Ortadoğu bereketli topraklar olarak değerlendirilir. Bu değerlendirme aynı zamanda Ortadoğu’nun çok yönlülüğünü, verimliliğini, üretken ve yaratıcı gerçeğini de ifade eder. Çünkü inanç-dil, düşünce, sanat, mimari, edebiyat, mitoloji, tıp, fizik, geometri gibi disiplinler Ortadoğu coğrafyasında çiçeklenip filizlemiştir.
Dünyamızın bugün geldiği aşama tümüyle Ortadoğu’nun ürünü değildir, fakat ana doğrultuyu kazandıran olgular, kurallar, normlar Ortadoğu mahreçlidir. Bu, Ortadoğu’nun yaratıcı, üretken gerçeğini ifade ettiği kadar, toplumsal gelişkinliğini, çeşitliliğini, çelişki ve çatışmalarının keskinliğini de ifade eder.Hiç durmaksızın devam eden devingenliğiyle Ortadoğu, 500 yıl öncesine kadar insanlık tarihinde öncülük rolünü üstlenmiştir. Batı’nın 500 yıllık bir öncülük üzerinden hareketle tüm insanlık tarihini sahiplendiğini düşünürsek; Ortadoğu’nun on binlerce yıla dayanan yaratıcılık, üreticilik yine öncülük gerçeğine rağmen uygarlıkçı güçlerin dışına, uzağına itilmesi, dahası onun hedefi haline getirilmesi garip bir ironidir.
Ortadoğu tarihi insanlığın tarihidir.Ortadoğu kaynaklı olan günümüz uygarlığı insanlığın özüne ve gerçeğine karşıtlıkta ya da yabancılaşmada nerdeyse doruk noktasına ulaşmıştır. Yabancılaşmadaki bu noktayı anlamak için fazla uzağa gitmeden günümüz uygarlığı içinde Ortadoğu’nun yerine bakmak bile yeterlidir. Alışılageldiği gibi Ortadoğu’nun günümüz uygarlığı içindeki -dışındaki demek daha yerinde olacak- yerini sadece Ortadoğu’nun yetersizlikleri, tutuculukları, bağnazlıklarıyla açıklamak bir yanılgı olacaktır. Bu Batı mahreçli bir yaklaşım olup yaşanan yabancılaşmayı izah etmeyeceği gibi yanıltıcı da olacaktır.
Ortadoğu tanımlanırken ya da değerlendirilirken onun temel yanlarından biri olan dinler gerçeği, hemen her konunun ele alınışında, her çelişkinin ortaya konuluşunda ana temalardan birini oluşturur. Bunun izinin düşmediği hiç bir alan yoktur. Maddi, manevi yaşamın her yanında izlerini,etkilerini görebiliriz. Batı kaynaklı milliyetçiliği bir türlü içselleştiremeyen Ortadoğu insanı, onu da dini bir görünüm altında yaşamaktadır.
Ortadoğu için aşiret, kabile gibi etnik kimliği ifade eden örgütlenmeler kadar tarikat ve cemaat gibi dini aidiyeti ve kimliği ifade eden kavramlar da büyük önem taşır. Hatta kimi zaman dini kimlik etnik kimliği de kapsayan daha kapsayıcı ve belirleyici bir kimlik olarak belirir. Bunlar etrafında şekillenen Ortadoğu gerçeğinde söz konusu kavramları çözümlemeden ne siyasal, ne diplomatik, ne ekonomik ne de askeri bir başarıya ulaşmak imkânsızdır. Ulus, millet kavramlarının altında da çok canlı bir biçimde yaşayan bu kavramlar vardır. Günümüzde bile bunların etkisinin ne denli yüksek olduğu dikkate alınırsa, kökenlerinin ne kadar güçlü olduğu hakkında bir fikir edinebiliriz.
Herhangi bir halka atıfta bulunmayan, öne çıkarmayan İslamiyet, evrenselci bir yaklaşımı esas almaktadır. Çıkışında tüm milletlere çağrıda bulunmuştur ve çağrısı Arap, Acem, Türk, Kürt demeden ama kimlere seslenilmişse onların adını da vererek her dinden ve her mezhepten insana yapılmıştır. Dolayısıyla ümmetçilik biçiminde yayılım gösteren İslamiyet’in çeşitli halklar tarafından kabullenilmesi, bu halkların içinde yaşadıkları sosyal kültürlerin ve organizasyonların özellikleriyle bağlantılı olmuştur. Her ne kadar İslam doğuşundan kısa bir süre sonra karşıtına dönüşse ve Arap kabile aristokrasisinin devletleşme ve iktidarlaşma ideolojisi haline getirilerek Arap milliyetçiliği biçiminde dayatılmış olsa da bölgemizde sosyal yaşama damgasını vuran kültür ve toplumsal örgütlenme biçimi ne ise İslamiyet’in kabulü ve yaşanmasında da o belirleyici olmuştur. Onun çıkarları, gelenek ve görenekleri, kural ve normları gözetilmiştir. Halkların aşiret, kabile gibi toplumsal yapılar altında on binlerce yıllık kültürlerini ve zihniyet yapılarını bir kenara bırakarak İslam’ı Arap egemenlerinin istediği gibi kabullenmeleri hiçbir zamanda ve yerde gerçekleşmemiştir. Dahası bu biçimdeki dayatmacı her yaklaşım karşıtını doğurmuş, yüzlerce ayaklanma, isyan ve direniş bu temelde ortaya çıkmıştır. Bu perspektiften bakıldığında Ortadoğu zemininde devletçi ve iktidarcı egemenlikli yaklaşıma karşı kabile ve aşiret biçiminde toplumsallığını sürdüren etnisite ile kent merkezleri ve çevresinde birikmiş yoksul emekçi kitlelerin gerçekleştirdiği yüzlerce isyan ve direniş hareketini görürüz. Yine bu hareketleri kodlayan düşünüş biçimleriyle karşılaşırız. İslam görünümlü devletçi uygarlığa karşı, onun sömürü ve talanına, zulüm ve yalanına karşı gelişen bu direniş içinde tarihi kişiliklere,görkemli duruşlara rastlarız.
Tarih şimdidir
20.yüzyılın başında oluşturulan statükosunun parçalandığı bir süreci yaşayan Ortadoğu, yeni bir şekillenme sürecine girmiştir. Bunun yönünün, doğrultusunun, özelliklerinin, karakterinin belirlenmesi olarak da değerlendirebileceğimiz girişimler, her güç açısından başlatılmıştır. İsrail- Arap çatışmaları da, gelişen isyan dalgası ve gerici ulus-devletçi rejimlerin bir bir devrilmesi gerçeği de yine ABD öncülüğündeki emperyalist güçlerin Irak’la başlattığı, Afganistan ile sürdürdüğü ve Libya ile devam ettirdiği müdahale de tabi Türkiye’nin mevcut statükoda ve Kürt özgürlük mücadelesini tasfiye etmek için ılımlı İslam temelinde diretmesi bu gerçekle bağlantılıdır.
Şu açıktır ki, bölgenin kazanacağı yeni statüko dünyanın siyasal, sosyal, ekonomik, diplomatik vb. tüm dengelerini belirleyecektir ve dünya yeni süreçte burada gerçekleşen değişimin özelliklerine göre şekillenecektir. Tüm güçler bunun farkındadır ve buna etki etmeye çalışmaktadır. Küresel sermaye güçleri ABD öncülüğünde şimdiye kadar yürütülen politikayı daha geniş bir uzlaşma ve ittifak temelinde sürdürmek istemektedir. Statükocu bölge güçleri ise özgür Kürt’ün yok sayılmasına dayalı mevcut statükoyu sürdürmek için tüm varlığını ortaya koymaktadır. Halk güçleri de elbette bu sürece demokratikleşme temelinde etki etmek istemektedir. Kıyasıya bir çatışma biçiminde gerçekleşen bu sürecin izlerini her yerde sürmek olasıdır.Gelinen aşamada içinde bulunulan durumun tarihsel güncel nedenleri, buna etki eden olaylar, süreçler ve kişiliklerin doğru anlaşılması ve tanınması da bu anlamda önem kazanmaktadır. Geleceğimizi inşa etmekte olduğumuz bu süreçte geçmişimizin kurbanı ya da mahkûmu değil de sahibi ve yaratıcısı olmak istiyorsak, tarihimizin tüm boyutlarıyla aydınlatılması ve açığa çıkarılması son derece önemlidir. Elbette bunu bizim adımıza birileri yapacak değildir. İşte Ortadoğu aydınlanması en başta da bu durumu çözümlemek zorundadır.
Bizi yaratan bu tarihin geri-eski yanlarını açığa çıkarıp mahkûm etmek, yenilenecek yanları devralmak durumundayız. Sahiplenilecek olanla reddedilecek olanı, bu katmanlar yığını halinde iç içe geçmiş olan iyikötü, güzel-çirkin, ak-kara, köleci-özgürlükçü vb. olguları yine kahraman-korkak, direnişçi-teslimiyetçi, bağımsızlıkçı-işbirlikçi kişilikleri açığa çıkarmak, geleceğe yürüyüşü bu aydınlanmış geçmiş üzerinden gerçekleştirmek, başarı ve zafer için vazgeçilmezdir. Çünkü ne olursa olsun Ortadoğu halkları insanlık adına bir çıkış gerçekleştirecekse -ki gerçekleştirmelidir- bunun gücünü yine kendi tarihinden alacaktır. Zira Ortadoğu tarihi esasta insanlığın tarihidir. İnsanlığın kazanma noktaları da kaybetme noktaları da bu tarihte gizlidir. Yine kendi tarihimizden alacağımız perspektifle günümüzü ve geleceğimizi tanımlayabileceğimiz açıktır.
Tarih içinde yapacağımız kısa bir yolculukta ele alacağımız tek bir olay, tek bir kişi bile tarih denilen olgunun olmuş bitmiş, ömrü tükenmiş gölgeler ve izler olmadığını tüm temel özellikleriyle günümüzde de yaşandığını göstermektedir. Bu anlamıyla tarih günümüzü kodlayan fikirler, olaylar, kişiliklerle adeta bugün de yaşamaktadır ve de capcanlıdır. Ancak bunlar egemenlikçi güçlerin perdelemeleri, karalamaları, çarpıtmaları altındadır ve açığa çıkarılmaları kolay olmamaktadır. Yine tümünü birden açığa çıkarmak da mümkün değildir. Uzun ve zorlu çabaları gerektirmektedir. Ancak sabırla, inatla kendi tarihimizi açığa çıkarmak için de bir yerlerden başlanmalıdır.
Böylesi bir tarih ve güncel anlayışından hareketle doğru bir tarih bilincinin açığa çıkarılması, tarihte yaşanan her şeyin bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde etrafına örülen efsane ve spekülasyon zincirinden kurtarılması gereken tarihi kişiliklerden biri de Ebu Müslim Horasani’dir.Birçok Bâtıni harekete ilham kaynağı olan, birçok halkın kendinden saydığı Ebu Müslim Horasani, Ortadoğu tarihinde hakkında en çok söylence yaratılan, özellikler ve sıfatlar yakıştırılan kişilerin başında gelmektedir. Ortadoğu halklarının böyle ele aldığı, söylenceleştirdiği, tanrısal sıfatlar yüklediği bir kişilik olarak da mutlaka tanınmayı ve anlaşılmayı gerektirmektedir. Zira halkların bir kişiyi böylesine efsaneleştirmesi, olağanüstü özellikler içeren sıfatlar yüklemesi o kişiliği toplumsal ilerleyişin yolu, güvencesi, model kişiliği olarak görmesi demektir. Bir çizgi, bir yaşam felsefesi haline gelmesi ya da getirilmesi söz konusudur. Dolayısıyla gerçeği öyle olmasa bile kendine mal edilen sıfatlar, halklarımızın devam etmekte olan özgürlük, bağımsızlık, eşitlik ve adalet arayışındaki temel değerler, ilkeler ve kurallarını anlatır. Çoğu zaman bir efsane bir halkın özlemini, umudunu, inanç ve değer yargılarını anlatır. Dolayısıyla Ebu Müslim Horasani, büyük bir değerler toplamı olarak ulaştığı günümüzde en gerçek haliyle açığa çıkarılmayı, yaptıkları ve yapamadıklarıyla anlaşılmayı ve de sahiplenilmeyi gerektiren İslam tarihinin en ünlü kişiliklerinden birini oluşturmaktadır.
Ebu Müslim Horasani (Ebu Müslim Abdurrahman bin Müslim el-Horasani- Doğum 718 Horasan bugünkü Afganistan’daki Belh kenti, Ölüm 754 Irak )
“Köle İbrahim, İbrahim bin Osman, Heyyakan, Hetkan, Abdurrahman bin Müslim, Bihzadan, Horasan Teberdarı” lakaplarıyla da anılan Ebu Müslim Horasani’nin asıl adı Abdurrahman’dır. Çeşitli kaynaklarca 718 yılında geçmişte İran-Horasan’a bağlı olan bugün Afganistan sınırlarında yer alan Belh kentinde dünyaya geldiği belirtilmektedir. Emevi egemenliğine son verip iktidarın Emevi Hanedanlığı’ndan Abbasi Hanedanlığı’na geçmesine yol açan büyük ayaklanma hareketine liderlik eden Ebu Müslim, Abbasi devletinin kuruluş sürecinde de önemli roller üstlenmiş ancak etkinliğinin giderek artması, alternatif bir iktidar odağı olarak görülmesi gibi nedenlerden dolayı bizzat iktidara taşıdığı Abbasi Hanedanlığı tarafından bir komplo ile katledilmiştir.
(MS.754) Ortadoğu ve İslam tarihinde Ebu Müslim Horasani kadar efsanelere ve spekülasyonlara konu olan başka bir kişilik bulmak zordur. İsmi etrafında öylesine bir söylenti yığını oluşmuştur ki, bunlardan hangisi doğru, hangisi yanlış ayırt etmek kolay değildir. Öldürüldüğü 754 yılından bu yana adı etrafından oluşan spekülasyonlara bir yenisini eklemeden, tarihteki yerini,
Ortadoğu zemininde temsil ettiği kültürü, Ortadoğu halklarının onun adı etrafında yaşatmaya ve sürdürmeye çalıştığı değerleri aydınlatmak, tüm boyutlarıyla olmasa bile ana hatlarıyla Ebu Müslim Horasani gerçekliğini ortaya çıkarmak, yaratılan muğlaklaştırmaya inat ait olduğu safları netleştirmek son derece önemlidir. Zira Ebu Müslim Horasani mazlumların, ezilen ve sömürülenlerin, zulme ve gadre uğrayan halkların, dışlanan, yok sayılan, ötekileştirilen insanların adalet ve özgürlük istemlerinin tarihsel sembol kişiliklerinden biri olarak günümüze kadar uzanabilmiş canlı ve etkili bir kişiliktir. Açıktır ki böylesi bir kişilik salt dini ya da mezhepsel kaygılarla, uhrevi yaklaşımlarla ele alınamaz. Ona hak ettiği değeri vermek sosyolojik ve kültürel yaklaşmayı gerekli kılar ki, bu her şeyden önce Ebu Müslim Horasani kişiliğinin yeşerdiği toplumsal kültürel zemini anlamayı, içinden çıktığı toplumsal gerçekliği tanımayı, bu toplumsal gerçekliği belirleyen düşünsel, kültürel, inançsal temeli görmeyi gerektirir.
Her insan ait olduğu toplumun ürünüdür, onun taşıyıcısı, sürdürücüsü ve aynı zamanda yapıcısıdır. Bu anlamda her kişilik kendi toplumsallığının hem kurbanı hem kahramanı olmaya açıktır. Toplumsal gerçeklik büyük krizler ve çelişkilerle karşılaştığında bunun bireylere yansımaması, toplumsal bünyede yaşananların bireye aksetmemesi insanın doğasına terstir. Sorun bu noktada bireyin içinden çıktığı toplumsal yapının yaşadığı zorlanmalar, çelişkiler ve beklentiler karşısında kendisini nasıl konumlandırdığının açığa çıkmasındadır. Bunlara yanıt olma temelinde mi, bunlardan kaçma, bunlardan korkma, bunlara sırtını dönme temelinde mi? İşte bireyin özgünlüğü bu sorulara verilecek olan yanıtlarda belirmektedir.
İşte Ebu Müslim kendini çevreleyen kültürel ve sosyal yapıdan aldıklarıyla kendi toplumsallığının çelişkilerine yanıt olmayı, çözüm getirmeyi esas almış bir kişilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Adına hareket ettiği Abbasi ailesinin hırsları ve iktidar arzularına yanıt olmanın ötesinde, Emevi zulmü ve sömürüsünden nasibini alan tüm bölge halklarının, emekçi ve yoksullarının beklenti ve istemlerine de yanıt olmuştur. Bu nedenle de tarihe Emevi devletini yıkan ve Abbasi devletini kuran kişi olarak geçmesi onu yeterince tanımlamaz.
Ebu Müslim Horasani’yi günümüze kadar taşıran bölgenin zulüm ve direniş diyalektiğinde oynadığı roldür. Sistem ve sistem karşıtları, düzen yanlıları ve düzene karşı direnenler, bu direnişte başı çekenler her daim ve her şart altında halklarımız tarafından sahiplenilmiş, kutsanmış, ululanmış, unutturulmamış, destanlarda, şarkılarda, kulaklara fısıldanan isyan çağrılarında sürekli yaşatılmıştır. Analarımızın ninnilerinde, ozanların türkülerinde, dengbêjlerin klamlarında, cemlerde, gülbanglarda yeni doğanlara verilen adlarda günümüze taşınmıştır. Onları böylesine ölümsüz kılan en büyük hakikatimiz olan toplumsallığımıza bağlılıkları, onun ihtiyaçlarını her şeyin üstünde tutmaları bunun için gerektiğinde canlarını ortaya koymaktan çekinmeyecek denli büyük bağlılıklarıdır. İnsanın bu en büyük gerçeğine saygıları, bağlılıkları ve bu uğurda yaptıkları onları tarihe kazıyan temel olgulardır.
Ebu Müslim Horasani bu gerçekliği yaşadığı dönem içinde gösteren, kimin adına hareket ederse etsin içinde bulunduğu dönem zarfında halklarımızın Emevi zulmüne karşı direnişine önderlik eden, bunu başarıyla gerçekleştiren, halkın direnişini maharetle sonuca ulaştırma gücünü gösteren bir kişiliktir. Elbette bunun karşılığını fazlasıyla almıştır. Halklarımız kendisini çok nadir insana gösterdiği bir içtenlikle sahiplenmiştir. Bölgemizde böylesi kişilikler bellidir. İsimleri her şeye rağmen yediden yetmişe halklarımızın dilinde ve belleğindedir. Kawa’yı kim unutturabilir ya da kim sadece kendisine mal edebilir. Kawa bölgemizde yaşayan tüm halkların kahramanıdır. Asur zulmüne karşı direnişin sembolüdür, başlatıcısı, sürdürücüsü ve zafere taşıyanıdır. Zulüm ve direniş ikileminde o direnişin bayrağını kucaklayan ve zafere ulaştırandır. Tüm halklarındır, bir Ortadoğu kahramanıdır. Kürt olması bu gerçeği hiçbir zaman gölgelememiştir. Asur zulmünden çeken her halk onu Kürt halkı kadar sahiplenmiş ve yaşatmaya çalışmıştır.
Ebu Müslim gerçeğinde de karşımıza çıkan budur. Ebu Müslim katledilişinden sonra halklarımız tarafından tanrısal sıfatlarla donatılmış, geri dönecek mehdi, kurtarıcı olarak tasavvur edilmiş, ölmediği ve ak güvercin donuna bürünerek göğe yükseldiğine inanılarak efsanelere konu edilmiş, toplumsal ihtiyaca yanıt veren pratiği nedeniyle efsaneleştirilerek ve destanlaştırılarak ödüllendirilmiştir.
Yaşadığı zaman, zemin ve çelişkileri anlaşıldığında Ebu Müslim Horasani’nin tarihsel eylemi ve kişilik özelliklerinin neden efsanelere ve destanlara konu edildiği anlaşılabilir. Eğer insan içinden çıktığı tarihin ve toplumun ürünü ise Ebu Müslim Horasani’yi de içinden çıktığı tarihsel ve toplumsal koşullardan ayrı ele alamayız. İslam’ın doğduğu süreçte Ortadoğu gerçeği nasıl bir durumu ifade ediyordu, İslamiyet hangi kültürel ve zihinsel iklimde kendine yer açmıştı ve nasıl ilerliyordu bunun yanında Emevi devleti altında yayılan İslam bölge halkları tarafından nasıl algılanıyor ve karşılanıyordu. Bu ve benzer sorular etrafında Ebu Müslim gerçeğini anlamak daha isabetli ve gerçeğe yakın olacaktır.
Kaynak: ABDULLAH ÖCALAN SOSYAL BİLİMLER AKADEMİSİ