu durum, evrenin sonsuzluğuna rağmen toplumun sonluluğunun tercih edilmesini de açıklamaktadır. Tabii ki o sonsuzluğu derinlik içinde yaşama gücü olanlar ve buna cesaret edenler sonsuzluk yaşamını tercih edeceklerdir. Yine de bu tercih toplumdan kopuk yaşanması mümkün olmayan bir durumu doğurmaktadır.

Çoğunlukla kişiler özgürlük tercihlerinde dahi sonsuz özgürlük yerine bir topluluk içindeki sınırlandırılmış, daha doğrusu kuralları belirlenmiş özgürlük biçimini tercih ederler. Bunun sebebi özünde şudur: İnsanlar, toplumsal kurallar tarafından sınırlandırıldıklarını bilseler de bu sonluluğu severler. Sonsuzluk adına gelecek olan sınırsızlıktan korkarlar. Uçmayı isteyen, düşleyen ve sürekli bu isteminin rüyasını gören biri, ayakları bir an yerden kesildiğinde korkar. Ayakları yere bastığında kendini güvende hisseder. Hatta sağlam olmayan, kabul görmeyen ya da ciddiye alınmayan birçok şey için ayakları havada denirken, tam tersi sağlam, kabul gören, ciddi durumlar için “ayakları yere basıyor” denir. Buradaki kabuller sınırsızlığın ürkütücülüğü karşısında sınırlılığın belirlenmişliğine yöneliktir. Bu korku kişiye sonsuzluk yerine sınırlılık tercihi yaptırır. Ayrıca insanlar denizlerin ya da akarsuların sahibi olmaktansa, bir tas suyun sahibi olmayı daha somut ve olasılık dahilinde bulurlar. Ve bu elle tutulur gerçeği kendi gerçekleri bilirler. Bununla birlikte her bireyin sınırlanmış ya da belirlenmiş gücünün bir araya gelerek, yani toplum olarak bireye vereceği gücün, evrenin dağınıklığının onlara vereceği güçten daha fazla olduğuna inanırlar. Bu güç, insanın yarattıklarının birleşerek oluşan kolektif gücü anlatır. Hatta kimi zaman bu güç karşısında savaş açar, bu güce direnirler. Sellerin gücü karşısında barajlar yaparak sınırlanmışlıklar yaratır ve doğaya meydan okurlar.

Bölünmek her zaman güçsüzleşmek değildir, bazen bölünmek, gücüne form kazandırmak olabilmektedir.

Kimi zaman da form şekil, kendinde topladığı enerjiyi hapsetmekte, sınır koyarken ya da enerjiye kendi çizdiği sınırla bir belirlenmişlik yaratırken onu somurmakta, sömürmekte, yok etmektedir. İktidarın kendine model seçtiği erkeklik, kadındaki enerjiyi kendi egemenlik formuna sıkıştırarak sınırlanmışlığın derinliğini yaratmayan, tam tersine hapsederek körelten ve çürüten bir durum yaratmaktadır. Sınırlar her zaman form kazandırmaz, kimi zaman deforme eder. Bu belirlemelerin ışığı olan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Kürt Sorunu Ve Demokratik Ulus Çözümü adlı son savunmalarında evreni çözümlediği felsefi derinlikle kadın tanımı yapmaktadır. Bununla birlikte iktidarı ve mikro iktidarı da çözümleyerek egemen erkek kişiliğine sıkıştırılan deforme olmuşluğu ortaya koymaktadır.

Kadın nedir?

Akışkan haldeki bir enerji hangi tanımın sınırlarında kendini ifade edebilir? Sadece akışkan haldeki enerji konumunda özgür olabilen kadın hakikati toplumsal yaşamın sınırlı gerçeğine kendisi olarak nasıl katılmalıdır?

Kadın, çeşitlenmek isteyen evrenin kendinde yarattığı ilk formdur. Toplumun tüm diğer öğelerini kendi gerçeğiyle bütünleştirerek evrensel anlamı açıklayan, çoğalmayı, çeşitlenmeyi, güzelliği, tınıyı, özgür akışı kendinden başlayarak tüm diğer toplum üyelerine anlatan akışkanlığını değişim ve uyuma dönüştürmüş haldeki bir formdur. Kadın formunda kendini gerçekleştiren evren, çeşitlenmenin bir adımını bu yolla atmıştır. Bölünerek çoğalan canlıların kendilerinde barındırdıkları özellikleri zenginleştirdiği iki cinsiyetle forma kavuşturan evrensel zeka, kadını bu zekanın taşıyıcı formu yapmıştır.

Kadın, duygusallık olarak dile gelen ve bir eksiklik, sakatlık gibi algılanan özelliğiyle evrenin tüm edimlerini anlama eğiliminden vazgeçmeyen varlıktır. Bunu başaramayabilir, başarıp da bu başarısını bildiğimiz dillerle söyleyemeye de bilir. Ama önemli olan kadının eşsiz duyarlılık gücüyle evrensel zekanın bir yansıması olduğu gerçeğini hala yitirmemiş olmasıdır. Kadındaki bu duyarlılık, ona, evrendeki her şeyin sebebinin kendisiyle bağlantılı olduğunu düşündürecek bir algı kapasitesi kazandırır. Bilip eleştirdiğimiz tarzdaki ben merkezlilikten apayrıdır bu. Bu algı biçiminin kadın kişiliğine kazandırdığı en temel özellik de evrendeki hiçbir hareketi, hiçbir devinimi kendisinin dışında ya da uzağında görmemektir. Ve bu yönüyle kadın, kendi algı biçimiyle tüm evrensel edimleri kendi kimliğinde yaşayarak kadının evrenin bir izdüşümü olduğunu ortaya koyar.

Evren içinde kendisi olarak nasıl tanımlanmaktadır? Kadını tanımlamaya meyleden ya da bu iddiada bulunan semboller, imgeler, imalar ya da eylem, algı biçimleri neye göre ortaya çıkarılır? Bu yönelişler kadını gerçekten tanımlar mı?

Doğadaki cinsiyet farklılaşmasının ortaya çıkışını evrenin farklılaşma, çeşitlenme ve karmaşıklaşma yoluyla kendi zekasını yansıtması olarak yorumlayabiliriz. Evrensel zekayı görmek için mevcut akıl sınırları içinde mucizeler aramaya gerek yoktur. Bu zekayı başta kendimizde görmeliyiz. Başta kendimizde, kendi cinsimizde ve bununla birlikte doğadaki tüm varlıklarda evrendeki çeşitliliğin, karmaşıklığın, soru-cevap iç içeliğinin, renkliliğin izlerini görmeliyiz. Bunu görmek, çok mucizevi bir anlam yüceliği yakalamak olmayabilir, ama yakalayamamak anlamsızlık sığlığına düşmek olur. Bazen bazı şeylerin varlığı fazlalık değildir, ama yoklukları eksiklik olur. Evrensel zekanın fark edilirliği de bu minvaldedir. Evrensel tüm oluşları dişi ve eril olmak üzere çeşitlendirmek, kendini çoğaltmak, çeşitli ve farklı kılmak isteyen evrenin bir eylemidir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz