Halkın katılımı olmadan, bir devrimin başarısından bahsedilmez

0
992

ABDULLAH ÖCALAN:

Türkiye Cumhuriyeti çöküş sürecindeyken, dayatılması gereken devrimdir. Devrimleri belirleyen, muhtevası kadar, hedef teşkil eden düşman varlığının da niteliğidir. Bir devrimin başarı şansını belirleyen; devrimi isteyen, devrimde hayati çıkarı bulunan yığınlar kadar, karşısındaki gücün yaşama sürecinin neresinde olduğu, kimler olduğu ve eğer durumlar böyleyse, bir çöküş sürecinde dayatılan devrimin, zafere yürüyüşe kalkanların bilinçli, örgütlü yaşam tutkuları ve savaş tarzlarıdır
Şu çok açık ki, halkımız yaşam tutkusunu özgün temellerde geliştirmek istediğini günümüze doğru geldiğimizde kesin bir biçimde göstermektedir. Diğer bir gerçek ise, baş düşman TC’nin egemen güçleri, iktidarın en bunalımlı döneminden, çöküş sürecinden kurtulmaya çabalarken, bastırdığı halkımızın hayati yaşam umutları ve çıkarlarıdır. Kurtarmak istediği; kendisinin hiçbir gerekçeyle yaşanmaması gereken ve ancak işkenceyle elde edilebildiği, yaşatılabildiği çıkarlardır. Mücadele çizgimizde, özgürlük hamlemizi, halkın serhıldanından, öncü savaş kolumuzun örgütlülüğünden gerçek bir halk savaşına doğru dönüştürürken, eğer her şey planlandığı gibi uygun, yetkin adımlarla, vuruş tarzıyla yürütülürse, sonuçta kazanılacak olan zaferdir!
Her dönemin kendine has ve mutlaka sahip çıkılması gereken görevleri vardır. Bu görevler belirlenirken, düşman cephesinin, yani diğer tarafın da durumunun doğru konulması şarttır. Düşmanı bütün yönleriyle tanımayan, kendini de bütün yönleriyle değerlendiremeyen bir devrimci hareket, çok hata yapar ve yenilgiler de buradan doğar. Başından beri hareketimizin ortaya çıkış koşullarını bu nedenle değerlendiriyoruz.
O halde, bu dönemin, “halkın cephesindeki temel özelliği nedir” sorusunu sorarsak, şu cevabi vermek gerekecektir: Halkın cephesinde durum; ilk defa kendini bir kuvvet olarak görmesi, artık kimliğe kavuşması da değil, kimlik arayışı ve kimlik edinme de değildir. Bu sorunlar halledilmiştir. Halkın konumunda meydana gelen yeni durum farklıdır. 1970’lerin sonunda, mesele bir öncüye mâl olan davanın halka mâl olmasıydı ve bu 1980’e doğru geldiğimizde başarıldı. 1980-90 arasında bu mâl olma tasfiye edilmek isteniliyordu, bu başarısızlığa uğratıldı, kimlik kesinleşti ve biz buna “kesinleşen halk kimliği” dedik. Ama şimdi yeni dönemin şiarı; ayağa kalkan halkın yürüyüşteki zaferidir. Bütün belirtiler, bütün özel savaş yöntemlerine rağmen, bu yürüyüşün gelişebileceğidir.
Bir özel savaş, bütün yöntemlerini konuşturmasına rağmen, bir kaç yıl içinde başarıya gitmemişse, onda kesin başarıdan bahsetmek zordur ve hatta önemli yıpranma ve yenilmeyle karşı karşıyadır. Özel savaşın gelinen durumu buysa; buna karşı yalnız öncü güçle ayakta durulamaz. Şu çok iyi bilinir ki, son yılda özellikle öncümüz halkın gerisindeydi. Öncü, halka layık olmadığı gibi, halkın muazzam imkanlarını değerlendiremedi. Bu ne anlama geliyor? Özel savaşa rağmen yenilmeyen bir halk umudu ve yürüyüşü anlamına geliyor. Öncü, özel savaş karşısında yalnız olsaydı yenilirdi. Bırak yalnız olmasını, çok iyi bildiğimiz gibi, eğer özellikle son bir-iki yılı yenilgisiz atlattıysak, bunun öncümüzün marifetinden, çok akıllı çalışmasından olmadığını çok iyi biliyoruz. Halkın, öncünün tahribatlarına rağmen, kendisine doğru sahip çıkmamasına rağmen ayakta kalmasındandır. Yani kazanan halk oluyor. Öncü yalnız kalsaydı, halksız olsaydı yenilirdi. Özel savaşın başarısı kesin olurdu. Ama ısrarla ve özel savaşa rağmen desteğini kesmeyen halk, gelişmesini sürdüren halk, özel savaşa karşı başarıyı sağlamada esas etmendir. Öncü, halk sayesinde varlığını sürdürmüştür. Gerillanın da zaten halk sayesinde ayakta kaldığı çok açıktır. O halde, son yılın en önemli kazanımı; halkın sağlam duruşu, kuvvet kazanmasıdır. Halkın cephesi yürüyüşe geçiyor. Büyük tartışma, meseleyle tanışma, onu kabul etmek kadar, ondan artık kuvvete yönelme, yürüyüşe geçmedir. Bu bir halk cephesinin oluşmasıdır. Karşıdevrimin özel savaş cephesi kadar, halkın cephesinde de bir yürüyüşe geçmedir.
O halde, özel savaşın tam başarısından bahsedilemeyeceği gibi, yürüyüşe geçen halkın karşısında da yenilgisi, eğer diğer koşullar sağlanırsa, kesindir. Bunlardan en önemlisinin öncü olayı olduğunu biliyoruz. Halkın cephesinin daha da sağlamlaşması, yürüyüşünün zafer yürüyüşüne dönüştürülmesi için bir şart var; bu da öncü şartıdır. Bir dava ne kadar halka mâl edilirse edilsin, halk ne kadar benimserse benimsesin, hatta isyan ederse etsin, eğer öncü sağlam pozisyonda değilse, tehlikelidir. Nitekim öncülük sorunu, Güney Kürdistan’da halkın ayaklanması zafere kadar zorladığı halde, öncünün dirayetsizliğiyle bir hafta içinde muazzam bir kaçışa yol açmıştır. Demek ki öncü olmazsa zaferin eşiğine gelmiş bir halk hareketi bile, bir haftada çarpıcı bir kaçışa, yenilgiye gidebilir. Burada öncünün önemi ortaya çıkıyor. Bütün zaaflara ve gereklerinin yerine getirilmemesine rağmen, PKK öncülüğü, halkı diriltmek, ayağa kaldırmak ve yürütmek kadar, zafere yürüyüşünün güvencesi de olabilmiştir ve olabilme gereğinin zorunluluğunu kavramış, buna göre kendine çekidüzen verme, kendini şekillendirme gereğini ısrarla yaşamıştır.
……
Sosyalizm, dünya çapında reel sosyalizm eliyle itibar düşüklüğüne uğrarken, PKK’de itibarı yükselmiştir. PKK’de sosyalizm kendini zafere ulaştırmış, demokrasi her tarafta dejenere edilirken, PKK’de demokrasi zafere ulaşmıştır. Reel sosyalizm deneyimindeki bürokratlaşma, geri ülkelerdeki despotikleşme karşısında, PKK’de tam bir bağımsız Önderlik konumuna ulaşılmıştır. Gerçek Önderliğin ihtiyacı, buna cevap vermenin çözümüne ulaşmıştır. Dolayısıyla öncü deneyimimiz, yalnız Kürdistan’daki tasfiyeciliğin boşa çıkarılması temelinde değil, uluslararası alanda da sağlanan cevap düzeyine ulaşmıştır. “Öncü kimdir, ona nasıl ulaşılır” şeklinde hayati soruya gereken cevabı vermiştir. Böylelikle öncünün kazanılması, bugün halkın özgürlük yürüyüşünün en sağlam güvencesi oluyor. Serhıldanlar etle tırnak gibi öncünün ayakta kalışına, güçlenişine bağlıdır. Öncünün güçlendirilmesi, serhıldanın güçlenmesi demektir. Bu yürüyüşte zafere doğru yürümedir.
Öncü sorunu üzerine çok duruldu. Öncüyle kimler nasıl oynamak istedi? Militan çözümleme, önderlik çözümlemesi çok yönlü yapıldı. Bir tarih çözümlendi. Toplum bireyde nasıl yansır, etkileriyle partiye nasıl yansır, hücrelerine kadar kavranılmaya çalışıldı. Sonuç; hiçbir partide gerçekleşmeyen bir netleşmedir. Partiye ne zaman ihtiyaç vardır, partililer niçin vardır, parti ve kadro, parti ve Önderlik hangi tarihi aşamaların cevabıdırlar; reel sosyalizm yıkılırken, bizde cevabı bulunan sorular bunlardır ve önemlidir. Tasfiyecilik militanı tanınmaz hale getirirken, bir adım dahi yürüyemeyecek konuma getirmek için akla hayale gelmeyecek karışıklık, muğlaklık peşinde koşarken, her türlü ikirciklik ve inançsızlığı yayarken; öncü militanın çelikten yaratılması, en büyük fedakarlık öğesi olarak ortaya çıkması, PKK’de binlerce militanın vücut bulması, yüzlercesinin tarihte eşine ender rastlanan şahadetiyle kesinleşmesi zafer derecesinde gelişmelerdir. Öncüyü biz bu denli oluşturmaya, korumaya ve kesinleştirmeye çalışıyoruz. Ve bu önemli oranda başarılıyor.
Her zamankinden daha fazla öncüleştirme, öncünün rolünü kavrama ve yapıya özümsetme görevimiz vardır. Bu dönemin en yaman parti içi görevi budur. “Öncünün gereklerini kavra ve uygula!”, “PKK somutunda öncü çözümlemesine ulaş ve kendine özümset!” İşte militan için öncü konusunda temel görevler, bu sloganlar altında dile getiriliyor. Bu aynı zamanda tarihi bir ihtiyaca da cevaptır. Kürdistan’ın öncülük adına en büyük ihanetin sergilendiği en tehlikeli bir dönemine verilen cevaptır. O halde, “her dönemden daha fazla, bu dönem öncü görevlerine ne pahasına olursa olsun ulaş, gereklerini behemehal yerine getir! Bu konuda hiçbir engel tanıma, bahane arama!” İşte zapt edilmesi gereken en temel görev slogan düzeyinde budur. Bunu en güçlü bir yücelme, bunu en temel zayıflıklardan yolu çıkarak güçlenme, en büyük alçaklıklardan yola çıkarak yücelme olarak kavra ve mutlaka ulaş! Tanınmaz hale gelen kişilik yerine kabul edilecek, yaşanılacak kişiliğe ulaş! Anlamı bu oluyor. Çağ tarafından lanetlenen, tarihin mahkûmu kişiliksizliğinden; özgürlüğe, çağdaşlığa, yücelmeye, onura ulaşmadır. Bizde gerçekleşen PKK öncülüğünün anlamı budur. Bunu bu görkemliliğiyle kavramak ve uygulamak, yaşamın biricik tanımıdır. Bununla oynamak, gereklerini yerine getirmemek, sığ kavrayışla, uygulamanın olmaması ise, kendisiyle alay etmek ve Kürdistan’da yanı başındaki ihanetle buluşmadır. Bu da yaşamdan vazgeçmedir. Yollar bu kadar net, ikircikliğe yer bırakmayacak kadar ayrışmıştır. Halkın da düşmanla ayrışmasını yapması, öncüdeki bu ayrışmayla çok yakından bağlıdır. Düşmanın bile Türk-Kürt karışıklığını bir tarafa bırakıp, Kürt ayrışmasını kabul etmesi bu nedenledir. Bütün bunların da sağlam bir öncülük kavrayışla, uygulanmasıyla da bağlantısı kesindir.
Bununla bağlantılı ve oldukça da kendini gündemleştiren bir görev de gerilladır. Halkın yürüyüşüne, yürüyüşten zaferine, bu zaferin sonucunda cumhuriyetine doğru yol alırken, öncü çok gereklidir. Ama bu öncünün temel yöntemi ne olacak? Bu soruya, “Kürdistan koşullarına uyarlanmış, bugününe cevap vermiş gerilladır” diyoruz. Herhangi bir gerilla değil, öncü özellikleriyle sıkı sıkıya bağlantılı, yine halkın yürüyüşüyle sıkı sıkıya bağlantılı savaş biçimi, yani en yoğunlaşmış mücadele olarak silahlı savaşım kolunun yetkince kullanılmasından bahsediyoruz. Bu savaş kolu yetkinleşmek zorundadır. Ülkemizde bu savaş kolunu çalıştırmazsak, ne halkın yürüyüşünde, ne de öncülükte fazla bir gelişme yaşayamayız. Bu kol işlemeli ki, diğer görevler hakkıyla yerine getirilsin.
Silahlı savaşım kolu serhıldanların koruyucusu, geliştiricisidir.
Öncünün çelikleşeceği, onunla kendini ancak kanıtlayacağı, örsle çekiç altında döverek adam edeceği mücadeledir. Düşman daha şimdiden bu araçtan vazgeçirmek için tavize bile hazırlanıyor. “Öncü savaşı veya silahlı savaşım kolunu ortadan kaldırın, istediklerinizi görüşmeye hazırız” diyecek noktaya gelmiştir. Bu bir hiledir, çünkü öncü savaş kolunun rolünü çok iyi biliyor. Tasfiyeciliğin temel amacı da buydu. Özel savaşın temel amacı da, gerillayı daha oluşum halindeyken tasfiye etmekti. “PKK gerilladan soyutlansın, halk yürüyüş yapsın, PKK varlığını yasal olarak sürdürsün, yalnız şiddetten vazgeçsin” deniliyor. Görüyoruz ki, en önemli savaşım aracımıza bir saldırı söz konusudur, hem de gerekirse reformizmi devreye sokarak. Madem bu kadar düşmanın özel savaşımının hedefi olan, “o gitsin diğer her şey kalsın” diyecek kadar önem kazanan bir araçtır, o halde yüklenmek gerekiyor.
Şunu çok iyi bileceğiz ki; gerilla bir yaşam tarzıdır.
Bir iki defa uygulanacak bir yöntem değildir. Bizim açımızdan iliklerimize kadar yaşayacağımız bir yaşam tarzıdır. Özü bu. Ona bir girdin mi pir gireceksin, bir yaşadın mı tam yaşayacaksın! Ölümüne kadar yaşayacaksın! Gerillaya yaklaşım böyledir. Bunu meslek edinen, öncü içinde buna “varım” diyen ve bir defa bütün benliğiyle katılacak, kavrayışta ulaşacak, sonuna kadar özümseyecek, çok bilinçli olacak, en zor yaşam şekli olduğunu bilerek katılacak ve başlı başına bir ustalık tarzıyla, ustalıkla icra edildiğini bilecek! En çok kafa çalıştırmayı isteyen, en çok hareketlilik isteyen bir yaşam tarzı olduğunu bileceksiniz. Eğer “savaş bir hiledir” deniliyorsa, bizim bu yöntemle savaşımızın baştan sona düşmanı aldatmaya dayanacağı açıktır. Bunun bütün biçimlerinin bulunuşu, bu işe girenlerin bir an bile göz ardı edemeyecekleri bir yetkinleşme olacaktır. Bizim gibi bir toplumda düşkün yaşamın zorluklara bir türlü girmemesi, gerilla yaşamından sürekli kaçışı getirmektedir. Kayıplarımızın en temel nedenlerinden birisi olan, düzen içi yaşayışa sürekli yönelme, gerekçesiz köylere girme, ucuz köy yaşantıları; aslında gerilla yaşamını esas almamadan, onun yaşam ve hareket tarzına yüklenmemeden kaynaklanıyor. Dolayısıyla bu araca, bu temel mücadele biçimine layık olduğu yeri vermeme, adına kadar yenilgiyi yaşama bu anlama geliyor. Bu değerlendirilmiştir ve gerillanın mücadele yöntemiyle savaşmak isteyenlerin önüne konulmuştur. Hem aydınlatılmış, hem özümsetilmiştir, geriye sadece uygulaması kalıyor.
Ülkemizin derinliğine ve genişliğine coğrafyası, insanı, halk ilişkisinin uygunluğu; partinin hazırlık düzeyi ve donanımını elverişli hale getiriyor. Bütün bunlar sağlam gerilla koşullarımıza denk, düşmanın hamlelerine her bakımdan karşı koyabilen, halkın enerjisini savaşa çekebilen, onun siyasi savaşımını sürekli güçlendiren ve bunu da parti öncülüğü ile yürüten bir konuma ısrarla gelmesini istiyor. Çok tartışıldı, çok çözümlendi, çok talimat verildi, ama az uygulandı. Neden? Çünkü yaşam düşkünlüğü ileri düzeydedir. Gerilla yaşamından kaçış, onun yaşamına düşüncede ve ruhta gelmeme ileri düzeydedir. Kayıpların temel nedeni burada aranmalıdır. Eğer IV. Ulusal Kongre çizgisinde özgürlük yürüyüşünün zaferinden bizi alıkoyacak tek bir engel varsa, o da budur. Bu araca layık olduğu yerin, militanlarca, komuta kadrolarınca verilmemesidir. Daha şimdiden görüyoruz ki, bu araçla uzaktan yakından alakası olmayanlar, kendini tanınmaz hale getirenler, silahla oynayanlar, bu araçla bu kadar oynadıktan sonra, olsa olsa imhalık durumlar yaşanır ve yaşanan da budur. Çok çarpıcı gelişmeler ortaya çıkıyor. Oynanıyor, feci yenilgiler, darbeler yeniliyor. O halde, öncü savaş kolumuz, silahlı gerilla örgütümüz ve ordumuz, bu dönemin en sonuç alıcı yöntemleriyle, cephesinde ve partinin de bütün olanaklarını seferber ederek kendini yetkinleştirmelidir. Bu boynumuzun borcu oluyor.
Halk, ordumuz gelişsin diye varını yoğunu seferber ediyor. Militanlar az kayıp versin diye her şeyini ortaya koyuyor. Öncü büyük fedakârlık gösteriyor, her sahada gerilla biraz daha güç bulsun diye. O halde, bu aracı esas alanlar, “gerillacı olacağım, silahlı savaşçı olacağım” diyenler, bütünüyle halkımızın, partimizin çabalarına mutlaka gereken karşılıklı verecekler ve bu araca layık olacaklardır. Basit bir araç, basit bir yaşam olarak değerlendiremeyiz. Buna girmek isteyenler sizlersiniz. Ülkede buna çoğu katılmış, fakat yüzde biri acaba layıkıyla gerekeni yapıyor mu? Bunu söylemek zor. O halde, en temel sorun, dolayısıyla en yerine getirilmesi gereken görev; bu araca hakkını verme görevidir. Bu dönemi zaferle mi kapatmak istiyoruz; o zaman bu araca hakkıyla yükleneceğiz! Bu araç görevini yerine getirirse o zaman zafer kesinleşir. Diğer bütün araçlar serbesttir, çünkü can alıcı sonuca bu araç ulaşacaktır. Onun için tasfiyeciler bu araçla amansız bir biçimde oynuyorlar. Düşmanın direkt ve dolaylı etkisi de işin içindedir. Çok iyi bilinir ki, bu aracın işini bitirdiklerinde mesele bitmiştir. Ardına kadar teslimiyetçilik yaşanılır. O halde, bütün yönleriyle bu aracı kavrama ve uygulama esasları çok önemlidir. Bu temelde kendini hazırlamak, bunun yaşam tarzına girmek, her yönüyle bu yaşamı esas almak devrimciliktir, yaşamın en üstünüdür. Ama aynı zamanda en zor olanı, en kahraman olanı, en kudretli olanıdır.
Gelişme şansı oldukça fazla olan ve kolay kolay önü kesilemeyecek bir eylem biçimi olarak halk hareketi gelişiyor. Eski dönemin uykuda bırakılmış, oldukça korkutulmuş, kendini tanımaktan, kendine ad takmaktan aciz yığınlarımız şimdi diyorlar ki; “korku yıkılmıştır, herkes özgür kimliğini ifade ediyor, hiç korkmuyorlar, bir araya gelmeler had safhadadır”. Bu ne demektir? Eski statünün yıkıldığının, yeni statünün büyük bir arayışla mücadeleyle kazanılmaya çalışıldığının, bunun da bağımsızlık ve özgürlük statüsü olduğunun somut ve kesin ifadeleridir.
Kürdistan halkının sadece gerillayla savaşımını geliştireceğini söylemek, fazla gerçeğe uygun değildir. Gerillanın rolü belirtildiği biçimdedir. Halkın buna inandığını biliyoruz, fakat eğer halk isyanı, halk cephesi, halk hareketi doğru geliştirilmezse, bu tek ayaklı yürümeye benzer bir duruma yol açar. Yani devrimci savaşımızın diğer bir temel yanı da halktır. Halkın eylemi, siyasal eylem, yani silaha dayanmayan, ama zor uygulayan bir eylem biçimidir. Taşla, sopayla, gösteriyle, hatta adam vurmayla gerçekleşen Filistin deneyimini göz önüne getirirsek, ona benzer ve belki de onu aşan bir eylem biçimidir. Halkın siyasal eylemi, yani halk ayaklanması, Kürdistan ulusal kurtuluş tarihindeki rolünü oynayacaktır. Halkın, Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndaki rolü zaferi belirlemede kesindir.
Gerilladan destek almayan bir halk hareketi, nasıl ki gelişmemeye mahkûmsa, halk ayaklanmasından destek almayan bir gerilla da yenilmeye mahkûmdur. Partinin eğitici, yönetici ve denetleyici çabasına dayanmayan bir halk hareketinden bahsedilemeyeceği gibi, halk hareketi gelişmeden parti çekirdeğinin kendini gizleyemeyeceği ve örgütleyemeyeceği de açık ve kesindir.
Kürdistan halkının yaşadığı kölelik, genişliği ve susamışlığı, sadece gerillayla, sadece öncü örgütlemeyle tatmin edilemez. Mutlaka kabaracak, patlayacak, savaşacaktır ki, kendini temizleyebilsin, suskunluğunu gidersin. Bunun adı kendi cephesinde örgütlenip eyleme geçmektir. Kendi siyasal gücünü ortaya çıkararak, siyasal birliğini ve onun örgütlenmesini, eylemini sağlamaktır. Partinin en temel görevlerinden birisinin de bunu ortaya çıkarmak olduğu açıktır. Geliştirme görevi de vardır. Bu da ancak örgütlülükle sağlanır. Örgütlenme olmadıkça, halkın siyasal eylemi gelişmez veya parti çekirdeği bu işin içinde yer almazsa, halkın siyasal örgütlenmesi ve birliği gelişmez. Zaten önümüzdeki dönemin en yakıcı görevlerinden birisi de şehir çalışmaları, yığın çalışmalarıdır, halkın siyasal örgütlülüğüdür. Bu ertelenemez bir görev olduğu kadar, gerillayı geliştirmenin ve partiyi yaşatmanın da en önemli ve temel koşuludur. Girilen doğrultu da budur. Bu yalnız partiyi ve gerillayı güçlendirmek için değil, daha çok da halkı savaştırabilmek, kendisini bizzat kendi iradesiyle kurtarabilecek, kendisini örgütleyip eyleme geçirebilecek hale getirmek için de zorunlu olan bir faaliyettir.
Halkın katılımı olmadan, bir devrimin başarısından bahsedilmez.
Halkın katılımı olmayan devrimler, sadece askeri yanı ağır basan, tepeden inme devrimler veya darbelerdir. Çünkü bu tür devrimlerde halkın katılımına gerek yoktur. Ama bunun sakıncaları vardır. Hatta kısa süreli bir ayaklanmanın bile, daha sonraki gelişmelerin üzerinde olumsuz etkileri vardır. Bir halkın eyleme geçmesi, katılımı ne kadar uzun vadeli ve kapsamlı olursa kurtuluşu o denli sağlam olur. Dolayısıyla, halkı sağlam bir kuruluş için seferber edeceğiz. Diğer işlevleri kadar, halkı kendi öz gücüyle kurtuluşa çekmek için, halk hareketi için ne kadar vazgeçilmez olduğunu da ortaya koyuyor. Halkın siyasal örgütlülüğü ve devrime katılımının ulusal kurtuluş savaşımındaki rolü, sadece böyle bir geliştirme ve etkileme değildir. Sonucu almada belirleyiciliğe kadar tırmanabilir. Özellikle ileri gelişme aşamalarında genelleşen halk ayaklanması, mahalilikten, ulusal çapa sıçrar. Hatta bu sosyalist ülkelerde bile böyle gelişti. Bu ülkelerde bile yönetimleri alaşağı eden halk hareketidir, halk ayaklanmalarıdır. Denilebilir ki, günümüzde halk iktidarına yol açmanın en temel yöntemlerinden birisi de budur. Dolayısıyla, Kürdistan halkının da böylesine bir ayaklanma düzeyine çekilmesi sonuç almada belirleyicidir. Mevcut ayaklanmalar mahalli olmaktan öteye gitmeyen konumdadır. Fakat ulusal seviyeye tırmandırmanın da koşuları gelişiyor. Gerilla ulusal seviyede geliştikçe, yani partinin öncülüğü ulusal seviyeye oturdukça, halkın da ayaklanması ulusal seviyeye ulaşır. Halkın ayaklanmasını ulusal seviyeye götürmekle, düşmanı nihai yenilgiye götürmenin, onu ya tamamen söküp atmanın, ya da siyasal yolla hizaya getirmenin vazgeçilmez koşulu gerçekleştirilmiş olur.
Devrimimizin güçlü bir ulusal ayaklanmaya dayanmadan zafere ulaşmasının imkanı yoktur. Gerillanın ve öncünün militan savaşçılığı ne kadar gelişirse gelişsin, kapsamlı bir ulusal ayaklanma olmadan zafere yürümek mümkün değildir. Kapsamlı bir ulusal ayaklanma da, sağlam bir gerilla kuruluşu olmadan gelişmez. Bu temelde sağlam bir parti öncülüğü olmadan ne gerilla olabilir, ne de ulusal halk ayaklanması. Tabii ki, ulusal halk ayaklanması geliştirilirken bir çok sorun ortaya çıkmıştır. Her şeyden önce halkı böyle etki altına almamıza izin vermeyeceklerdir. Düşmanın özel savaşı sistemlidir. Halkı ekonomik olarak açlığa terk etmekten tutalım ajanlaştırmaya kadar çeker. Sömürgeci zoru daha da şiddetlendirir. Bu durum bizi halk ayaklanmasına gitmeye zorluyor. Sahte burjuva partileri var ve buna reformistçisini, işbirlikçisini de eklersek, tüm bunları da bize karşı kullanacaktır. Bunlar da sahte hayaller arıyorlar ve hakim olmaya çalışıyorlar. Reformcu hayalleri canlı tutmanın çabaları sistemlidir. Bunlar özel savaşın kollarıdır ve onunla bütünleşmiştir.
Bizim yetmez öncü örgütlememiz ve gerilla, doğru dürüst halka yaklaşmasını bilmiyor, hatta ona çok zarar veriyor. Bunlar ciddi sorunlardır. Öncü örgütlenme yetmediğinde bu iş gelişmez. Gerillanın halka yaklaşım zarar verici olduğunda halk ayaklanmaz, özel savaşın merhametine terk edilir. Nitekim, bir çok alan şimdi bu durumdadır. On binler göç ettirilmiştir. Bunlar aslında gerillayla birlikte savaşıma, gerilla bölgesinde korunmaya alınması gerekirken, özel savaşın etkisine ve pasifikasyonuna terk edilmişlerdir. Eğer biz halka yardımcı olmazsak, onları örgütlemezsek, düşman bunları ya ajanlaştıracak, korucu haline getirecek, ya da göç ettirecektir. Böylece kendi öz tabanımızı bizden koparacaktır. Dolayısıyla, halka yaklaşım büyük önem taşıyor. Özel savaşın bu konudaki bilinçli kaçırtmalarını boşa çıkarmak gerekiyor. Topraksızlaştırmayı, toprağı insansızlaştırmayı, halkın ülkesinden kaçırtılmasını boşa çıkartmak gerekiyor. Yetmeyen örgütlülüğümüzü, yeterli hale getirmek için özlü çabalar gerekiyor.
Neredeyse bütün kentler ve yığınlarda, ancak bir elin parmak sayısı kadar parti çalışanı ya buluruz, ya bulamayız. Bu çok büyük bir eksikliktir. En önemli görevlerimizden birisi, halk yığınlarını, bütün çalışma alanlarını örgütlemektir. Tarlaya, aileye, fabrikaya, okula, mahalleye, hatta düşman ordusuna kadar partilileri yerleştirmektir. Nerede bir halk kümesi varsa, orada bir partili; nerede bir köy, nerede bir mahalle, nerede bir fabrika, bir okul varsa, orada bir partili, bir parti temsilciliği yerleştirmek önemli ve mutlaka çözümlenmesi gereken bir görevimiz oluyor. Bu konuda çok gerideyiz. Gerillanın halka yaklaşımı sağlıklı olmadığı gibi, ona zarar veriyor. Gerillanın yaklaşımını düzeltmek, bizzat korumaya dönüştürmek; halkı koruyan, yaşatan, onu kendi öz kişiliğine kavuşturan bir gerillayı yaratmak bizim için vazgeçilmez bir görevdir. Halkın eğitimi, en temel görevlerden biridir. Halkın eğitimi ne gerilla eğitimidir, ne öncü eğitimidir. Üretim koşullarında, aile içi koşullarda, mahalle, okul, fabrika ve hatta askerlik koşullarında bile bu eğitimi mutlaka yapmak gerekir. Halkın eğitimi çok ciddi bir çalışmadır. Halk için gazeteler, bildiriler çıkarmak, dernekler kurmak gerekir. Hatta burjuva partilerinden de, bu temelde yararlanmak gerekir. Geçici ve mahalli düzeyde de olsa, bu yararlanmayı sağlamak gerekiyor.
Eğitimle birlikte, halk birliklerinin örgütlenmesi de çok önemlidir. Başta gençliğin yığınsal örgütlenmesi, kadın kitlesinin, çocukların, ihtiyarların, köylülüğün örgütlenmesi, işçilerin, esnafın, caminin ve mahallerin örgütlenmesi ve bütün bu örgütlenmelerin kendi öz birliklerinin merkezileştirilerek ülke çapına yaygınlaştırılmasını sağlamak, en önemli bir görev olarak karşımızda beklemektedir. Alttan üste doğru, bir alandan diğer bir alana, koşullar ve olanaklar neye elveriyorsa, bu halk birliklerini örgütlemek gerekir. Eğitim ve örgütlenme olmadan, halkın siyasal zoru olmaz. Örgütlenmeyen bir halk yürüyemez. İç koşullarına ve yaşam koşullarına göre örgütlenmeyen bir halk birleşmiş sayılamaz. Örgütlenmenin hem alanlara ilişkin, hem mesleklere ilişkin, alttan üste doğru geliştirilmesi temel bir görevdir. Eğitim bu işi biraz geliştirir. Bu birliği maddi güç haline getirir ve hepsinin de başında partililer bulunmak durumundadır.
Bu birliklerde bir çok kişi yer alabilir. Bunların hepsinin partili olmasına gerek yoktur. Hepsi siyasal statü altında bulunuyor. Zaten işin doğası gereği gizli değil, daha çok legal çalışacak, legaliteyi zorlayacaktır. En azından, bunun için dernek ve diğer legal burjuva kuruluşları ve düşman kuruluşlarını bile kullanacaktır. Onları zorlayacak ve kendi öz birliklerini bu temelde, bu araçlarla biraz geliştirecek ve geniş örgütlenecektir. Bunlardan parti özelliği beklememek gerekir. Dindar olabilir, dinsiz olabilir, politik olabilir, çok duygusal olabilir, herhangi bir mezhepten olabilir. Yani kültürel farklılıklar, hatta milli ve cinsi farklılıklar engel değildir. Örgütlenmenin bu yanlarına kesinlikle saygılı olunacaktır. Dindara, ezilen cinse, mahalli kültüre, din, mezhep ve tarikatlara saygılı olunacaktır. Bunlar örgütlenme için gerekli başlangıçlardır. Düşmanın ajanlaştırmalarını, bundan ayrı tutmak gerekiyor. Biz, etkimiz altındaki halktan bahsediyoruz. Halkın içinde bulunduğu koşullara dikkat edilecektir. “Öğretimden, evden kop” türündeki yaklaşımlara, sol anlayışlara girmemek gerekir. Onlardan bir partili tavrı beklemek, kendilerini tümden feda etmelerini istemek doğru tutumlar değildir, saptırmadır. Bu tür ters yaklaşımlar çok zarar vermiştir. Kaldırabileceği kadar örgütleme, kaldırabileceği kadar eyleme geçirme temel yaklaşım perspektiflerimiz olmalıdır. Sürekli ve gittikçe yoğunlaşan bir çalışma olmalıdır. Dönemden döneme değil, sürekli tartışmalar, toplantılar, halkla ilişkiler kurmak, tam bir demokrasiyi uygulamak gerekir. Halk kendini örgütlesin, halk kendi yöneticilerini kendisi seçsin, çıkarına neyi uygun buluyorsa, ne kadar öğrenmişse, ne kadar bilinçliyse o kadar seçsin, değiştirsin. Zorlama veya dayatma olmaz. Önünü açarız, korumaya çalışırız, bilinç veririz, ama tercihi kendisi yapacaktır. Kendimizi halkın yerine koyup halkın tercihini gasp etmek doğru değildir, antidemokratiktir.
Halk örgütlenmelerinde demokrasi esastır.
Halk örgütlenmesi, demokratik bir örgütlemedir. Üstten ve tepeden inmeci değil, bizzat kendi kendisini örgütlemesidir. Ön açma konumu başkadır, dayatma ve tasarruf altına alma başkadır. Biz önü açma ve korumadan yanayız, ama kendini halk yerine koyup karar alan, ona söz hakkı bile vermeyen, kendini dayatan bir çok parti adayı var. Bunlar kesinlikle doğru değildir. Halk konuşacak, halk kararını verecek, halk seçimini yapacak, halk değiştirecektir. Bizim demokrasi anlayışımız tamı tamamına budur, saptırılmaması gerekir. Demokrasi, hem eğitimle, hem tecrübeyle en çok öğretilmesi gereken, en çok yaşatılması gereken bir olgudur. Demokrasi, halk için özgürlüktür, demokrasi halk için idaredir; halkın kendi kendisini idaresidir. Demokrasi, halkın kendi kendine gelme faaliyetidir. Ne kadar demokrasi sunabiliyorsak veya ona imkan hazırlıyorsak, o kadar sunalım. Merkezi, despotça bir atama, halkın onayından geçmeyen bir atama olmamalıdır. Halk içinde her atama, halkın kesin rızasına ve onayına dayanmalıdır. Değiştirilmesi de, halkın beklentileri göz önüne getirilerek sağlanmalıdır; keyfine göre değiştirme olmamalıdır. Halk uygun buluyorsa değiştirelim, en azından bu durumu yaratalım. Görülüyor ki; halk örgütlenmesinin demokrasiyle ilişkisi birbirine sıkı sıkıya bağlantılıdır. Halk idaresinin, tamamen demokratik bir idare olduğu açıktır. Halkımız ilk defa böylesi bir gelişmeyle karşı karşıyadır. Dolayısıyla, üzerine son derece hassas gitmek, halkın ilk adımlarından zafere yürüyen adımlarına dek, geniş bir demokrasiyi uygulamak gerekir.
Dünya deneyimlerini göz önüne getirelim; çok demokratik devrimler yapıldı, sosyalist demokrasiler sözüm ona yaratılmak istendi. Sonuçta bunların hepsinin halkı devre dışı bıraktığını, bürokratik aygıtın, halkın başına bela olduğu ve sonra halkın ne idüğü belirsizlerin bile kuyruğuna takılıp bunları alaşağı ettiği görüldü. Öfke duyan, benimsemeyen halk, hiçbir yönetimi başında tutamaz. Ne kadar yönetici gücüne güvenirseniz güvenin, silahlı kadrolara ne kadar güvenirseniz güvenin, halkın desteğini yitirdiğinizde, halkın beğenisi, halkın layığı olmaktan çıktığınızda bitti demektir. Böyle bir yönetici alaşağı edilmelidir. “Halk aldanmış, halk tanımıyor, bilmiyor” demek kesinlikle yanlıştır. Halk bilmiyorsa, tanımıyorsa, yapılması gereken en önemli şey; halka kendini tanıtmak ve sevdirtmektir. Bir gereksiz, bir demagog eğer halkı oyalıyorsa, akıllı bir partili halkın desteğini sağlayamıyorsa; burada onun demagogdan daha tehlikeli bir despot olduğu ortaya çıkar. Kendimizi aldatmayalım.
Tutarlı bir halk önderi, asla halkla bağlarını yitirmez, sürekli sever sevilir, sayar ve sayılır, bağlar ve bağlanır. Bunlar çok açıktır. Zaten sosyalizm ve demokrasi davasının kaybedilmesinde, partilinin bu yaklaşımı tersyüz etmesi yatıyor. Bağlılığı egemenliğe dönüştüren, sevgi saygıyı yitirten bir önder kaybeder. Çünkü bütün bunlar halkın çıkarlarının göz ardı edilmesidir. Böyle bir yönetici konumuna gelmek, halk dışına, dolayısıyla onun demokratik çıkarları dışına taşmaktır. Bir yönetici istediği kadar kendisine “komünist”, “sosyalist”, “demokrat” desin, halkın demokratik çıkarları dışına çıktığında kesinlikle böylesi birisi değildir. Çünkü demokrasi de, komünizm de, sosyalizm de tamamen halk içindir. Halka bağlılık; halkı yüceltme, halkı egemen kılmadır. Halkın dışında, halka rağmen bu durumu yaşatan yöneticinin işi bitmiştir. Ne kadar marifetli olursa olsun, ne kadar dürüst olursa olsun bitmiştir. “Başkaları halkı aldattı” denilemez. Bir kadronun yönetimi altında başkaları halkı aldatmışsa, o kadro aldatandan daha tehlikelidir, çünkü bu suçun daha büyüğü olur. Hem halka önderlik edilecek ve hem de birilerinin halkı aldattığı görülecekse, bu gaflettir ve kişiyi asla kurtarmaz.
Dolayısıyla halk sevgisi, öncülüğümüzü yerine getirmenin ve gerillamızı işletmenin temel şartıdır. Halk sevgisi, halk bağlılık, soyut, içi boş bir olgu olarak gerçekleşmez. Halk ancak kendine sahip bilinç ve araçlara ulaştırılırsa, ona bağlılık ve sevgi olayı somuta çıkar. Bu da örgütle, demokrasiyle mümkün olur. Kendi örgütüne ve bu örgütün demokrasisine kavuşmuş halk, zaferin teminatı olur. Eğer yönetim olgusu devam edecekse ve ayakta kalınmak isteniyorsa, bu böyle olmak zorundadır. Zamanı geldiğinde alaşağı olmak istemeyenler, halkın gazabına uğramak istemeyenler, böyle hareket eder. Halkın gazabı da onu baskı altına aldığında, kendini savunma araçlarından yoksun bıraktığında, kendini açığa vurur. Topluma öncülük iddiası olanların, buna yaşam kuralı olarak sarılmaları gerekiyor. Bir an bile, bu halkla bağı bir tarafa bırakamazsınız. Bıraktığınızda demagoglar işe karışır ve onlar halkı elinizden çalıp götürürler. Size karşı çıkarırlar ve sizi de alaşağı ederler. İşte bütün Doğu Avrupa ülkelerindeki durum. İşte Çavuşevsku’nun hazin sonu. İşte her gün çöken şeflerin durumu.
Bir halkın, bir önderin yanında uyuması da suçtur. Önderin olduğu yerde halk uyumaz! Önder ayağa kaldırır! Direnişe kaldırır! Devrim yapmışsa inşaya yönelir! Tembellik yoktur! Halk önderliğini biz bu biçimde kavrıyoruz. Halk demokrasisini, halk yönetimini kesinlikle bu tavır içinde ele alıyor ve uyguluyoruz. Eğer Kürdistan halkı da ayağa kalkacaksa, kesinlikle böyle bir önderlik ve yönetim altında kalkacaktır. Bunun dışında nefes bile alamaz. Zaten nefessiz bir statüyü de düşman yüzyıllardan beri egemen kılmıştır. Bu statüyü yıkmaktan tutalım onu öz yönetimine, halk demokrasisine götürmeye mecburuz. Geliştirilecek halk önderliği yönetimi bu esaslara bağlıdır. Temel ilke budur. Bu temelde halk ilişkisi ve halk yönetimidir. Bir yanını bile bile ihlal ettiğinizde ilkeyle çelişir ve bu da sonunu getirir. Halkla oynamak bize kolay gelmemeli. Bunun genel uygulama ve sonuçları en akıllı yöneticiler, halkını her tarihi çağda sevgiyle, saygıyla yönlendirenlerdir; ona gerçekten göz kulak olanlardır. Ona belli bir ilerleme, yaşama şansı verenlerdir. Halkını yaşamına düşman ettiren, güçsüz bırakan, gittikçe zorba bir yönetim altına alanlar, her zaman halkların tarihinde lanetle anılmışlardır. Dünya tarihinde, güncel gelişmelerden çıkaracağımız dersler, halka yaklaşımımızın tamı tamamına bu çerçevede olması gereğini gösterir bize.
…….
Özel savaşın şu andaki temel taktiği nedir?
Aslında özel birlikleriyle bizi yenemediklerini biliyorlar. Halkı bizim için temel güç olmaktan çıkarıp bizim temel gücümüzü karşımıza çıkararak bizi yenmeyi planlıyorlar. Halkı kim kazanacak? “Bizi anlamadı, bizi oyuna getirdi, zamanında hata ettik” diyerek, yenilgilere neden olabilecek tahribatlara bahane bulmak sizi kurtarmaz. Başarı istiyorsak; halkı kesin olarak bu çerçevede kazanmamız gerekiyor. Düşmanı boşa çıkarmak istiyorsak, onun halk üzerindeki denetimini zayıflatırız. Bunun başka yolu yoktur. İstediğiniz gibi bir gerilla ordusu kurun, istediğiniz gibi çelikten bir öncü örgüt olun, eğer halkı kazanmazsanız hepsi boştur, içi kof bir şatodur. PKK öncü örgüt olacaksa, bu halk içindir. Savaşacaksa, bu yine halk için olacaktır. PKK halka saygının, ne kadar geri olursa olsun halkı yüceltmenin ifadesidir. Bu PKK’nin en belirgin yanıdır.
Bu konuda tüm partililerin, Parti Önderliğinin halk öncülüğü pratiğinden alacağı dersler çoktur. Diyebiliriz ki, bu pratikte halka karşı tek bir yersiz tavır yoktur. Eğer bugün halen yaşanıyorsa ve “PKK öncüdür, gelişiyor” diyorsak, bu, Önderlik gerçeğinin halka bu temelde yaklaşmayı temel ilke edinmesinden ve uygulamasındandır. Eğer çok büyük darbeler yemişsek, bu ilkenin parti adına saptırılmasındandır. Bu ilke bütün kadrolarca uygulanırsa, zafer kendiliğinden bizim olur; bu ilke saptırılırsa, zafer düşmanın olur. Bu çerçevede halk hareketimize bakarsak; onun eğitim ve örgütlenmesinden tutalım yönetimine kadar öncü rolümüzü oynarsak, bu halk ayağa kalkar, bu halk büyük bir patlama gösterir, aklın hayalin almayacağı zafer yürüyüşü içinde olur ve böyle bir yürüyüşte mutlaka, bağımsızlık ve özgürlüğü belirler. Önümüzdeki dönemde, halkın cephesel siyasal birliğine ve savaşımına böyle bakıyoruz.
Hedefler ne olabilir?
Hiçbir harekette kendisini en basitten en karmaşığına, en esas olanından en talisine kadar bir hedefler sistemine kavuşturan başka bir partiye rastlanmaz. PKK başından itibaren hedefleriyle yürüyen bir harekettir. Sağlam bir hareketin her zaman hedefler programı gelişkin olmalıdır. Hedeflerde şaşırmamak çok önemlidir. Son tahlilde halkın kuvvet kazanması, öncünün kendini kesinleştirmesi ve gerillanın oluşması, ancak esas tali olan, basit karmaşık olan, bu temelde bir düzenlemeyi yaşayan hedeflere göre olursa, bu hareketin sağlam yürüyüşünden bahsedebilir.
Düşmanın özel savaş birliklerinden, korucular, işbirlikçiler ve ajanlardan bahsediyoruz. Hatta direkt karşımıza çıkarttığı reformistler ve tasfiyeciler vardır. Bu hedefler askeri cephede iyi görülmelidir, her bölgede uygun bir şekilde sıralanmalıdır. Siyasal cepheden işbirlikçiler cephesi siyasal partilerdir. Kürdistan sathında tasfiye etme, güçlendirmemiz gereken siyasi bir kol olarak kendi siyasi kollarımızı yaratma, halkımızın cephesini siyasal yolla geliştirme, bu siyasal hedefleri tasfiye etme, halkın siyasi hedeflerine ulaşma, onun örgütlenme ve kesintisiz yürüyüşünü legal veya illegal araçlarla yetkinleştirme, bazı yöntemlerle örgütleme; düşmanın örgütlenmeleri dağıtmak kadar, kendi örgütlenmelerimizi geliştirme, halkın çok kapsamlı örgütlenmelerini, milyonların uygun örgütlenmesine göz dikme hedefimizdir. Kültürel hedefler konusunda daha çok fırsat yakalanmıştır. Kültür cephesi oluşturma, örgütlenme ve savaştırmayı yaratma önemlidir. ….
Halkımızın savaşmak isteyen vurucu gücünü en acımasız savaş biçimi olarak gerilla içinde yoğunlaştırmak, savaşmak isteyen, silaha sarılmak isteyen her Kürdistanlı’ya gerillada yer vermek, bunun için teşvik etmek, gerilla ordumuzu en azından çizilen hedefler dahilinde mutlaka oturtmak gerekir. Eğiterek, örgütleyerek gerilla ordumuzu dönemin siyasi görevlerini başaracak kadar, niteliğini de güçlendirerek karşılık vermek gerekir. Her eyalet için çizilen hedefler vardır. Bu yıl on binden aşağı olmayan bir gerilla hedefleniyorsa, bunu eyaletlerin ve bölgelerin durumuna sağlıklı olarak, isabet ettirerek gerçekleştirme önemlidir. Yüz binlerce cephe üyesini, uyanan halkımızın cephesel birliklerini geliştirme, bunun gelişkin bir kaç bin kadrosuna mutlaka ulaşma esastır.
Bunlar hedeflerimizin nasıl ele alınması gerektiğini gösteriyor. Vuruş tarzımız gerçekten de militancadır. Hedefler belirlendiğinde, geriye doğru çalışma tarzı kalır. Doğru çalışma tarzı günlük devrimciliğin icra edilişidir; günlük propaganda, örgütlenme ve eylemdir. Eylem örgütlendirir, örgüt eyleme yol açar. O halde, çalışma tarzı olmadan bir devrimcilikten bahsedemeyiz. Güne propagandayı, örgütlenmeyi, eylemi sığdırmayan bir devrimcilik, devrimcilik değildir, militanlık değildir. Birisi günlük olarak propagandayı yürütmüyor, örgütlenme yapmıyor, fırsatını bulduğunda eylem yapmıyorsa; o devrimci militan değildir, bir oportünisttir. Çalışma tarzı olmadan militanlık olmaz. Bizde propagandasız, eylemsiz, örgütlenmesiz, eğitimsiz devrimcilik mümkün değildir. Önünüzde yığınlarca halk var, eğitmiyorsunuz. Çok sayıda gerilla adayı var, eğitmiyor, örgütlemiyorsunuz. Kadrolaşma kesinlikle gerekli, ama yapmıyorsunuz. Böyle önder olmaz! …
Başarıya gidememenin en önemli nedeni de budur. Günlerce kendinizle dalga geçiyorsunuz. Biz yaşamımızda bir güne neleri sığdırıyoruz, bunlara bakin ve öğrenin. Boşuna bu kadar eğitim, bunun için propaganda yapmıyorum. Dostlara karşı, size karşı nasıl çalıştığımı biliyorsunuz. Örgütsel faaliyetlere, kadrolaşmaya nasıl yüklendiğimizi biliyorsunuz. Halkın eğitimiyle nasıl uğraştığımızı görüyorsunuz. Benim diğer bir çok işimin yanında, işlere siz militanlardan on kat daha fazla yüklendiğim bir gerçektir. Siz militanlar ise, sadece seyrediyorsunuz. Böyle militanlık olmaz! Asgari çalışma tarzının gereklerini bile yerine getirmemek, sizi affettirmez, kurtarmaz. Siz bu noktada kaybediyorsunuz. Çalışma tarzınızda günleri boşa geçirme temelinde bir önderlik sevdasına kendinizi kaptırmış gidiyorsunuz. Bunu şimdiye kadar yaptınız ve kendinizi de aldattınız. Bundan sonra kimse göz açtırmaz.
Dönemin özgürlük yürüyüşünden bahsediyoruz. Kıpırdamayan kişi hangi özgürlük yürüyüşünden bahsedebilir. Neredeyse parti içini tembellerin kaldığı yerlere çevirenler var. Kim sizi böyle besler? Üretken olacaksınız, bu da günlük çalışma tarzıyla mümkündür. Çalışma tarzınızı değiştireceksiniz, asgari ihtiyaçlarınızı gidereceksiniz. Fiziki ihtiyaçlarınızı giderdikten sonra çalışmaya yöneleceksiniz. Varsa etrafınızda kitleler, onların eğitimi ve örgütlendirilmesiyle; savaşçılar varsa, onların eğitimiyle ilgileneceksiniz. Yanınızda hiç kimse yoksa, tek kaldığınız için araştırma inceleme yapacaksınız. Bunlar sizin için gereklidir. Bütün bunlar çalışma tarzına girer ve hiçbiriniz de iddia edemezsiniz ki, araştırma inceleme imkanı yoktur. Yoksa propaganda imkanı var, o da yoksa örgütlenme imkanı var, eylem imkanı vardır. Bütün bunları iç içe ve dengeli uygulama imkanı her zaman her yerde vardır. Ama bunda gerekeni yapmayan, kendini sürekli alıkoyan, yan çizen kimdir? Bu devrimcilik ne özgürlük yürüyüşünden, ne de başarıdan, zaferden bahsedebilir. En çok kendinizi aldattığınız nokta çalışma tarzına yaklaşımınızdır. Çalışma tarzı yeterli olmadan, devrimcilik yapacağınıza inanamazsınız. Bunu aşmalısınız.
……

Devrimde sanatkar yaklaşım şarttır.
Devrim, sanatkar tarzıyla yürütülür.
Devrimde güzellik aranır.
Devrim, aynı zamanda sanatın ve güzelliğin kaynağıdır.
……….
Nereden bakılırsa bakılsın, Kürdistan Devrimi’nin başlamasına baktığımızda, hiçbir devrimle kıyaslanmayacak kadar planlıdır. Halkımızın geri koşulları, zayıf örgütlülüğü, bunun için öncüde mükemmel bir planlama ve onun çizilen çerçevede uygulamaya kavuşturuluşuna tam komuta ister. Bu, Kürdistan Devrimi’nin doğasının bir gereğidir. Çokça yaşadığınız yetersiz komuta, komutanın gerekleriyle oynama devrimde felakettir. Sürecin şu veya bu aşamasında beklemediğiniz felaketler gelebilir. Sebebi, bu yürüyüşe gereken uygun adımı yeterli çabayla veremeyen kendi devrimciliğinizdir. Devrime kolay kalkışılmaz, kalkışıldıktan sonra sizin gibi yürünmez. Burada kendinizi düzeltin! Kalmışsınız, ama yürüyemiyorsunuz. Biraz yürüyorsunuz, ama yürüyüşünüz zaferi garantileyecek adımlarla olmuyor. O halde, her şey çok açıktır. Yürüyüşe varız! Bu öncüyle olur, öncünün temel mücadele aracıyla olur, onun hedefleri, onun çalışma tarzı, onun üslubuyla olur! Çağrılar bu konuda çok açık! Geriye bunu şahsında somutlaştıracak militanların öncülüğü kalıyor. Safları düzenleyecekler, öne geçecekler, uygun adımlamayı düzenleyeceklerdir. Bunlar gerekli olan ve sizden istenilen görevlerdir.
Bir çok özgürlük hamlesini başlattığımızda, uygun adımların atılmasının şart olduğunu, tarihe emin adımlarla girmek gerektiğini belirttik. Bunlar bizim için hayatidir. Çarpılan, sağa sola savrulan adımların sahibi kim? Halen bir türlü kendini bu konuda sağlam değerlendirmeye almayan, çokça bahsettiğimiz ikirciklik, yalpalama, kesin bir yürüyüşün sahibi olmama, yürüyor mu, yalpalıyor mu belli olmayan adımların sahibi kim? Tempo duruyor mu, hızlanıyor mu belli olmayan adımların sahibi kim? Bütün bunlarda kendinizi gözden geçirecek, zafer yürüyüşünün emrettiği ölçülere ulaştıracaksınız. Biz zafer yürüyüşü içine girebiliriz ve her şey girmekten başka bir çaremizin olmadığını gösteriyor. Geriye bunun nasıl gerçekleşeceği kalıyor, onu da biz gösteriyoruz. İyi gösterdiğime de inanıyorum. Bu noktada önderler çok gereklidir ve layıkıyla gerekeni yerine getirmelidirler. Onu becerdiğime inanıyorum. Tarihin “yürü ya kulum” dediği yerde, halkımızın da “evet” dediği aşamada ve bir çok imkan olanağın da başta parti öncülüğü, yol yöntemi, gerillası “biz de varız, hazırız” dedikleri yerde, geriye kalana şahane yürüyüş, mertçe yürüyüş kalır. Bu bir şanstır. Belki de bizim gibi bir halkın tarihinde ilk defa ve son yakalanan bir şanstır. Eğer yaşama böyle bakmayı bilseydiniz, kendinizi bu temellerde yaratsaydınız, zaferi yakalayacak militan kesindi. Bu adamlar bir gider, üç gider, ama mutlaka geri kalanı sonuçlandırırdı. Biz haddinden fazla bu işleri sizlerin adına buraya kadar getirdik. Aslında daha fazlasını siz yapacaktınız.
Halkımız, öncünün bütün yaramazlıklarına, yetersizliklerine rağmen devrimi iyi kestirmiş, kararını iyi vermiş, sağladığını destek de kendisine yaraştığı gibidir. Öncünün kavrayışı ve temel özelliklerin sergilenmesi açısından da gelişme iyidir. Verilmesi gereken savaşın biçimi iyi ayırt edilmiş, tecrübeyle de yaşanılacak olan, kazandıracak olan biçimi, özellikleri fark edilmiş ve seçilmiştir. Ama yine de yapılması gereken var olan yürütücü kadronun, uygulama kadrosunun bütün bunlara layık olabilmesidir. Sorun, bunu günlük olarak yürütebilecek kadro komutamızın görevlere gereken kapsamda, yeterli çabayla karşılık vermesidir. Eğer kesin bir başarı istiyorsak, buna bağlı olduğu gibi; bu konuda yerine getirilmeyen görevler de başarısızlığın da nedeninin bu olacağını biliyoruz. Burada hiçbir kişisel gerekçeyle “layık olamadık, temsil edemedik” denilemez. Derseniz, bu aşamadan sonra size verilecek tek karşılık; içimizde böyle yaşayamayacağınızdır. Bu bir söz olur, içimizden çıkarıp atma olur. Tarihin böylesine önemli yürüyüş anlarında, bu tip yaklaşımların sahibi ayaklar altında ezilir. Bunu bağıra bağıra tekrar söylüyorum: Belki şimdiye kadar gerekçelerinize sığınabilirdiniz. Ben dahil, bundan sonra hiçbiriniz sığınamayız. Böylesine dönemlerin yürüyüşü, böyle ortaya konulduğu gibi yapılır. Bunun üzerinde çelişme olmaz, tartışma olmaz. Esasa ilişkin “tam hazırlanmamıştım, netleşememiştim, yine ikirciklilik vardı” diyemezsiniz. Bu kendi eliyle yenilgi fermanını boğazına geçirmiş biridir.
Büyük yaşam hatasına düşmeyin!
Eğer gaflet ve hatta ihanetle eş böyle bir yaşam hatasına düşmeyeceksek, geriye sapasağlam bir yürüyüşün sahipleri olan bizler kalıyoruz. İşte özgürlük yürüyüşümüzün zaferi de mümkün kılan tarzı böyle başlıyor. Daha şimdiden çok çeşitli alanlarda özü böyle olan bir yürüyüşün içindeyiz. Halkımız, dünyanın gözleri önünde bir yürüyüşe girdiğini ilan ediyor. Öncü gücümüz her alanda belli bir yürüyüşün içindedir. Son on yılın planlandığı yürüyüşü, burada da başlatıyoruz. Önümüzdeki yılları, özü ve biçimi böyle olan bir yürüyüş kazandırabilir. Başarı üstüne başarı, başarıda da zaferi kesinleştirebilir. Biz şimdiye kadar bütün yürüyüşlerin önünde olduk, en ufak bir yorgunluk alameti göstermeden, kararsızlık ve muğlaklık içerisine düşmeden, amansız koşullarda darlıklarla mücadele ederek buraya kadar gelmeyi bildik. Başarılar asla savaş olmadan gerçekleşmez. En önemli bir başarıda bile bir yetmezliği görüp daha büyük bir başarının sahibi olmak için ne gerekiyorsa ona yüklendik. En önemli sanılan bir yenilgiden, mutlaka bir gelişme nedeninin çıkarılması gerektiğine hükmettik ve daha o günden itibaren yenilgiden başarıya gitmeyi hazırladık, tüm yenilgileri başarının kaynağına dönüştük. Bunlar bizim Önderlik işlerimizi yürütme tarzımızdır. Bu engin tecrübeye dayanarak, hiç şüphesiz bundan sonrasını da yürüteceğiz. Geçmiş yürüyüşlerimizde oynayanlar çok çıktı, düşürmek istediler, ama kahramanca şahadete yürüyenler de çıktı ve halen de yürüyorlar. Bundan sonra hiç şüphesiz hepsini hakkettiği yere verelim.
Yürüyüşler her zaman başarılı olmak istiyorsa; arkadan onu takip eden düşmanın ulaşamayacağı kadar hızlı, yine önünü engellemek isteyen düşmanın ufku karartmasına imkan vermeyecek kadar geniş ufuklu olmak zorundadır. Düşman bu yürüyüş sahasını mayınlamıştır. Bütün bu mayınları zamanında yolundan söküp atacak kadar dikkat ve duyarlılıkta yürütülürse, ben bu yürüyüşte zaferi görürüm. Kaldı ki şimdiye kadar ki bütün yürüyüşlerdeki sorumluluğumuz da bu çerçevededir. Bunlar hepimiz için, her sahada, her dönemde ve özellikle de bundan sonra gereklidir. Geçmişte böyle bir yürüyüşümüz olmamışsa, siz dersler çıkarın! Bir nefes almak için mola verdik, dinleyin! Bundan sonra yürüyüşümüzün zafer yürüyüşü olması için ne gerekiyorsa yerine getirdik. Geriye kalan layık olmaktır. Yürüyüşün başarısında ne gerekiyorsa onu kendinde gerçekleştirmektir. Biz böyle yürüyüş sahiplerinin yürüyüşünü sevk ve idare ederiz, ona Önderlik ederiz. Sadece böyle yürüyorsunuz, yürümelisiniz. Olmazsa olmaz kabilinden yürüyüş böyledir. Yürüyüşü son nefese kadar bu çerçevede yürütmeyi bilir ve böyle komuta ederiz. Baştan günümüze kadar bu yürüyüşe katılanları da hep böyle gördüm. Böyle gördüklerime inandım veya öyleydi. Belki bir kaç tanesi öyleydi, çoğu öyle değildi, ama mühim olan yürüyüş stilimizin böyle olmasıdır. Halen de biz tarzımızda, tempomuzda böyleyiz.
Bu Kürdistan’ı, onun halkını özgürlük yürüyüşünün çok önemli bir aşamasına getirmiştir. Bu tartışma götürmezdir ve oldukça kanıtlanmıştır. Bundan sonrası için diyoruz ki, tam zafer olmasa da, hiç de küçük demeyeceğimiz bir zaferi yakalayan yürüyüşü kesinleştirmişiz. Hedef tamdır, bizi ona ulaştıracak hazırlıklar tamdır, en başta da enerji tam verilmiştir. Hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar planlanmış, uygulama gücüne kavuşturulmuş bir yürüyüş oluyor. Şimdiye kadar hiçbir yürüyüşümüz bu denli planlı, bu denli yürüyebilecek imkan ve olanaklarla hazırlanmış, yürütülmüş değildir. Önümüzdeki dönemin yürüyüşü bakımından en şanslı yürüyüş, aynı zamanda en planlı, en iyi üzerinde düşünülmüş, gerekleri karşılanmış bir yürüyüştür. Eğer bütün bunlar böyleyse, yürüyüşümüzde başarı kesindir.
Bu temelde halkımızın yürüyüşüne yüksek değer biçtiğimize ve ona elimizden geleni yaptığımıza kesin inanıyorum. Bu inançla bundan sonrasını da götüreceğimiz kesindir. Yine öncüye, gerillaya layık olan, gerekli olan, muhtaç oldukları her şey verilmiştir. Dolayısıyla eğer kendileri de, çok açıkça ve rahatlıkla yerine getirilmesi gerekeni yaparlarsa, onların da yürüyüşünde başarı o denli kesindir.
Bütün bu yürüyüşler, sonuna kadar çözümlemelerde, talimatlarda giderek tam bir nizama kavuşmuş, yaşam kurallarımıza kadar indirgenmiştir. Kararlaştırdık ve söz verdik. “Bu sözlerimizin sahibi olacağım” derken, sadece kendim için bir sözü yenilemiyorum; hepinizin verdiği sözün amansız bir takipçisi olacağım. Neye mâl olursa olsun, temel ölçünün sağlam yoldaşlık esasları olacağını, bu temelde sözlere uygun adımlarla karşılık vermeye Önderlik edeceğimizi, halkımızın da bizden mutlak anlamda isteğinin bu olduğu, tarihin emrettiğinin de bu olduğu bildiğimizi tekrarlamak istiyorum.
Sizlerin de gerek layık olma itibarıyla, gerekse gerçekten başka hiçbir seçeneğinizin olmayışı nedeniyle, sonuna kadar bağlı olmanızın gerektiğinin bilincine vardığınıza, bunun için azami disiplin, fedakârlık cesaret ve coşkuyla yürüteceğinize inanıyor ve başarılar diliyorum.

Abdullah Öcalan
8 Nisan 1991

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz