ŞİMAL ÜLKEM GÜNEŞ
Fransız bir yazarın oldukça etkileyici bulduğum bir kitabından alıntı yaparak başlamak istiyorum. Fransız bir filozof olan Ettienne de La Boetie, henüz 22 yaşında bir öğrenciyken yazdığı ‘Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev” kitabında; “İnsanların nasıl olup da itaat etmekle kalmayıp boyun eğmeyi, hatta kulluk etmeyi arzuladıkları” sorusunu derinlemesine ve somut toplumsal sorunlara dokunarak sivil itaatsizliğe vurgu yaparak halkı cesaretlendiriyor. Kapitalist hegemonyanın yeni yeni palazlandığı 16. yüzyılda iktidara, devlet egemenliğine, sisteme meydan okuyor.
Genç yaşında toplumsal sorunları, toplumsal eylemi ve devrimci eylemin gerekliliğini çarpıcı sosyolojik analizlerle ortaya koyuyor. Yazar, söz konusu eserinde; “Eğer siz vermediyseniz, sizi gözetlediği bu kadar gözü nereden buldu? Sizden almadıysa nasıl oluyor da sizleri dövdüğü bu kadar çok eli olabiliyor? Kentlerinizi çiğnediği ayaklar sizinkiler değilse bunları nereden almıştır? Sizin tarafınızdan verilmiş olmasa üzerinizde nasıl bu kadar iktidar olabilir? Sizinle anlaşmadıysa üstünüze gitmeye nasıl cesaret edebilir? Kendinize ihanet etmeseniz, sizi öldüren bu katilin yardakçısı olmasanız ve sizi yağmalayan bu hırsıza yataklık etmeseniz o ne yapabilir? Zarar versin diye meyvelerimizin tohumunu veriyorsunuz. Hırsızlıklarına eşya sağlamak için evlerinizi doldurup döşüyorsunuz… kulluk etmemeye karar verdiğiniz an özgürsünüz demektir. Onu itmenizi ya da dengesini bozmanızı istemiyorum. Fakat yalnızca desteklemeyin. İşte o zaman onun altından kaidesi çekilmiş bir collesse gibi tüm ağırlığıyla düşüp parçalandığını göreceksiniz” diyerek adeta günümüz toplumsal gerçeğine ve ne yapılması gerektiğine an itibarıyla ışık tutuyor.
MİMİKLERİNİZ BİLE ‘SUÇ’ SAYILIYOR
Peki, biz toplumsal duruşumuzu nasıl izah ediyoruz ve ne yapmalıyız? Gözlerinizin önünde çocuklarınıza el atılıyor, tarlalarınız, evleriniz talan ediliyor, köyünüz basılıyor aile bireyleriniz katlediliyor, çocuklarınız panzer altında eziliyor, zırhlı araçlarla ağır silahlarla gece yarısı ya da sabaha karşı evleriniz basılıyor. Yetmiyor saçlarınız yolunuyor, yerlerde sürüklenerek ters kelepçeyle gözaltında alınıyorsunuz. Kurdistan’da dağ-taş ateşe veriliyor, ağaçlar cayır cayır yanıyor. Ormanlarınız, hayvanlarınız, bitkileriniz ciğerleriniz ateşe veriliyor. Bir basın açıklaması yapmanıza bile izin verilmiyor. Düğününüzü kendi dilinizde bile yapamıyorsunuz, Kürtçe şarkı söylediğiniz için düğününüz basılıyor, herkes dayaktan geçiriliyor. Yetmiyor sokakta, Ankara, İzmir ve İstanbul-Taksim’de herkes şarkı söylerken siz söylediğiniz için bıçaklanıp denize atılıyorsunuz. ‘Türk’ün gücü görülsün’ diye genç erkekler karakol bahçesinde toplatılıp yerlere seriliyor, işkence seansları yapılıyor. Genç kızlarınıza subaylar, askerler tecavüz ediyor. Kürt kızlarını ‘evlenme’ vaadiyle kandırıp ajanlaştırıyor. Özel savaş politikası olarak Kurdistan’da fuhuş ve uyuşturucu kullanımı geliştiriliyor.
Köyünüzün yolu bozuluyor; yapan olmuyor. Elektriğiniz kesiliyor, su verilmiyor. Hakkınız olanı istediğinizde ise faşist AKP-MHP rejimine oy vermediğiniz için fişlenerek cezalandırılıyorsunuz. Anadilinizi konuşma, yaşama, eğitim görme hakkınız bile yok. Anadil yasak! Siyasi temsilci seçiyorsunuz; onlarca yıl cezaevlerinde süründürülerek düzmece dosyalarla yargılanıp mahkum ediliyor. Binlercesi sürgüne gönderiliyor. İradeniz derdest ediliyor, seçtiğiniz insanlar yaka paça gözaltına alınıp tutuklanıyor. Hatta şimdilerde milletvekilleriniz bile dokunulmazlık hakkını kullanamıyor. Belediyelerinize kayyum atanıyor. Kendinizi de, kentinizi de yönetemiyorsunuz. İktidarın eziyeti Demokles’in kılıcı gibi her an başınızda sallanıyor. Sizi asker, polis zorba gücüyle esiri yapıyor. İşgal edilmemiş bir yer bırakmıyor. Parklarınız, yardım dernekleriniz, kadın kurumlarınız kapatılıyor, terörize ediliyor. Düşüncelere, dile, kurumlarınıza kilit vuruyor. Mimikleriniz bile ‘suç’ sayılıyor.
Zindanlarda binlerce tutuklunuz, arkadaşınız, kardeşiniz, anneniz, babanız çürümeye terk ediliyor. 30 yıl zindan yatan siyasi mahkumlar keyfi nedenlerle disiplin cezaları verilerek özgürlükten mahrum bırakılıyor. Kanser hastası ya da ölümüm eşiğindeki tutuklular bile bırakılmıyor. Siyasi tutsaklara her türlü onur kırıcı muamele yapılıyor. 70 yaşındaki insanlar bile kelepçelenerek mahkeme kapılarında gezdiriliyor. Analarımıza acıların en beteri reva görülüyor. Kutularda çocuklarının cenazeleri teslim ediliyor. Dünyada görülmemiş en ağır acı Kürt analarına yaşatılıyor. Amed’te yaşayan Halise Ana oğlu şehit Egîd’in cenazesini bir kutuda kucağında buluyor. Halise Ana Kürt olduğu için dünyanın en ağır yüküyle baş başa bırakılırken yetmiyor, ‘örgüt üyeliği’ gerekçesiyle kızıyla birlikte zindana gönderiliyor. Kürt analara tarifsiz acılar yaşatma bir işkence yöntemi olarak uygulanıyor. Emine Şenyaşar hala adalet arıyor ve Cumartesi Anneleri artık Taksim’de yitik çocuklarının sesini duyuramaz duruma getiriliyor.
TOPLUMU AYAKTAKİ ÖLÜLER HALİNE GETİRMEK İSTİYOR
Şehirleriniz bombalanıyor. Uçaklardan atılan bombalarla dağlarınız, ovalarınız, ekinleriniz, tarihi değerleriniz yok ediliyor. Koyunlarınızı otlatacak, süt sağacak mera bırakılmıyor. Oldum olası Kürt’ün toprağı yasaklı, özel güvenlik bölgesidir. Kürt olmak hep özel inkar yasalarıyla yönetilmektir. Turistlere açılan dağ ve pınar başları, size yasaklı. Sıradan bir kır gezintisinin bedeli bile dayak ve hakaret oluyor. Kurdistan’da çoban olmak, yurtsever olmak, bostan ekmek bile bedel gerektiriyor. Helikopterlerden atılan, yaşından daha fazla kurşunla öldürülen bir ülkenin insanlarısınız. Öz yönetim direnişlerinde Cizîra Botan, Nisêbîn, Sûr sokaklarında Kürt gençlerini, Kürtleri yaşlı-çocuk-kadın demeden kurşuna dizenleri, “Kim bu gece daha fazla Kürt öldürecek” diyenleri unutmadık. Katliamı hafızalardan silmek için organizasyonlar düzenleyenler, bu vahşeti silemez.
Yüz binlerin katıldığı mitinglere engel getiriliyor. Canı istediğinde taşeron hücreleriyle Dîlok’ta bir düğün evinde, Ankara Gar, Amed, Pirsûs mitinglerinde olduğu gibi bomba patlatıyor. Yüzlerce insanı katledip DAİŞ gibi paravan bir örgütün üstüne yıkıyor. Korkuyu büyüterek toplumu, ayaktaki ölüler haline getirmek istiyor. Düşman asıl bedenleri değil, beyinleri ve yürekleri esir almak istiyor. KDP hanedanlığı Başûr’da ihaneti doludizgin örgütlüyor. Düşman için yol, köprü yapıyor, erzak taşıyor, her türlü imkanı sağlıyor. Gerillanın gaz maskelerine ise el koyuyor. Sırça köşklerinde Kürt soykırımcılarına ev sahipliği yaparken karanlık kirli planlarını uygulamanın doyumuyla arzularını tatmin ediyorlar.
Bu denli soykırım ve şiddetin kaynağı, Kürt halkını tanımama ve Kürt halkının iradesini temsil eden Rêber Apo’ya uygulanan tecrit ve inkar gerçeğidir. Kesintisiz 24 aydır avukatlar dahi hiç kimseyle görüştürülmüyor. Tam 24 yıldır İmralı tecrit sistemi ulusal ve uluslararası hukukun dışında tutularak soykırım hukuku uygulanıyor.
BEDELİ GÖZE ALAMAYANLAR VİCDANININ KARARMASINI GÖZE ALIR
Tüm bu olan bitenler karşısında cılız sesler mücadele sayılıyor. Gerçekte kimsenin sesi çıkmıyor! Kulakları sağır edecek kadar büyük bir sessizlik, katlanılamaz bir sessizlik! Kimse kimseyi duyamıyor. Türk halkı idrak etmiyor, idrak edenler ise bedeli göze alamadığından sessizliği yeğliyor. Zulme karşı duran Türk, Kürt herkes, acısını birbirine sessizce fısıldıyor, Ben de çok acı çektim, diyor. Ben de, ben de diyenler çoğalıyor. Adeta sırasını savan, köşesine çekiliyor. Oysa bedeli göze alamayan vicdanının kararmasını, onurunun yitirilmesini göze alır.
Bundan olsa gerek, en doğal hakları kullanmak bile büyük bir özgürlük sayılıyor. Ve nihayetinde sizin için dağlara çıkan, savaşan en yürekli, yiğit, yenilmez, savaşçı çocuklarınız var. En kıymetlileriniz, göz bebeğiniz olan en değerli varlıklarınız gerilla, çağın son teknolojik silahlı saldırılarına karşı savaşıyor. Üzerine yağan bombaları, taktik nükleer silahları zihninin en özgür yanıyla kahramanca, inançla umutla savaşarak boşa çıkarıyor. Zap, Avaşîn, Metîna, Xakurkê, tüm Behdînan, Bakur ve Başûr dağlarında ve Rojava devrim alanlarında direniş yükseliyor. Tıpkı 15 Ağustos kutlamalarında görüldüğü gibi gerilla her yerde düşmana, faşist soykırımcı rejime ağır darbeler vuruyor.
Şehitler kervanına katılan her gerilla büyük bir aydınlığı yaratırken, boşalan mevzileri yeni özgürlük gerillası dolduruyor. YJA-Star ve HPG gerillaları Kurdistan’ın, Türkiye ve Ortadoğu halklarının onurunu koruyor. Zagrosların eteklerinden zirvelerine kadar baştan başa Kurdistan’ı canı pahasına korumanın mücadelesini veriyor. Kurdistanlı kadınlar, Ortadoğulu kadınlar cephelere, özgürlük meydanlarına akıyor. Rojhilatê Kurdistan ve İran topraklarında Jin Jiyan Azadî isyanının patlak verdiği bu zaman diliminde, özgürlüğü kazanmaya çok yaklaştığımız kesindir. Kadınlar, özgürlük meşalesini dünyanın dört bir yanında dalgalandırıyor. Kurdistan dağlarında-kentlerinde, Afganistan, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Avrupa ve Latin Amerika’da direnişçi kadınlar en önde. Önder Apo’nun kadın özgürlük ideolojisini, demokratik modernite güçlerinin birliğini sağlamaya çalışıyor. Her yerde Jin Jiyan Azadî perspektifiyle konferans ve seminerler düzenliyor. Zindanlardaki direnişçi İran ve Kürt kadınları davalarında ısrar ediyor, teslim olmuyor. Onurlu yaşam uğruna ölümü göze alarak, idam sehpalarında özgürlüğü haykırarak tarihin en büyük cesaretli duruşunu sergiliyor.
HENÜZ ÖZGÜRLÜK GERİLLALARI SON SÖZÜNÜ SÖYLEMEDİ
T.C soykırımcı rejimden güç alan bölge gericiliği kadınlara hunharca saldırıyor. Tecavüz, suikast, idam ve işkenceyle kadın özgürlük mücadelesinin önü kesilmeye çalışılıyor. Kadın özgürlük ideolojisi ve Jineoloji bilimi gün geçtikçe evrenselleşiyor. Kadınlar daha köklü bir sorgulamayla erkekliği, erkek egemen kültürü ve hegemonik güçleri, erkek egemen zihniyeti masaya yatırıyor. Hesap soruyor, haklarını elde etmenin radikal mücadele yöntemlerini belirliyor, alanlara çıkıyor.
Söz söyleyen, kuran, yazan, mücadele eden silahlı silahsız her yöntemi deneyen kadınlar devrim deneyimlerini en son Lübnan Kadın Konferansında değerlendirdi, önemli kararlar aldı. Kadınların stratejik önemdeki bu konferansı tüm dünya kadın devrimcileri, feministleri için önemli bir perspektif açığa çıkardı. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için karar aldı. Ve binlerce siyasi kadın tutsakların özgürlüğü için ortak mücadeleyi yükseltti.
Peki, bu yapılanlar yetiyor mu? Mücadele hattını nasıl daha güçlü geliştireceğiz, sorusu hala yakıcılığını koruyor. Mücadele devam ediyor. Henüz özgürlük gerillaları son sözünü söylemedi. Kadınlar, gençler işçiler, emekçiler bir bütün devrimci, mücadeleci güçler ve halk da söylemedi. O halde Mazlumların, Bêrîtanların insanlık tarihine kazandırdığı, “direniş zafere götürür” çizgisinde halk, isyanını örgütlemeli, sivil itaatsizliği geliştirmeli, devrimci halk savaşına katılarak kendini savunmayı bilmeli.