Güney Kürdistan’da devrimci savaş ve iktidar sorunu

0
121

TC’nin Newroz’la başlayan Büyük Güney operasyonu sıradan bir saldırı değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin yetmiş yılı aşkın Kürdistan politikasının doğal bir sonucu olduğu kadar, onun içinde bulunduğu bütün çıkmaz ve çelişkileri gösteren bir operasyondur da aynı zamanda. Yine kendine göre yürüttüğü işgal, istila ve katliam politikalarını ne pahasına olursa olsun bir kez daha olsa sürdürebilmek ve bu politikayı sonuçlandırmak için tüm gücünü ortaya koymaktadır. Hem tarihsel ve hem de güncel gerçeği arkasına alarak, sadece Güney Kürdistan halkının gelişen ve gelişmesi kaçınılmaz olan mücadelesini boğmayı değil, onunla birlikte Kuzeydeki devrimci savaşı da kendince “ikinci 19 Mayıs” senaryosu temelinde acımasızca ezerek sonuçlandırmak için tüm iç ve dış güçleri büyük bir kampanya halinde seferber ederek sonuç alma gerçeğini ifade ediyor.

Bu operasyon hâlâ devam ediyor. Kaldı ki bunu salt Güneye ilişkin bir operasyon olarak değerlendirmek de büyük bir eksikliği taşır. Biraz tarihsel ve daha geniş siyasal açıdan baktığımızda ve bir de gün geçtikçe pratikte ortaya çıkan gerçekleri değerlendirdiğimizde, tüm halkımızın ve hatta bölge halklarının tehlikeli bir saldırı ile karşı karşıya olduğunu görebiliriz. Sürekli uyanıklık gösterilmez ve devrimci tedbirler alınıp geliştirilmezse, halkımız açısından Cumhuriyetin başlangıç yıllarında Ermeni ve Rum halklarının soykırımla tüketilişi örneğinde görüldüğü gibi bir örnekle karşı karşıya olduğumuz anlaşılacaktır. Kürt halkının fiziksel anlamda ülkesinden boşaltılacağı kadar boşaltılması zaten çok ileri düzeyde geliştirilmiştir. Savaşla imha edileceği kadar imha edilmesi, koruculaştırılacağı kadar koruculaştırılması ve direnen güçlerinin en acımasız yöntemlerle dağlarda sıkıştırılarak imha edilmesi, geri kalanların da yoğun bir asimilasyon ve ideolojik savaşımla hakim ulus içinde eritilerek tarihten saf dışı edilmesi gibi en tehlikeli bir süreçle karşı karşıya olduğumuzu hepimizin mutlak yeterince görmesi ve bu doğrultu da görevlerini yerine getirmesi gerekmektedir.

Bu, sadece bir halk olarak kimliğini koruma gereği değil, hatta kurtuluş görevi de değildir; bu, bir insan olarak ayakta kalmanın zorunlu bir gereğidir. Aksi halde, faşizmin düşürdüğü maymunlaşmış insanlar olmaktan kurtulamama gibi hazin bir akıbet herkesi bekliyor. Biraz güncel gelişmelere bakmasını bilen, bu değerlendirmenin ne kadar isabetli olduğunu söylemekte gecikmeyecektir.

1995 sürecine girilmesiyle birlikte, bütün belirtiler TC’nin özel savaş aygıtının sonuç almakta kararlı olmak istediğini gösteriyor. En değme müttefiklerini bile, “demokrasi paketini geliştiriyorum, düşünce özgürlüğünü geliştiriyorum, yasanın şu maddesi kaldırılacaktır, anayasa değişiklikleri sağlanacaktır” gibi ince taktiklerle oyalayarak yanıltıyor. İçerde de başta Türk halkı olmak üzere tüm halklara “milli mutabakat” politikasını dayatarak, en şovenist kesimleri özel savaş birlikleri biçiminde örgütleyerek, “Mehmetçikle el ele kampanyası” içinde yedi yaşındaki çocukları bile kullanarak aslında seferberlikten daha ağır bir seferberlik durumunu dayatıyor.

Sınırlı bir görme kabiliyeti olan herkes, halkın var olan yoksulluk düzeyi yetmiyormuş gibi, TC’nin onu daha da düşürmek için her türlü yöntemi devreye sokarak bütün Türkiye halkları üzerinde kalıcı bir faşizmin kurumlaştırılması gerçeğini tamamlamak istediğini görebiliyor, ama bir şey yapamıyor. Bu ayrı bir mesele. Faşizmin önemli bir özelliği de, görse bile en alçakça tarzda boyun eğmeyi normal kabul eden insanı yaratmaktır. Bu da sonuna kadar gerçekleştirilmiştir. Yalnız Türk halkında değil, bizim halkımızda da bu gerçekleştirilmiştir. Görür faşist imhayı, ama boyun eğer. Bazıları teslim olur, bazıları seyreder, bazıları da rahatsızlıklarını söyler.

Bu son “düşünce özgürlüğü” tartışmalarında şu değerlendirmeler utanmadan yapılmıştır: “Kafasında kalsın, düşünsün; buna karşı koyan yok. Söylesin, ama yalnızca söylesin, yazıya geçirmesin. Yazıya geçirse bile devletin birliğine zarar vermesin”. Buna benzer her tür soysuzlaştırma çabası devam etmektedir. Görülmemiş bir faşist katliam gerçeğinin göz göre göre benimsetilmesi epey ilerletilmiştir; hem de bundan en çok zarar gören sınıf, kesim ve kişilerce. Tarihin hiçbir döneminde emekçi kesimler bu kadar yoksul düşürülmedi. Ama tarihin hiçbir döneminde bu kadar tepkisiz de kalınmadı. Bu, olsa olsa faşizmin yanıltma gücünü, özel savaşın psikolojik ve ideolojik gücünü gösterir.

Halk sınıf ve tabakaları içinde böylesi bir durumun yaşanması bir yana, en devrimci parti olarak partimiz içinde bile savaş gerçeğine doğru yaklaşmamanın, taktikle oynamanın ne kadar gelişkin olduğunu göz önüne getirirsek, bu faşist özel savaş etkilerinin ne kadar güçlü ve etkili olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Hele ulusal kurtuluş saflarında işbirliğine yatanların ve özellikle Güney Kürdistan’daki işbirlikçilerin bu faşizmle ilişkilerini göz önüne getirirsek, tehlikenin boyutlarını daha iyi kestirebiliriz.

Bu arada hemen şunu söylemek gerekir ki; gerçekler bu kadar yakıcıyken, eğer halkların kendileri veya onlar adına öncülük yapma iddiasında olanlar yeterince tavır geliştiremiyor, güçlü bir anti-faşist direniş cephesi, bir ulusal kurtuluş cephesi oluşturamıyorlarsa ve hele hele öncü partide bile mutlaka gösterilmesi gereken taktik gelişmeler gösterilemiyorsa, bu durumun üzerinde adamakıllı kafa yormak gerekir.

Andığımız süreçleri normal bir yaşammış gibi ele alanlar, bilmeden ve belki de iyi niyetle faşist imha politikasına en büyük desteği sunuyorlar demektir. Hatta savaş mevzilerinin en ilerisinde yönetim-komuta düzeyini temsil edenlerin bu imha süreçlerine ilişkin tarihsel rollerini oynamamaları, bunların en sağ ve dolayısıyla en sorumsuz kişiler olarak, belki de sandıklarının çok üstünde zarar vermeleri yüzünden, tarihe cevap verememenin lanetli kişilikleri olarak değerlendirilmekten kurtulamayacaklarını da şimdiden söylemek gerekir.

Ortada bu kadar karmaşık, ama mutlaka aşılması gereken gelişmeler ve süreçler yaşanıyor. Faşizmin özel savaşımının en önde gelen yürütücü beyinleri, kuşkusuz her türlü özel savaş yöntemini geliştireceklerdir. Bu onların görevidir. Yine burjuvazinin bu savaştan çıkarı olan kesimi ve hatta Kürdistan’daki bir çok işbirlikçi de bu savaşın sürdürülmesinde elbette çıkar görecek ve destekleyecektir. Bunun da yadırganacak bir yönü yoktur. Fakat halkların yüzde doksanının, ya da nüfusun bu alandaki kesiminin zarar gördüğü bu özel savaşa karşı anlayış ve giderek irade düzeyinde bir tavır geliştirmemek, hele devrimci savaş öncülüğünde iddialı olanların bu sürece doğru bir değerlendirme ile yeterli bir savaş düzeyine çıkaramayışları, hiçbir gerekçeyle izah edemeyecekleri ve altından çıkamayacakları bir gerçekliği ifade eder. Bu hususları tekrar vurguluyorum.

Güncel sığlığa ve eski yaşam alışkanlıklarına bu kadar gömülmekle ve devrimci görevler karşısında bu kadar yetersiz kalmakla ne bir şey izah edilebilir, ne de kurtarılabilir. Ancak yaşadığımız acı gerçeklik de ağırlıklı olarak böyledir. Sorguladığımız düşmanın yaptığı değildir, düşmana karşı mutlaka yapılması gerekenlerin sahipleri tarafından neden yapılmadığıdır. Bu objektif durum değerlendirmesini fazla açma gereğini duymuyorum.

Gerçekten TC’nin özel savaşı şu anda sadece Kuzey Kürdistan’ı değil, Güney Kürdistan’ı ve dolayısıyla bütün Kürdistan’ı kendisine hedef olarak seçiyor. TC, sadece devrimci savaşın gücünü değil, kullandıktan sonra işbirlikçileri tasfiye etme de dahil, yine ulusal kimlik adına ne varsa ve ne kadar yaşatılıyorsa hepsini tasfiye etmek de dahil, bu ülkeyi insansızlaştırmaya kadar götürebilecek bir karşı-devrimci savaş yürütüyor. Devrimci uyanıklık ve dürüstlük odur ki, bunu zamanında görür ve tedbirini alır. Gafil olan odur ki, güne yumuşak ve sorumsuz bakar ve sonuçta kendisi de tasfiye olur.

Yakın Kürdistan tarihine baktığımızda, bu yaklaşımın örneklerini bolca görürüz. Bütün isyanlar gafletin sonucu olarak, dar görüşlülüğün ve aldanmanın acı dersleriyle dolu olduğu kadar, bugün bu özel savaşı yok etme iddiasına kadar götürmede de az etkili olmamıştır. Burada benim en büyük eleştirim kendi özünüzedir.

Düşmanın ne yaptığını fazla bir sorun olarak getirmiyorum. O düşmandır, sonuna kadar yapar da. Ama sen bir devrimci savaş gücü olarak, kurtuluş sürecine girmesi gereken bir halk olarak ne yapıyorsun, nasıl yapıyorsun? Bu soruyu kendine yeterince ve hem de başarı temelinde soracaksın. Bu soruyu sorup da cevabını günü gününe vermeyenlerin tarih karşısında yenilmek ve lanetle anılmaktan kurtulamayacaklarını bilmeleri gerekir; yine sizin bunu bilmeniz gerekir.

Büyük bir ilgiyle PKK Önderlik gerçeğini öğrenmek istiyorsunuz. Güneyden ve Kuzeyden epeyce güç geliyor, dostlar geliyor. Bu gerçeği onlara çok açıkça gösterdiğimi sanıyorum. Ortam bu faşist imhaya karşı ne kadar edilgen, sorumsuz ve gafil kılınmışsa, ben de o kadar sorumlu, uyanık ve oldukça canlı bir yaklaşım gösteriyorum. Partinin karşısında her gün bu tutumu sergiliyorum. Gerçekleri daha nasıl anlatmam gerekiyor?

Bizim mutlaka ülkemize, halk kimliğimize ve ulusal değerlerimize, insanlık şeref ve haysiyetine ve insan haklarına sahip olmak için verdiğimiz mücadelenin ve bunun haklı gerekçesini düşmanın burayı kendisine katmak için gösterdiği gerekçelerle karşılaştırdığımızda, neredeyse düşman daha üstün çıkıyor. Yani düşman şunu demeye getiriyor; “siz ortamdan da, kimlikten de, şeref ve haysiyetten de, her türlü insan halkalarından da vazgeçersiniz ve vazgeçeceksiniz. Ben buraya faşist mi faşist, şovenist mi şovenist, bir rejimi oturtacağım. Gerekirse insanları böcekler gibi ezerek ve insansızlaştırarak burayı kendime katacağım. Ben haklıyım. Bu, milli birlik ve bütünlük politikasının gereğidir, Kemalizm’in gereğidir, kutsal bir davadır. Size bir çakıl taşını bile vermeyiz”. Bunu ben söylemiyorum, düşmanın kendisi her gün acımasız bir biçimde tekrarlıyor.

Uluslararası baş emperyalist güç şunu söylüyor: “Bizim Ortadoğu ve Orta Asya’da stratejik çıkarlarımız var”. En başta ABD ve İsrail, “bizim Ortadoğu’da stratejik çıkarlarımız var, Türkiye bize gereklidir” diyorlar. Varsın birkaç halkı daha tarihten silsin, dert değil!? Önemli olan kendi politikalarının Orta ve Yakındoğu’da yürütülmesi, Orta Asya’da doğru yürümesi!? Kürdistan Devrimi’ne karşı kurulan uluslararası ittifak da kesinlikle bu temeldedir ve değişeceğe benzemiyor. ABD meclisinde, geçmişte Ermeni soykırımı ve şimdi de Kürt soykırımı üzerine yasa tasarısı üstüne yasa tasarısı veriliyor. Ama gelen yönetim, “bunları kesinlikle tartışmamalıyız, çıkarlarımız hayatidir” diyor.

Evet, kapitalist-emperyalizmin çıkarları hayatidir, istediği kadar soykırım olsun!? Bu sistem bir yerde insan hakları kisvesi altında Sovyetler Birliği’ni çözdü ve Çin’i de çözmeye çalışıyor. Bunlar bağımsız uluslar, aslında insan haklarının en çok geliştiği yerlerdir. Eksiklikleri ayrı bir şey ama, en yakın müttefiki birkaç halkın soykırımını tamamlamış, en son olarak Kürt halkının soykırımını da tamamlamak üzeredir. Sistemin başı, “yüksek politik çıkarlarımız gereği buna ses bile çıkarmayacağız, hatta sonuna kadar destekleyeceğiz” diyor. Yönetimin Dışişleri çevresi, her gün “Türkiye’nin yürüttüğü savaşı sonuna kadar destekliyoruz” diye demeç veriyor. Yalnız destek yetmiyor, Güney Kürdistan’a gelirken bir kez daha göreceğiz. Bir de orada işbirlikçi bir baraj oluşturmuştur. Eğer Türk faşizmi soykırım savaşını tamamlayamazsa, olası bir Kürt iktidarı gelişir ve Kürdistan’da bir devrimci savaşımın başarı şansı yükselirse diye, Güneyde işbirlikçi güçlerle bir baraj geliştirmek istiyor.

Görünürde Irak rejimine karşıdır, ama esas olarak gizli ve daha çok da Kürdistan’da yükselen devrimci savaşa karşı bir Kürt işbirlikçi bloğu ile, bir taşla birkaç kuş vururcasına gelişmeleri kontrol altına almak istiyor. Bu, sadece Türk özel savaşımının planı değildir, bir de emperyalizmin çok üst düzeyde ve Türk özel savaşımı ile koordineli bir biçimde yürüttüğü bu Kürt halkını bastırma ve tarihten silme politikasını giderek Ortadoğu’yu devrimsizleştirme ve sözüm ona kendi “Yeni Dünya Nizamı”na uygun hale getirme biçiminde genişletmek istiyor. Bu, bugün en tehlikeli bir politika olarak, halkımız başta olmak üzere bütün bölge halklarına dayatılmış bulunuyor.

Parti Önderliği

Haziran 1995

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz